23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEMMUZ CUMA SÖZ ÇİZGİNİN haberler TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ C 3 HİKMET ÇETİNKAYA Bruno’nun Acıklı Sonu PARİS Sevgili, Dünya Kupası heyecanı, son haftalarda, Alman ve hatta bütün dünya kamuoyunu çok daha fazla ilgilendirebilecek olan bir olayın biraz gölgede kalmasına neden oldu. Söz konusu olan, türünün hâlâ sona ermediği Hırvatistan’dan İtalya’ya getirtilen, kahverengi ayı Bruno’nun, bulunduğu milli parktaki hayvanat bahçesinden kaçarak yalnız bu ülke değil, İsviçre ve Avusturya sınırlarını da kimseye görünmeden aşıp, Almanya’nın Bavyera eyaletine girmesinin öyküsü. Bruno’nun aranıp, bulunamamasının haberi günlerce gazete ve televizyonlarda verildi. Bu arada, öldürülen koyunlardan anlaşıldı ki Bruno Bavyera’dadır. Bu aslında çok önemli bir olaydı, çünkü 170 yıldan bu yana bu tür bir ayı ilk kez olarak, bu tür bir ayı Alman topraklarına adım atıyordu. Özgürlüğüne düşkün olan Bruno’nun bunca hasara yol açmasının nedeni ise artık eski çobanlık usulünün tarihe karışmış olması. Çağımızda uygar ülkelerde koyunlar, çobanları olmaksızın, özgürce otluyorlar ve uzun zaman doğada kaldıktan sonra ağıllarına toplanıyorlar. Zavallı Brunocuk, özgür koyunların, özgürlüklerinin bir ayının özgürlüğünü trajik biçimde sonlandıracağını nereden bilebilirdi ki?... Sonunda Bruno, verdiği zarar ve arz ettiği tehlike dolayısıyla, Alman makamlarının kararıyla vurularak öldürüldü. ??? Bruno’nun vahşetinin, Almanya’nın ve dünyanın dört bir yanında sevinç ya da üzüntülerini, en ayı ayıyı bile gölgede bırakacak böğürtüler ve saldırılarla dışa vuran uygar ‘‘futbolseverler!’’den daha fazla tehlike arz edip etmediği tartışmaya açık.... Bruno’nun öldürülme biçimi de tartışmalı. Kimileri onu avcıların değil, özel nişancı timlerin kıstırıp öldürdüklerini söylüyorlar. Öyküsü, ‘‘Ayı’’ ve ‘‘Gülün Adı’’nın rejisörü ünlü Fransız sinemacısı Jean Jacques Anaud için çok güzel bir film konusu olacak olan Bruno’nun ölümü, Dünya Kupası hayhuyu içinde bir anlamda kaynadı gitti. ‘‘Kaynadı’’ derken fazla haksızlık da etmeyelim. Hiç tepki gelmedi de değil. Örneğin hayvansever bir Alman ailesi gazeteye şu ilanı verdi: ‘‘Huzur içinde yat Bruno! İntikamını oy sandığında alacağız.’’ Onun düzene başkaldırdığı için öldürüldüğünü söyleyenler ve hatta tarihin ünlü asilerinden Che Guevara’ya benzediğini ileri sürenler de olmadı değil. Kimileri de Bruno’nun ölümü üzerine takımların, simgesi ayı olan Berlin’deki maça, kollarında yas bandıyla çıkmasını bile önerdi. Gezegenimizin egemeni insanlar, öbür canlıların özgürlüğüne ancak bu kadar tahammül ediyorlardı. Bruno’nun öldürüldüğü sıralarda, Paris’in altıncı bölgesinde Lüksemburg parkının parmaklıkları üstündeki, denizler dünyasıyla ilgili muhteşem fotoğraf sergisi ise efendi uygar insanların dünyaya verdikleri zararın, Bruno’nun vahşetini milyon, milyar kat aşan boyutlara vardığını anlatıyordu. ??? Zavallı Bruno’nun en büyük suçu koyunları öldürmek miydi, yoksa bunca sınırı kimseye görünmeden izinsiz ve vizesiz aşmış olması mı? Öyle ya, Avrupa’nın uygarları için geçerli olan serbest dolaşımın kapsamına girmiyordu Bruno. Nitekim yine aynı kapsam dışında olup umut kapısı İspanya’ya gizlice geçmek isteyen Faslı dört göçmen de birkaç gün sonra kazayla Bruno’nun akıbetine uğrayacaktı. Türkiye AB’ye girse bile, serbest dolaşımdan yararlanmayacak, ülkemizin işsiz ve umutsuzları için de sınırları geçmeye çalışmak üyelik halinde bile suç oluşturacak. İşte tam bu noktada durup düşündüm; acaba Bruno, peşinde bunca kişi varken bunca sınırı hangi becerisiyle kimseye görünmeden aşmayı başarabilmişti? ‘‘Keşke, diyorum kendi kendime, Bruno bir fırsatını bulsaydı da bu hünerinin ve güzergâhının sırrını, uygar kabul edilmeyen öbür umutsuzlara fısıldayıverseydi.’’ Sakın bana ‘‘İnsan ayının dilinden ne anlar’’ deme Sevgili! Çünkü umutsuzun dilini en iyi bir başka umutsuzlar anlarlar. Ay Büyürken Uyuyamam O SEN DE Mİ BENİM GİBİ DOKUNULMAZSIN?.. HALKOYUNLARI GÖSTERİSİ YAPAN EKİBE TÜRBAN TAKTIRMA TARTIŞMASI SÜRÜYOR Arınç basını hedef aldı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Tunceli’de TBMM Başkanı Bülent Arınç ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun da katıldığı törende halkoyunları gösterisi yapan kız öğrencilere türban taktırılmasıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Basını hedef alan TBMM Başkanı Arınç, ‘‘Bu felaket haberlerinden, paranoyaya dönüşmüş başörtüsü haberlerinden bıktık’’ derken Çubukçu da yazılanları komplo olarak niteledi. Arınç, Rusya’ya gitmek üzere İstanbul’a hareketinden önce Esenboğa Havaalanı’nda yaptığı açıklamada, gazetecilerin soruları üzerine konuyla ilgili haberler nedeniyle büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içinde olduğunu söyledi. Tunceli’ye bedensel engelliler için yaptırılan bir tesisin açılışına gittiğini kaydeden Arınç, her açılışta olduğu gibi o gün de orada folklor gösterisi yapıldığını söyledi. Arınç şunları kaydetti: ‘‘Orada bine yakın insan vardı. Hiç kimse bu çocukların başı niye açık veya kapalı diye bir şey söylemedi. Gazeteci bugün feryat ediyor, ‘Kimse konuşmuyor’ diye. Bu saçmalık karşısında herkes şaşırdı. Onun için kimse söyleyecek bir şey bulamıyor. Bırakın bunları. Türkiye’nin gündemi bu değil. Medya kendini yenilemeli. Bu tür haberler medyaya büyük bir kötülüktür. Türkiye’de medyanın haber biçimini, algılamasını değiştirmesi lazım. Bu felaket haberlerinden, paranoyaya dönüşmüş başörtüsü haberlerinden bıktık artık. Sorumlu bir basın istiyoruz. Her önüne geleni istediği gibi eleştirerek, haberlerle insanları suçlayarak çuvaldız batıran basının, iğneyi kendine batırması gerek. Güçlü medyanın, böyle saçma haberlerle değil, kendisini yenileyen, halkı ile bütünleşen, doğrudan yana olan, doğruyu ortaya koymaya çalışan, eleştiren ama yol gösteren bir özellik göstermesi gerekir..’’ Devlet Bakanı Nimet Çubukçu da ‘‘Var olan hadisenin yer alış şekli itibarıyla büyük bir şaşkınlık içindeyim. Orada yapılmaya çalışılan, verilmeye çalışılan hizmetin gölgelenmesine yönelik. Tunceli halkıyla bir arada olmamızın birtakım çevreler tarafından büyük bir kıskançlıkla buna dönüştürüldüğünü düşünüyorum’’ diye konuştu. gece ay denizle kucaklaşıyordu Gökova Körfezi’nde, tıpkı Homeros’un ışık sahilinde olduğu gibi... Ay büyüdükçe büyüdü. Gökyüzünde tüm yıldızlar kayboldu... Bir akşam Büyükdere sırtlarından boğazdan geçen gemileri seyrederken Beykoz’un ışıkları göz kırpıyordu... On gün önce aynı saatlerde Akyaka Köyü’nde, çam ormanlarının denizle buluştuğu yerde, Gökova Körfezi’nin o doyum olmaz güzelliği karşısındaydım... Türkiye’nin her yeri ayrı güzellikte... Munzur Vadisi’nde de ay vurur suların üzerine, Fırat kıyısında da, Manyas Gölü’nde de, Meriç’te de... Foça’nın siren kayalıklarından baktığınızda, tıpkı Beykoz gibi göz kırpar Karaburun’un ışıkları... Yaşamın bir orman gibi olan coşkusu, yaşadığımız toprağın, çiçeklerle örtülü yamaçların türküsü olur Tunceli akşamlarında... Hakkâri’nin Sümbül Dağı’nda bir zalim yalnızlık, Kızılırmak’ın aktığı ovalarda bir hasret olur... Ordu’da, Giresun’da, Trabzon’da Karadeniz çılgınlaşır, Meriç Ovası’nda yıldızlar getirir beraberinde geceyi... Oralarda fındık üreticileri siyasal iktidarın kıskacındadır. Başbakan kürsüde Fiskobirlik’e meydan okur... ??? Başbakan bilmez mi Türkiye’nin 6 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatında fındığın payının 2 milyar dolar olduğunu... Elbet bilir!.. Başbakan Erdoğan, fındık üreticilerine ikide bir ‘‘1.5 katrilyon liraya çizik attık, Fiskobirlik’i devlete borçlu olmaktan kurtardık’’ diye konuşur Karadeniz’de... Oysa AKP’nin dört yıldır tasfiye ettiği Fiskobirlik borcu 1.5 katrilyon değil, 28.5 trilyondur. Fiskobirlik özel bir kuruluş değildir. Fiskobirlik devlet adına fındık alımı yapar. Kaç kez yazdım, bir kez daha yineleyeyim: Türkiye’de yedi tarım satış kooperatifi vardır. Bunların borçlarının tasfiyesini yasa gereği Hazine üstlenir ve öder. Başbakan, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin yeniden yapılanmasına ilişkin 4572 Sayılı Yasa’yı ne yazık ki bilmiyor... Yanı başında danışmanı, fındık ihracatçısı Cüneyd Zapsu var Erdoğan’ın. Zapsu’ya sorup öğrense iyi olmaz mı? Erdoğan’ın partisi Fiskobirlik seçimlerini kaybetti. Tüm sorun bu. Seçimlerin acısını fındık üreticisinden çıkarıyor Başbakan... ??? Gemiler geçiyor boğazdan... Bu saatlerde Kaş’ta ‘‘Mavi Kafe’’de olmak vardı. Ya da Datça’da Palamutbükü’nde... Sıcak yaz geceleri oralarda yaşanıyor, İstanbul’da değil... Büyükdere sırtlarından boğazın lacivert sularına dalıyorum sanki... O anda Akdeniz’de bir şarkı oluyorum Nahit Ulvi Akgün’ün dizelerinde: ‘‘Bir şey var aramızda Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek Fakat ne kadar saklarsak nafile Bir şey var aramızda Senin gözlerinde ışıldıyor Benim dilimin ucunda.’’ Ben eski mevsimleri özlerim ağaçlar meyvelendiğinde. Serin eylül akşamlarını hatırlarım temmuzda Akdeniz’de... Biraz Gökova Körfezi’nde dolaşırım, biraz Karadeniz’de, biraz da Fırat’ın, Dicle’nin suladığı topraklarda... Sahi, yazmayı az daha unutuyordum. Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Reha Taşkesen niçin istifa etti? 52 yaşındaydı Tümgeneral Taşkesen... Çağdaş, demokrat bir insandı... Kız ve erkek askeri öğrencilerin el ele dolaşmaları mı, bira içmeleri mi, bir aşk mı? Olsun!.. Asker insan değil mi? Asker âşık olamaz mı? Askerin yüreği yok mu? Asker şiir sevmez mi? ??? Ay büyüdükçe büyüdü. Gökyüzünde tüm yıldızlar kayboldu.... Ben ay büyürken uyuyamam!.. Bu saatlerde Akdeniz hâlâ ayaktadır İstanbul gibi... Televizyonu açtım haberleri izlemek için... Başbakan fındık üreticilerini fırçalıyordu... Aklım Tümgeneral Reha Taşkesen’in istifasında... İstifa mı etti yoksa ettirildi mi? hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 ilan renkli asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle