27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCU BELGESİ TAPU SENEDİ C U strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM TEMMUZ CUMA İntikam alınmak isteniyor GÖZDE KILIÇ YAŞIN ygulanamadığı için bir proje olarak kalan Sevr Antlaşması’nın 86 yıl sonra hala anılıyor olması bazı çevrelerde müstehzi bir ifade ile eleştirilse de Lozan Antlaşması’nın tartışılır hale getirilmesi ve kimi durumlar için şartların Sevr koşullarına çekilmek istenmesi iki antlaşmayı eş değer önemde kılıyor. Her iki antlaşma da eskimek yerine gün geçtikçe Türkiye’nin karşısına çıkan sorunlar nedeniyle güncelleniyor ve önemlerini arttırıyor. Sevr, savaşta yenilen Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye eden ve galiplerin düşünce yapısını taşıyan antlaşma olduğu için; Lozan ise yok edilmiş bir imparatorluktan yeni bir devlet kilde gerçekleşmiştir. Lozan süngüyle kazanılan bağımsızlığın sürekliliğinin güvencesini oluştururken Türkiye’ye uluslararası düzende "eşit konumda devlet" statüsünü kazandırdı. Bugün, AB sürecinde Türkiye’nin Avrupa devletleri ile olan ilişkileri bir kez daha düzenleniyor. AB’ye üye olabilme ihtimali için devletlerarasındaki ilişkilerin günün koşullarına uygun bir biçimde yeniden kurgulanması gerekiyor ve Türkiye’nin de yapısal bir dönüşüme girmesi bekleniyor. Bu sürecin adil bir sistemle ve eşitlikçi bir şekilde işletildiği konusunda ciddi tereddütler bulunuyor. Rollerin değişmediği sadece icracıların değiştiği bir gerçekse de bugün bir yandan dayatılanları kabul ederken bir yandan da eşitsizlikten şikâyet etmek, dün Lozan’da direnenlere büyük haksızlık olacaktır. EŞİTSİZLİKLER HÂKİMDİ Lozan’da da görüşmeler boyunca eşitsizlik hâkimdi. Ancak o gün, müttefik devletlerin boğazlarda ağırlığını hissettiren askeri varlığı da söz konusuydu. O gün haber kaynakları kıt, yabancı dil bilgisi sınırlıydı, üstelik Ankara ile haberleşme gizli servislerin denetimi altındaydı, Ermeni ve Rum propagandası Avrupa basınını etki altına almak için aynen bugün olduğu gibi yoğun çaba gösteriyordu. Yine de Türkiye Lozan’da kendisini bağımsız ve eşit bir devlet olarak uluslararası camiaya kabul ettirerek masadan kalktı. ASIA dergisinin Nisan 1923 sayısında yer alan "Lozan’da Kör Kuvvetler" adlı makalesinde Clarence Streit(2) de, "Türk delegeleri Lozan’a, diplomasinin son yıllarda geliştirmiş olduğu yöntemlerden habersiz olarak gelmişlerdi... Baş delegeleri İsmet Paşa’nın siyaset ya da diplomasi alanında hiçbir tecrübesi bulunmuyordu... İsmet Paşa’nın Lord Curzon ve Çiçerin gibi kurt politikacıların elinde bir oyuncak haline geleceği sanılıyordu. Beklenmeyen başarısının sırrı ise ne istediğini çok iyi bilmesiydi. Onun için, Türk barış şartlarının özünü meydana getiren Milli Misak, kanla yazılmış bir belgeydi... Avrupa’nın Doğululara karşı başarıyla uygulamaya alıştığı yaltaklanma ve blöf politikası bu adama hiçbir etki yapmışa benzemiyordu" değerlendirmesini yapıyordu. Gerçekten de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmak istenen düzen ve özellikle Türkiye’ye verilmek istenen biçim Lozan’ın gerçekleştirdiklerinden çok farklıydı. Türkiye, Kurtuluş Savaşı ile kurtardığı topraklarda giriştiği "kuruluş" savaşını, uzun vadedeki amaçlarını da dikkate alarak bütün dünyaya diplomasi yoluyla barış masasında kabul ettirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyet unsuru topyekun verilen kurtuluş mücadelesi ve bir arada kalma arzusuydu. Sonrasında MusulKerkük ve 12 Adalar’da mevzi kaybedilmişse de Batılı ülkelerle imzalanan Lozan Antlaşması da "Türk’ün ateşle imtihanı" sonucunda ulaşılan Misakı Milli’nin tescili ve yeni cumhuriyetin tapu senedi olmuştur. AZINLIKLAR, PATRİKHANE Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin öz değerleri zedeleniyor, Cumhuriyet’in temel nitelikleri farklı birkaç cepheden açılmış saldırılarla yozlaştırılmak isteniyor. Bu süreçte Lozan Antlaşması da, isminin anılmamasına özen gösterilerek maddeleri itibariyle tartışmaya açılmış durumda. Bir yandan ülkenin hukuk düzeni darmadağın edilirken, bir yandan da siyasi ve ekonomi içeren konularda Lozan ve diğer kurucu belgelerle çelişen değişiklikler yapılmak isteniyor. Öte yandan da alt kimlik üst kimlik, Türkiyelilik, ana dil, etnik kimlik gibi ayrıştırıcı tanımlamalar üretilerek Türkiye’nin temellerinin sağlamlığı deneniyor. Bir zamanlar Ege’de Lozan’dan sapma gösterilmiş olması, bugün gerçekleştirilmek istenen değişikliklere dayanak yapılmak isteniyor. Ege’de Lozan Antlaşması ile çerçevesi belirlenen çizgiden uzaklaşılmasına izin vermenin yıllardır süren bir Ege sorununa sebep olduğu ise ortadadır. Nitekim adaların silahlandırılması, karasuları ve hava sahası konularında yaratılan anlaşmazlık esasen Lozan’ın çiğnenmesi sonucunda ortaya çıktı. Etnik yapıları ayrıştırarak tanımlamak, alt kimlikleri ortaya çıkarmak eğilimindeki sağ partilerin Avrupa’da iktidarda olması da azınlıklar konusunun ve dolayısıyla Lozan’ın hedefe ulaşıncaya dek kurcalanmaya devam edileceğini gösteriyor. Bu doğrultuda azınlık hakları, Türkiye’nin yumuşak karnı olarak daha sık biçimde gündeme getirilecek, dini ve etnik ayrıştırmaya girişilip Avrupa’da dahi uygulanmayan biçimiyle çoğunluğun aleyhine yeni haklar talep edilecektir. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de girişilen paylaşım yarışının sebebi, petrol, bakır, gümüş, demir, kurşun, çinko, krom, kömür yatakları ve verimli topraklar iken savaşı meşru kılacak gerekçe azınlıkların korunması idi. İtilaf Devletleri azınlıklarla sömürge yapabileceği cılız devletler kurmayı planlıyorken ABD de buna bölgede manda yönetimleri kurma niyetiyle destek veriyordu. Yine, ekalliyetlerin (azınlıkların) korunması maskesi altında… Patrikhane konusu ise çoktandır Lozan görüşmelerinde öngörülen sınırı da "azınlık hakları" çerçevesindeki yerini de aşmış sadece Yunanistan’ın değil ABD ve AB’nin de kurcaladığı bir sorun haline getirilmiş durumda. Herhangi bir kilise gibi Ortodoksların dini inançlarını yerine getirmelerini sağlamak amacıyla siyasi niteliğinden arındırılarak salt ruhani yetkilerle Türkiye’de kalışına izin verilen Patrikhane de, siyasi faaliyetlerine süreklilik kazandırabilmek için Lozan öncesi statüsüne dönme arayışını sürdürüyor. Akıllı Yunan atler geçmiş, bu bakan diye geçinen zavallının olaylardan haberi yok. Dev cüssesi ile bağdaşmayacak şekilde biz gazetecilerden kaçmak için kendine uygun bir delik arıyor. Daha da üzücü olanı Türk askerinin adacığa çıktığı haberini ABD’li yetkililerin telefonu ile öğreniyor. Sabah saat 06.00 sıralarında bir de bakıyoruz Simitis’in arkasında ortaya çıkıyor. Başbakanın açıklamalarını dinlemekle yetiniyor. İri cüssesi ve heybetli duruşundan eser yok, deyim yerindeyse süklüm püklüm, sığıntı gibi. Türk askerinin Kardak’a çıkmasından sonra bir gecede nar kırmızısına dönen yüzü kameralara yansıyor. Şimdi bu ‘‘bakan eskisi’’ çıkmış, TürkYunan ilişkileri konusunda ahkam kesmeye çalışıyor. İki ülkenin barış ve dostluğuna ne kadar katkı yaptı, neler verdi, halklarına ne kadar saygı gösterdi; biliniyor!.. Üstelik dünya literatüründe görülmemiş diplomatik nezaketsizliklerin başkahramanı da Pangalos’tur. O zaman bu iri kıyım Yunan’a şunu söylemek lazım: ‘‘Hiçbir şey yapamıyorsan, sus ve günahlarını affettirmeye çalış. Çünkü sen TürkYunan barışı anlamında bir günahkarsın. Sen, terör örgütlerini besleyerek Türkiye’deki binlerce şehit ailesinin ahını aldın. İlişkileri gererek Türkiye ve Yunanistan’a maddi ve manevi anlamda büyük zarar verdin. Sesini duyurmak istiyorsan, adından söz ettirmek istiyorsan al yanına Yunan gazetecileri (bizimkiler de vardığında meslektaşlarına katılır), atla uçağa ve doğru İstanbul’a giderek çok sevdiğin Galatasaray hamamında kendine kese yaptır.’’ Türk ve Yunan basınında belki manşet olamazsın (göbek taşında vereceğin poza bağlı), ama haberinin geniş görüleceğine garanti verebilirim. murilem?otenet.gr ürk Dışişleri bakanlarından biri ile görüşme yaptığım ‘‘T ve havanın şakaya müsait olduğu bir anda sempatik Anadolulu’nun gerçek kızgınlıkla şunları söylediğini hatırlıyorum: İzmir’den Ayvalık’a gitmek için Yunanlardan izin mi alacağım? Kara suları üzerindeki egemenliğin izin ve vize isteme hakkını hiçbir ülkeye tanımadığını, Türk bakana anlatmam gerekliydi ama!’’ Bu sözler Yunanistan’ın eski bir bakanına, yani Teodoros Pangalos’a ait. Kilosuyla uyuşmayan beyniyle kendini hem akıllı, hem uyanık, hem de iş biliyor zannediyor. Bu şişman Yunan’a göre ‘‘karasularının 6 milden 12 mile çıkartılmasında Türkiye’nin korkacağı bir şey yokmuş!’’ Karasuları devletlerin egemenlik hakları değilmiş, hatta terör örgütü başı Apo’yu sakladığı için görevinden kovulmadan önce ana karanın batısı ile Girit adasında karasularının düz çizgi halinde 12 mile çıkartılmasını da teklif etmiş ama dönemin başbakanı Kostas Simitis kabul etmemiş, bunun içinde yanıp yakınıyor! Etnos gazetesindeki makalesinde TürkYunan savaşından da bahseden Pangalos ‘‘Hiçbir kahin askeri harekat olduğu takdirde her şeyin zorunlu olarak kendi zaferleri ile sonuçlanacağına dair Türk paşalara garanti veremez. Örneğin, İzmir sanayi bölgesinin havadan bombalanması gibi küçük detaylar, Türk silahlı kuvvetleri yenilmez masalına dayanan askeri yönetim düzenine onarılmaz şekilde son verir’’ şeklinde görüş de belirtiyor. O zaman bu görevinden kovulmuş eski bakana sormak lazım: ‘‘Kardak krizi sırasında bunu niye yapamadın? Neden İzmir sanayi bölgesi dahil Türkiye’nin herhangi bir yerini vurmaya cesaret edemedin? Bunun gibi sana göre küçük detaylara inmene kim engel oldu?’’ Kriz gecesi Türk askeri adacıklardan birine çıkmış, hem de sa T ürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun uluslararası alanda tanınması anlamına gelen Lozan Anlaşması, özellikle sınır konularında kırmızı çizgilerin kodlarını oluşturuyor. Lozan’ı Türkiye’nin garantisi, temel argümanı olarak değerlendirmek gerekiyor. kuran, Sevr’i geçersiz kılan ve bir ulusun haklılığını kabul ettiren antlaşma olduğu için önemli.Dönemin koşulları incelendiğinde tarihin olağan akışına uygun olan antlaşma Sevr’di. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un diğer dostları gibi Sevr’i "en amansız Türk düşmanlarını tatmin edecek kadar korkunç" olarak tanımlaması(1), Kurtuluş Savaşı’nın değiştirdiği koşulların bir ürünü olan Lozan Antlaşması’nın kimileri için ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış olmasını anlaşılır kılıyor. New York Times’ın 3 Mart 1920 tarihli sayısında da "Antlaşma hükümlerine göre Türkiye eski varlığının soluk bir gölgesi olarak kalacak, 30 milyonluk nüfusunun 24 milyonunu ve Asya Türkiye’sinde kendisine bırakılan küçük bir bölge dışında bütün topraklarını kaybedecektir" müjdesi (!) veriliyordu. Kurtuluş Savaşı bir mucize yarattı, tarihin akışını değiştirdi, mucize Lozan Antlaşması’yla tescillendi. LOZAN VE İSMET İNÖNÜ Lozan, Türkiye ile Batılı devletlerin ekonomik, siyasal, hukuksal ve sosyal ilişkilerini yeni baştan düzenlemişti. Bu düzenleme, tüm koşulların aleyhte olmasına rağmen masaya galip devlet olarak oturmanın verdiği onur sayesinde İnönü’nün sloganlaşan "Bütün medeni milletler gibi, hürriyet ve istiklal istiyoruz!" sözlerine uygun bir şe BEKLENENDEN AZ YABANCI GELMESİNİN NEDENİ AB ve anlaşmalar L ozan Antlaşması’nın tartışılıyor olması bir tarafa "AB mevzuatına uymadığı gerekçesi ile Türkiye’nin daha önce taraf olduğu ikili anlaşmalar ile uluslararası antlaşmaların sona erdirileceğini" kurala bağlayan Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 11. paragrafı ile bağlantılandırılması da olanaklı. 11. paragrafın mahiyeti belirsiz olması nedeniyle hangi tür anlaşmalar için böylesi bir uygulamaya gidileceği açıkça düzenlenmemiş olsa da Lozan’dan başka geçersiz kılınması olası anlaşmalar arasında KKTC’nin kuruluşu, 1959–1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları ile Montrö Antlaşması ilk akla gelenlerdir. Müzakere Çerçeve Belgesi’nin sınır anlaşmazlıkları için Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nı yetkili kılan 6. paragrafı da dikkate alındığında bu iki düzenlemenin ciddi sınır sorunlarına yol açmasının mümkün olduğu anlaşılıyor. Bugünün hükümetleri böylesi bir belgeyi reddetme cesareti gösteremediği için azınlıklar konusundan başka sınırların da bir sorun olarak tartışılabileceği bir süreç başladı. 11. paragraf yukarıda sayılanlardan başka sınır düzenleyen anlaşmaları da tehdit ederken 6. paragraf, bir yandan yeni sorunların önünü açıyor bir yandan da devletin –TSK’nın güç kullanma hakkını devre dışı bırakıyor. Bu çerçevede sınır anlaşmazlıkları adı altında karşımıza çıkacaklar olarak ilk etapta Yunanistan, Ermenistan ve Irak’ın kuzeyinde yaratılan siyasal oluşum akla geliyorsa da devamının da önü açık durumdadır. Lozan’la Sevr Antlaşması’nın Doğu Anadolu’da kurulmasına izin verdiği Ermeni Devleti’nden vazgeçilmiş ve bölgenin Türk toprağı olduğu kabul edilmişti. Aynı şekilde Yunanistan’ın "Küçük Asya" ya sahip olma, burada İyonya ve Pontus Devletleri kurma hayallerine vedası da Lozan’la tescillenmişti. KIRMIZI ÇİZGİLERİN TEMELİ Birinci Dünya Savaşı sonrasında paylaşım yarışının esasen Osmanlı toprakları üzerinde gerçekleştiği, o gün adı "Yakın Doğu" olan bölgenin bugün biraz daha geniş bir çerçevede ele alındığı ve o dönemde çizilen sınırların bugün değiştirilmek istendiği düşünüldüğünde Batılı devletlerin katılımıyla imzalanan Lozan Antlaşması’nın önemi bir kez daha belirginleşiyor. Lozan’ın özellikle sınır konularında belirlediği hat, Türkiye’nin bugün hala dillendirdiği kırmızı çizgilerin kodlarını oluşturuyor. Nitekim Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) de Lozan Antlaşması’nın ince bir yorumudur. Türkiye, döktüğü kan, verdiği milyonlarca can ile geri kazandığı her şeyi belgeleyen Lozan’dan geri adım atmaktan kaçınmak zorundadır. Türk devletinin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün uluslararası sistemce tanındığı Lozan Antlaşması’nın Türkiye’nin can simidi, garantisi ve temel argümanı olarak değerlendirilmesi gerektiği ortadadır. Lozan, AB gibi günümüz supranasyonal hukuk sistemlerine bir meydan okuma aracı olarak görülmelidir. Küreselleşen dünyanın getirdiği günümüz koşullarının ‘tam bağımsızlık’ ve ‘egemenlik’ anlayışını erozyona uğrattığı bir gerçekse de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgelerinden birisi olan Lozan’dan uzaklaşmak Türkiye’yi tehlikeli sularda desteksiz bırakacaktır Dipnotlar: (1) 27 Şubat 1920 tarihli The New York Times (2) Osman ULAGAY, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, 1974, İstanbul, s.61180 ‘Avrupalı Türkiye’ye doydu’ ASLAN YILDIZ ALAÇATI One Hotels Resort, bu yıl uygulamaya başlattığı ‘All in One’ sisteminin turizme damga vuracağı iddiasında. İzmir’in Çeşme ilçesi Alaçatı beldesinde yeni sistemi tanıtan One Hotels Resort’un üst yöneticisi (CEO) Cenk Kınay, sektörün bu sezona hedeflerinin altında girmesinde en büyük etkenin, Türkiye’nin bu yıl ‘moda’ ülkeler arasında yer alamaması olduğunu söyledi. Rezervasyon döneminde kuş gribi, karikatür krizi, içki yasağı gibi sorunların da olumsuz etkisi olduğunu anımsatan Kınay, kamuoyundaki yaygın görüşün aksine dövizdeki artışın da sektöre bir avantaj sağlamadığını belirtti. TURİZM MODASI KARARI ETKİLİYOR Kınay, ‘‘Türkiye geçen yıllarda sürekli turist sayısında artış sağladı. Artık Avrupa’da Türkiye’ye yönelik bir doymuşluk var. Başka yerlere gitmek istiyorlar. O yıl moda neresiyse oraya gidiyorlar’’ dedi. Sezona yüzde 80 yabancı turist hedefiyle girdiklerini belirten Kınay, ‘‘Biz de hedeflerimizi revize ederek yabancı turist beklentimizi yüzde 5560’lara düşürdük. Aradaki farkı yerli turistlerle kapatmaya çalışıyoruz. Yabancı turist beklentimiz gerçekleşseydi kur artışından yüzde 25 avantaj sağlardık. Olmadı’’ dedi.Kınay, uygulamada abartıya kaçıldığını ileri sürdüğü her şey dahil konseptinin zayıf yönlerini ortadan kaldırarak ‘All in One’ konseptini yarattıklarını belirterek ‘‘Bu sistemde var olanı değil, müşterinin istediğini ihtiyaçlarına ve taleplerine göre şekillendirmeyi amaçlıyoruz’’ dedi. Venezüella Rusya’dan silahlanıyor HAKAN AKSAY MOSKOVA Dünyanın önemli petrol ihracatçılarından Venezüella’nın ABD karşıtı söylemiyle ünlü Devlet Başkanı Hugo Chavez Rusya’da. Chavez’in, Rusya’dan bedeli 1 milyar dolar civarında tutacak silah satın alması bekleniyor. Son 5 yılda 4. kez Rusya’yı ziyaret eden Venezüella liderinin, ‘‘ülkesini ABD’den korumak’’ gerekçesiyle Rusya’dan 30 adet S30 marka askeri uçak ve 30 adet de askeri helikopter satın almak istediği biliniyor. 100 binden fazla Kalaşnikof Geçen yıl Rusya’dan 100 binin üzerinde otomatik Kalaşnikof tüfeği alan Chavez, şimdi de ülkesinde bir Kalaşnikof fabrikası kurmak için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşecek. ABD karşıtı Küba, İran, Belarus ve Kuzey Kore ile de ilişkilerini geliştirmeye öncelik veren Venezüella lideri, Batılı ülkelerin yalıtmaya çalıştıkları Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko ile görüşmesinde ‘‘Sosyalizm daha ölmedi’’ ve ‘‘ABD’ye karşı VenezüellaBelarus ittifakı’’ sözleri ile dikkatleri üzerine çekti. ‘Türklerin eline bavulunu vermek’ N ew York Times’in 3 Temmuz 1921 tarihli sayısında Clair Price’in kalemiyle nihayet gerçekleri itiraf eden bir makale yayınlanıyor. "İlk kez Gladstone tarafından ortaya atılan ‘Türklerin bavulunu ellerine vermek’ politikasını uygulayarak onları Avrupa’dan kovmak isteyenlerin 1918 yılından bu yana girişmiş oldukları çabalar olumlu sonuç vermemiştir. Bu politika hiçbir soruna çözüm getirmediği gibi Yunan birliklerinin Türk mevzileri karşısında eriyip gitmesine ve Java dağlarında yaşayan Müslümanlara dek tüm İslam dünyasının Batı’ya karşı ayaklanmasına yol açmıştır. Batı artık kendine gelmeli ve Türk Ulusu’nun, bugün olduğu gibi gelecek yüzyıllarda da Yakın Doğu’nun en güçlü ve güvenilir ulusu olarak kala cağı gerçeğini kabul etmelidir. Batı’nın hoşuna gitsin gitmesin Türk görüşüne ağırlık tanımadan Yakın Doğu sorununu çözümlemek mümkün değildir. Batı dünyası, hiçbir sonuç vermeyen, Türklerden nefret etme alışkanlığından kurtulduğu gün Yakın Doğu’da sürekli bir barış sağlanabilecektir..." Clair Price, The New York Times, 3 Temmuz 1921.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle