Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 PROF DR BİRSEN GÖKÇE ‘İKİ KUŞAK BİRBİRİNDEN ÇOK FARKLI YETİŞTİ’ DEDİ C araştırma LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL TEMMUZ CUMA ’li yılların mirası gençler AVŞİN YAVUZ/BEGÜM YENÇAK Gençler için, çok değil bundan yaklaşık 2025 yıl önceki eşitlik, hak, özgürlük, adalet kavramları yaşamlarında çok önemli bir yer tutarken şimdilerde bu kavramlardan haberdar bile değiller. Artık, para, marka, internet, cep telefonları ve eğlence hayatı gençlerin en önemli gündem maddeleri. Sosyologlara göre, 1980 öncesinin politik gençliğiyle 80 sonrasının depolitize olmuş gençliği arasındaki bu derin uçurumun nedeni ise 12 Eylül cuntasının yarattığı siyasi ve sosyal ortam, darbe sonrası iktidara gelen Turgut Özal’ın uyguladığı kapitalist ekonomi modeli, gelişen medya sektörü ve küreselleşen dünya. Her dönemin kendi koşullarının gençlerin yetişmesinde önemli rol oynadığını düşünen Sosyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Birsen Gökçe, ‘‘İki kuşak birbirinden çok farklı yetişti. 80 kuşağı askeri müdahale ile yetişti. Anneleri ve babaları tarafından ‘Olaylara karışmayın’ direktifleriyle büyüdükleri için sadece kendi oyun ve ders çevrelerinde kaldılar’’ diyor. Gökçe, değişen ve gelişen teknolojinin de önemine dikkat çekerek internetin gençlerin hayatında çok fazla yer tutmasını eleştiriyor. Gökçe, ‘‘İnternetten her şeye kavuşma imkânı var. Bu teknoloji gençlerin toplumdan uzaklaşmalarına yol açtı. İnsanlar arası ilişkiler giderek azalıyor. Bilgisayar başına oturduklarında her türlü ihtiyacı evlerine getirebiliyorlar. Artık kitapçılara, mağazalara, bankalara gitmek ihtiyacı kalmadı. Toplumda çeşitli kişilerle ilişki kesilmiş durumda. İnsanlar arası ilişkilerde edinilmesi gereken deneyimlerden uzakta yetişiyorlar. İnsanlarla bire bir iletişim kurmak yerine teknoloji aracılığıyla iletişim kuruyorlar. Bu tür ikincil ilişkiler sonucu edinilen deneyimler gençlerin çok daha farklı yetişmesine neden oluyor’’ diye konuşuyor. GÜNÜMÜZ GENÇLİĞİ Sosyolog ve Bahçeşehir Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Nilüfer Narlı da, ‘‘80 öncesi gençliği daha politizeydi, onların değerlerinde emperyalizme karşı bir duruş vardı. Adalet ve özgürlük gibi kavramları aşırı sağcılar değil, solcular kullanıyorlardı. Bugünün gençliğinin farkı politize olmamaları ve çok daha liberalize tanımlanmalarıdır. Şimdiki gençlik için adalet ve özgürlük kavramları tamamen önemsiz diyemeyiz. Gençlik bugün dünyaya daha açık ve dünyayı daha yakından takip ediyor. Bugünün gençliğinin en büyük farkı internetten yararlanabilmeleri, 80’lerde ise daha fazla kitap okuyorlardı. Şimdi onlar için tüketmek ve marka daha önemli’’ diyor. Düşünceleri, tercihleri, beklentileri nedeniyle hemen her kesim tarafından çok ağır bir şekilde eleştirilen günümüz gençliği ise 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yarattığı sosyal ve siyasal yozlaşmanın faturasının kendilerine kesilmesinin de doğru olmadığına inanıyor. Gençler, ‘‘Bize yönelik suçlamaları kabul edemeyiz. Globalleşen dünyaya ayak uydurmak gerekiyor. Biz de bu anlamda daha çok internetteyiz, marka giyinmek istiyoruz. Çünkü daha güzel, dayanıklı. Biz gençler olarak daha iyi şeyleri hakkımız olarak görüyoruz’’ dediler. 1980’li yılların gençliği ile günümüz gençliğini karşılaştıran üniversiteli gençliğin değelendirmeleri özetle şöyle: Elmas Tuğçe Kocagil: 1980’lerde bir darbe vardı. Gençler bunun etkisiyle büyüdü, gelişti ve yetiştiler. Gençlik bu siyasal ortamdan etkilendi. Bir gruba dahil olma düşüncesi vardı. O dönemin her genci mutlaka bir grubun içinde ve belli siyasal görüşlere sahipti. Onlar farklı yetişti, biz farklı yetişiyoruz. Bizler de toplumun sorunlarına karşı duyarlıyız, ancak örgütlü değiliz. Yetiştiğimiz ortam farklı. Biz sorunlara ilgisiz değiliz. Bu şekilde gösterilmemize çok üzülürüm. Güzün Öztüzün: Bugünkü siyasi iktidarın politikaları, gençlere yönelik değil. Aksine gençleri dışlıyor, bizleri geri, ortaçağ karanlığına götürecek düşüncelere sevk etmek istiyor. AYRIMCI GENÇLİK YETİŞTİRİLİYOR Gerici, milliyetçi, ayrımcı bir gençlik yetiştirilmek isteniyor. Ama gençler akıllı, ne yaptığını biliyor. Siyasal iktidarın ve ayrımcı güçlerin oyununa gelmeyecek kadar akıllı gençlik yetişiyor. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bizi sorumsuz, marka tutkunu bir nesil olarak görmeyin. Begüm Şimşek: Siyasal olaylara karşı duyarlılığımız konusunda yetiştiğimiz ortamın etkisi büyük. 1990’lardan sonra Özal döneminin uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalar gençliği gelecek kaygısı içine soktu. Eğitimin önemini hiçe saydı. 1980’li yıllardan önceki eğitim anlayışı bugün ne yazıkki yok. Bizler ne yazıkki ‘Benim memurum işini bilir’, ‘Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz’ anlayışı ile yetişen kuşağın devamıyız. Ağca olmadı Licursi verelim ca’yı eş olarak seçmesinde en azından Ağca’yla fikri yakınlığının etkisi var. Ama bir komünist söz konusu olunca iş karışıyor. Kişinin mutlaka kendisi gibi düşünen biriyle beraber olması gerekmiyor elbette. Ancak Kazan, iddiası olan, bu iddiasını da Ortadoğu gibi bir gazetede kaleme alan biri. İkinci tercihi bu nedenle sansasyonel özellik taşıyor. Bir yazı konusu olmasının nedeni de şu: bu sansasyonellikten herhangi bir rahatsızlık duymuyor. Solcu olduğunu söyleyip, ülkücü mafia lideri Kürşat Yılmaz’ın sevgilisi olan Tuğba Özay’ı anımsarsak, Rabia Kazan’ın ‘‘türbanlı Tuğba’’ olduğunu söylemek mümkün. Türkiye böyle bir ülke. At izi ile it izinin birbirine karıştığı, en muhafazakarının, kendisi için istediği liberalliği doya doya yaşadığı ama bir yandan da hemcinslerinin türban mücadelesini desteklediği Rabia’ların, ülkücü sevgilisi olan ‘‘solcu’’ Tuğba’ların ülkesi Türkiye. Bu, zoru görünce sevgili değiştirme tavrı, bireysel bir tavır olarak kalmıyor bir topluluk, bir örgüt tavrı olarak da karşımıza çıkıyor. MHP genel başkanlığına adaylığını koymuş, Türkeş’in yakın adamlarından Abdülkadir Erdil’in Tempo dergisinde yayınlanan açıklamalarını okuduysanız biliyorsunuzdur. Erdil, Çatlı ve diğer Ülküdaşlarıyla Kosta Rika’yı işgal edip Türk devleti kurma planlarını anlatmış dergiye. Türkeş’in emriyle Almanya’ya gittikleri sırada 12 Eylül olunca, vatansız kaldıklarını, ülkeye dönemeyeceklerini düşünmüşler. Hangisinin aklına geldiyse bir haritanın başında toplanıp bağımsız Türk Devleti ilan edecekleri bir ülke aramaya başlamışlar. Şöyle diyor: ‘‘Önce Angola’ya baktık. Angola iç savaş konusunda tecrübeliydi. Onu sildik. Küçük nüfuslu bir ülke arıyorduk. Kosta Rika üzerinde fikir birliğine vardık. O gece kuracağımız devletin kadrosunu, kabinesini hatta bürokratların isimlerini bile belirledik. Karşılarına isimlerini yazdık. Beni Cumhurbaşkanlığı’na layık gördüler. Hepsinin büyüğü ve tecrübeli isimdim.’’ ??? Şaka gibi geliyor ama değil. Çatlı ülkeye araştırma yapmak için gidiyor. Önce topluca iltica edilecek sonra da o ilticacılar ülkenin radyosunu ele geçirecek, aralarında yedi dil bilen Kürşad adlı arkadaşları da darbe bildirisini okuyacaktı. Neyse ki Allah Kosta Rika milletini korumuş. Kosta Rika’lı yöneticiler iltica başvurularını kabul etmeyince ülke büyük bir tehlikeden kurtulmuş. Çatlı’nın Kosta Rika’ya, yabancı bir istihbarat örgütü tarafından antikomünist eğitim görmek için gönderildiğini bilmeyen yok. Erdil hepimizle dalgasını geçip, Çatlı’nın böylesine çocukça bir gerekçeyle Kosta Rika’ya gittiğine inanmamızı bekliyor. İsteyen inanabilir elbette. Erdil’in açıklamaları doğru ise Rabia hanım tavrının bir topluluk tavrı olduğunu söyleyebiliriz. ‘‘Çevre faktöründen etkilenip, ‘‘Milliyetçi Ağca olmadı, Komünist Licursi’’ olsun diyen Rabia hanımla, ‘‘darbe’’ faktöründen etkilenip ‘‘Türkiye olmadı, bari Kosta Rika olsun’’ diyen milliyetçi ekibi aynı anda düşünün. Biri türbanlı bir ‘‘magazin muhafazakarı’’, diğerleri de ‘‘çizgi roman milliyetçileri’’. kemalerdemol?yahoo.co.uk G Sosyologlara göre, 1980 öncesinin politik gençliğiyle 80 sonrasının depolitize olmuş gençliği arasındaki derin uçurumun nedeni 12 Eylül cuntasının yarattığı ortam, darbeden sonra iktidara gelen Özal’ın uyguladığı ekonomi modeli ve küreselleşen dünya. erçekten güzel kız. Türbanıyla sarıp sarmaladığı yüzünde en dikkat çekici tarafı gözlerinin iriliği. Makyajının da aşırı oluşunun ayrı bir dikkat konusu olduğunu söylemeliyim. Türban konusunda sıkıntılar yaşayan hemcinslerinden ayrı olarak, türbanından ötürü bir hayli popüler olmak gibi bir özelliği de var. Kamuoyuna Mehmet Ali Ağca’nın nişanlısı olarak tanıtılan Rabia Kazan Özden’den söz ediyorum. Kazan’ın şimdi de bir İtalyan komünist milletvekili ile evlilik teklifiyle de pekişen bir ilişkisi varmış. Özel yaşamdır deyip geçilmesi gereken bir haber olduğunu bilmeme karşın, yine de üzerinde konuşulmalı, diye düşünüyorum. Türbandan yola çıkarak kimi tespitler yapacak değilim. Sadece, yüklendiği ilahi anlama karşın, örneğin Rabia hanımda türbanın ‘‘iffeti’’ korusa bile ‘‘magazinleşmeyi’’ önleyemediği olgusu üzerinde durmaya çalışacağım. Çok şey kapadığı iddia edilen türbanın Rabia Özden Kazan için engelleyici ya da koruyucu bir etkisi olmamış anlaşılan. Çünkü, şu sıralar ilginç bir aşkın kahramanı olan Kazan’ın ‘‘korunma’’ gibi bir sıkıntısı yok. Şimdi, türban takmak bir inanç sorunudur korunma amaçlı değildir diyerek kendimizi kandırmayalım. Biliyoruz ki, türban söz konusu olduğunda ‘‘korunması’’ gereken bir iffet var demektir. ??? İçinde magazin kurdu olanların türbanlısı ya da başı açık olanı arasında pek bir fark yok. Ancak Rabia Kazan’ın durumu başka açılardan da bir hayli gariplik arz ediyor. Mehmet Ali Ağca’dan çevrenin baskılarına dayanamayarak ayrıldığını söyleyen Kazan için ‘‘çevre’’ faktörü öylesine önemli ki, şimdi de yeni aşkı İtalyan komünistle de yine çevre baskısı yüzünden ayrılmayı düşünüyor. Yani ‘‘çevre’’ olmasa kendisine talip olan erkeklerin birbirlerinin tam tersi şahsiyetler olması Kazan için pek önemli olmayacak. ‘‘Çevreye’’ bakarak ilişki belirlediğine göre ‘‘aşk’’, ‘‘fedakarlık’’ gibi kavramların da bir önemi kalmıyor haliyle. ‘‘Her şeye rağmen sevmek’’, Kazan’ın mücadele anlayışında yok. Böyle bir aşkın benim açımdan garip bir tarafı bulunmuyor. Kahramanlarını, canı gönülden destekleyebilirim de. Ancak ortada, Kazan’dan kaynaklanan nedenlerle, desteklenecek bir aşk da yok. Popüler olmaktan rahatsızlık duymayan, Türkiye’de oluşturulmuş olan sahte önem ölçüsüne boyun eğmiş bir magazin milliyetçisi ya da türbanlısı var karşımızda. Dolayısıyla, kamuoyunda adının önce Ağca ile çıkmış olmasından sonra da bir İtalyan komünistle anılmasından, ‘‘çevre’’ etkisinin dışında bir rahatsızlığı yok hanımefendinin. Bir türbanlı ya da milliyetçi, bir gayrimüslimi ya da bir yabancıyı sevemez mi? Ben ‘‘sever’’ diyorum. Sevemez diyenler Kazan’ın çevresindekiler. Bir yanıyla muhafazakar, öte yanıyla hayli liberal bir varlık olarak karşımızda duran Rabia hanım siyasal tercihleri ile yaşamdaki diğer tercihleri arasında nasıl ara yere sıkışmış fark etmek zor değil. Bir iddiası, o iddiaya dayalı duruşu olan herkesin bir fikir disiplinine sahip olması gerekir. Kazan’ın kendi camiası içinde bile sevilmeyen Ağ KENTLERDE YAŞAYAN GENÇLER HER ŞEYİN SANAL OLDUĞUNU DİLE GETİRİYOR ‘Metropol gençliği ne istiyor?’ BERİVAN TAPAN Metropol gençliği, yeşil alanların azlığından, ulaşım sorunundan şikâyet ediyor, yaşıtlarıyla olan ilişkilerinin ‘‘Asansör arkadaşlığı’’ ile sınırlı kaldığını belirtiyor. TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, Kadıköy Belediyesi ile İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi (BİLSEM) işbirliği ile düzenlenen ‘‘Metropolde Genç Olmak’’ konulu panelde konuşan gençler, nasıl bir kentte yaşamak istediklerini hazırladıkları projelerle anlattılar. ‘‘Nefes almak istiyoruz. Yeşil alanlar bile artık suni’’ diye konuşan 10. sınıf öğrencisi Harika Sekmen, İstanbul’da boş olan her alanın yeşillendirilmesi gerektiğini söyledi. Metropolde yaşamanın bir zorluğunun da arkadaşlık ilişkilerinin zayıflığı olduğunu anlatan Sekmen, ‘‘Arkadaşlıklar, asan Metropol gençliği, yeşil alanların azlığından, ulaşım sorunundan şikâyet ediyor, yaşıtlarıyla olan ilişkilerinin ‘Asansör arkadaşlığı’ ile sınırlı kaldığını belirtiyor. sör arkadaşlığına döndü. Televizyondan bile uzaklaşıp bilgisayar oyunlarına gömüldük. Bu yüzden duyarsızlaştığımızı ve yaşamdan uzaklaştığımızı hissediyorum’’ dedi. İstanbul’un birçok semtinde yaşanan kapkaç, gasp gibi olayların sosyal hayatlarını olumsuz etkilediğine dikkat çeken Ahsen Özkan adlı öğrenci de, ‘‘Ailelerimiz sokaklar tehlikeli olduğu için bir saatten sonra dışarı çıkmamıza ve belli yerlere gitmemize izin vermiyorlar’’ diye konuştu. İKİLEMDE KALIYORLAR Kent yönetiminde gençlere söz hakkı verilmesini isteyen Özkan, ‘‘Halkın fikirlerine önem veren, isteklerine göre karar veren, gençlere söz hakkı tanıyan kent yöneticileri istiyoruz’’ dedi. İstanbul’da ulaşım sorununa da değinen Özkan, ‘‘Okula ya da sinemaya, tiyatroya gitmek için bile en az 3 araç değiştirmek gerekiyor. Her semt kültürel faaliyetler açısından eşit olmalı. Her semtte tiyatro, kütüphane bulunmalı’’ diye konuştu. Ayrıca göç nedeniyle İstanbul’da ‘‘Etkileşim yerine çatışma’’ olduğunu dile getiren Özkan, göç edenlerin ikilemde kaldığını ve şehre adapte olamadıklarını belirtti. Gençler, eğitim sistemindeki eşitsizlikte İstanbul’a yaşanan göçün etkili olduğunu da dile getirdiler. Kentte yaşayan birçok insanın kentli olma bilincinden uzak olduğunun vurgulandığı panelde, bu bilincin ufak yaşlarda öğretilmesi gerektiği ve bu nedenle ‘‘8 Kasım Dünya Şehircilik Günü’’nün ilk ve ortaöğretim okullarında ‘‘Belirli Gün ve Haftalar’’ müfredatında yer alması gerektiği ifade edildi. E remya Çelebi Eyüp’ten söz açarken, buradaki ünlü çömlek fırınlarını unutmaz. Çömlek fırınları, Çömlekçiler diye anılan yerdedir. Çömlek, testi, tabak çanak yapılır. Su, bal, yağ ve şarap için çeşit çeşit kaplar yoğrulur. Evliya Çelebi de o yöredeki çamurun özelliklerinden uzun uzadıya söz açar. Eremya Çelebi, benim çocukluğuma kadar yaşayagelmiş Eyüp oyuncaklarını şöyle dile getiriyor: ‘‘Bundan başka, meme çocukları ve daha büyükler için yapılmış türlü türlü oyuncaklar vardır. ‘Tinimahdum’ denilen beyaz ve kokulu topraktan her zevke uygun, türlü türlü testi ve kâseler vardır. Ağızlarında, yazın su içildiği vakit gönüllere ferahlık vermek, veya tinimahdum’u methetmek üzere beyitler yazılıdır. Bu kaplar, yadigâr tuhfe ve armağan olarak uzak memleketlere götürülür.’’ Söz konusu armağanlar bugün diriltilmek isteniyor ama, çok kaba örneklerle. Geçen sonbahar Eyüp’te çaresiz hallerini gördüm... Eremya Çelebi, ‘‘Eyyup Ensari burada ölmüş ve defnedilmiştir’’ diyor. Bize onun İstanbul’unu kazandıran YAZI ODASI SELİM İLERİ Yob yerine koyarlar Yob’u ve sarakaya alırlar. Beşinci kez görünen melek ise yepyeni şeyler söyleyecektir: ‘‘Edirne’ye Türklerin yanına git, sözlerimi onlara söyle!’’ Yob, ‘‘Edirne’de taht kurmuş Sultan Mehmed’in yanına varır. Huzura çıkınca, ‘‘Rabbim benim vasıtamla emrediyor’’ der, ‘‘Konstantinopolis denilen şehrimize gel. Cenabıhak, şehri senin eline verecek ve sen zahmet çekmeden onu zapt edeceksin...’’ ??? Eremya Çelebi’nin anlattığı söylencede Fatih’le Yob arasında bir de yüzük motifi var. Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra geri almak üzere yüzüğünü Yob’a vermiş. Fetihten önce ölen Yob, bu emanet yüzüğü alçakgönüllü mezarına astırmış. Fatih mezarı ziyaret ettiğinde önce kılıcını mezarın üstüne koymuş, sonra yüzüğü almış, kılıcını kuşanarak Hrand D. Andreasyan geniş bilgi vermiş ayrıca. ??? Eremya Çelebi, sonra, çok ilginç bir söylenceye uzanıyor: ‘‘Eyyup hakkında, Rum kitapları da başka bir hikâye anlatırlar.’’ Rum kitaplarında, Eyüp ansızın Yob adını alıyor. Yob mübarek bir adammış. Bu semtte inzivaya çekilmiş, gönül sesini dinlemeye koyulmuş. Çok geçmeyecek, Yob’a bir melek görünecektir. Melek, Yob’u görevlendirir: ‘‘Cenabıhak şöyle emrediyor: Hemen Rum imparatorunun yanına git ve ona ‘Tuttuğun kötü yoldan geri dön ve Allah’ın emirlerine göre adaletli iş gör; zira Cenabıhak sana karşı gazap halindedir ve ancak emirlerini yerine getirmekle mahvolmaktan kurtulabilirsin’ ihtarında bulun.’’ Yob’un umutsuz serüveni böylece başlar. Saraya üç dört kez gidip gelir. Sözleri ciddiye alınmaz. Dahası, deli namaz kılmış... Andreasyan bu söylencenin gerçeklik payı taşımadığını özellikle vurguluyor. Fakat her söylence gibi, belli bir kesimin, bir topluluğun istemlerini, özlemlerini hissedebiliyoruz. İstanbul’da daha uzun zaman yaşayan Rum ahali, öyle anlaşılıyor ki, fetih olayında kendi inançlarından pay çıkarmak istemişler. Ben, Rum imparatorunun tuttuğu ‘‘kötü yol’’u da çok merak ettim. Tarihin anlattığı son Bizans imparatoru, Fatih Sultan Mehmed’in hayranlığını kazanmış bir soylu kişiyken; eski uyruğu, geçen zaman içinde onu Allah’ın gazabıyla baş başa bırakmışlar. Yenik düşene tarihin değişmez merhametsizliği üzerinde durmamış Eremya Çelebi. Padişahın yaptırttığı türbe ve camiden söz açmış. Öteki camilerden, Eyüp’teki bahçe ve bostanlardan söz açmış. ‘‘Eyyubsultan’da, adlarını yazmaktan sarfınazar ettiğim türlü türlü çiçekler satılır’’ diyor... Öneriler: Kitap / Eremya Çelebi Kömürcüyan, İstanbul Tarihi, Hrand D. Andreasyan’ın çevirisi, İst. Üniversitesi Yayınları, 1952. Savunma sırası İstanbul’da İstanbul Haber Servisi UNESCO’nun ‘‘Tarihi Yarımada Koruma İmar Planı’’nın 2006’dan itibaren uygulamaya konulmaması halinde İstanbul’un ‘‘Dünya Kültür Mirası Listesi’’nden çıkarılacağı yönündeki kararına karşı İstanbul, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta kendini savunacak. Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, UNESCO’dan gerekli çalışmaları yapabilmek için en az 2 yıl ek süre almayı umduklarını söyledi. UNESCO, 2003 yılındaki 27. dönem toplantısında, İstanbul’un ‘‘Dünya Kültür Mirası’’ listesinden çıkarılıp ‘‘Tehlike Altındaki Miras’’ listesine kaydırılmasını önermiş ve 2004 yılının temmuz ayında bunu kamuoyuna duyurmuştu. 2004 yılında Çin’de gerçekleştirilen 28. dönem toplantısında bu önerinin 2006 yılında yapılacak toplantıda bir kez daha değerlendirilmesi kararı çıkmıştı. Yarın başlayacak değerlendirme toplantısına katılarak İstanbul’u savunacak heyetin başkanı Taşbaşı, ‘‘UNESCO; kentin koruma, gelişme planının acilen tamamlanmasını, bu planlarda belediyelerin kullanması için merkezi hükümetin fonları serbest bırakmasını, şehir surlarıyla ilgili uluslararası bir çalışma olmadan restorasyonunun yapılmamasını, alan yönetimi yapmamızı istiyor’’ dedi. Taşbaşı, yapacakları sunumlarda; tarihi yarımadada bir alan yönetimi oluşturulacağı konusuna dikkat çekeceklerini anlatarak şöyle devam etti: ‘‘Emlak vergilerinden toplanan yüzde 10’luk paydan yaklaşık 20 milyon YTL il özel idaresinde toplandı ve ilçe belediyelerine proje karşılığında devretmeye başladık. Surlarla ilgili uluslararası bir workshop yapacağız. Onun sonuçlarına göre surlarda restorasyonlara başlayacağız. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca korumayla ilgili kolaylaştırıcı yasal düzenlemeler yapılmaya başlandığını ve bunların uygulamaya konulduğunu söyleyeceğiz. Bütün bunları anlatarak kendimizi savunacağız.’’ Taşbaşı, UNESCO’nun; restorasyon hataları nedeniyle surların bozulduğu yönündeki görüşünde de haklı olduğunu söyledi.