30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAZİRAN P E CUMA R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ C Aksanat Teknosa Olurken 15 Enis BATUR Bir metne ilerlerken P tulmamalı burada. Zamanla, ötesine geçtim: Daidalos’a, Firnas’a ve uzayan çizgiye. Ardından, meleklere geldi sıra: Tam beş yıl oldu kısık ateşte üzerinde çalışmaya koyulalı. "Uçmak" üzre iki deneme, böyle bir sürecin bir noktasına denk geliyor sonuçta. İçhazırlık açısından hayli donanımlıyım. O donanımdan hareketle önhazırlıklarımı yürüteceğim, masaya oturmazdan önce. Yazma aşaması üçüncü evre. Bu türden bir kavşakta, yan sancılarla ana bir iki sancı iç içe geçer, onları ayrıştırmak gerekecektir: Yazacağım denemeler, ileride hangi kitabın, bütünlüğün parçaları olacak? Hangi metinlerin, kitapların arasına çatılacaklar? Opera ile Melekler Kitabı’nın orta yerinde, onlardan yemeden, nasıl yazılmalılar? Sonuncu kaygı canalıcı önemdedir. P dergisiyle görüşürken, melekler bağlamında dolgun bir ipucunu esgeçtim, bile göre: Söylesem, ya benden bunu yazmamı isteyebilirler, ya da dergide kullanmaya kalkışıp kitabımın, tasarımın özgün bir çizgisini istemeden silebilirler. Bir metne ilerlerken, her seferinde bu soydan sorunlar kuşatır beni. Okur, genellikle, önüne çıkan metnin arkasını göremez. BİR KUŞ BİR KUŞ DAHA Albatros ile ilgili bir belgesel izledim geçenlerde. Araştırmacı, kendisini bütünüyle o sıradışı kuşa adamış. İki yıldır, Kuzey Kutbu yakınlarında, insanlardan hepten uzakta, an be an gözlemde bulunuyormuş. Tekeşli, evine bağlı bir canlı Albatros. Morfolojisi düpedüz görkemli. Belgeselin ardından kalktım yerimden, Baudelaire’in "Bütün Şiirleri"ni aldım raftaki yerinden, sindire sindire okudum "Albatros"u. Sonra Türkçe çevirileriyle karşılaştırdım. Belgesel, şiire bakışımı enikonu değiştirdi. Büyük bir şiir beArjantin’de, önce kaybolan sonra bulunan bir papağana iki adam birden sahip çıkınca, polisler kuşu ‘soruşturma’ya almışlar. Dört gün boyunca susmuş papağan, beşinci gün "Jorge" diye seslenmiş, bununla yetinmeyip Jorge’nin koyu taraftarı olduğu futbol takımının marşını söylemiş, olay böylece aydınlanmış. Günlük kâbusu andıran gazetelerden ara sıra bu türden biriki ışıltılı haber devşirince, günüm gecem karanlıktan bir süreliğine kurtuluyor. nim gözümdeolduğu gerçeğini değiştirmedi. Baudelaire’ın Pléiade baskısındaki "Albatros" şiirine ilişkin notlardan, şairin Dr. Yuan’ın bir araştırma gezisi raporundan yararlandığını öğrendim. Aynı sayMelih Cevdet Anday fada, şiiri bir gemi yolculuğu sırasında yazmaya başladığına, dolayısıyla albatrosları çıplak gözle görmüş olduğuna da değiniliyor. Bellli ki geç ve güç tamamlamış "Albatros"u, Kötülük Çiçekleri’nin ilk basımına bundan alamamış şiiri. Onu daha iyi okuyabilmek için bir de, yakından, albatrosu görmem gerekir mi? Bu soruyu yıllardır içimden atamıyorum. dergisinin yazarlarından biri sayılırım; baştan beri, konu ağırlıklı bir yayın olduğu için, yeni konu seçildiğinde (Ferit Edgü yönlendirir o seçimi), derginin editörü (son bir yıldır Ahsen Erdoğan) beni arar, yazı ya da katkı ister, çorbada tuzum olur. Bazı konular beni hiç sarmaz ("Şarap" sayısında olduğu gibi), bazı konulara düşünüp ısınırım (ya da ısınamam), benlik bir konuda ("Ada" sayısı) kesişme sağlanamaz bazan, tam tersi de olur: Şimdi, işte, "Uçmak" temasını seçmişler, "Melek" de ağır basabilir bir noktada, yıllardır üzerinde yoğun ve kesintisiz biçimde çalıştığım iki konu, büyük olasılıkla iki ayrı deneme yazmam söz konusu olacak. Bir yazıya, bir metne doğru ilerlemek sabah, oturup bunun üzerinde düşündüm biraz. Vesile üzre yazma bağlamında bir kez dile getirdim görüşlerimi: ‘Bana bir vesile yaratın, size bir metin kurayım’ denklemi, soluk alırcasına yazanların (tutkun, hasta ya da deli dememek için böyle diyorum bu kez) yeğledikleri bir formüldür. Giderek "vesileyazı"dan uzaklaştım ben; daha çok, neyi yazmak istiyorsam onu yazıp veriyorum dergilere. Gene de, somut bir konuda öneri getirildiğinde yokluyorum kendimi. Nedir yokladığım, aslında? İstek duyup duymadığım. İşin başındaki ölçü bu. "Uçmak", ilgi alanımın merkezinde yer alan konulardan biri. Her şeyden önce, yaşamöyküsel boyutu var sorunun: Büyükbabası (5 no'lu bröve Salim Batur'a aittir) ve babası pilotluk mesleğini seçmiş, çocukluğu bütünüyle o ortamın içinde geçmiş bir yazı adamıyla Bilge Karasu karşı karşıya olduğumuz unu D yılda derlenen proje rendiklerim bir yana, benim yolum bambaşka olmasa bile başkaydı sanırım. Bugün, yaklaşık iki düzine kitabın üzerinde çalışıyorum gene; deneyimlerim, olağan koşullarda, çoğunu bitirebileceğimi düşünmeme yol açıyor. "Bütün"ler, "bütünlük"ler konusunda da, Karasu’nun uyarılarına ayak uydurmadığım ortada. 1975’te ona mektubumdan hangi projelerimden söz ettiğimi anımsamıyorum tabiî; büyük olasılıkla, en azından Başkalaşımlar’dan uzun uzadıya söz etmiş olmalıyım, o dönemde "Ayna" üzerinde çalıştığıma göre. Başkalaşımlar’ı da, zaman içinde gövde bulmaya yönelen öteki "bütün"leri de birer saplantı olarak görmediğimi söyleyebilirim. Tam tersine, Dîvan’larda olduğu gibi, gün geldi kendimi durdurmaya çalıştığım olmuştur ama yazı beni nereye akıtıyorsa oraya gitmek en sağlıklısıydı, öyle yaptım. Kaldı ki, "bütünlük" düşüncesi bana en çok Bilge Karasu’dan geçmiştir, diyebilirim; ötekilere ondan gördüklerimle gittim. Şu var: Eğilim, bende bir anlamda içkin olmasa zorla güzellik olmazdı. İÇİNDE(N) GEÇMEK Şavkar Altınel’in "Kedi" şiirinden kısa bir metin doğdu: "Öteki Kedi". Yazı yaşamımızda, ara dere, böyle sıcak temaslar, açık ya da örtük, çapraz göndermeler geliştiği olur, okur bazan görür bağlantıları, bazan kuramaz bir mektup cephesi vardır her yazının. Altınel, "Kışın Sonuna Doğru" için de yankılı bir şiir yazmıştı. Her şairin, yazarın başına sık gelmiş midir bilmiyorum; benim, içinde(n) seçtiğim epey bir şiir, metin var elimde. Adanmış parçaları vurgulamıyorum burada: İthaf, her vakit metne ait değildir (olduğu durumlar vardır şüphesiz), zaman zaman paratextuel boyutu öne çıkar. Bir metnin içinden geçmek, o metnin bütünü ya da parçası üzerinde izinizin vurgulanması demek; benim gözümde. Adınızın orada geçmesiyle (ki bazan adınızın geçtiği olur), bir dizenizin ya da deyişinizin tırnak içinde kullanılmasıyla, eğik dizilmesiyle (ki bu da olur, olmuştur) sınırlı tutmuyorum içinden geçme durumunu köprü kurmanın türlü yolu var. Okurun görmesi, anlaması şart mı? Hayır. İthaf noktasında, kimi zaman örtük gönderme yapılmışsa, karşılaştırma, tokuşturma olanağı doğabilir meraklı, izsürücü okur için. (Hulki Aktunç’un "Digenis’e", Levent Yılmaz’ın "Sonsuzdur Gül’ün yazarına" türünden kullanımlarında olduğu gibi).Gelgelelim, sık sık, ikilinin arasında kalır. İyidir. Haftanın kitabı: Mustafa Koç /Baleybelen/ Klasik Yayınları/752 s. t asarı üzre tasarı: Yazarların gerçekleştiremedikleri kitap projelerini kuşatacak bir kitap projesi. Mektuplara, planlara, krokilere dayanan bir belgelik.Mimarîde, mimarlarda onca –haklı olarakönemsenen "proje"ler, iş yazı, yazın bağlamına geldiğinde bir hayli geriye itiliyor şaşıyorum. ZAMAN AKIP GİDERKEN TORTULARINI BIRAKIYOR Yazı, yazdıkça oluşur diye düşünüldüğünden mi? Şiirde genel olarak böyledir, Melih Cevdet’in altını çizdiği gibi; düzyazıda değil ama, yazarların "konu"larını kâğıda döktüğünü biliyor, ayrıntılı dökümlere rastlıyoruz. Yapmak, bitirmek, bütünlemek elbette bambaşka her şey mi? “Bu Kalem Melun”un çıkışından bu yana on yıl geçmiş. Zaman akıp gidiyor, giderken tortularını bırakmayı sürdürüyor. Bu süre içinde, o gövdeye, ikinci bir kitaba eklenecek kaç başlık doğmuştur bilmiyorum, bakmadım. Böyle bir işe kalkışır mıyım ileride ayrı, böyle bir işe kalkışmak için bence erken: İlk kitapta, 23 yıldan derlenen 66 proje yer almıştı. Projelerimin sayısı, tezgâhta, her vakit fazla oldu. Eğilimin baştan beri belirgin olduğunun farkında değildim, geçenlerde Bilge Karasu’nun mektup dos Şavkar Altınel. yasına göz atıyordum, kimi satırlar ilgimi çekti: "Çalışmalarının dökümü, tasarılarının dökümü altında ezilip kalıyor. Birtakım büyük bütünler, yapılar içerisinde birtakım taşları düşünmek, yazmak… Sonra, bütünü beğenmeyebilirsin de… Vazgeç demeğe getirmiyorum; gereğinden çok önem verme o büyük yapılara demeğe getiriyorum." 18 Aralık 1975’te, Ankara’dan Paris’e yazılmış bir mektup. Az ileride, kendi durumuna da değiniyor ilginç biçimde: "Ama ötesi var. Daha başka bir şey, gösteri, sahnelik bir iş olabileceği düşünülüyor. Bir de bu tür ("Çeşitlemeli Korku") eklenecek şimdi onlara. Bakalım." Birikenlere değiniyor masasında, mektubun sonuna doğru: "Görüyorsun ya, tasarılar üzerine iyi şeyler düşünmek güç". Otuz yıl sonra bakıldığında Karasu’yu anlamak zor değil: Yaklaşık on yıldır üzerinde çalıştığı iki kitabın (Masallar ve Metinler), araya girmeye çalışan Gece’nin, çevirmeyi düşündüğü Borges’in önünde yorgun, genç dostunun mektubuna besbelli yığdığı kitap projeleri karşısındaki dozu fazla kaçmış heyecanını onu kırmadan frenlemeye çalışıyor. Geçen otuz yıl bendeki projelerin dengesini şüphesiz değiştirdi: Yazabildiğimi yazdım, yazamadığımı düştüm tezgâhımdan. Karasu’yla yapı farklılıklarımıza değindiydim Başka Yollar’da; onca ortak yönümüze, koyu dostluğumuza karşın, ondan bütün öğ uyunca şaşırıp kaldım: Beyoğlu İstiklal Caddesi’nin en güzel köşelerinden birinde bulunan Aksanat yapısının resim galerisi olarak kullanılan giriş katı, teknoloji ürünlerinin satıldığı Teknosa mağazası olacakmış. Aksanat yapısı on yılı aşkın bir süredir kentin önemli kültür kuruluşlarından biri. Özellikle de burada etkinlik gösteren Aksanat Tiyatrosu, hem ülkemizin önde gelen tiyatrocularının oluşturduğu kadrosu, hem de kuruluşundan bu yana uyguladığı daha önce sahnelenmemiş oyunların ilk kez seyirciye ulaştığı bir kurum oluşuyla da büyük önem taşıyor. Aksanat’ın öteki katlarındaki etkinlikleri pek izleyebilme olanağım olmadı ama tiyatrosu benim için her zaman yaşadığım kentin vazgeçilmez kültür noktalarından biri oldu. Abelard ile Heloise’den, Fernando Krapp’a dek burada izlediğim nice oyunun replikleri belleğimde canlılığını koruyor. ??? Haberi duyunca eski yılları da düşündüm. Metin Deniz’in giydirdiği dış yüzeyiyle merkezin ilk ilgi çektiği günleri. O zamanlar yapının giriş katında Akbank’ın Büyükparmakkapı şubesi vardı. Sakıp Sabancı, kültür merkezinin içinde banka şubesi olmaz diyerek o şubeyi kaldırmıştı. Sonra yapı tümüyle yenilendi, bugünkü durumuna geldi. Şimdi yeniden eskiye dönülüyor. Üst katlarda sanat merkezleri, girişte alışveriş. Bu karara yol açan etkenleri bilmem olanaklı değil elbet ama dışardan bir gözle konuya yaklaşmayı deneyeceğim: Sabancı Topluluğu, ailenin Emirgân’daki ünlü konutu Atlı Köşk’ü müzeye dönüştürüp kamu hizmetine açarak örnek bir davranışta bulunmuştu. O günlerde bu olayı kendimce değerlendirdiğim, ‘Sosyalist Sabancı’ adlı yazım bu köşede yayımlandığında, ne demek iste diğim üzerine düşünme gereği bile duymayan kimi sekter sol dergilerde, Sabancı’dan kaç para aldığımı soran yazılar yayımlanmıştı. Sabancı Müzesi, aradan geçen süre içinde gerçekleştirilen Picasso, Rodin gibi uluslararası önemde sergilerle ülkemiz kültür hayatı için ne denli önemli bir kuruluş olduğunu kanıtladı. Yüz binlerce insana böylesi bulunmaz bir kamu hizmeti sunabilmek, toplumcu bir davranış değilse ne denmeli? ??? Aksanat’a dönersek: Bir yandan Sabancı Müzesi’nde topluma sunulan çok önemli kültür hizmetleri sürdürülürken, aynı topluluğun yönetiminin bir başka yapıdaki kültür hizmetlerini sınırlaması, orada açacakları bir satış mağazasının gelirine gönül indirmesi anlaşılır gibi değil. Üstelik, Beyoğlu semti, giderek yeni girişimlerle ülkenin ve kentin yeni kültür merkezlerinden biri olmaya hızla yönelmişken. Bugünlerde Galatasaray’dan Tünel’e doğru yürüyenler sağ kolda, önemli bir yapı yenileme uğraşıyla karşılaşıyorlar. Burada yapımı süren Borusan Kültür Merkezi, yakın zamanda açıldığında ülkemiz en zengin müzik kütüphanesine ve çok güzel bir konser salonuna kavuşacak. Bütün bunlar olurken, var olan bir kültür merkezinin daraltılması kararını anlayabilmiş değilim. Sabancı Topluluğu’nun yöneticileri, Aksanat yapısının yeterince verimli kullanılamadığını düşünmüş olabilirler. O zaman da yapılacak şey bellidir: Sabancı Müzesi’ne nasıl, ülkemizin önde gelen müzecilerinden birini getirdilerse, Aksanat’a da, o yapının hakkını verecek, her katından sanat ve kültürün fışkırdığı bir yaratıcılık alanı oluşturabilecek yetkin bir yönetici atayabilirler. Böylesi, Sakıp Sabancı’nın anısına da yakışan bir davranış olur. turgay?fisekci.com Karikatür ödülü Polonya’nın mettin Koçan’dan (Türkiye) oluşan Seçici Kurul önceki gün Antalya’da toplandı. 3 bin 212 karikatür arasından, 37 ülkeden 141 sanatçının 159 eserini değerlendiren kurul, Polonyalı sanatçı Pawel Kuczynski’yi birinci seçti. Yarışmada ikinciliği alan İranlı sanatçı Muhammad Emin Aghaey, aynı zamanda başarı ödülünün de sahibi oldu. Ukraynalı Polonyalı Pawel Kuczynski’nin eseri Aydın Yuriy Kosobukin ise Doğan Karikatür Yarışması’nda birinci oldu. üçüncülüğe değer görüldü. Yarışmanın birincisiANTALYA (Cumhuriyet Bürosu) ne 8 bin, ikincisine 5 bin, üçüncü 23. Aydın Doğan Uluslararası Kasüne de 3 bin 500 dolar ödül veririkatür Yarışması’nda birinciliği Polecek. lonyalı Pawel Kuczynski kazandı. Yarışmanın ilk sergisi, bugün AnBrad Holland (ABD) başkanlığıntalya’daki IC Hotels Airport’ta açıda Steve Brodner (ABD), Leng Mu lacak. Sergi, 28 Haziran’a kadar ge(Çin Halk Cumhuriyeti), Mustafa zilebilecek. Yarışmada derece alan Ramezani (İran), Tignous (Fransa) sanatçılara ödülleri 8 Kasımda İsile Semih Balcıoğlu, Tan Oral, Seltanbul’da Tophanei Amire’de töçuk Demirel, Latif Demirci ve Hüsarenle verilecek. Yaratıcı Aklın Sentezi/ Server Tanilli/ Alkım Yayınları/ 504 s. Şu sorularla karşılaştığımız, dahası kendimize de sorduğumuz olmuştur: “Nereden geliyoruz? Yaşamın anlamı ne? Nereye gidiyoruz?” Şu sorular da yabancımız değildir: “Bilimden ve teknikten ne bekliyoruz? Sanatsız niçin yaşayamayız? Ahlak, neden zorunludur? Kime ve ne için sorumluyuz? Özgür olmak ne demektir? “Daha da yakıcı bir soru: “Dünyamız adaletsizliklerle dolu; peki, insanların insanca yaşayacakları gerçekten adil ve barışçı bir dünya yaratamaz mıyız?” Çoğu, dinin de sorup kendine göre yanıtladığı sorulardır bunlar. Ama onu da aşacak biçimde, doğa, toplum ve insan üstüne, akla ve bilimsel verilere dayanan Stella Düşerken/ Linn Ullmann/ Çeviren: Adem Uludağ/ Can Yayınları/ 234 s. Martin, Stella’yı, her zamanki tehlikeli oyunlardan birine davet eder. Dokuz katlı bir binanın çatısında bir denge hareketi yapacaklardır. Çatının kenarında yürürlerken Stella sendeler, bir an Martin’in kolları arasında kalır, sonra dehşet içindeki izleyicilerin çığlıkları arasında aşağı düşer. Martin, Stella’yı kurtarmaya çalışmış mıdır, yoksa düşmesine göz mü yummuştur? Kıskanç bir eş, tutkulu bir sevgili, melek gibi bir hemşire, özverili bir anne ve ardında sır bırakan bir kadın. ‘Stella Düşerken’, İsveçli film yönetmeni Ingmar Bergman’la Norveçli oyuncu Liv Ullmann’ın kızı Linn Ullmann’ın ikinci romanı. ‘Nuri İyem Resim Ödülü’ Gazioğlu’na Kültür Servisi Bu yıl onuncu kuruluş yıldönümünü kutlayan Evin Sanat Galerisi tarafından düzenlenen ‘Nuri İyem Resim Ödülü 2006’ ödül töreni, 13 Haziran 2006 Salı akşamı Evin Sanat Galerisi’nde yapıldı. Ümit İyem’in konuşmasıyla başlayan törende, ‘Nuri İyem Resim Ödülü 2006’yı kazanan Cihan Zafer Gazioğlu’na ödülü Doğan Hızlan tarafından verildi. Ayrıca seçici kurul tarafından alınan tavsiye kararıyla ‘Seçici Kurul Özel Ödülü’nün verilmesi kararlaştırılan Ali Aksakal, Barış Cihanoğlu ve İlke Kutlay’a da ödülleri Prof. Neş’e Erdok, Prof. Rahmi Aksungur ve Nuri İyem Vakfı Kuruluş Çalışmaları bütünlüğüne bir görüş, ancak felsefeyle mümkün. İnsan zekâsının bulduğu bu en anlamlı uğraşı niteleyen ve en başta da dinden ayıran, “özgün aklın sorgulaması”na dayanması. Ortakçı Toplumdan Bugüne Kızılbaşlık/ Serpil Köksal/ Ütopya Yayınevi/ 410 s. “İnsanı ve insan emeğini merkeze alan bir felsefi anlayıştan köklenen AlevilikKızılbaşlık, bu özelliğinden dolayı, kadim çağlardan bu yana inançsal ve yönetimsel düzlemdeki egemen ortodoksilerin hışmına uğramış, Kızılbaşlığın tarihi neredeyse sürekli olarak yaşanan ‘kaçgunlarla’ özdeş hale gelmiştir. Günümüzdeyse, ortaklaşmacı/eşitlikçi/özgürlükçü bir toplumsal düzeni öngören Kızılbaşlığın (Aleviliğin) İslamlıkTürklük çerçevesi içerisinde hapsedilmeye, muhalif öğelerinin törpülenerek ehlileştirilmeye, folklorik bir renge indirgenmeye çalışıldığına tanık oluyoruz. Bu kitap, bu köklü yaşama felsefesinin tarihsel izlerini sürmeyi, içerdiği devrimci dinamikleri emperyalizmin ve onun olmazsa olmazı dinci gericiliğin yarattığı ‘akıl tutulmasına’ karşı bir manifesto biçiminde dillendirmeyi amaçlıyor” diyor kitabı yayına hazırlayanlar. Temsilcisi Hasan Tanla tarafından verildi. Ardından, ödül alan sanatçılarla birlikte Türkiye’nin dört bir tarafından yarışmaya katılan 351 ressamın 542 resmi arasından seçici kurul tarafından sergilenmeye değer bulunan 29 ressamın yapıtlarının yer aldığı sergi de açıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle