23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler TEMMUZ CUMA OKTAY AKBAL Uygarlık Diye Bir Şey Barış Ama Nasıl? O rtadoğu’da huzursuzluğun nedeni olan İsrail, Filistin’in ardından Lübnan’ı da bombalıyor. İsrail’in yaptığı katliamın bilançosu, çoğunluğunun çocuk olduğu, şimdilik 500’den fazla sivil insanın ölümü ve binlerce yaralıyla devam etmektedir. Yüz binlerce Lübnanlı da evlerinden göç etmek zorunda bırakılmıştır. İsrail’in saldırılarını yalnızca Fransa, İtalya ve Rusya kınamıştır. İsrail askerlerini kaçırdığı için Filistin’i ve Hizbullah örgütünü kınayan AB, İsrail’in Lübnan’ı bombalaması karşısında sessizliğini korumayı yeğlemiştir. Saldırıdan saatler sonra, utancından olsa gerek, İsrail’in Lübnan’a karşı abartılı güç kullandığını söylemekle yetinmiştir. “BÜYÜK İŞGAL PROJESİ” ABD, İsrail’in teröristlere karşı kendini savunma hakkı olduğunu bildirmiştir. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde görüşülen ve İsrail’in Gazze saldırılarının kınanmasını öngören karar tasarısını veto etmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Lübnan’ın çağrısıyla yaptığı olağanüstü toplantı ise Lübnan’da ateşkes çağrısı yapılmaksızın sona ermiştir. PENCERE sında, Türkiye ile İsrail arasında ‘‘Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması’’ imzalanmıştır. Bu anlaşma TBMM’de hiç görüşülmemiş, oylanmamış, onaylanmamış ve sivillere danışılmamıştır. Dolayısıyla Türkiyeİsrail askeri ilişkileri hâlâ kamu hukukundan yoksundur. Bu anlaşma sonucunda Türkiye, Ortadoğu’da İsrail, Araplar ve İran’a karşı eşit mesafede sürdürdüğü politikadan vazgeçerek dengeyi bozmuştur ve ABD’nin desteklediği barış karşıtı İsrail’den yana olmuştur. Bu anlaşma sonrasında, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘‘Yurtta barış, dünyada barış’’ sözü, kulaklarda hoş bir seda olarak çınlamaktadır. ABD Başkanı, nükleer silah cephaneliğine sahip ve Ortadoğu’da huzuru bozan İsrail’e kefil; Türkiye Başbakanı, Birleşmiş Milletler tarafından teröre destek vermekle suçlanan Yasin el Kadı’ya kefil... Böyle kefaletlerin olduğu dünyada, barıştan söz etmek olanaklı mıdır? Emperyalist saldırılar devam ettiği sürece, barışa nasıl ulaşacağız? Emperyalizme karşı, işgal planlarına karşı, dayatılan haritalara karşı uyanık olmak ve güç birliği yapmak zorunluluğu vardır. Bunun yolu da ulusal bilinçten geçmektedir... SUAY KARAMAN Tüm Öğr. Üye. Der. (TÜMÖD) Gen. Sek. sel imha silahlarından oluşan büyük bir nükleer cephanelik geliştirmiştir. Bütün bunlara karşın İsrail, hiçbir yaptırımla karşılaşmamıştır, fakat ülkesinde nükleer silah bulunamayan Irak cezalandırılmıştır. Irak işgalinden üç yıl sonra ABD’nin, ‘‘Büyük İşgal Planı’’nı gerçekleştirmek için, Nükleer Silahların Yaygınlaştırılmasını Önleme Anlaşması’nı imzalayan ve Birleşmiş Milletler’in tüm kararlarına uyan İran’a saldırmak istemesi, dünya barışı için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. ULUSLARARASI HUKUKTAN DOĞAN BİR HAK ABD Dışişleri Bakanı, Hizbullah örgütünün iki İsrail askerini kaçırmasının bölge istikrarına zarar vereceğini söylemiştir. ABD, İsrail’in Lübnan’a girmesini uluslararası hukuktan doğan bir hak olarak savunmaktadır. Ancak ABD, her gün şehit veren Türkiye’nin sınır ötesi operasyonuna karşı çıkmaktadır. 23 Şubat 1996 tarihinde, zamanın Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in İsrail’i ziyareti sıra ‘Stratejik Vizyon’a Maşallah S avaş bitmişti! Bir daha da olmayacaktı! Sevinçliydik... Güzel bir mayıs günüydü hem de... Fatih’in küçük bir meyhanesine daldık. Bir şişe şarap, köfte, patates, salata... Barışa kadeh üstüne kadeh... Kurtulmuştuk! Kurtuluşumuzu kutluyorduk... Özdemir Asaf ‘‘Bir daha böyle şeyler yaşanmaz’’ diyordu. Bir daha Avrupa, Asya, kana bulanmaz, insan insanı öldürmez, uygarlık başkalarını yok etmek için yeni silahlar yaratmaz! İşte, ‘‘Birleşmiş Milletler’’ de oluşacak. Barış Gücü her karışıklıkta etkin olacak. Bizler yaşadığımız sürece, barış içinde geçireceğiz yıllarımızı!.. Daha yenilerde yazmıştı, Özdemir: ‘‘Ölebilirim genç yaşımda / En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim / Şimdi kavak yelleri esiyorken başımda / Sevgilim / Seni bir akşamüstü düşündürebilirim.’’ O karlı, yağmurlu gecelerde bir sevgilinin balkonu önünden bu dizelerle geçmiştik. Bir ışık yandı mı, umutlanarak! Güzel yarınlar doğacak mı, diye bekleyerek... Yirmili yaşlardaydık. Yıl 1945. Zaman geçti ben de yaşlandım. Özdemir yarı yolda kaldı. Şiirlerini bıraktı, anılarını da.. Ama dostluğu hep yaşıyor... Barış bir masal mıydı? Biz düşlere mi kaptırmıştık kendimizi o mayıs akşamı? Bir daha kanlı yıllar yaşamaz insanoğlu, diye! Gençmişiz, toymuşuz! İnsanoğlunun gerçek bir ‘‘insan’’ olabileceğini düşünmemiz yanlışmış.. Bunu zamanla anladık! Birleşmiş Milletler gide gide birleşememiş, anlaşamamış milletler topluluğu olunca... Ölmedik genç yaşımızda! Benim kuşağım savaş görmedi, binbir sıkıntı çekti. Ama savaş yaşamadı, tepemize bombalar düşmedi. Sınırlarımızda askerler can vermedi. Ülkemiz hep saygınlığını korudu. Dost düşman bize saygı gösterdi. Önemliydik, etkiliydik, güçlüydük... En önemlisi, onurluyduk. ‘‘Onur’’ denen bir değeri yaşatıyorduk. Onsuz olamayacağımızı biliyorduk... Öyle ya yirmili yaşlardaydık, şairdik, öykücüydük. Gençtik, insandık. Mehmet Akif ‘‘Medeniyet dediğin, tek dişi kalmış canavar’’ dediğinde kızmıştık. Uygarlığa toz kondurmuyorduk. Ama hangi uygarlıktı bu? Vahşet, kıyım, acımasızlık, tek yanlı çıkar sağlamak, başkalarını ezmek, kullanmak, yararlanmak mıydı uygarlık? Örneğin Çanakkale Savaşı bir uygarlık olayı mıydı? Sen kalk Avustralya’lardan silahlarınla gel, İstanbul’u ele geçirmek iste, derken Sevr Antlaşması yap, Anadolu’yu ona buna bölmeye kalkış!.. Yıllar geçti, yüzyıl değişti. Uygarlık adına işlenen suçlar, kıyımlar kat kat arttı. Uygarlığı yalnızca teknolojik gelişme sayan bir anlayış elbet bu ilkelliğe ulaşacaktı. Ah o gençlik düşleri! Fatih’in o küçük meyhanesinde yaşadığımız o barış kutlamasını şimdi derin bir hüzünle anımsıyorum. Uygarlık diye bir şey yok! Bir yazar, ne demişti: ‘‘Uygarlık insanların yüreğinde yoksa, hiçbir yerde değildir.’’ İşte İsrail, işte Lübnan, işte Filistin, işte dünyanın dört bir köşesinde uygarlık adına, demokrasi adına işlenen binlerce, milyonlarca cinayet!.. İsrail’in Lübnan’ı bombalaması bir misilleme değildir. Bu olay, ABD ve İsrail’in, Büyük Ortadoğu Projesi adı verilen, aslında ‘‘Büyük İşgal Projesi’’ olan emperyalist planının devamıdır. Saldırıların ardından Suriye de hedef gösterilecek ve sıra İran’a gelecektir. ABD’nin çizdiği son haritaya doğru emin adımlarla, bombalarla, toz bulutuyla ilerleniyor. ABD’nin çizdiği bu harita, bundan 83 yıl önce 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan’da çizilen haritaya benzemiyor; Sevr haritasının kopyasıdır. Tüm savaşların nedeni emperyalizmdir. Emperyalizm hiçbir kural, hiçbir değer tanımaz. Dini, mezhebi, vatanı, bayrağı yoktur; çıkarı sadece paradır.. Bu savaşlarda ölenlerin hepsinin katili emperyalizmdir. ABD Ortadoğu’da ateşle oynamaktadır, ama bir gün yaktığı ateşin içinde kendisi de yanacaktır.. İsrail, Birleşmiş Milletler kararlarına uymamak için hep direnç göstererek, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ve Güvenlik Konseyi’nin nükleer silahlar konusunda kendisiyle ilgili hiçbir kararını tanımamıştır. Birleşmiş Milletler’in birçok kararını çiğneyerek kitle B izim Gül ile Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice çok sıkı fıkı... Gül, Rice’a ne diyormuş: Condi!.. Bush yönetimiyle çok içli dışlı olduğumuzdan Amerika ile ‘‘Stratejik Vizyon Belgesi’’ni bu ay imzaladık... Gerçek mi?.. Düş mü?.. İki adet Frenkçe sözcük, Amerika ile ne dehşetli bir ortaklık içinde bulunduğumuzu belirliyor: ‘‘Strateji..’’ ‘‘Vizyon..’’ ‘Strateji’ye eskiden ‘sevkulceys’ denirdi; belirlenmiş bir hedefe ulaşmak için bütün kaynakları (ekonomik siyasal askeri) seferber etme anlamına geliyor; ‘vizyon’ ise bu görüş ufkunu vurguluyor... Şaka değil... Condi ile Apo samimiyetinde iki devlet arasında işbitirici bir dostlukla ‘‘Stratejik Vizyon Belgesi’’ imzalanıyor... Temmuz ayı sıcak mı sıcak... Condi ile Apo’nun sıcak dostluklarına da diyecek yok!.. ? ‘Lozan’ın Ölümü’ B ir kavram ölür mü? Bilmem! Belki de ölür. Çünkü ölmek için, damarda kan dolaşması gerekmez. Hani, zamanı öldürdüğümüz gibi... İlginç bir örnek, İsmail Müştak’tan: Birinci Dünya Savaşı sonları. Alman orduları yenilmiş, Kayzer Hollanda’ya kaçmış. Büyük Friedrich’in şaheseri, büyük Moltke’nin çırakları elinde parçalanmış. Mareşal Foşe, Almanlığın yenik kılıcını teslim ederken, öbür delege ağır mütareke koşullarını imzalıyor. Bir Alman aydını, şaşkınlık ve acıdan ne yapacağını bilmeyen ulusuna sesleniyor: Askerlerin yarattığını, diplomatlar öldürdü. Peki, Lozan ölür mü? Bilmem! Belki de ölmez. Çünkü yaşamak için, sürekliliğin bütün koşullarını taşımakta. Hani, devletimizin, binlerce yıllık Türk tarihinin olgun sonucu olması gibi... LOZAN’I YARATANLAR Düşünen bilir de, yaşayan daha iyi bilir. Lozan’ı yaratanlar, bu parlak sonucun kolay olmadığını söylüyor. Doğru. Başlangıç ile varış noktasının arası uzak. Zaman, kısadır. Her büyük savaş öncesi, barışçı yol istenir. Ama her başvuru, reddedilir veya aşağılanır. Haklı olmak da, yetmez ki. Maddi güç desteği olmayan haklılık, anlamsız... İş başa düşer. Enkaza çevrilen; topsuz, tüfeksiz, cephanesiz, araçsız ordu, ayağa kaldırılır. Sonra, ulu PROF. DR. MAHİR AYDIN sal iradenin en önemli görevleri, kahramanca başarılır. Ama; ateşlerde yakılmış çocuk, kadın ve ihtiyarlar, tecavüze uğramış kızlar, yurtlarını kaybetmiş aileler, evladını gömmüş anaların acısı da yaşanır. Bilinenleri yinelemek, gereksiz. Neresinden bakılsa, Türkiye Devleti’nin bağımsızlığı kutsaldır. Ve sonsuza dek güvence altında olmalı. Devletin bağımsızlığı, ulusun dirliği ve ülke bütünlüğü, Anadolu’da yaşamanın sacayağı. Bunun güvencesi de, kahraman ordumuz. Evet, Kahraman Ordumuz! Aradan geçen 83 yıla karşın... ‘ÖLÜM BELGESİ’ DEĞİL Lozan, kimilerinin çarpıttığı gibi, Osmanlı’nın ‘‘ölüm belgesi’’ değil. Çünkü o belgenin adı: Sevr. Boşuna Amerikan Koleji’ne verilmedi, onu imzalayan kalem. Ama Lozan kalemi, İstanbul Üniversitesi’ne armağan edildi. Çünkü bu antlaşma, Türk ulusunun yüz aklığıdır da. Orada, 4 yıllık Kurtuluş Savaşı değerlendirilmedi. Bin yıllık ‘‘Türk Ata Yurdu’’nun, hesapları aklandı. Lozan, Türkiye’de yaşamanın ilk elementi. Tıpkı, yaşam için 4 ana elementin gereği gibi. Ve Türkiye’nin tapusu. Türk ulusunun ilk bayramı. Üstelik Barış Bayramı. Yurtta Barış Dünyada Barış diyen Kemal Paşa’nın, sözüne ka İstanbul Üniversitesi nıt. Bu tarihe dek ulusal bayram yoktu. Kutlanan günlerden 11’i, Mevlit’ten Aşure’ye dinsel. 2’si de, 15 yıl önceye ilişkindi. İkinci Meşrutiyet’in İlanı, Meclisi Mebusan’ın Açılması... Hüseyin Cahit, 15 Ağustos 1923’te başkaları adına soruyor: ‘‘Bütün bunlar güzel. Şaşılacak şeyler yaptınız. Tarihinizin en parlak başarısından birini kazanarak bağımsız devlet oldunuz. Bundan sonra? Devletinizi yaşatma yeteneğiniz var mı? Türklerin sonsuza dek, çok iyi asker olduğu kuşkusuz. Gösterdiğiniz askeri harikaları, siyasi ve idari harikaların izlemesi gerek. Buna uygun musunuz? Yapılacakların derinliği, içeriği ve büyüklüğünü anlayabiliyor musunuz? Nasıl çalışacaksınız? Kısır ve yararsız tartışmalara dalarak, birbirinizle mi uğraşacaksınız? Ne yaptığını bilen adamlar gibi; ağırbaşlı, ılımlı ve ileri görüşlü mü olacaksınız? Her konuda yenilik gerek. Bunları anlayacak kafanız, yapacak kollarınız var mı?’’ Mustafa Kemal Paşa, bunların bilincindedir. 13 Ağustos 1923’te, bir söylev verir. Ulusal Bildirge niteliğinde. Ve tüm dünyanın merakla beklediği. Çok şeye değinir. Lozan için de: ‘‘Bu başarı, uygarlığa doğru yol açtı. Henüz amacımıza ulaşmadık. Bize düşen görev, durmaksızın ilerlemek. Bunca özverinin getirisini elden kaçırmamak, felaketlerin geri gelişini engellemek her günkü düşüncemiz olmalı. Ama buna, kuru bir dikkat ve iyi niyet yetmez. Ve bunun Sonsuz Barış olacağına inanmaksa, saflık.’’ Liderler, yaptıkları kadar, yapmadıklarıyla da sorumludur. Parti liderlerimiz, geçen ay birbirine uğrayıp uzlaşma aradılar. SONUÇ: Yine kocaman bir hiç. İki kör, aynı tastan sulu köfte yiyor. Biri ötekine çıkışır: Neden kaşığına iki köfte alıyorsun? Öteki sorar: Sen de körsün, nerden biliyorsun? Beriki yanıtlar: Ben öyle yapıyorum da... İsmail Müştak, Alman aydının sözünü bize çeviriyor: ‘‘Askerin yarattığını, siz diplomat efendiler, yaşatabilecek misiniz? Kendinizde bu gücü ve inancı buluyor musunuz? Yüz binlerce Türk’ün kanıyla sulanan bu topraktan, yarınların ışıltı ve üretkenliği mi fışkıracak, yoksa zafer içinden, ölüm mü çıkacak?’’ Son kez, kendime soruyorum: Sahi Lozan ölür mü? Bilirim! O ölmez. Hani, asker Napolyon’a koşarak gelip: Komutanım, savaşı kaybettik, der. Napolyon sorar: Neden? Asker: 40 nedeni var! Komutan: Say, der. Asker: Biir, barut bitmişti.. Napolyon sözünü keser: Sonrasına gerek yok! Biz ulusça askeriz. Kimi konuları, başkalarından iyi biliriz. Hangisine kaç atımlık ‘‘barut hakkı’’ gerektiğini de.. Ama bu temmuz sıcağında PKK de saldırıya geçiyor... Bir şehit.. Bir şehit daha.. Bir şehit daha.. Birkaç haftada 13 şehit... Condi ile Apo’nun sıcak dostluğuna nazar değmesin, tuh tuh kırk bir kere maşallah, derken Kuzey Irak’ta üslenmiş PKK saldırıya geçerek Mehmetçikleri öldürme eylemlerini sürdürüyor.. Kuzey Irak PKK üssü.. Ve de Kuzey Irak ABD üssü.. Amerika’nın Ortadoğu’daki ‘stratejik vizyon’u açısından Kuzey Irak önemli mi önemli... Bize ne oluyor?.. ? Kuzey Irak, Amerika’nın işgali altında... Gözetimde, denetimde, yönetimde Kuzey Irak ABD’nin elinin altında, egemenliğinde, tam bağımlı, gık diyemez... Temmuz ayında sıcaklar sürerken, Condi ile Apo (ya da Abdo veya Abdullah) çok sıkı fıkı olup stratejik vizyon imzalanırken Amerika’nın Kuzey Irak üssünde ve Kandil Dağı’nda yuvalanmış PKK’nin Türkiye’de terör uygulaması ne demek?.. Sanırım çok yüksek diplomasi devletler arasında böyle hayata geçiriliyor... ? AKP’nin önümüzdeki seçimlerde iktidarını sürdürebilmesi Bush yönetiminin icazetine bağlı!.. RTE’nin danışmanı, sağ kolu, her şeyi, yârı vefakârı Cüneyd Zapsu Amerika’ya gidip Bush tayfasına Erdoğan için ne demişti: ‘‘ Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın!..’’ Amerika’nın işgali altındaki Kuzey Irak’tan sarkan PKK terörü Mehmetçikleri şehit ederken ABD ile ‘Stratejik Vizyon Ortaklığı’ imzalamak diplomaside başarı kazanmak sayılıyorsa vah bizim halimize!.. Peki, bu Türkiye’de bunca rezillik gündemdeyken muhalefet hiç kıpırdamayacak mı?.. Teslimiyetin bu kadarı bizim tarihimizde görülmemiştir. Yanlış Hesap! srail’in Gazze saldırısı tüm hızıyla sürerken bu kez Lübnan’a saldırması, çoklarına göre savaşın W. Bush ve neoconlarının ünlü ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun olarak bölgenin tümüne yayılacağıyla ilgili endişeleri arttırmış görünmektedir. Irak’ta savaş direnişçilerle işgalci, Şiilerle Sünniler, Kürtlerle Türkmenler arasında gittikçe şiddetlenerek sürüyor. İç savaş ve ardından gelmesi olası parçalanma kapıda. İ HÜSEYİN BAŞ ken’’ bir ateşkese taraftar olmadığını açıklamıştır. ABD’nin ateşkese bile yanaşmayan bu tavrı İsrail’in Lübnan sınırına önemli askeri yığınak yapması, çatışmaların Hizbullah’ın gücünün kırılarak tehlikeli olmaktan çıkarılmasına kadar süreceğini göstermektedir. Üç yılı aşkın bir süreden bu yana Ortadoğu’da gelinen noktaya bakıldığında, bölgeye barış ve demokrasi getireceği savlanan W. Bush’un ünlü ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’, tıpkı Irak’ın işgalini meşru göstermeyi amaçlayan ‘‘kitle imha silahları’’ yalanı gibi, petrol ve enerji bölgelerinin denetimine yönelik egemenlik planlarının gözlerden kaçırılmasına yöneliktir. Ancak oynanan oyunun üstünün örtülmesi kolay değildir. Bu yüzden inananı da pek kalmamıştır. ??? 40 yıldır süren İsrailFilistin sorununun tarihi, aynı zamanda bu çabaları etkisiz kılan, ardından sil baştan yeniden başlamasına yol açan ‘‘bahanelerin’’ de tarihidir. Barışa köstek olan bahanelerin mucidi, kuşkusuz, öncelikle İsrail’dir. Filistinlilerin de, zaman zaman barışın kösteklenmesinde kullanılan bahanelere çanak tuttuğu söylenebilir. Örneğin Gazze’nin yeniden işgali süreci Hamas’ın Filistin otoritesiyle İsrail’in tanınacağını da içeren anlaşmaya vardığı bir sırada, bir askerin kaçırılması gibi orantısız bir ‘‘bahane’’ ile başlatılmıştır. Ama bunda Hamas’ın anlaşma için bunca zaman ayağını sürümesinin de payı olmuştur. Askerin serbest bırakılmasının görüşmeler yoluyla çözüme ulaştırılması seçeneğinin benimsenmesi yerine, olayı bahane ederek iş barışın yol haritasını rafa kaldırmaya kadar götürülürse, bundan barışın istenmediği anlamı çıkar. Nitekim, gelinen nokta budur. Barış sürecinin ne zaman, nasıl başlayacağı ise belirsiz bir tarihe ertelenmiştir. ??? Lübnan saldırısı için de aynı şeyi söylemek olası. İsrail görünürde salt Hizbullah’ın kaçırdığı askerleri kurtarmak için saldırmıştır. Oysa savaş ilanı için bu bahane yetmez. Saldırıya Hizbullah’in İsrail kentlerine füzelerle saldırarak yanıt vermesinin engellenmesi, kuşkusuz, daha ciddi bir savaş nedenidir. Ama konunun uzmanı kimi yorumculara bakılırsa, İsrail’in Lübnan’a saldırısında Lübnan siyasal yaşamında etkin bir yere sahip Hizbullah’ın geçen 8 Haziran’da, General Michel Aoun’un, sürpriz bir biçimde ‘‘Özgür Yurtseverler Hareketi’’ ile ‘‘Anlaşma Belgesi’’ adını taşıyan bir siyasal anlaşma imzalaması rol oynamıştır. Anlaşma Hizbullah’ın askeri kanadının, ‘‘ulusal diyalog’’ çerçevesi içinde silahsızlandırılmasını öngörmektedir. Suriye karşıtlarını gafil avlayan bu anlaşma ise Lübnan siyasal ortamını bütünüyle değiştirebilecek bir gelişme olarak görülmekte, İsrail saldırısı bu anlaşmadan kaynaklanmaktadır. (Hassane Zerruki, L’Humanite, 20.07.06) DİNCİ İKTİDAR OLASILIĞI... Hizbullah siyasal alanda ‘‘çoğulculuğu’’ seçmiştir. 2005 yasama seçimlerinde 28 milletvekilinden oluşan grubun on biri Hizbullah üyesidir. Kabinede iki de bakanı vardır. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının halka sağladığı hizmetlerle oldukça saygın bir yere sahip bulunan Hizbullah, ABD onaylı İsrail saldırısıyla Lübnan Başbakanı Sinyora’nın dediği gibi, daha da güçlenmiştir. Olası bir seçimde, kuşkusuz Suriye ve İran’a daha yakın bir dinci iktidar olasılığı ciddi ölçüde artmıştır. Gerçekten de, ABD ve bölgedeki taşeronuMağrip’tan Ortadoğu’ya nereye el atsa, ne hikmetse, ardından hem de ‘‘demokratik’’ ve ‘‘meşru’’ yollarla radikal İslam ya tek başına iktidar olmakta ya da iktidarın kapısına dayanmaktadır. Ne hikmetse! AİLELER YOK OLUYOR Gazze ve Lübnan’dan sonra sıranın Hizbullah’a destek veren Suriye, dahası İran’a geleceğinden söz ediliyor. Gazze’de tanrının her günü aileler yok oluyor. Lübnan saldırısının onuncu gününde ölü sayısı üç yüzü geçmiş, yaralı sayısı ise bini çoktan aşmış. Yıkımın hesabı yok. Geçici de olsa bir ‘‘ateşkes’’i kimse ağzına almıyor. Bir süredir Filistin’i gözden çıkarmış görünen Avrupa, yakın ilişkileri olan Lübnan’a saldırı karşısında da sessizdir. Güvenlik Konseyi’nin konuyla ilgili kararları ise her zaman olduğu gibi Amerikan vetosuyla işlevsiz kalmakta, BM’ninse sesine kimse kulak vermemektedir. Şu satırların yazıldığı sırada bölgeyi ziyarete hazırlanan ABD Dışişleri Bakanı Rice, Hizbullah’ın ‘‘güç toplayacağı’’ kaygısıyla ‘‘er CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle