28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAFTA C Redaksiyon/Redaktion: Starkenburg Str. 5, 64546 MörfeldenWalldorf. email:[email protected] Tel: 0610598174446 İmtiyaz Sahibi/Inhaber: İlhan Selçuk (Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’yi temsilen, Cumhuriyet Vakfı adına) Genel Yayın Yönetmeni/ Chefredakteur: İbrahim Yıldız Yazı İşleri Müdürü/ Redaktionsleiter: Osman Çutsay Yayın Koordinatörü/ Koordinator: Hayri Arslan Reklam/Anzeigen: Ömer Aktaş Yayın Kurulu/Redaktionsbeirat: İlhan Selçuk (Başkan/ Vorsitzender), Prof. Dr. Emre Kongar (Berater), Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, İbrahim Yıldız, Orhan Bursalı, Mustafa Balbay, Hakan Kara Baskı/Druck: Hürriyet A.Ş Zweigniederlassung Deutschland, An der Brücke 2022 D64546 MörfeldenWalldorf. Dağıtım/ Vertrieb: ASV Vertriebs GmbH (Der Verlag übernimmt keine Haftung für den Inhalt der erscheinenden Anzeigen) HERN HOUMANN’IN AYAĞINA TAKILAN TARİH HAZİNESİ Bergama’dan Pergamon’a Asarı Atika Yasası çıkarılsaydı Bergama bugün kendi vatanında olacaktı.’’ Bergama’dan götürülen eserler bir adaya konulmuş ve açık hava müzesi olarak sergilenmiş, ancak değer biçilemeyen bu eserlerin doğa erozyonuna uğramaması için üzerine bina yapılmış. İkinci Dünya Savaşı’nda yerle bir edilen Berlin’in tam ortasındaki Pergamon Müzesi’nin bulunduğu ada hiç bombalanmamış. Bugün müze adası olarak bilinen yerde Pergamon Müzesi tüm ihtişamı ile dünyaya sergileniyor. Berlin’de kaldığım günler içinde zamanımı Pergamon diye adlandırılan müzeye ayırdım. Fahri Barkul ve Önder Erman rehberliğinde Pergamon’a ulaştık. Giriş kişi başı 10 euro, bir de kulaklık verdiler. Bergama’dan Milet ve Babil’den gelen eserleri Türkçe olarak kulaklıklarımızdan dinliyoruz. Amatör makinelerle fotoğraf çekme izni bile denetim altında, cep telefonlarına izin yok. Beş salona yayılan eserlerin başında devriye gezen telsizli görevlilerin gözleri fıldır fıldır. Müzeyi gezenler genellikle Zeus Sunağı’nın bulunduğu geniş salonun mermer tribünlerine oturup saatlerce tarihin derinliklerine dalıyor. Biz de oturduk o tribünlere. Düşündüm; tarihi, mirasımız nerelere gelmiş kimlerin eline geçmiş, kim bilir ne maceralar yaşamış. İyi olmuş galiba. İstediğimiz zaman gelip görürüz. Türkiye’de kalsaydı belki bugün bunu da göremezdik. Kendimce bir bahane, bir mazeret arıyorum bu kaçırılışa. Üzüldüm böyle düşündüğüm için ama ne yalan söyleyeyim içimden geçen buydu. Pergamon’dan çıkarken kartpostal ve müze ile ilgili kitapları karıştırırken görevli bir bayana sordum ‘‘Pergamon Müzesi ile ilgili cd ya da dia var Penguenler ülkesinde MUSTAFA BALBAY G üney Afrika’ya gidişimin iki nedeni vardı: Fotoğraflar: Fahri Barkul ABDÜLKADİR YÜCELMAN yılında Alman Arkeolog 1865 Carl Houmann, DikiliBergama arasında yapılacak yol etüdü için civarı gezmektedir. Şans bazen insanın ayağına takılır ama Hern Houmann’ın ayağına takılan tarih hazinesi olur. Yol mühendisliğinden arkeolojiye atlayan Houmann bastığı yerlerde ayağına takılan birkaç parçayı hemen Almanya’ya gönderir. Almanlar inceledikleri parçaların değerini anlayarak işi Prusya Kralına duyurur. Bergama artık veliaht prens Frederich’in işi olmuştur. Frederich, Osmanlı’dan izni istemiş ve 1877’de Osmanlı padişahından resmen izin çıkmıştır. İlk kazılarda 11 rölyef bulunur. Ancak kazılar devam edip büyük parçaların taşınması sorun olunca Bergama’dan Dikili limanına 16 kilometre ray döşenir. Milattan önce 197159 yılları arasında yapılmış ve baştanrı Zeus’a adanmış eserler Berlin’in yolunu tutar. Zeus sunağı Bergamalıların, Galatlara karşı kazandıkları savaşın bir sembolü. Padişah 2. Abdülhamit ile yapılan anlaşmaya göre kazılarda çıkan eserlerin sadece üçte birinin Almanya’ya gitme izni varken bu oran yarısını aşmış, tamamının da 20 bin frank karşılığı izin verilmesine 2. Abdülhamit’in sadrazamı izin vermiş. Para karşılığı izin verildiği için de bugün Berlin’deki Bergama’nın öz topraklarına dönmesi söz konusu olamayacağı bugün yetkililerce ifade ediliyor. Diyorlar ki: ‘‘Osman Hamdi Bey eğer birkaç yıl önce işe el koysa ve mı’’ diye; kadın tebessüm ederek şunu söyledi: ‘‘Ne yazık ki, teknolojiye uzak kaldık, istediğiniz şeyleri herkes istiyor ama yok.’’ Almanlar Pergamon’u dünyaya açıyor ama egoizmden de kurtulamıyor bu tarih mirasını kimse ile paylaşmak istemiyor. Kapıda içeriye girmek için sıra bekleyenlerin arasından geçerek Pergamon’dan ayrıldık. ‘Bilim Oscar’ları’ açıklandı TÜBİTAK tarafından bilimsel araştırmalarıyla bilime evrensel düzeyde önemli katkılarda bulunmuş bilim insanlarına verilen 2006 Yılı ‘‘Bilim, Hizmet ve Teşvik Ödülleri’’ni kazananlar belli oldu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Bilimsel alanda Türkiye’nin en prestijli ödülü olarak nitelendirilen Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) 2006 Yılı ‘‘Bilim, Hizmet ve Teşvik Ödülleri’’nin sahipleri belli oldu. Temel Bilimler alanındaki 2006 Bilim Ödülü Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ekmel Özbay’ın oldu. TÜBİTAK, Türkiye’nin ‘‘Bilim Oscar’ları’’ olarak nitelenen Türkiye Cumhuriyeti uyruklu bilim insanlarının bilimsel ve teknolojik alanlardaki seçkin araştırma, çalışma ve hizmetlerini değerlendirmek, üstün niteliklerini onayarak kamuoyuna duyurmak ve bir teşvik unsuru olmak amacıyla oluşturduğu, Bilim, Hizmet, Teşvik ve TÜBİTAKTWAS (Üçüncü Dünya Bilimler Akademisi) Teşvik Ödülleri’nin sahiplerini açıkladı. Ödüle değer görülen bilim insanlarına 25 bin YTL para ödülü yanında aynı miktarda araştırma desteği de verilmesine karar verildi. 2006 BİLİM ÖDÜLÜ ÖZBAY’A VERİLDİ Bilimsel araştırmalarıyla, bilime evrensel düzeyde önemli katkılarda bulunmuş bilim insanlarına verilen ‘‘Bilim Ödülü’’ne 2006 yılında Temel Bilimler alanında Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ekmel Özbay ve Avusturya’nın Johannes Kepler Üniversitesi’nden Prof. Dr. Niyazi Serdar Sarıçiftçi, Mühendislik Bilimleri alanında Bilkent Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ergin Atalar ve Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi’nden Prof. Dr. Adil Denizli, Sağlık Bilimleri alanında ise İsrail’in Hebrew Üniversitesi Hadassah Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Erol Çerasi ödüle değer görüldü. Bilim insanı yetiştirilmesinde değerli katkıları bulunanlara verilen ‘‘Hizmet Ödülü’’ne, merhum Ord. Prof. Dr. Muhiddin Erel ile ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. İlhan Tekeli değer görüldü. Bilimsel araştırmalarıyla bilime gelecekte evrensel düzeyde katkılarda bulunabilecek potansiyel, sahip olduğunu kanıtlamış genç araştırıcılara Temel Bilimler, Mühendislik Bilimleri ve Sağlık Bilimleri alanında verilen ‘‘Teşvik Ödülü’’ne ise 15 genç bilim adamı değer görüldü. Mandela’nın insanları kimdir, nasıl yaşar, ne düşünür, geleceğe nasıl bakar, yerinde görmek... Ümit Burnu’nda bir derin nefes çekmek... Güney Afrika şeridinin en ünlü yeri elbette Ümit Burnu ama, tek yeri değil... Her şeyden önce öylesine zengin bir bitki ve hayvan dokusu var ki, insan denize mi baksam karaya mı diye şaşkına dönüyor. Ümit Burnu’nun tepesinde, eteklerinde, okyanus kıyısında gezindikten sonra hem şoförlük hem rehberlik yapan Gary’ye takıldım: Haydi Gary, gidelim ileri geri... Bu sahilde gidecek başka nereler var? Bir dizi yer saydı. Güney Afrika sahil şeridi dediğiniz de öyle 35 kilometrelik bir yer değil. Mozambik’ten Namibya’ya kadar uzanan yayın uzunluğu 2 bin 800 kilometre... Gary, ‘‘Önce penguenleri ziyaret edelim, sonrasına bakarız’’ dedi. Haydi dedik çıktık yola... İçimde Ümit Burnu’nun nefesi, kıyıdan kıvrıla kıvrıla gidiyoruz. Yarım saat geçti geçmedi, ‘‘En uygun yer burası’’ dedi Gary... Araçtan inmeme kalmadı, kısacık, papyon suratlı penguenler karşıladı beni. Ümit Burnu’na gelirken de maymunlar karşılamıştı... İnsanlara alışmışlar, çok yanına yaklaşmadıkça korkmuyorlar. Penguen deyince aklına ilk soğuk, kutuplar, buzlar gelen bir kişi için; tepemde güneş, karşımda deniz, dibimde penguenler, nasıl da güzeldi... Denize giren, önümden geçen, çalılıkların kıyısında aile toplantısı yapan, nerede penguen gördümse fotoğrafını çektim... Güney Afrika deyince akla gelenlerden biri safari olur. Kıtanın iç kesimlerinde tonlarla safari alanı var. Ancak deniz kıyısı boyunca, neyle karşılaşacağını bilse bile insanı şaşırtan güzellikleri de yabana atmamak gerek... Ben etrafımda yüzlerce pengueni görünce ‘‘Ne kadar da çok’’ dedim ama, eskiden sayıları çok daha fazlaymış... İnsanoğlunun geçtiği her yer gibi burada da geçmişte çok ciddi penguen kıyımı yapılmış. Geçtiğimiz yüzyıllarda bu sahillerle ilk tanışan denizcilerin, buhar kazanlarında yakıt olarak penguen yağı da kullandıklarını söylersek, kıyımın boyutu sanırım anlaşılacaktır... Yolunuz Güney Afrika’ya düşerse, unutmayın: Sadece safari hayvanları değil, deniz kıyısı penguenleri de var! Gezekalın... Zeugma arkeoloji parkına dönüşecek ATATÜRK’ÜN DOĞDUĞU EV Selanik’ten Kavala’ya İKBAL KAYNAR S elanik’i gördüğümde kendimi sanki Türkiye’nin bir kentindeymiş gibi hissettim. Gibisi fazla İzmir’deydim adeta. Kordonda gezerken birileri gelip Beyaz Kule’yi ve Büyük İskender’in heykelini dikmişler sadece. Beyaz Kule önceleri deniz feneri olarak kullanılmış, daha sonra ağır mahkumlara ağır işkencelerin yapıldığı bir hapishane olmuş. Beyaz Kule’nin tam önündeki Büyük İskender’in heykelini kuleyi iyi korusun diye bırakarak Atatürk’ün evini ziyarete gidiyoruz. Atatürk’ün büyüdüğü ve çocukluğunun geçtiği bu tarihi pembe ev, şimdi müze olarak hizmet veriyor. Aynı binanın bitişiğinde Türkiye’nin Selanik Konsolosluğu var. Pembe ev, Atatürk’ün 1906’da kurduğu ‘‘Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’’nin bir çok gizli toplantısına tanıklık ediyor. 1912’de Balkanlar’da savaş kaybedilince annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım İstanbul’a taşınıyor. Pembe eve Yunanlı bir aile yerleşiyor. Aradan uzun yıllar geçiyor ve bir Türkiye Büyükelçisi, Makedonya Genel Valisi, Selanik Belediye Başkanı tarafından Pembe Ev’in girişine törenli bir plaket çakılıyor: ‘‘Türk ulusunun ve Balkan İttifakı’nın yenilikçi mimarı Gazi Mustafa Kemal bu evde doğdu. Bu plaket Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yıldönümünde 29 Ekim 1933’te konulmuştur.’’ Atatürk’ün Evi’nden sonra Aya Dimitri Kilisesi’ne gidiyoruz. İçerisi çok kalabalık. Bir çok öğrenci grubu kiliseyi görmeye gelmiş. İkonalar gerçekten görülmeye değer. Selanik’ten Kavala’ya doğru yola çıkıyoruz. Kavala yolunda Giorgia Kilisesi’ne uğruyoruz. Diğer kiliselerden yerleşim konumu olarak çok farklı. Asma köprüden geçerek epeyce yürüyoruz. Kilise bir tepenin yamacına yapılmış ve önünden nehir akıyor. Nehir kenarındaki bir kaynaktan su içen hamile kadınların çocuklarının gözü mavi olurmuş. Kendileri için olmasa da yakınları için su alanlar oldu. Kavala girişindeki bir Kıbrıs haritası dikkatimizi çekiyor. Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a doğru kan akıyor. Rehberimizden bu tabeladan Kavala içinde de bulunduğunu ve ayrıca Kavala Belediyesi ile Eminönü Belediyesi’nin kardeş belediye olduğunu öğreniyoruz. Tarih boyunca aynı topraklarda yaşamış, aynı toprağı işlemiş, aynı zeybeği oynamış, aynı türküleri söylemiş insanlar arasında bu düşmanlığın nereden geldiğini anlayamıyorum. Nihayet, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın evine gidiyoruz adını verdiği sokağı geçerek. Tipik Osmanlı evleri var bu sokakta. Safranbolu evlerini görür gibi oluyoruz. Paşanın evinin yanında bir heykeli var. Kavalalı’nın evinden sonra akşam yemeğini yemek için Kavala’da limanında bir restorana gidiyoruz. Restoranın adı ‘‘Oppa’’ hani biz ‘‘hoppa’’ deriz ya hadi falan anlamında. Onlar alkış zamanında ve kadeh tokuşturma zamanında ‘‘oppa’’ diyorlar. Kavala’da bir çok Yunan, Türkçe biliyor. Restoran sahibi Türkçe, Yunanca şarkılar dinletiyor bizlere. Bu şarkıların üzerine ‘‘oppa’’ deyip uzolarımızı yudumluyoruz, kavgasız, yaşanası bir dünya için. GAZİANTEP (AA) Nizip’te Birecik Barajı Gölü kıyısındaki Zeugma antik kentinin kazı, restorasyon ve çevre düzenleme çalışmalarıyla arkeopark haline getirilmesi amaçlanıyor. Zeugma’da geçen yıl başlatılan bilimsel kazıya başkanlık eden Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kutalmış Görkay, antik kentte bu yıl yapacakları çalışmalara 1 Ağustos’ta başlayacaklarını söyledi. Antik kentte Bakanlar Kurulu kararı çerçevesinde yürüttükleri kazı ve diğer çalışmalara bu yıl Fransa, ABD ve İsveç’ten de bilim adamlarının katılacağını kaydeden Görkay, ‘‘Ekip olarak 25 Temmuz’da Gaziantep’te olacağız. Son hazırlıklarımızı yapıp 1 Ağustos’ta antik kentte çalışmaya başlayacağız. Çalışmalarımız 30 Ekim’e dek sürecek’’ dedi. Zeugma’yı bir arkeopark haline getirmeyi amaçlıyoruz’’ diye konuştu. Türkiye çölleşiyor KONYA (AA) Sanayinin doğurduğu en büyük çevre sorunu olan küresel ısınma yüzünden gelecek yıllarda Akdeniz kıyıları daha fazla ısınacak, ısınma sonucunda kuraklık ve çölleşme olacak. 2005 yılındaki yağışlarda uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 5, önceki yıla göre ise yüzde 10.9 oranında azalma olurken, en az yağışı İç Anadolu Bölgesi aldı. İç Anadolu Bölgesi kadar, Akdeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve özellikle yağışlarıyla ünlü Karadeniz bölgelerinde de yağış miktarları giderek azalıyor. Son yıllarda artan kuraklıkla, kurak iklim kuşağına giren Türkiye, çok yakında su fakiri ülkeler arasında yer alacak. Türkiye’nin göller bölgesi olarak bilinen Konya Havzası’ndaki Akşehir Gölü kurudu, Beyşehir ve Meke Gölü’nde sular hızla çekiliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle