28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 BERLİNLİ YÖNETMEN NECO ÇELİK’İN FİLMİ OLAN ‘KISIK ATEŞTE 15 DAKİKA’ VİZYONDA C b sanat LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL MAYIS CUMA ‘Bu film kolay lokma değil’ TUNCAY KULAOĞLU erlinli yönetmen Neco Çelik’in biri Almanya’da diğeri Türkiye’de iki uzun metrajlı filmi gösterime girdi, ilk sahne oyunu Alman tiyatro camiasına adeta bomba gibi düştü. Genç yönetmenle sinemanın farklı dünyaları, tiyatronun büyüsü ve dünya futbol şampiyonası üzerine konuştuk... Bütün Almanya hummalı bir şekilde dünya kupasına hazırlanıyor. Maçları nerede seyredeceksiniz? Maç seyretmeye pek fırsatım olacağını sanmıyorum, çünkü şampiyona sırasında film çekiyorum. A Milliler Almanya fırsatını kaçırınca, buradaki milli takım hayranları büyük hayal kırıklığına uğradılar. Ben de iki senedir çekmecede bekleyen projemi çıkarıp gerilla taktiğiyle bir film çekmeye karar verdim. Konusu tabii ki futbol. ğım deli dolu insanlara bir anıt dikmek istedim. 80’li yılların sonunda Almanya’da hiphop kültürünün ilk ortaya çıktığı yerlerden birisi, benim de sosyal danışman olarak uzun yıllar çalıştığım Kreuzberg’deki Naunynritze idi. Urban Guerillas bu dönemi anlatıyor. ODA TİYATROSU DUYGUSU HÂKİM Bugüne kadar yaptığınız kısa, belgesel ve uzun metrajlı filmler hep Kreuzberg’de geçiyordu. Birkaç yüz metrekarelik bir mikrokozmosu anlatıyordunuz. Ama aktüel filminiz Kısık Ateşte 15 Dakika ile bu çemberi kırıp İstanbul’a gittiniz. Aslında çemberi genişlettiğim pek söylenemez. Sonuçta Kısık Ateşte 15 Dakika da, mekân olarak bir lokanta ile sınırlı. niş sinema kitlesi için kolay bir film değil, ama bu noktada yapımcıların bir vizyonu olduğuna inanıyorum. Böylesi bir filme para yatırıp risk almak cesaret gerektiren bir şey. Bu da beni etkiledi açıkçası. Metin Akpınar, Haluk Bilgiler gibi yıldızlarla çalıştınız. Zor olmadı mı? Urban Guerillas’da örneğin amatör oyuncularla çalıştım. Bu bence daha zor. Sürekli ne yapmaları gerektiğini söylüyorsunuz. Oysa Metin Akpınar ya da Haluk Bilginer gibi oyuncular profesyonel. Bu benim için bir zorluk değil, tam tersine bir kolaylıktı. Sete geldikleri zaman bir planları var ve ona göre çalışıyorlar. Filmin alışılmış senaryo örgüsünün dışında izleyiciyi zorlayan matematiksel bir kurgusu var. Doğru, tek bir mekânda zamanla oynuyorsunuz. Aslında yapımcıların projeye soyunmalarına bu anlamda da şaşırmıştım. Türkiye’de star sistemi birçok şeyi çözebiliyor. Sonuçta zor gibi gözüken böyle bir hikâye de yıldız sanatçıların katılımıyla yapılabiliyor. Filmi kendime bir meydan okuma olarak gördüm. Türkiye sinemasında eşine az rastlanır bir öykü dokusu var. Filmi çok önceden kafamda bitirmek zorunda kaldım. Filmde geçen 15 dakika içinde onca insanın hikâyesini birbirine paralel anlatmak için bunu yapmak zorundaydım. Bu da beni çok cezbetti açıkçası. Altı üstü tek bir lokma, ama öyle kolay yutulur bir lokma değil film. Babam ve Oğlum herkesi ağlattı, Organize İşler ise herkesi güldürmüştü. Kısık Ateşte 15 Dakika ise biraz düşündürecek. O kadar da olsun artık. Kaldı ki Türkiye’deki sinema seyircisinin böylesi filmlere çoktan hazır olduğunu düşünüyorum. NOTU SEYİRCİ VERİYOR Film vizyona girmeden oyuncular ve yapımcıların basında çıkan demeçleri çekimlerin çok zor geçtiğini gösteriyordu... Böyle bir film yapıyorsanız ve herkes bir şekilde emeğiyle bunun içinde yer alıyorsa, kendinde de söz söyleme hakkı görüyor. Bu doğal. Ben de görüşümü belirttim. Film seyircinin karşısına çıkana kadar söylenenler o anlamda spekülatif. Notu seyirci veriyor. Yaptığım filmden çok emin olsam da, eğer seyirci beğenmezse, bir yerlerde bir hata yaptığımı düşünüyorum. Eğer seyirci mutluysa, ben de mutluyum. Eğer mutlu değilse, o zaman yarı yolda bir yerlerde hata yaptım demektir. Bu salt seyirciye dönük film yaptığım anlamına gelmesin. Sonuçta beni ilgilendiren öyküleri çekiyorum ve bu ilk etapta kendi kararım, kendi beğenim, ama sonra derdimi başkalarına da anlatmak istiyorum. Sonuçta filmler seyirci için yapılıyor, ister yüz kişi izlesin, ister bir milyon. Bunu bir kıstas olarak almak zorundasınız. Sürtüşmesiz film projesi olduğuna inanmıyorum. Bazısında çok, bazısında az oluyor. Herkesin birbiriyle iyi geçindiği, tıkır tıkır işleyen film projesi yok bence. Blair Kariz matik mi? larına akıl erdirmem zor. Bakın, bir ahlaki sorun daha. Ama bunu muhatapları düşünsün. Benim derdim başka. ??? Günümüzde farklı anlamda kullanılsa da, hiç kimsenin kavramların gerçek anlamını keyfince değiştirme hakları olmadığına inanan biri olarak sormak durumundayım: Blair’in neresi karizmatik? İngiltere Başbakanı, toplumda kimin, hangi kesimlerin acısını yüklenmiş? Dünyanın en büyük sol partilerinden biri olan İşçi Partisi’nin tabanını oluşturan emekçi kesimlerin mi? Irak’a savaş açma konusunda başsavcının itirazını kabul etmemesi, hiçbir zaman bulunmayan silahların imhası (!) gerekçesiyle bir ülkeyi işgal etmek için yalan söylemesi Blair’in kamuoyunca ‘‘cazibeli’’ görünmesini nasıl engelleyemiyor, anlaşılması zor. Yalancılığı arttıkça oyu da artan şanslı bir lider Blair. Yalanı kabullenmeye, yalancıyı sevimli görmeye başlayan böylesi bir kamuoyu var oldukça, dünyanın herhangi bir yerini işgal edecek ya da işgale destek verecek ‘‘karizma’’ya sahip çok lider çıkar daha, Blair gibi. Yalancılık konusunda birbirlerini aratmayacak ne kadar çok ‘‘lider’’ var dünyamızda. Kamuoyunun ölçüsüne göre bunların hepsinin ‘‘karizma’’ sahibi olduğunu kabul etmek durumundayız. Bush neden karizmatik sayılmasın şimdi? Onun yalancı olmadığını kim söylüyor? İsa’ya da takipçilerine de gerçekten üzülüyor insan. İsa’yı, kendisine inanmış olanların acısını çektiği için ‘‘karizma’’ gibi ilahi bir sıfatla tanımlayan o dönemin kamuoyu, şimdi yalan söylese de Blair’i karizmatik gören kamuoyundan ne kadar farklı. Tanrı’nın kendi yanında olduğunu söyleyen Bush, İsa’dan daha inandırıcı bulunuyor. Silah tekellerinin acısı da yok ki, Bush onların acısını üstlenip ilahi değilse de ‘‘ticari’’ anlamda bir karizmaya sahip olsun. Ama muhataplarının birbirlerini ifade için kullandıkları günümüzdeki anlamıyla ‘‘karizma’’dan Bush’da da Blair’de de çok var. İslam dünyasında ABD takipçiliği yapmaktan başka işi olmayan Suudi veliaht prensinin, birkaç ay önceki son Amerika gezisinde, Bush’la el ele tutuşması Başkan’ın ‘‘karizma’’sından kaynaklanıyor besbelli. Yanılıyor muyum? Suudi’nin tuttuğu o el, tüm İslam dünyasının boğazını sıkan elmiş, varsın olsun, kimin umurunda? Arafat’ın ölümüyle İsa’nın bir kez daha öldüğünü söyleyerek saflık yapmışım meğer. İsa, iki bin yıl sonra, Blair’in karizmatik bulunmasıyla öldü aslında. kemalerdemol@yahoo. co.uk F Yönetmen Neco Çelik: “Böylesi bir filme para yatırıp risk almak cesaret gerektiren bir şey.” Türk ve Alman milli takımları arasında bocalayan müthiş bir yeteneğin öyküsü. Dünya kupası sırasında orijinal mekânlarda çekeceğiz. Senaryosuz, amatör oyuncularla, dijital olarak dalıp, şampiyonanın ruhunu yakalayacağız. Şu günlerde Almanya’da vizyona giren ikinci uzun metrajlı filminiz Urban Guerillas gibi mi? Evet, Urban Guerillas’ı da, yapımcı aramadan, gerilla taktiğiyle çekmiştik. Gerçi film biteli iki yıldan fazla oluyor, ama ancak sinemalara giriyor. Çekmek için iki yıl uğraştık, vizyon için de. Film yapmak kolay değil! Urban Guerillas’ın yaşamınızdan derin izler taşıdığını biliyoruz. Evet, rapçilere, graffiticilere, hiphop kültürünü yaşam olarak benimseyenlere bir saygı filmi bu. Gençlik dönemimde tanıdı Yani öykü yine dar bir alanda geçiyor. Yalnız bu filme bir oda tiyatrosu duygusu hâkim. İlk defa neredeyse tamamen iç mekânlarda çalıştım. İlk filmim Alltag da bir sokak köşesinde geçiyordu. Belki tesadüf, belki değil, ama mutlaka dar alanlarda çalışayım diye yapmıyorum tabii. Teklif gelince kabul ettim. SENARYOYU OKUYUNCA HEMEN ‘EVET’ DEDİM Almanya’da yaşayan bir yönetmen olarak teklif size nasıl geldi? Yapımcılar filmlerimi seyretmişler ve benimle birlikte çalışmak istediklerini söylediler. Ben de senaryoyu okuyunca hemen evet dedim. Çünkü gerçekten oldukça akıllıca örülmüş bir hikâyeydi. Tabii diğer yandan düşünmedim de değil, çünkü ge ‘Göçmen sinemacısı değilim’ Her durumda bu filmle Türkiye’ye bir kapı açtınız. Sırada bekleyen başka projeler var mı? Üzerinde iki yıldır çalıştığım Aşk Büyüsü adlı bir aşk komedisi var. Şu an senaryoya döküyoruz. Kısık Ateşte 15 Dakika benim için bir ilkti Türkiye’de. Arkasının gelmesini umuyorum. Türkiye’de sektör çok farklı çalışıyor, biraz Amerikan usulü. Yapımcılar para yatırıyorlar, bir tür kumar bu. Almanya’da bunu anlattığınızda insanlar inanamıyor, ama burada da en şanslı yönetmen 23 yılda bir film çıkarabilir. Teşvik kurumlarının bürokrasisi insanı boğuyor. O yüzden Urban Guerillas’da olduğu gibi gerilla taktiğiyle çalışıyorum. Futbol filmi de öyle olacak. Anlatmak istediğim bir öykü var, kalkıp öyle yıllarca para peşinde koşturamam. İlk fırsatta çekmek gerekiyor. HEP AYNI BEKLENTİLER... Hayır, Feridun Zaimoğlu’nu on yıldır tanıyorum. Hep birlikte çalışmak istemişimdir. Berlin’de yapılan Beyond Belonging Migration2 Festivali kapsamında Kara Bakireler adlı oyununu sahnelemem için teklif gelince, okumadan evet dedim. Zaimoğlu’nun genç Müslüman kadınlarla yaptığı röportajlardan oluşan monologlar çok sert bir dünyayı anlatıyor. 11 Eylül saldırılarından beri dünyanın içine düştüğü durumu düşününce, böyle bir oyunu sahnelemenin önemini daha iyi anladım. Sonuçta cihat yanlısı, homofobik, antisemitist insanların görüşlerini yansıtan bir metin bu, ama onları her şeyden önce insan olarak alıyor. Anti İslamcılığın alıp başını gittiği, Müslümanların toptan terörist ilan edildiği bir paranoyada asıl sorunun kimsenin bu konuda bilgisi olmadığından kaynaklandığını düşünüyorum. Almanya tiyatro camiasının duayen dergisi Theater Heute son sayısında sizi kapak yaptı. Bekliyor muydunuz? Oyunun ilgi göreceğini biliyordum, ama bütün büyük gazetelerde baştan sona göklere çıkarılması, diğer kentlerden davet alması pek beklediğim bir şey değildi. Bir de tiyatro dünyasından gerçekten bihaberim. Çok yaratıcı bir ekiple, festivalin kuratöründen oyuncularına kadar, müthiş canayakın insanlarla çalıştım. Bu da benim şansımdı. Artık tiyatronun tozunu yuttum ve iflah olacağımı sanmıyorum. Haftalarca prova yapmak, hergün saatlerce oyuncularla çalışmak film çekerken hayal edilmesi bile mümkün olmayan bir şey. Sonra prömiyer oluyor, oyun devam ediyor, ama artık müdahale etme şansınız kalmıyor. Bunu da sindirmem kolay olmadı tabii. Dünya kupasındaki favoriniz kim? Türkiye! ilistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın ölümü üzerine yazdığım bir yazıya ‘‘İsa’nın Yeniden Ölümü’’ başlığını atmıştım. Okuyanda, ‘‘Ne ilgisi var?’’ sorusunu uyandırması bir yana, bu ifade, bir hayli risk de taşıyordu. İnanalım ya da inanmayalım ilahi anlamda çok özel biri olan İsa’yı bir ölümlü ile karşılaştırıyordum çünkü. Üç büyük semavi dinden birinin peygamberini, insanlığın mücadele tarihinde benzerleri çok görülebilecek olan Arafat gibi bir şahsiyetle benzeştirmek, en hafifinden, ‘‘kıyas’’lamada densizce bir cüret sayılabilir. Doğrudur gerçekten. Benim bu ‘‘cüreti’’ göstermemdeki neden, ister peygamber, ister sıradan bir ölümlü olsun, birçok insanın tarihin farklı dönemlerinde benzer mücadeleler verdiklerine inanmış olmamdan kaynaklanıyordu. Yoksa Arafat’a, ilahi bir kisve giydirip, yaptıklarını abartmak gibi bir niyetim yoktu. Arafat, kelimenin tam anlamıyla ‘‘karizmatik’’ti. Muradım bunu vurgulamaktı. ??? ‘‘Karizma’’ çok talihsiz bir sözcük. Gerçek anlamlarından haberdar olmadan kullandığımız birçok örnek vardır böyle. Sözcüğün talihsizliği, günümüz paparazzi dünyasında, cinsler arası ilişkilerde, kadın ya da erkek muhatabın ‘‘cazibe’’sini vurgulamak için kullanılmış hale getirilmesi. Arafat için kullanıldığında komik olmaz ama, sözün gelişi Tom Cruise için kullandığınızda, kelimenin asıl anlamından haberdar olanları güldürürsünüz. Çünkü ‘‘karizma’’ sözcüğü din kaynaklıdır. Hıristiyan terminolojiye aittir. İsa’nın, takipçileri adına çektiği sıkıntıyı ifade eder. İsa’nın, iddiaya göre, çarmıha götürülürken kendisini taşlayanlar için ‘‘Tanrım onları affet, çünkü bilmiyorlar’’ dediği söylenir. Bunu ya da benzerlerini ifade eden sözcüktür ‘‘karizma’’. Temelinde ‘‘gücünü tanrıdan alan acıya karşı direniş’’ anlamı da yatar. İsa’nın kendisine inananlarınkini yüklendiği gibi, Arafat da, dünyanın en talihsiz halkı olan Filistin halkının acısını yüklenmiş, mücadelesini, elbette çokça yanlış da yaparak, sürdürmüş, yani tam da Ortadoğu coğrafyasına uygun bir karakter olarak, ‘‘gücünü mücadelesinden almış’’ bir ‘‘karizmatik’’ti. Bu yüzden ölümüyle ilgili yazdığım yazıda ‘‘İsa yeniden öldü’’ demiştim. Her Karizmatik’in ölümü acıya direnmenin de ölümüdür çünkü. Şimdi Blair’in Karizmatik olduğuna beni nasıl inandırabilirler? Guardian’ın geçen aylarda yaptığı bir ankete göre seçmenlerin büyük bir çoğunluğu Tony Blair’i ‘‘yalancı da olsa’’ karizmatik buluyorlarmış. Karizmayı benden farklı olarak ‘‘cazibe’’ diye anlayanların, yalancı birini nasıl cazip bulduk SPONSOR TEAM DERGİSİ Kekeçoğlan Almanya’da vrupalı Türklerin dergisi Team dergisi’nin sponsorluğunda gerçekleşen ‘Kekeçoğlan Yollarda’ etkinliğinin ilk durağı Almanya. Fatih Altın nağmıdiğer Kekeçoğlan, Almanya’nın Nurnberg kentinde Objektif Sahnesi’nde 3 Haziran’da saat 20.00’de, 4 Haziran’da ise saat 18.00’de Standup gösterisiyle sevenleriyle buluşacak. Team dergisinin sponsorğunda gerçekleşecek etkinlik ‘Kekeçoğlan Yollarda’ sloganıyla Avrupa’nın çeşitli kentlerinde turneye devam edecek. Televizyonda çeşitli kanallardaki talkshowlarından ve dizilerden tanıdığımız Kekeçoğlan kendisinin yazıp yönettiği tek kişilik tiyatro gösterisini daha öncede ‘Omurilik Felçlileri Derneği’ ve ‘Zihinsel Engelliler Entitüsü’ne yardım amaçlı sahnelemişti. Kekeçoğlan’ın gösterisi turneden sonra İstanbul’da ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sahnelenmeye devam edecek. A “T ürkiye’de sektör çok farklı çalışıyor, biraz Amerikan usulü. Yapımcılar para yatırıyorlar, bir tür kumar bu. Almanya’da bunu anlattığınızda insanlar inanamıyor, ama burada da en şanslı yönetmen 23 yılda bir film çıkarabilir.” Sinemaları çok farklı olsa da Türkiye’de Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi isimler de benzer minimalist yöntemlerle çalışıyorlar. Almanya’da ise Türkiye kökenli genç yönetmenler arasında siz yapım anlamında bir istisna oluşturuyorsunuz. Almanya’da adınız, kökeniniz yüzünden sizi bir çekmeceye sokmak istiyorlar. Hep aynı beklentiler var. Oysa ben göçmen sinemacısı değilim. Urban Guerillas’a “Bir Memleket Filmi” dedik. Bu Almanya’da oturmuş bir kavram. 50’li ve 60’lı yıllarda dağ, bayır, çayır deyip köy aşklarını anlatan filmler tanımlanır bununla. Bizim için dağ, bayır, çayır Berlin’di. O anlamda burası da bir cangıl ve Urban Guerillas bu ruh halini yakalıyor, yani bir “Memleket Filmi”. Oturmuş bu kavramı tersine başaşağı çevirdik yani. Parasız film çekilmiyor ama, büyük başın derdi de büyük oluyor. Bütçe yüksekse, sorun da çok. Bütçeniz düşükse görece rahat kafanız. Aslında sorun sektöre ait bir şey. Dayatılan çekmeceleri reddetmeye hazırsanız, kafanız da açık oluyor. Burada Türk, Türkiye’de yurtdışında yaşayan Türk yönetmen deyip hemen bir yerlere sokuşturuyorlar. Nuri Bilge Ceyla’nın sinemasını çok beğeniyorum örneğin. Burada da filmlerini sevdiğim Türkiye kökenli yönetmenler var. Ama Francis Ford Coppola’yı da seviyorum... Almanya’da kült yazar haline gelen Feridun Zaimoğlu’nun yazdığı bir oyunu sahnelediniz. Aniden oldu sanki. Sanatçı Fatih Altın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle