27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEMMUZ CUMA dizi BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI İRAN’DAKİ KADINLARIN YAŞAMA KATILIMI TÜRKİYE’DEN İLERİDE C HEPSİ ÖNCEDEN BİLİNİYORDU SAYIN DENKTAŞ... 11 Kadınların türban savaşı K adın okuryazarlığı, kadının çalışma hayatına ve günlük yaşama katılımı bakımından İran bizden ileride. Sadece İran değil, Arap ülkelerinden Ürdün ve Mısır bile bizden ileri. Türkiye’de okuryazar olmayan 7 milyon kişiden 6 milyonu kadın. Kadınları müzelerde rehber, uçaklarda hostes, ticarethanelerde çalışan olarak gördük. Biriki yıl önce Zafer Çarşısı’nda açılan İran Sergisi’nden aldığım İran elçiliğinin resmi tanıtım broşürlerinde bunu özellikle vurguluyorlar. Eğitim ve sağlıkta kadın işgücü oranı yüksek, üniversitelerdeki kız öğrenci oranı yüzde 33, birkaç devlet bakanlığı ile 342 genel müdürlük makamı kadınlarda. Bu metne göre hukuk alanında kadınlar 1995 yılına kadar hiç yokmuş. O yıl yapılan yasal düzenlemeden sonra bugün 400’den fazla kadın hukuk danışmanı ve avukat olarak çalışıyormuş. Bu metne göre yargıçlık açık mı değil mi anlaşılmıyor. Hukuk neden kadına kapalıydı, pek çok yer açıkken? İlginç! 400 kadın hukukçu, bizde Ankara Barosu’ndaki kadın avukat sayısının bile 35’te 1’ini ancak bulur. 290 üyeli parlamentoda 13 kadın milletvekili var. Türkiye’den daha kötü değil. Eğitime savunmadan daha çok pay ayıran Ortadoğu’daki tek ülkenin İran olduğunu övünerek yazıyorlar. Kadınlar, evlendikleri zaman baba soyadlarını taşıyabiliyorlar, eşlerinin soyadını almak zorunda değiller. TÜRBANI BAŞINDAN ATMANIN SAVAŞI ‘‘İran’da kadın her yerde’’ derken bir yerde olmadığını, oraya sokulmadıklarını vurgulayalım: Stadyumlar, futbol maçları. Radikal dinci Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad, Tahran Belediye Başkanlığı günlerinde aldığı yasaklayıcı kararların aksine, halk desteğini biraz daha arttırabilmek için, mayıs ayında bu yasağı kaldırmak üzere bir kararname imzaladı, ama İmam Hamaney bunu veto etti. Yasağa devam.. 1978 Devrimi’nde sokağa döktüğünüz kadınlar bu kez sizi devirmek için sokağa dökülünleriyle birlikte kahvelerde, araba kullanırken sıkça gördük. KADINLAR ERKEKLERLE CUMA NAMAZINDA Genç kızların alımlı, bakımlı ve güzel olduklarını görmemek için uyurgezer olmak gerekir. Genç erkeklerde ise vücut geliştirme yaygın. Kahveler nargile kahveleri gibi. Genç erkekler çok içiyor. Hatta 18 yaş altı gençler de gelip nargile içiyorlar. İran’da her camide kadın bölümü var. Her ilde, her camide namaz kılan yüzlerce kadın gördük. ‘‘Erkeklerin arkasında’’ değil, onlarınkine paralel, uzunlamasına bir bölüm ayrılmış, bir örtüyle kapalı, kadınlar görünmüyor. Camilerin 34’te 1’i onlara ayrılmış. Kadınların giriş kapısı ayrı. Ayrı kapılardan giriş birçok yerde geçerli. Örneğin uçağa girişte ayrı güvenlik kapılarından giriliyor, ama uçağa giriş ve içerideki oturma düzeninde böyle bir ayrım yok. Biz hiç otobüse binmedik ama.. otobüslerde de girişler ayrıymış. Kadınları erkeklerden ayırmak için bu kadar uğraşıyorlar ama, çarşıpazarda mahşeri kalabalıkta herkes iç içe. YAŞAM TARZLARI DOĞU BATI İKİLEMİNDE Rejim kravattan pek hoşlanmıyor, kravat takılmasına karışılmıyor ama hoş karşılanmıyormuş. Giyim tamamen Batılı tarzda, kravata gelince ‘‘İslami değil’’. Esaslı bir tutarsızlık! İçki yasak, ama evlerde yabancı içkiler dahil her tür içki bulunuyor ve içiliyormuş, yeter ki para olsun. Alkolsüz bira ise her yerde bulunuyor. Ben ilk alkolsüz birayı orada tattım. Şerbet gibi. İçilecek bir şey değil. Dokuz gün boyunca molla kılıklı sadece üç kişi gördük. Molla diyarında ortada molla giyimli kimse yok. Erkekler hep Türkiye’deki gibi, kadınlarda ise siyah çarşaf ağırlıklı giyim. Uzun sakallı insan çok görünmüyor. Dikkatimi çektiği için ‘‘kirli surat” resmi erkek yüzü olmuş demek zorundayım. Polisler hep gençti. Bıyıksız insan çok. ceye kadar devam! Türkiye’de kimileri, 1978’de özendikleri İran gibi, kadınların örtünmesinin, türban takmasının mücadelesini 28 yıldır verirken, İran kadını türbanı başından atmanın savaşını veriyor. Bunu başardığı zaman Türkiye’de türbanı fetişleştirenler ne yapacak acaba? BURUN AMELİYATI YAPANLAR ÇOĞUNLUKTA Humeyni, devrim sırasında kadınları şaha karşı gösterilerde sokağa yönlendirdikten sonra bir daha onları eve kapatamadı belki de. Ama kadının toplumsal yaşamdaki bu yeri daha çok İran’ın kültüründe aranmalı. Kadına örtünme zorunluluğu İran’a dönük turistik gezi için kadınları ve ailece gidişleri, tur düzenlenmesini güçleştirir gibi görünüyor, ama İran’daki kadın giysisinin yarım başörtüsü (saçların yarısı açık) ve kalçayı kapatan uzun bir gömlekten başka Türkiye’dekilerden farkı yok. Onun dışında isteyen kadın pek modern giyiniyor, makyaj yapıyor (hatta başörtüsüne tepkiden, pek abartılı yapanlar görülüyor). Siyah çarşaflı kadınlarda bile kaş alma, göz sürme, dudak ruju vb. görülüyor. Kadınlar zorlayarak başörtüsünü yarım başörtüsüne çevirmişler, arkadan omza düştü düşecek, öyle emanet duruyor başlarındaki örtü. Kot pantolon kızlarda yaygın. Burun ameliyatı yaptıran kız çokmuş. Burnu bantlı kızlar gördük. Kadınları, eş Denktaş’ın Bildirgesindeki Eksikler Temmuz 2006’da Kıbrıs 20 Barış Harekâtı’nın 32. yıldönümünü içimiz buruk ve hatta acılarla dolu olarak andık. KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş bu yıldönümü dolayısıyla bir bildirge hazırlamış ve imzaya açmış. Bildirgede özetle şunları vurgulamış: 1 Türkiye Kıbrıs konusunda AB tarafından aldatılmaktadır. Uyanık davranılmazsa stratejik olarak büyük kayıplarla karşılaşacağız. 2 Türklerin Annan Planı’na evet demesi karşılığında AB ve ABD’nin verdikleri sözler yerine getirilmedi. ABD ve AB, ‘‘KKTC diye bir devlet yoktur; bizim için sadece Rumların egemen olduğu ve adanın bütününü temsil eden Kıbrıs Cumhuriyeti vardır’’ diyorlar. 3 Türk tarafına, Annan Planı’na evet dedirtenler, ‘‘yanlış yorumlarla’’, Kıbrıs Türkleri egemenlik haklarından vazgeçtiler diyorlar. Ankara bunları reddetmeli. Bu nedenle şimdiye kadar izlenen politika terk edilmelidir diyor Sayın Denktaş. Denktaş’ın imzaya açtığı bildirgesinde yaptığı bu tespitler kesinlikle doğrudur. Ancak bu doğrular, diğer yanlışları ve eksikleri ortadan kaldırmıyor. Şimdi bu doğru tespitlerin içindeki yanlışlara bakalım: ‘‘Türkiye, Kıbrıs konusunda aldatılmaktadır’’ ifadesinin altını biraz açalım: AB (ve ABD) soğuk savaş sonrasında Ortadoğu ve Türkiye politikalarında radikal değişiklikler yaptılar. Büyük Ortadoğu Projesi daha birinci Körfez krizinde planlandı. Bu bağlamda, 1992’den itibaren AB, ‘‘Türkiye’yi Kıbrıs’tan tasfiye politikasını’’ yürürlüğe koydu. 1992’de Rumlara ‘‘Gelin, başvurun’’ dedi. 6 Mart 1995’te Tansu Çiller Murat Karayalçın ikilisine imzalatacağı gümrük birliği belgesinden 10 gün önce 24 Şubat 1995’te Kıbrıs’ı, KKTC’yi yok varsayarak AB’ye alacağını ilan etti. Ayrıntılarını Cumhuriyet’te defalarca yazdım. Aralık 1999’da Ecevit koalisyonuna ‘‘içerdeki adamları kanalı ile’’, Kıbrıs koşulunu kabul ettirdi. AKP hükümeti 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında, daha iktidara gelmeden, ‘‘AB ve ABD taleplerinin yerine getirileceği yönünde açıklamalara başladı’’. Ve 1 Mayıs 2004’te Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ye alınırken AKP hükümeti, ‘‘Bunun uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu’’ nedense unuttu. Abdullah Gül, Annan Planı’nın Meclis’ten geçmesi gerektiğini önce söylemesine rağmen, sonra çark etti. 17 Aralık 2005 belgesi ile AKP hükümeti, 25 AB ülkesi (ve Rumlarla) kuzu kuzu görüşme masasına oturmayı kabul ederek onları tanıdı. Zaten 29 Temmuz 2005’te imzaladığı ek protokol ile Rumları çoktan tanımıştı bile. DİNİ KURALLAR ÇERÇEVESİNDE YÖNETİLEN İRAN’DA HALKIN REJIMDEN BIKTIĞI GÖZLENİYOR Rejimin halk desteği zayıf H ollaların baskıcı rejimi İran’da halk üzerinde ters tepmeye başladı. Bilinenin aksine, ülkeye bir saldırı durumunda milliyetçi kenetlenme yaşanmaz. İranlılar özgürlük peşinde. ABD de bunu iyi biliyor... M umeyni ve Hamaney resimleri her yerde: Resmi kurumlar,duvarlar vb. Cumhurbaşkanı (Ahmedinejad) resmi ise hiç yok. Bu da gücün kimin elinde olduğunu gösteriyor. İran bundan önceki Cumhurbaşkanı, reformcu Hatemi döneminde soluk almış. Rahatlama toplumda hissediliyor. İran’da barışçı değişimin önü mollalar tarafından kapatılmış denebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım bu nedenle düşük olmuş, halkın yarısı seçimlerde oy vermemiş. Çok kişiye sordum, konuştum. Azeri Türkçesiyle, ‘‘Humeyni mi yahşi, Pehlevi mi yahşi’’ diye sordum. Çok büyük çoğunlukla ‘‘Pehlevi’’ yanıtını aldım. Pehlevi dönemi daha iyi bulunuyor. ‘‘Humeyni iyiydi, ama çevresi kötüydü’’ diyenler var. Rafsancani’nin serveti dillerde. Halk Humeyni’yi sadelik yönünden beğendiği gibi Ahmedinejat’ı da beğeniyorlar. Rafsancani güvenilir isim.Geçtiğimiz aylarda bir büyük gazetede, tanınmış bir gazeteci birkaç günlük İran gezisinin izlenimlerini yazmıştı. Batı ile yaşanan nükleer enerji tartışmasında, halkın sokağa döküldüğünü, Ahmedinejad’ın etrafında kenetlendiğini, bu kavganın İran’da çimento gibi birleştiricilik etkisi yarattığını yazmıştı. O gazeteci daha çok resmi yetkililerle görüşmüşe benziyor. Amerika’yı geleceğine inanılan mehdiyi bekler gibi bekleyenler var. Halk bu rejimden bıkmış, yönetimin halk desteği zayıf. ‘‘Amerika gelirse özgürlük gelecek ama petrol gidecek, ondan sonra 30 yıl da Amerika’dan kurtulmak için uğraşacaksınız’’ diyorum, ama bunu umursadıkları yok. İran’a giderken, ‘‘Irak gibi Kürt, Sünni, Şii bölünmesi burada yok, Şiiliğin bütünleştiriciliği var, dış saldırı milliyetçi kenetlenmeye yol açar’’ diye düşünüyordum, ama dönerken bu kanım değişmişti. Molla rejiminin temeli zayıf, Amerika’nın da bunun istihbaratını yapacağı açık. Amerika saldırırsa ve rejimin askeri direncini kırarsa, Bağdat’ta karşılandığı gibi sevinç gösterileriyle karşılanacaktır. ‘HOŞGÖRÜLÜ İRAN’ YALANI İran, nükleer enerji tartışmasıyla son aylarda uluslararası gündemin ilk sıralarında. O nedenle basınımızda da İran’a ilgi yüksek. Son günlerde bir başka büyük gazete, bayan muhabirini İran’a göndererek İran’lı yetkililerle görüştürmüş. Manşetten verilmiş görüşmede İran Cumhurbaşkanı yardımcısı diyor ki, ‘‘İran’da başını açabilirsin. Şimdi siz başörtüsünü takmasanız hiç kimse size hayır demez. Bizim inancımıza aykırı diyebilirler.O nedenle kullanmanız daha iyi olur.’’ Manşetin altında verilen fotoğrafta ise, bayan muhabir, yetkilinin yanında ‘‘başörtülü olarak’’ görünüyor. İranlı yöneticiler, Türk gazetecilere ‘‘hoşgörülü ve bütünleşmiş bir İran’’ resmi çizmeye çalışıyorlar ama gerçek öyle değil. İran’da (evlerin içi dışında) başı açık tek bir kadın yok, izin verilmiyor, din polisi tutukluyor. NTV muhabirinin iki ay önce İran’da sokaktaki gençlerle yaptığı giyim kuşamla ilgili ayaküstü söy leşiler ise sokağın manzarasını doğru çizebiliyordu. Taksiciler halkın ortalamasını yansıtır. O nedenle taksicilerin değerlendirmeleri her ülkede önemli. Onların yorumunu başka kişilerden de teyit ettim. Çekinmeden konuşuyorlar. Türkiye’de 1999 ve 2002 seçimlerini hatırlayalım. 1999’da taksiciler seçimden hemen önceki günlerde Ecevit ve Bahçeli, 2002 seçiminden önce de Erdoğan diyorlardı. Onların tercihi seçimin sonucuydu. Mayıs ayında, yönetim yanlısı bir dergide yayınlanan bir karikatürde Azerilerin hamam böceğine benzetilmesi Tebriz’de isyana neden olmuş, kamu binaları ateşe verilmiş, resmi açıklamaya göre 20 resmi olmayan açıklamalara göre 54 kişi ölmüştü. Genel olarak İran’da (Şiilikte) ve İran Türklerinde bir isyan geleneği var. 1906’da İran’a meşrutiyeti getiren ayaklanmayı Tebriz’de Azeriler başlatmış, isyana sonra İsfahan,Tahran gibi diğer kentler de katılarak mutlakiyetten meşrutiyete geçilmişti.1906, aradan yüz yıl geçti. Şimdi 2006’dayız. Azeriler, Azerbaycan eyaletleri ve Azerilerin yaşadığı yerler, şimdi de Molla totalitarizmine karşı ‘‘antimolla devrimi’’ başlatabilecek potansiyeli taşıyorlar. ABD’nin, Azerilere yönelik bir radyoyu yakınlarda yayına sokması, Azerileri etkilemek için diğer propaganda yöntemlerine ağırlık vermeye başlaması boşuna değil. Tebriz olaylarından sonra Ahmedinecad’ın ABD’yi suçlaması da! B İ T T İ Sayın Denktaş, siz bu sıraladıklarımın perde arkasını herkesten iyi biliyorsunuz. Kıbrıs meselesi bugün artık, ‘‘Kıbrıs Meselesi’’ değildir, ‘‘Türkiye Meselesi’’dir. Kıbrıs’ı vermekte olanlar, sadece adayı vermiyorlar; soğuk savaş sonrası ABD ve AB’nin diktiği deli gömleğini Türkiye’ye giydirmek için Washington ve Brüksel’le işbirliği yapıyorlar. Kıbrıs bu plan içinde ilk dilimdir. Kürdistan, Ermenistan ve Patrikhane sorunları Kıbrıs’ın devamı olarak gündemdedir. Kıbrıs’ta Annan Planı ile ilk ‘‘sivil ve turuncu darbe’’ ABD ve AB tarafından yapıldı ve başarıldı. Türkiye’de malum çevreler buna yardım ettiler. Sayın Denktaş, sizin bildirgenize şöyle bir cümle eklemek gerekir: ‘‘Kıbrıs (ve Türkiye) meselesinin aleyhimize gelişmemesi için ülkede ABD ve AB’nin biçtiği elbiseyi reddeden bir yönetimin işbaşına gelmesi gerekir.’’ Yani, AB ve ABD’nin Türkiye’de (ve Kıbrıs’ta) yürütmekte olduğu sivil darbenin önünün kesilmesi zorunludur. 2 Haziran 2005’te Kanal Türk’te 2 saat süren sohbetimizde Annan’ın Şubat 2004’te New York’ta size söylediği şok cümleyi tekrar ettiniz; ‘‘Sayın Denktaş, sizinle planı tartışmamıza gerek yok, Annan Planı Ankara tarafından çoktan kabul edildi’’ dediğini, canlı yayında söylediniz. Yani bildirgenizde haklı olarak yakındığınız sonuçlar, ‘‘bizimkiler ve onlar tarafından’’ ta baştan beri birlikte yürütülmekteydi. Bir şeyde çok haklısınız, ‘‘bildirgenizin adresi Türk halkıdır’’, sorunu ancak onlar çözebilir. Diğerlerinin zaten, çözmeye niyetleri yok ki... Onlar sorunlara Washington ve Brüksel gözlüğü ile bakıyorlar... www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Kerkük Ceyhan kalbura döndü MAHMUT GÜRER ANKARA Irak’ta son 2.5 yılda petrol boru hatlarına yönelik 326 saldırı düzenlenirken, en çok yara alan hat KerkükCeyhan petrol boru hattı oldu. Boru hattına 3 yılda 36 kez saldırı düzenlendi. 2003 yılında başlayan saldırıların hep belli bölgelere yapılması ise dikkat çekiyor. Saldırılar petrol boru hattının 20. km’sinden sonraki bölümüne ve Türkiye sınırına yakın bölgelerde gerçekleşiyor. 2003 yılında 2’si ana arterlere olmak üzere 6, 2004 yılında 10, 2005 yılında büyük bölümü Irak askerlerince korunan 16 ve 2006 yılının ilk 6 ayında da toplam 5 noktaya saldırı yapıldı. Irak genelinde ise 2003 yılından 2006’nın Temmuz ayına kadar petrol boru hatlarına yönelik toplam 316 saldırı gerçekleşti. Bunların yüzde 10’undan fazlası KerkükCeyhan Boru Hattı’na yapıldı. Basra Körfezi’ne giden hatta ise çok az sayıda saldırı yapılması dikkat çekti. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, saldırıları büyük oranda PKK ile Kürt unsurlar gerçekleştiriyor. Aşiretler de hırsızlık yoluyla hatta zarar veriyor. Kaynaklar Irak tarafının boru hattını koruması için bölgesine göre aşiretler ile anlaştığını ancak onların da petrolü çaldığını kaydediyorlar. Kaynaklar uyarı girişimlerinde bulunduklarını ancak herhangi bir sonuç elde edemediklerini vurgularken, ‘‘Karşımızda düzenli bir devlet yok. Boru hattının bulunduğu bölgede bir bölgesel hükümet var. Ancak biz merkezi hükümet ile anlaşma yapmıştık. Bunun yanı sıra petrolün üretiminde de sorun yaşıyoruz. Yıllık 35 milyon ton petrolü zaten üretmiyorlar’’ değerlendirmesini yapıyor. İki ülke arasında imzalanan anlaşmaya göre, hattan bir takvim yılı içinde en az 35 milyon ton sevkıyat yapılması zorunlu iken, savaşla birlikte petrol transferi durma noktasına geldi. 2003 yılında 8.2 milyon ton petrol taşınırken, miktar 2004’te 5.1 milyon tona, 2005’te ise 1.6 milyon tona düştü. Yumurtalık boru hattından yapılan ham petrol sevkıyatı Birleşmiş Milletler’in verdiği izin çerçevesinde 2003 Mart ayına kadar düzgün bir biçimde devam ediyordu.Irak’ın tazminat yükümlülüğü, toplamda 500 milyon dolara yaklaştı. P ropagandaya pabuç bırakmayanlar; ‘‘kâbus senaryosunu’’ öngörmüştü: ABD’nin Irak bataklığına takılıp kalması, kontrolden çıkan bir iç savaş ortamında Irak’ın yeni bir terör üssüne dönüşmesi; tırmanan terörün Filistinİsrail çatışmasına eklemlenmesi, petrol fiyatlarının katlanması... Müneccim olmak gerekmiyordu. ABD’nin ‘‘yeşil kuşak’’ gibi kendi eliyle yarattığı canavarlarla baş edecek vizyon ve araçlara sahip olmadığını çoktandır saptamıştık. W. Bush gibi burnunun ucunu görmekten âciz bir başkanla bu ABD kalktı, ‘‘Saddam’ı devirmek’’ amacıyla bir savaş açtı. İlk cepheyi açan Baba Bush bile, ikna olmamıştı. ‘‘New York Times’’ sütunlarına yansıyan itirazlarında ‘‘Senior Bush’’ oğlunu uyarmış: ‘‘Vaktiyle Saddam’ı devirmeye kalkışmamamızın nedeni’’ demişti, ‘‘Irak ve komşuları için, istikrarsızlık yaratmamaktı’’! Yalnız ‘‘Baba’’ değil, birinci savaşın komutanı emekli General Swartzkopf da aynı tereddütleri dile getirmişti... Eski Başkan Clinton da... Muhalifleri ve savaş karşıtlarını falan.. bir yana bırakın, ‘‘Baba’’sının uyarılarını ve tecrübesini kale almayan ‘‘küçük Bush’’; ‘‘karanlıklar prensi’’ PerleWolfowitzRumsfeldCheney kadrosuyla el ele vererek bu; ‘‘şok ve SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Bu Savaş Farklı Line’’ s. 24) yazıyı okurken bunları düşündüm. ‘‘Gelişmelerin, Bush kadrosu için sürpriz(!)’’ olduğunu belirten yazı, ‘‘Başkanın yanlış yönlendirildiğini(!)’’ söylüyor ve de ‘‘Bush’un Ortadoğu politikalarının beklenmedik(!) gelişmelerle duvara çarpabileceğini’’ anlatıyor. Günaydın! ‘‘Time’’ dergisi ise son sayısında, kıpkırmızı kapak üzerinde şu başlığı kullanmış: ‘‘Bu çatışma neden farklı?’’ Gerçekte kilit soru bu. Eski Ortadoğu savaşlarından çok farklı, çok boyutlu, çok bilinmeyenli ve ürkütücü bir tabloyla karşı karşıyayız. Saddam’ın alaşağı edilmesiyle Ortadoğu’daki tüm statüko çöktü. Ekranlarda izlediğimiz ‘‘savaş’’, klasik bir İsrailFilistin çatışması değil. Derin bir fay hattında yıllardır biriken gerilimlerin tetiklediği bir ‘‘öncü depremle’’ karşı karşıyayız. Bu ‘‘öncü deprem’’ arkadan, ‘‘tsunami’’ getirebilir. İsrailFilistin çatışmasına, tehlikeli yeni bir öğe ‘‘asimetrik savaşın’’eklemlendiğini ve ‘‘ajandanın’’ değiş dehşet kampanyası’’nı (İkinci Körfez Savaşı’na bu adı vermişlerdi) açtı: Saddam’ın son kullanma tarihi bitmişti! Niye? ‘‘11 Eylül’’ dediler. Olmadı. ‘‘Kitle İmha Silahları’’ dediler. Tutmadı. Sonunda şapkadan ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ çıktı. Projeye göre Saddam devrilecek; Irak’a demokrasi, Ortadoğu’ya istikrar gelecekti. Irak’tan Afganistan’a uzanan bir alanda, ABDİsrail dostu ‘‘demokratik hükümetler’’(!) göreve gelecek; ‘‘Yeni Amerikan Yüzyılı’’ böyle başlayacaktı... Dolduruşa gelmeyen gözlemciler, bu saçmalıkların bölge ve dünyayı, sonuçları öngörülemeyen bir felakete sürükleyeceğini söylediler. Ama seslerini duyuramadılar. ‘‘Terör yandaşlığı’’, ‘‘Saddamcılık’’, ‘‘AntiAmerikanizmle’’ suçlandılar. ‘‘Propaganda’’ kazanmış, akıl tutsak alınmıştı. ‘‘Newsweek’’in son sayısında, Bush yönetiminin son krizde kontrpiyede kaldığını ve gafil avlandığını belirten (‘‘The White House: Legacy On the tiğini görüyoruz her şeyden önce. İsrail, geçmişteki gibi Filistin kurtuluş mücadelesini destekleyen bölge devletlerine karşı savaşmıyor. Hizbullah ve Hamas’ın radikal İslamcı ‘‘örgüt hücrelerine’’ karşı savaşıyor. İran ve Suriye maşası Hizbullah ve Hamas’ın ajandaları, Filistin mücadelesinin boyutlarını aşıyor. Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır bu yüzden Hizbullah’ı ‘‘maceraperestlikle’’ suçluyor ve de eleştiriyorlar. Hizbullah’la bir olup İsrail’e karşı cephe almıyorlar. Neden? Çünkü Saddam’ın sahneden çıkması İran’a yaradı. Şii İran’ın güçlenmesi, Sünni rejimleri korkutuyor. İsrailFilistin kavgasına ‘‘nüfuz alanını genişleten bir Şii İran’’ sorunu eklendi. Az buz, bir ‘‘deprem’’ değil bu. Roma’da çarşamba günü bir araya gelecek uluslararası konferans işte ‘‘İnsani yardım’’, ‘‘çokuluslu güç’’ konularının yanında Ortadoğu’daki bu ‘‘yeni dengeleri’’ ele alacak. Söz konusu olan bir barış konferansı değil. Çatışan taraflar masada olmayacak. Roma’nın ajandasında tek bir siyasi hedef var: İranlı mollalar karşısında koruyucu yeni bir ‘‘Arap şemsiyesi yaratmak’’ ve de Arap rejimlerin katkısıyla ‘‘Suriyeİran eksenini kırmak!’’ Satrancın yeni parametreleri bunlar. Biz bu satranca, yıllardır olduğu gibi yalnız ‘‘Kuzey Irak’’ penceresinden bakıyoruz. Saddam’dan ABD’ye mektup Dış Haberler Servisi Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin, Amerikan halkına bir mektup yazarak, Başkan George Bush ve İsrail yanlısı gruplarca savaşın meşruiyeti hakkında yanlış yönlendirildiklerini savundu. Saddam Hüseyin mektupta, ‘‘Yöneticileriniz hâlâ size yalan söylüyor. Irak’a saldırı nedenleri konusunda hâlâ size gerçekleri açıklamıyorlar’’ dedi. BM’nin Irak’ta kitle imha silahı bulamadığını anımsatan Saddam Hüseyin, 11 Eylül saldırılarının ardından, Irak ile El Kaide arasında bağlantı olduğu savıyla başlatılan terörle savaşın, bazı çıkarlar uğruna kullanıldığını savundu. Savaşın gerçek nedeninin Irak’ın ekonomisini, kültürünü ve uygarlığını geliştirme arzusunu engellemek olduğunu belirten Saddam, saldırganlığı kolaylaştırma ve üstünü örtmede İran ve ajanlarının da kirli bir rol üstlendiğini iddia etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle