28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 ANADOLU TOPRAKLARI SAVAŞTAN KAÇAN İNSANLARA TARIH BOYUNCA KUCAK AÇTI C dünyadan LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL TEMMUZ CUMA Türkiye güvenli bir liman İspanya’da 1492’de Engizisyon Mahkemesi’nin kıyımı ile İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’daki soykırımdan kaBD yönetimi, çan Yahudilere, İranIrak SavaLübnan’da mahsur şı’ndan kaçan milyonlarca Irakkalan ABD lı Kürt’e dek savaş ve soykırımıvatandaşlarının n acılarından kaçanlara ev satahliyesinde Kıbrıs Rum hipliği yapan Anadolu topraklakesiminin ardından rı, şimdi de İsrail’in kıyımından Mersin Limanı’nın da kaçan Lübnan’daki değişik devreye gireceğini açıkladı. ABD’nin Dışişleri ulusların yurttaşlarına kapılarını Bakan Yardımcısı Maura açtı. İsrail’in iki askerinin kaçırıldıHarty’nin verdiği bilgiye ğı gerekçesiyle Lübnan’a salgöre, Lübnan’dan yarın dırmasıyla Ortadoğu’da başlatMersin’e ulaşması tığı kanlı savaştan kaçanlar Türbeklenen Amerikan vatandaşları, daha sonra kiye üzerinden ülkelerine dönüyor. İspanya Kraliçesi İsabelotobüslerle İncirlik la’nın kilise ile işbirliği yaparak Üssü’ne götürülecek ve 31 Mart 1492’de ülkedeki büoradan havayoluyla tün Yahudilerin, 2 Ağustos 1492 ülkelerine gönderilecek. tarihine kadar ülkeyi terk etmeHarty, Amerikan leri fermanı çıkarmasıyla 300 vatandaşlarının Lübnan’dan tahliyesinde bin kadar İspanya Yahudisi ülkeyi terk etmek zorunda bırakılMersin’in devreye dı. İspanya Yahudileri bu fergirmesine izin veren man üzerine çeşitli Avrupa ülTürkiye’ye ülkesi adına kelerinden sığınma hakkı isteteşekkür etti. ABD’nin melerine karşın, Osmanlı İmpaAnkara ratorluğu’nun dışında, YahudiBüyükelçiliği’nden yapılan yazılı açıklamada lere sürekli kalmak üzere kapılarını açan olmadı. Osmanlı İmda Lübnan’dan tahliye paratoru Sultan II. Bayezid’in edilen Amerikan yurttaşlarının önümüzdeki kendilerine sığınma hakkı tanıması üzerine 150 bin kadar İsgünlerde ABD’ye panya Yahudisi Osmanlı topdönüşlerini Türkiye raklarına geldi. üzerinden yapacakları Diğerleri de Rusya üzerinden belirtildi. Osmanlı topraklarına geldiler. Kendilerine ‘‘Sefarad Yahudileri’’ denilen İspanya Yahudilerinin büyük çoğunluğu Selanik ve İstanbul’a yerleştirildi. Malvarlıklarının çoğunu İspanya’da bırakan, yanlarına almış oldukları malları da İtalya’da uğradıkları limanlarda soyulan Sefarad srail saldırılarının Yahudileri Osmanlı topraklarına sürdüğü Lübnan’dan 14 Temmuz’dan itibaren eli boş dönmelerine karşın, Osmanlı devletinin kendilerine Beyrut Büyükelçiliği tarafından düzenlenen 4 sağlamış olduğu imkânlarla kısa zamanda ticari yetenekleriyotobüs seferi ile 104’ü le ekonomik bir güç haline gelTürk ve 22’si muhtelif di. ülke vatandaşı toplam 126 kişinin Yayladağı CUMHURİYET DE Sınır Kapısı’ndan SAHİP ÇIKTI Türkiye’ye giriş yaptığı bildirildi. Dışişleri İmparatorluğun yıkılmasının Bakanlığı, Lübnan’daki ardından kurulan çağdaş Türkison gelişmeler ye Cumhuriyeti de Hitler’in katçerçevesinde Türk liamından kaçan Yahudilere ‘‘ev vatandaşlarının Türkiye’ye getirilmesi ve sahipliği’’ yaptı. 1933 yılından itibaren Hitler’in ırkçı saldırılabazı ülke rından kaçan, aralarında Ernst vatandaşlarının Türkiye Reuter, Komyonist Pail Hindeüzerinden tahliyesi için mith, mimar Margarete Schütyapılan çalışmaların teLihotzky, Traugott Fuchs, Dışişleri Bakanlığı ve Alexander Rustow gibi isimleBeyrut Büyükelçiliği ile rin de bulunduğu pek çok Yaİçişleri Bakanlığı, hudi yine Türkiye’ye sığındı. Ulaştırma Bakanlığı, Türkiye’ye sığınan Yahudilerin Denizcilik Müsteşarlığı ve ilgili valilikler arasında büyük çoğunluğu, özellikle üniversitelerde önemli görevler yapılan eşgüdüm ve edinerek Türkiye’de yükseköğişbirliğiyle yürütüldüğü renimin gelişmesinde büyük kaydedildi. Bir Kavram Üzerine yardımcı madde olduğunu duymuştum. Kedi dışkısından yapılmış kahve bile vardır derler. Bush’un dışkıyı bir değersizleştirme ölçüsü olarak kullanması aslında kendi tarihine de bir saygısızlıktır ki bunu, iyi bir ‘‘Amerikan milliyetçisi’’ olarak ondan beklemezdim. İkinci Dünya Savaşı’nda Guadalcanal Adası’ndaki Japon askerlerinin sayısının ne kadar olduğunu belirlemek için ABD’liler, adada askerlerin günlük dışkı miktarını hesaplamışlar, buldukları sayının çok üstünde asker yollayarak adayı ele geçirmişlerdi. Amerikan tarihinin en şanlı sayfalarından birinin yazılmasına yardımcı olan dışkıyı, uluorta kullanan Bush kendi tarihine de hesap vermek zorunda kalacaktır korkarım. Bush ile ABD Başkanı olarak birkaç yıldır tanışmaktayız. Bu süre içerisinde insanlığa yararlı bir faaliyetine de rastlamış değiliz. Oysa, dışkının 1333 yılından beri herkese göre değişen biçimlerde ‘‘faydalı’’ bir malzeme olduğuna tarih tanıktır. Mide bulandırıcı olduğunu bilerek şu örneği aktarayım: Fransa sınırları içindeki Alsas bölgesinde bulunan bir kaleyi, dönemin emperyalist güçlerine bağlı ittifak ordusu kuşatmıştır. Kale öyle bir direniş göstermektedir ki, müttefik güçlerin aklına bir çözüm olarak içine dışkı doldurulmuş fıçıları mancınıkla kaleye atmak gelir. Kaleyi pislik içinde bırakan bu iğrenç taarruz ‘‘silahı’’nın dayanılmaz kokusu kaledekileri teslim olmaya zorlar. Herhangi bir zaman diliminde, herhangi bir yerde oluşabilecek her emperyalist ittifakın hem fiziki hem de manevi anlamda kendisine karşı olan mağdurlara ‘‘bok atması’’, o günden bu yana süregelen bir davranıştır. ‘‘Bok atmak’’, kendini güçlü sananın yüzyıllardır değişmeyen tek faaliyetidir. ??? Anlaşılabileceği gibi asla yakınlık duymadığım, eğer yönetimleri altına yaşasaydım muhtemelen kurbanlarından biri olacağıma inandığım Suriye’yi de Hizbullah’ı da savunuyor değilim. Beni, gerçekten bu kadar faydasına karşın ağzından çıkanı kulağı duymayan tehlikeli bir politikacının değersizleştirdiği dışkının mağduriyeti ilgilendiriyor. Yakıt malzemesi olarak kullanılan keçi, koyun dışkısının bile yoksul insan yaşamını kolaylaştıran tarafı unutularak, bir ‘‘değersizleştirme’’, ‘‘küçümseme’’ ifadesi olarak kullanılmasınadır itirazım. Hizbullah’ın, Suriye’nin, Bush’un deyimiyle, ‘‘yediği bok’’lar, eğer bugün ABD ile İsrail azgınlığına karşı koymaksa, ‘‘bok’’ yemeyi yücelten bir eylemi tanımlamış oluyor Bush. Bush, kendini savunmayı, mağduru savunmayı ‘‘bok’’ yemek olarak anlıyorsa, bu, dışkının kendi sofrasında yenecek bir madde olduğuna inanmasından da kaynaklanıyor. Bunun tersine kafam basmaz benim. Bush, tarihten anlamasa bile, tarihteki egemenlerin izini süren iyi bir dışkı takipçisi olduğunu kanıtlamıştır. Ama bir gün burnunu boka sokacağını asla unutmamalıdır. Asla. kemalerdemol?yahoo.co.uk ABD de Mersin’i kullanacak TARKAN TEMUR K A Yahudilerin Osmanlı devletine geldiği 1492 yılında karşılaşmalarının temsili resmi. (üstte solda). Hitler’in ırkçı saldırılarından kaçan, aralarında Ernst Reuter (sağda üstte), Traugott Fuchs (sağda altta) gibi isimlerin de bulunduğu pek çok Yahudi Türkiye’ye sığındı. ‘ Türk yurda giriş yaptı’ İ katkılar sağladı. Türkiye’ye sığınan yaklaşık bin mültecinin üçte ikisi, 2 Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra ABD ve İngiltere’ye yerleşti. Bir bölümü Almanya’ya geri dönerken, 28 Alman ise Türkiye’yi vatan olarak seçti. İRAN IRAK SAVAŞI... Türkiye, Hıristiyan dünyasının faşist saldırılarından kaçanlar kadar, Ortadoğu’nun dini ve etnik çatışmalarının doğurduğu kanlı savaşlardan kaçarak sınırlarına dayanan sivillere de ‘‘hayır’’ demedi. Mesud Barzani ve Celal Talabani liderliğindeki Kürt peşmergeler, Saddam rejimine, İran Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) liderliğindeki Kürtler ise İran rejimine karşı uzun süre savaştılar. Peşmergelerin, kuzeydeki Halepçe, Cünde ve İnap’ı ele geçirmesinin ardından tarihin en acı katliamlarından biri yaşandı. Tarih 16 Mart 1988’i gösterdiğinde Halepçe’de adeta bir insanlık trajedisi yaşanıyordu. Saddam tarafından düzenlenen ve tarihe ‘‘Halepçe katliamı’’ olarak geçen saldırıda kadın, genç, çocuk denmeden 5 bin kürt katledildi. Katliamın ardından, İranIrak savaşı durdu. Ağustos ayında ilan edilen ateşkes, İran ve Irak’a umut bağlayan Kürtleri yapayalnız bıraktı. 1 MİLYON KÜRT SIĞINDI Savaş cephesinden geri çekilen Irak askerlerinin Kürtlerin üzerine saldırmasıyla 1 milyon Kürt, bu saldırıdan kaçarak, Türkiye ve İran sınırlarına dayandı. Göçün getirdiği zorlukların ve açlığın acısıyla boğuştular. Türkiye, bu kez de sınırlarını açarak yardım politikasını sürdürdü. Ancak, bir ekmek için birbirini ezecek kadar acı günler yaşayan Kürt mültecilerin görüntüleri hafızalardan çıkmayacak fotoğraf karelerine yansıdı.Güney Kürt bölgelerindeki çatışmalar sürerken, Kürtler’in, dış güçlerin yarattığı koşullardan yararlanma eğilimini gösteren politikaların dışında duramaması, bir kez daha Ortadoğu’ya kan ve gözyaşını getirdi. Bu kez de Kuveyt’in işgali ile Ortadoğu’da savaş bir kez daha başladı. Pek çok bölgede çıkan ayaklanma ve bölgedeki yönetim boşluğu, ayaklanmalara müdahaleyi imkânsız hale getirmiş, 2 milyonun üzerinde mülteci yine Türkiye sınırlarına dayanmıştı. LÜBNAN’DAN KAÇANLARA KUCAK AÇTIK İsrail’in iki askerinin kaçırıldığı gerekçesiyle Lübnan’a saldırarak Ortadoğu’da başlattığı kanlı savaştan kaçan İsveç, Brezilya, Arjantin, Meksika, Moldova, Almanya Federal Cumhuriyeti, Kanada, ABD ve Avustralya vatandaşlarının bir bölümü Türkiye üzerinden tahliye ediliyor. Beyrut yanarken sessiz ve tarafsız kalınır mı? NEDİM GÜRSEL S avaşın yüzünü görmüştüm Beyrut’ta anımsıyorum. İç savaşın izleri, sıvası dökülmüş, delik deşik olmuş duvarlarda, yanıp kavrulan topraktan filiz vermeye çalışan incir, dut, nar ağaçlarındaydı. Savaşın yaralarını sarmaya çalışıyordu kent, tedirgindi. Sonra Beyrut Mahmut Derviş’in yüzüyle örtüştü, sanki ondan bana yansıyan Filistin halkının acısıyla, göçebeliğin, köksüzlüğün, giderek her yerde kol gezen ölümün gölgesiyle birleşti. Paris’te anlatmıştı Mahmut, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İsrail’in askeri müdahalesi sonucunda kenti nasıl terk etmek zorunda kaldığını, ağır silahları bırakarak gemilerle Tunus’a giderken güverteden Arafat’ın ‘‘Bekle bizi Beyrut, sana döneceğiz’’ diyerek nasıl ağladığını. Duygusal değildi hayır, siyasi kavganın içinde şiiri boşlamamış, tam tersine, halkının var oluş mücadelesini dizelerinde dile getirmiş, o yıllarda Arafat’ın kültür bakanı olmasına karşın, öfkesini silahla değil şiirle haykırmayı yeğlemişti. İspanya’da başlayan dostluğumuz Arafat’la Filistin’e dönmeden önce bir süre kaldığı Paris’te sürmüştü. Onunla yaptığım uzun söyleşi, ‘‘Yüzyıl Biterken’’ adlı kitabımda yer aldı sonradan, ama sonradan. Daha önce, Lübnan Kültür Bakanı Hasan Saleme’nin düzenlediği bir toplantıda yeniden karşılaştık, dinler ve kültürler arasında kurulması gereken köprülerden, Ortadoğu’da kalıcı ve adil bir barışın kurulması için yapılması gerekenlerden söz etmek için. O zaman Beyrut yaralarını sarmaktaydı. Sonradan bir kez daha bu kente düştü yolum. Artık her şey sona ermiş, Beyrut küllerinden doğmuş gibiydi. Eski kent, bahçe içindeki evleri, dar sokakları, limana doğru genişleyen caddeleriyle yenilenmiş, kıyı boyunca dikilen modern yapılar onarılmış, iç savaşın izleri tümüyle silinmişti. Savaş kentin yüzünde değil, Lübnan halkının belleğindeydi artık. Acılar unutulmuş, yaralar sarılmış, birbiriyle çatışan topluluklar aralarında anlaşmış, Beyrut yeniden Orta doğu’nun en güzel, en özgür, en Avrupalı kenti olmaya adaylığını koymuştu. Kim derdi ki bir gün, evet bir gün her şey yeniden başlayacak, kentin kalbine yeniden bombalar yağacak, iç savaştan, Sabra ve Şatila katliamından, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün silah zoruyla sürgüne gönderilmesinin ardından İsrail, Lübnan’a yeniden müdahale edecek, bu kez Hizbullah’ı ortadan kaldırmak bahanesiyle yeniden siviller ölecek? Kim derdi ki bir gün, önce Suriye’nin gizli, sonra İsrail’in haksız ve ölçüsüz müdahalesiyle kan dökülecek, Beyrut yeniden geçmişin acılarını yaşayacak. İSRAİL’İ YALNIZCA KINAMAK YETMEZ Şimdi kent bombardıman altındadır. Oradaki dostlar, başta kitaplarımın Arapça çevirilerini yayımlayan Dar Al Farabi Yayınevi, Beyrut’un en akıllı, en cana yakın, en güzel gazetecisi Joumana ve onun gazetesi An Nahar bombardıman altındadır. Arap dünyasının en değerli yazar ve şairleri, Elias Ghoury, Albert Dişri, Amman’dan dostlarını ziyarete gelen Mahmut Derviş, barış içinde birlikte yaşamaktan başka özlemi olmayan kozmopolit kent halkıyla birlikte bombardıman altındadırlar. Gece hâlâ düşlerime giren, Beyrutlu dostların hayalleriyle, hayaletleriyle dolu Hotel Albergo’nun her biri başka renge boyanmış ceviz konsollarla, aynalarla, kolonyal koltuklarla süslü odaları bombardıman altındadır. Evet, şimdi yeniden ve kim bilir ne zamana kadar Beyrut bombardıman altındadır? İsrail’i kınamak yetmez, bu vahşete bir son verilmeli. Yayılmacı bir devletin kendini savunma hakkı diye bir şey olamaz. Ölçüsüz askeri güç kullanımının, çocukların öldürülmesinin, altyapı tesislerinin bir halkın direnme kararlılığını yok etmek amacıyla bombalanmasının adı ne zamandan beri ‘‘savunma hakkı’’ oldu? Beyrut yanarken sessiz ve tarafsız kalamayız. ırk yıl düşünsem aklıma ‘‘dışkıyı’’ savunup, ona övgüler düzeceğim gelmezdi. ‘‘Bir boka yaramaz adam’’ cümlesinde örneklendiği gibi, en azından bir değerlendirme ölçüsü olarak kullanılmış olmasından ötürü pek makbul bir kavram da sayılmadığından, özellikle yazı dilinde kullanılmasından kaçınılır hep. Son zamanlarda basınımızda, genital organların bile bir maharetmiş gibi kullanıldığını görünce, benim bu yazıda dışkıdan söz edecek oluşum anlayışla karşılanmalı. Onun yerine daha edepli bir kelime seçmem gerektiğini düşünenler varsa, yazıda Bush adı da çok sık geçeceğinden, dileklerinin yerine gelmiş olduğunu göreceklerdir. İki ad da birbirlerinin yerine kullanılabilir. Böyle bir kolaylığı var. Her ne kadar Bush’la aynı anlama geliyor diyerek ben de kendisine haksızlık ediyor olsam da, dışkı öyle çok da fena bir kavram sayılmaz. Buna karşın, sadece benim değil kimsenin aklına, ‘‘dışkı çok da kötü bir söz değildir’’ demek gelmemiştir. Oysa, başta bizimki olmak üzere edebiyatta o kadar sık kullanılan bir kelimedir ki, bu kadar ‘‘edebi’’ bir malzeme oluşu hayretler uyandırır. Abdülhamid dönemi politikacılarından şair Rıza Paşa’nın, Neyzen Tevfik’in, Eşref’in dışkı konulu kimi şiirleri vardır ki, burada alıntılayamam. Ama siz lütfen bulup okuyun. Böylelikle dışkının edebiyatın bile kullandığı bir kavramken, Bush’un ağzına düşmek gibi bir talihsizliği olduğunu anlamanız kolaylaşır. ??? Bush’un, Rusya’daki G8 zirvesinde yakın dostu Blair’le konuşurken, açık olduğunu unuttuğu mikrondan tüm dünyanın duyduğu, ‘‘Ortadoğu’daki krizi çözmenin anahtarı, Hizbullah ve Suriye’nin bu boku yemeye son vermeleridir’’ sözleri aslında üzerinde çok da durulacak bir konu değildir. Bush’un normal davranışlarından biridir bu. Kaldı ki, kimin nerede hangi boku, üstelik kimlerle yediği, dünya sorunlarına en uzak olanların bile bildiği bir gerçektir. Burada bir kavram olarak, Bush’un ağzına düşen dışkının mağduriyeti üzerinde durmak istiyorum ben. Mozart’ın bile yakınlarına yazdığı mektupta sık sık adını geçirdiği bu madde, Bush’un ağzında, dışkıya onun verdiği anlamı düşünerek söyleyeyim aslında kendi eylemlerini tanımlayabilecek bir kavramken, başkalarını nitelediği küçültücü bir ifadeye dönüşüyor. Oysa dışkı, duyarsa gücüne gidecek biliyorumBush’dan çok daha yararlı bir maddedir. Bunu keşke benden değil de Almanlardan duysaydı Bush. Çünkü Alman kimyagerleri Birinci Dünya Savaşı’nın kıtlık koşullarında insan dışkısındaki hazmedilmemiş gıdaları ayırarak bir tür peksimet yaptılar. İnsan onuruna elbette aykırı bir çabadır bu, ama sonuçta açlıktan ölmek yerine malzemesi dışkı olan bir peksimeti yiyebilmiştir askerler. Ben açlıktan Bush’u yiyecek bir asker olabileceğine inanmıyorum. Bir zamanlar tabakhaneler için köpek dışkısının çok önemli bir Yeni haritalar için çocuklar öldürülüyor Dış Haberler Servisi Lübnan’dan başlayarak savaş halindeki Ortadoğu bölgesine ziyarette bulunan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da protestolarla karşılandı. Hamas Sözcüsü Sami Ebu Zühri, İsrail’e giden Rice’ı, Filistin topraklarında ‘‘istenmeyen kişi’’ (persona non grata) ilan etti. Zühri, Filistin Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, Rice’ın ziyaretinin, Ortadoğu’da İsrailAmerika hegemonyasını güçlendirmeyi amaçladığını söyledi. Zühri, Amerikan hükümetinin İsrail işgalini desteklemekle kalmayıp aynı zamanda Filistin’e karşı saldırıların aktif bir ortağı olduğunu kaydetti. Sami Ebu Zühri, tam bir ay önce kaçırılan İsrailli asker Gilad Şalit’in serbest bırakılması konusunda bir anlaşma olasılığı ile ilgili soruya karşılık, İsrail’i, çeşitli arabulucuların tüm önerilerini reddederek sorun yaratmakla suçladı. Batı Şeria’nın merkezi durumundaki Ramallah’ta işadamları, Rice’ın Ramallah’ta Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmesi öncesinde, protesto amacıyla genel grev ilan etti. Gazze Şeridi’nde de Filistinli gruplar, Rice’a tepkilerini göstermek için halka genel greve gitmeleri çağrısında bulundu ve Abbas’tan Rice ile görüşmemesini istedi. Yapılan açıklamada, Amerikan yönetimi, Gazze Şeridi ve Lübnan’ın işgaline ve her iki tarafta masum çocuk ve kadınların katledilmesine tam destek vermekle suçlandı. Amerika’nın Fransa, Rusya ve Çin gibi ülkelerin Lübnan’da ateşkes önerilerine karşı olduğu kaydedilen açıklamada, İsrail bombaları altında Filistinli ve Lübnanlı sivillerin öldürülmesi, ‘‘Yeni Ortadoğu’nun doğum sancıları’’ olarak nitelendirildi. İslami Cihad da yaptığı açıklamada, Rice’ın ziyaretinin Lübnan ve Gazze Şeridi’ndeki İsrail işgaline Amerika’nın tam desteğini gösterdiğini ve İsrail’i içinde bulunduğu mevcut durumdan kurtarmayı amaçladığını öne sürdü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle