23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 TÜRKİYE’DE YAŞAYAN ÜÇ ABD’LİNİN KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ARDINDAN YAZDIĞI MEKTUP C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ TEMMUZ CUMA ABD’ye ‘Lozan’ı tanı’ çağrısı İstanbul Haber Servisi Lozan Antlaşması, uzun süren bir maratonun sonunda ve Kurtuluş Savaşımızın kesin zaferinin açık damgasını taşıyarak imzalandı. Lozan Antlaşması’nı yapmak üzere tarafların bir araya gelmesi çağrısını, Fransa, İtalya, İngiltere ve Japonya yaptılar. Çağrılı devletler bir tarafta Türkiye diğer yanda Yunanistan, SırpHırvatSloven birliği idi. Gerçekte ise çağrıcı devletler ve Yunanistan bir tarafta, Türkiye ise diğer taraftaydı. Görüşmelere aktif olarak katılmasına karşın hiçbir karara imza atmayan, idari görev üstlenmeyen ülke ise Amerika Birleşik Devletleri idi. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler uzunca bir süre 1927 yılına kadar açıkladı: ‘‘Siz de biliyorsunuz. ABD, Lozan Antlaşması’nı imzalamadı. Türkiye Cumhuriyeti ile de uzun süre resmi diplomatik ilişki kurmaktan kaçındı. Bu şayanı müteessif vaziyet beni, Amiral Bristol ve konsolos Allen’ı son derece endişelendiriyor ve üzüyordu. Öyle ya bizler sanki davetsiz misafirler gibiydik. Tahmin ediyorduk ki bu durum misafirperver Türklerin de sabrını taşırıyordu. Amerikan hükümetine Lozan Muahadesi’nin neden imzalanmasının lazım geldiğini izah eden bir deklarasyon göndermeye karar verdik. Maalesef neticesiz kaldı. Herhangi bir cevap alamadık. Bu deklarasyonun bende bir nüshası var. Size vereceğim. Lütfen kopya edip aslını rafının övgülerini kazanmış özellikle Ermeni tehciri konusunda nesnel yorumları ile ABD hükümetini sürekli uyarmış bir komutandır. Amiral Bristol ve konsolos Allen’ın da imzalarını taşıyan deklarasyonu kaleme alan Stern ise o sıralarda İstanbul’da tütün ticareti ile uğraşan aydın bir ABD yurttaşıdır. Tarihi bir değer taşıyan mektup bugün için de dersler içeriyor: ALÇAKGÖNÜLLÜ BÜYÜK ADIMLAR Türkiye’yi 14 yıldır hem Jöntürkler, hem de Cumhuriyet rejimi altında tanıyorum. İşim nedeniyle tütün eken köylülerden hükümet üyelerine, yüksek bürokratlara dek halkın hemen her kesimiyle ilişkim oldu. Türkiye’nin koşullarının, tarihinde daha önce hiç olmadığı kadar iyi olduğuna inanıyorum. Türkiye’nin hem düşmanlarının, hem de dostlarının bu durumu abarttıklarının farkındayım. Türk Devrimi’nin tarihin en büyük atılımı olduğuna inananlar var. Öte yandan, bunun sadece tarihin doğal akışının olağan bir sonucu olduğunu öne sürenler de var. Ben her iki görüşün de haklı olmadığını düşünüyorum. Türkler de, ne kendi devrimlerini çok abartıyorlar, ne de bunu küçük görüyorlar. Türkiye’nin geçmiş yapısal sorunları, ortaçağ yapılarına bağlı kalmış toplumsal ve ekonomik düzeninin sonucuydu. Meselenin çözümü için, başarılı olan örnekleri alıp, kendi koşullarında, ülkelerinde uyguladılar. Türklerin uyguladığı program kimilerince hayalci ve gerçeklerden uzak bir program olarak görünse de, aslında alçakgönüllü ve makul bir programdır. Türkler hiçbir zaman çağdaş uygarlığı icat etmiş bir halk havasına kapılmadılar. Sadece onu yaşama geçirme niyetindeydiler. Bunun göstergesi olarak da teokratik yönetime son verdiler. Yazılı bir anayasa hazırladılar ve İsviçre, İtalya, Almanya gibi ülkelerin medeni, ceza, ticaret kanunlarını kendilerine uyarladılar. Harf devrimi, kadın devrimi, kılık kıyafet devrimi, eğitim devrimi, tarım devrimi çok önemli adımlardır. Atatürk’ün, bir süre için ülkenin güçlü ve otoriter bir yönetim altında olmasını istemesi, ülkenin düşmanları tarafından, Türkiye’nin askeri bir diktatörlükle yönetildiği şeklinde yorumlansa bile, bu aslında, Gazi’nin halkının eksiklerini çok net görmesinden dolayı yapılan bir tercihtir. Önümüz Ardımız Ateş rini vurgulayan bir ortak strateji belgesine imza atıyorlardı. Olacak bitecekleri gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz? ABD’yi, bağımsızlıkların bir katili olarak görmüyoruz da, onun uyduluğunu kabul etmişiz. Bu yetmemiş; Ankara ile Tel Aviv arasında 2004 yılında yapılan bir anlaşma sonucu, ülkece ABDİsrail ortaklığına omuz veriyoruz. Şimdi, Türkiye nasıl İsrail’in saldırısına karşı çıkabilir? Ve PKK’ye karşı nasıl seferber oluruz? Bütün bu olan bitenler, korkunç bir unutkanlığımızın eseri: Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak kuruldu ve yıllarca böyle ayakta durdu. Ne var ki, 1950’lerden başlayarak ABD’nin bir uydusu olduk; çok şeyimizi kaybettik ve daha da kaybedeceğiz.Kaybedeceklerimizin karşısına koyacağımız ilk nokta da şudur: Gelip durduğumuz aşamada, AKP’nin iktidarından ve hükümetinden bir an önce kurtulmak. Ve bağımsızlığın yolunu açmak! ? Doğu’da ve Güneydoğu’da PKK’nin terörüne karşı çıkmak, elbette kaçınılmaz. Ama şuna da dikkatli olmak gerekir: PKK, Kürt halkının içinde yuvalanmıştır da. Terörcüyü izole ederken, halkının huzuruna da sahip çıkmalıyız. Öte yandan, ödevimiz, sadece asayişi sağlamak değil: Doğu’yu ve Güneydoğu’yu kalkındırmak; bölgeye, ekonomide ve kültürel kalkınmada payını vermek. Vermediğimiz, veremediğimiz bir şeyler var... Ne pahasına olursa olsun vermeliyiz. Ve artık gecikmeden... ‘‘Piyasa ekonomisi’’ diye tutturduk. Onun, elle tutulur bir şeyler sağladığını göremiyoruz. PKK, bunu götürdüğümüzde de engel oluyor. Konu, bir çetinlikler yumağı. Onu çözüp ilmik ilmik topluma sindirmeliyiz. Bağımsızlığın yolunu açmaya gelince... Örneğin, şu sadece İncirlik’i kapatmaya karar veriniz, neler neler olacak göreceksiniz! Ö nümüz ardımız ateş... Ve yüreklerimizde daha da büyük bir acı tutuşmuş ozan Antlaşması için yapılan görüşmelere katılan ancak hiçbir karara imza atmayan ABD ile Türkiye arasındaki ikili ilişkiler 1927 yılına kadar fahri konsolosluklar aracılığıyla yürütüldü. ABD, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu tarihte resmen tanıdı. L fahri konsoloslar aracılığı ile yürütüldü. ABD, bu tarihte Türkiye Cumhuriyeti’ni resmen tanıdı. 1927 yılına kadar süren belirsiz durum, İstanbul’da yaşayan, çalışan ABD yurttaşlarını rahatsız ediyordu. Bu rahatsızlığı açıkça dile getiren tarihi bir belge yıllar sonra Cumhuriyet gazetesine ulaştı. DR. TALİP ARBAN’A VERİLDİ 1957 yılı mayıs ayında Güney Karolina’da ihtisas yapan Türk doktor Talip Arban’a hastanenin başhekimi Fred Stern, kendisi ile muhakkak konuşmak istediğini bildirdi. Talip Arban, Fred Stern ile randevulaştı ve onu çiftliğinde ziyaret etti. Stern, neden görüşmek istediğini şöyle bana iade ediniz. Bizim bu hareketimizden zannederim Türklerin hiç haberi olmadı. İlerde bu vesikayı düşündüğünüz gibi kullanırsınız.’’ Doktor Talip Arban, mektubun bir kopyasını yıllar sonra Cumhuriyet gazetesinin Frankfurt Bürosu’na iletti. Aşağıda geniş bir özetini sunacağımız mektup işte bu mektuptur. Ve Türkiye ve Türk Devrimi ile ilgili ilginç değerlendirmeleri içermektedir. Mektubu hazırlayan üçlü içinde yer alan konsolos, o sıralarda ABD yurttaşlarının işlemlerini fahri olarak yürüten konsolos Allen’dır. Diğeri tarihçilerin yakından tanıdığı Amiral Bristol’dür. Amiral Mark Bristol, Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’da bulunmuş, ABD Yüksek Komiserliği’ni yönetmiştir. Savaş sırasında Türk ta Kamu düzeninin sağlanması b u askeri diktatörlük olduğu öne sürülen şey, çok az ülkede görülebilecek bir kamu düzeninin korunmasını sağlamak zorundaydı. Ve bunu yaparken, çok aşırı örnekler dışında kişisel özgürlüklere mümkün olduğunca az müdahale etmeliydi. Eğer isterseniz bu yönetimi ‘askeri bir diktatörlük’ olarak da tanımlayabilirsiniz. Fakat politik görüşleri ne olursa olsun, ülkedeki eski düzensizlik ve güvensizliği hatırlayanlar arasından hiç kimse bu fikrinize katılmayacaktır. Hiçbir şey olmasa bile kılık kıyafetteki gelişme, kadınların haremden çıkıp toplumsal yaşama katılmaları, demiryollarının yapılması, tarıma makineleşmenin girmesi ve eğitimin ciddi bir kamu görevi olarak ele alınması bile bu yönetimi meşru kılmaya yeter. Kişisel olarak ben çok umutluyum. Umudumun kaynağı, hükümetin güçlü olması ve ilerleme karşıtlarını hafife almaması. Yeni Türk devletinin Hıristiyanlara bir tehdit oluşturduğu yönündeki iddialar ve kaygılar çok saçma. Türkler, Hıristiyanlığı yıkma taraftarı değiller. Anayasaları Fransız ve Amerikan anayasalarından, birçok kanunları İsviçre, İtalya ve Almanya kanunlarından alıntılarla dolu. Bunların hepsinin de Hıristiyan ülkeler olduğu unutulmamalı. Bunun yanında halifelik, şeriat hukuku, harem gibi tamamen İslami oluşumlar da çağdaşlaşma hareketinin gerçekçi hedefleri nedeniyle ortadan kaldırıldı. ETNİK AZINLIKLARIN UMUDU Türklere yönelik düşmanlığın bir diğer kaynağı da geçmişte Ermeni ve Rumlara yaptıkları öne sürülen muamele. Hiç kimse o dönemde yaşanan savaş koşullarındaki karşılıklı kavgayı ve kimi acıları mazur gösteremez. Tek mantıklı çözüm, geçmişte birlikte yaşanan Rum ve Ermeni azınlıklarla, geleceği birlikte inşa etmenin yollarını aramak. Türklerle aralarında iyi duyguları geliştirmek kesinlikle azınlıkların yararınadır. Her ne kadar birçok Amerikalı bu sorunun çözüldüğünü görmek istese de, ABD’nin kendini Ankara ile eşit görmeyerek, Avrupa’nın büyük güçleri gibi diplomatik ilişki kurmaması ve Türkiye ile ilişkilerini, varlıkları sadece Türk hükümetinin iyi niyetine bağlı olan gayri resmi temsilciler vasıtasıyla sürdürmesi, ABD’nin çok çıkarına bir durum değildir. Bu durumda sadece iki çözüm seçeneği olduğunu düşünüyorum. Lozan’ın tanınması ve bunun sonucu olarak diğer güçlerle eşitliğin kabulü ya da ilişkilerin tamamen koparılması ki, bunda ABD açısından, en küçük bir yarar bile bulunmamaktadır. bu sorun bir Amerikan sorunu değildir. Amerikalıları çok da ilgilendirmeyen azınlıklar konusunu gündeme getirerek Türkiye’deki milyonlarca dolarlık Amerikan yatırımını tehlikeye atmak, özellikle de bu yatırımın sözü edilen azınlıklara sağlayacağı faydalar göz önüne alındığında, çok saçmadır. TANIMAMAK ALEYHİMİZE OLUR halde. Birkaç gün önce, on üç can parçasının acısıyla döğünüp ağlaştık... Neden olduk böyle? İki üç yıl öncesine kadar, Doğu’ya, Güneydoğu’ya bir dinmişdurulmuşluk gelmişti. Ne oldu da, kan akmaya başladı yeniden, akıyor. Ne oldu? ? İsrail, üç askerinin kaçırılmasının ardına düşmüş Lübnan’ı roketlerle altüst ediyor; kentler çökertiliyor, yüzlerce insanın hayatı söndürülüyor. Peki, üç can karşılığında, sınır ötesi operasyon hakkı var mı İsrail’in? Evet diyor ABD. Onun ve bütün Batılıların örtülü desteği ve kamuoyunu hazırlamasıyla, İsrail’in saldırısı sürüyor. Ya Türkiye’nin, Kuzey Irak’ta PKK’ye karşı askeri bir operasyonuna? Koskoca bir hayır! İsrail’de ABD egemen, Kuzey Irak’ta da o! Bütün olan biten, mevziî konular mı, yoksa adım adım bütün Ortadoğu’yu ele geçirecek bir planın adımları mı? Ortadoğu’ya baktığımızda, böyle bir plan, hain bir plan ortaya çıkıyor. Başında da ABD ve İsrail bulunuyor. 8 Temmuz günlü Cumhuriyet’te, ABD’nin niyetini ortaya koyan bir haber yayımlanıyordu: ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde Emekli Albay Ralp Peters’in yazdığı bir makale ve ona ek olarak konulan harita, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) son biçimi olarak değerlendiriliyordu. Haritaya göre, Ortadoğu dinsel ve etnik olarak bölünürken, ABD, enerji kaynaklarını ve enerji hatlarının güzergâhını, kendi kurduğu ve ‘‘Büyük Kürdistan’’ adıyla, büyük bir Kürt devleti ile Şiî Arap devletlerine bırakıyordu. Emekli Albay, yorumunda Türkiye’yi de kaybedenler arasına katıyordu; ve aynı günlerde, ABD ve Türkiye Dışişleri Bakanları, birbirlerinin çıkarlarını gözetecekle Ankara hava sahasını açıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara, Lübnan’a insani yardım için açılması planlanan hava koridorunun Türkiye üzerinden geçmesine sıcak yaklaşıyor. Türkiye olası bir barış gücü komutanlığını üstlenmeyi ise şimdilik onaylamıyor. TÜM DESTEKLERE AÇIK Türkiye, Lübnan’da yapılan insani yardım çalışmalarına en fazla katkıda bulunan ülkeler arasında yer alıyor. Bu kapsamda Lübnan’da yaşayan bin Türk yurttaşının dönüşü için bir operasyon düzenlenmesi bekleniyor. Deniz Kuvvetleri’ne bağlı bir gemi tarafından gerçekleştirilecek operasyonda, 1500 kişi Mersin limanına getirilecek. Gemi, aralarında ABD, İsveç, Brezilya, Kanada ve Avustralya yurttaşlarının da bulunduğu 500 kadar yabancıyı da Türkiye’ye aktaracak. Ankara, Lübnan’a insani yardım amacıyla sağlayabileceği tüm desteklere ise açık. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, yardıma hükümetin de istekli olduğunu belirterek ‘‘Hava koridoru açılabilir. Bu durum Türkiye’nin bölgedeki denge unsuru olma konumuna da uygun’’ değerlendirmesini yapıyorlar. Ankara çokuluslu gücün komutanlığının Türkiye tarafından üstlenilmesi konusunda ise olumsuz bir tavır sergiliyor. Kaynaklar Türkiye’nin şimdilik böyle bir güce komuta etmekten yana olmayacağını, bu durumun Ankara’nın bölgedeki denge sağlayıcı konumuna zarar vereceğini söylüyorlar. ’den Mete Çubukçu’yu, SIFIR NTV CNN Türk’ten Murat Utku’yu ve birçok gazeteci meslektaşımı Lübnan’dan, Beyrut’tan yaptıkları haberlerde izliyorum. Gazeteci arkadaşlarımız, hemen yanı başımızda yaşanan dramı aktarıyorlar. Güzelim Beyrut bombardıman altında. Murat, Beyrut’tan haber geçerken yakınına bomba düşünce yayın kesildi. Kanadalılar, kendi yurttaşlarını kurtardılar. ABD askeri komandoları, bir askeri operasyon yaparcasına Amerikalıları Beyrut’tan naklettiler. Türkiye’nin de yurttaşlarımızı bir gemiyle Beyrut’tan getireceği belirtildi. Bu yazıyı yazdığım sırada bu nakil işlemi konuşuluyordu. ??? ABD, Kanada gibi dünyanın zengin ülkeleri Beyrut’un bir ölüm kenti haline geldiğini biliyorlar. Bildikleri için, kendi yurttaşlarını oradan tahliye ediyorlar. Yoksul ve çaresiz Lübnanlılar ise Güney Lübnan’dan Beyrut’a akın ediyor. Beyrut, onlar için geldikleri yerden daha emniyetli. Beyrut’ta okullara, resmi binalara, Güney’de İsrail bombardımanından kaçanlar yerleştiriliyor. Beyrut mültecilerle dolmuş durumda. İsrail’in Hizbullah’ın roket saldırılarına engel olamaması nedeniyle önümüzdeki günlerde bir kara harekâtına girişeceği söyleniyor. Kara harekâtıyla birlikte egemen NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR ‘Alma Mazlumun Ahını ’ mümkün mü? Irak’ta Saddam yıkıldı, El Kaide liderlerinden Musab el Zerkavi öldürüldü, direniş durdu mu? Şu anda dünyanın en güvensiz ülkesi Irak. Her gün onlarca insan bombalamalarda, saldırılarda yaşamını yitiriyor. Irak’a ne huzur geldi ne de demokrasi. Irak, ABD işgaliyle birlikte geleceği de belirsiz bir ülke haline dönüştü. Birliğini bile koruması mümkün görünmüyor. Lübnan daha önce bir savaştan geçti. Beyrut’ta taş üstünde taş kalmadı. Binlerce insan yaşamını yitirirken, kent bir harabeye dönüştü. Beyrut’un içinde, İsrail’in işgal ettiği bölgelerden kaçıp gelen Filistinli mülteciler yaşıyor. Bu mülteciler, dünyanın gözü önünde büyük bir dramı, yoksulluğu ve çaresizliği simgeliyorlar. Ne zaman Beyrut’a gitsem, yerinden yurdundan edilmiş Filistinlileri görsem içim burkulur. Yersizlik, yurtsuzluk ne demekmiş, onların haline bakınca anlarım. Filistinliler, bölgenin en eski halkla bir ülke, resmen bir başka ülkenin askerleri tarafından işgal edilmiş olacaktır. Günlerdir süren İsrail bombardımanında 400’e yakın insan yaşamını yitirdi. Bunların yüzde 90’ını siviller oluşturuyor. Aralarında turistler bile var. ??? Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin birçoğu, bu yasadışı ve acımasız saldırıyı destekliyor. Bush’un kameralara yansıyan küfürlü sözlerinden de anlaşılacağı gibi, İsrail’in Hizbullah’ı yok etme bahanesiyle bölgeyi, Lübnan’ı kana bulaması bir meşru olay olarak görülüyor. ABD ve müttefikleri kendi halklarını ikna edebilmek için ‘‘dünyayı huzura kavuşturmak, bölgede demokrasiyi yerleştirmek amacıyla’’ bölgede bulunduklarını iddia ediyorlar. İsrail’e destek verirken de gerekçeleri aynı. ??? Lübnan’ın saldırıya uğraması, bombalanması, kara harekâtıyla yakılıp yıkılmasıyla bölgenin huzura kavuşması rından olmalarına karşın, hâlâ bir devletleri, kendi egemenlikleri altında bir ülkeleri olamadı. Batı ise, İsrail’in bölgede tutunması dışındaki bütün sorunlara gözünü kapadı. ??? Bölgedeki muhalif siyasi akımlar içinde silaha en çok sahip olan ve en radikal olanlar ayakta kaldılar. Hamas ve Hizbullah, bu bölgenin en etkili ve güçlü örgütleri haline belli bir sürecin, belli çaresizliklerin sonunda geldiler. Onları besleyip büyüten ortam, ABD’nin müttefiklerinin bu bölgedeki siyasetlerinin ürünüydü. Şu gerçek görülmelidir, bölgedeki haksızlıklar ve acımasızlıklar, öfkeyi ve çılgınlığı körüklüyor. Beyrut’u bombalarla yıktığınız zaman, bu bombaların altında kalan insanların çocuklarının bir kısmı daha sonra bir bomba olarak geri dönüyorlar. Yıktığınız Beyrut, yıktığınız Bağdat, sonunda yeni felaketlerin doğurucusu kentlere dönüşüyorlar. Bu bölge, son yüzyıl içinde büyük acılara tanık oldu. Batılı emperyalistler yüzyılın başında bölgenin haritasını çizdiler, kendi keyiflerine göre devletler kurdurdular. Ancak hiçbir acı ve haksızlık karşılıksız kalmıyor. Şimdi de İsrail, bölge halkının canını yakıyor. Sanmayın ki, bu burada kalır. Bir söz vardır: ‘‘Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste...’’ KÖK HÜCRE Bush’a karşın vize WASHINGTON (AA) Amerikan Senatosu, Beyaz Saray’ın veto edeceğini açıklamasına karşın, kök hücre araştırmalarını yüreklendiren bir yasa tasarısını 37’ye karşı 63 oyla kabul etti. George W. Bush yönetimi, Ağustos 2001’de çıkardıkları yasayla, ceninden elde edilen kök hücre konusundaki araştırmalara federal kaynak aktarılmasını yasaklamıştı. Senato kaynakları, Bush’un veto hakkını hemen kullanacağının düşünüldüğünü belirtirken Bush yönetiminin şimdiye dek ilk kez her ikisi de Cumhuriyetçi parti üyelerinin çoğunlukta bulunduğu Senato ve Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen bir yasa tasarısını veto edeceğine işaret ettiler. Senatodaki Cumhuriyetçi çoğunluk grubunun Başkanı Bill Frist geçen ay, kök hücre araştırmalarının son derece umut verici olduğunu belirtmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle