03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 ALMANYA TÜRK ÖĞRETMENLER DERNEĞİ FEDERASYONU (ATÖF) BAŞKANI METE ATAY: C kültür MAYIS CUMA ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ‘Türkçeye haksızlık yapılıyor’ ESSEN (Cumhuriyet) PISA 2006 Eğitim Raporu sonuçlarının, Alman okul sisteminin iflası anlamına gelmediği, fakat Alman eğitim sistemi için çok ciddi bir uyarı olduğu vurgulandı. Almanya Türk Öğretmenler Derneği Federasyonu (ATÖF) Başkanı Mete Atay, ‘‘Göçmen alan 17 sanayi ülkesi içerisinde, sürekli o ülkede yaşayan göçmen öğrencilerin başarı sıralamasında Almanya’nın en kötü sonucu alması bizleri fazlasıyla üzmüş ve düşündürmüştür’’ dedi. Konuların ve sorunların tek tek de ele alınarak mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini kaydeden Mete Atay, PISA Raporu, Türk ağırlıklı göçmen çocukların lenler, yeni bir ülke bulmuşlar ve bu ülkede kalıcıdırlar. ‘‘Almanya göçmen ülkesi değildir’’ diye politikaların ne kadar gerçek ve çağ dışı olduğu ortadadır. 2000 yılının başında ilk OECDPISA araştırması yapıldığında, bazı politikacı ve bürokratlar, ‘‘eğer bizde yabancı öğrenci çok olmasaydı, bu sonucu almazdık’’ gibi bahanelerin arkasına saklanmaya çalıştılar. Sırf Alman eğitim sisteminde Alman öğrencilerin ve onların derslerinin iyileştirilmesi için büyük bir seferberlik başlatıldı. Ama yabancı öğrencilerin başarısı için köklü, kalite programları için çaba gösterilmedi. Bunun yanlışlığı ortaya çıktı. sürece müdahale eder, doğal olarak çok dilli doğan bir çocuğun, anadilini bıraktırmaya, unutturmaya çalışırsanız, beyin de demek ki tıpkı bilgisayar gibi çöküyor. Yanlış yönlendirildiği için de isyan ediyor. ‘BU YANLIŞTAN DÖNÜLMELİ’ CUMHURİYET Çok dillilik dışında bir yol aramak doğru değil yani... METE ATAY Almancanın yalnız başına yetmeyeceği kesinlikle ortaya çıkmıştır. Bu çocuklar, örneğin bizim çocuklarımız, Almanca gibi anadillerini ve diğer dilleri de öğrenmelidir. Çünkü biyolojik olarak bu mümkündür. Lüksemburg, Hollanda, İsviçre’de çocuklar çok dilli yetişiyor. Bu, Almanya’da neden mümkün olmasın? Mümkündür. Almanya, okullarında, sınıflarında 1015 ayrı dil konuşulduğu halde, eğitim isteminin hâlâ tek dilli sürdürmeyi tercih ediyor. Bu çok yanlış. Hele Avrupa’da ikinci büyük anadili Türkçeye karşı büyük bir haksızlık ve toleranssızlık söz konusudur. Bu yanlıştan hemen dönülmelidir. Çünkü buradaki yabancı öğrencilerin büyük hem de çok büyük bölümünün anadili Türkçedir. CUMHURİYET Göçmen çocukların başarısızlığı başka yerlerde aranmalı o halde? ATAY Evet, kesinlikle öyle. Göçmen öğrencilerin başarısızlığını, tek Almanca olarak ele almak doğru değildir. Pedagojide başarı, bir bütün olarak ele alınmalı ve ona göre değerlendirilmelidir. ‘‘Almancada iyi olsun, gerisi nasıl olsa olur’’ düşüncesi kesinlikle yanlış ve yanıltıcıdır. Almanya göçmenlerle ilgili sorunlarını çözerken, göçmenlerden, göçmen örgütlerinden yararlanmamış, yeteri kadar göçmen kökenliye bu konuda görev vermemiş, sorumluluğun içine çekmemiştir. Örneğin bizden, yani Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu (ATÖF) veya Veli Dernekleri Federasyonu (FÖTED) olarak, bizim görüş, düşünce ve katkımızı soran bir Alman yetkili bugüne kadar çıkmadı. Bütün bunlara rağmen, biz kendimiz veya veli dernekleri ile ortak eğitim seminerleri yaptık. Çalışmalarımızı doküman haline getirdik. Basın açıklamaları yaptık. Çağrılarda bulunduk. bize görüşümüz sorulmadığı halde biz sorumluluk bilinci içerisinde hareket ettik. Almanlarla birlikte çalışmayı elbette çok isterdik. Çünkü bizim topluluğumuzu, bizim sorunlarımızı, bizden daha iyi kimse tanıyamaz. Göçmen işin içinde yok, başkaları onun için çözüm üretiyor. Bu, mümkün değildir. Olmadığı da görüldü.... CUMHURİYET Uyum ile ilgili değerlendirmelerinizde, asıl vurguyu nereye yapıyorsunuz? ATAY Bugüne dek hep tek taraflı uyum istendi. Tek taraflı olursa, o uyumun ucu asimilasyondur. Gerçek uyum, karşılıklı olur. İki taraf da uyum sürecine katılır. Yabancı öğrencilere, başarılı olabilmeleri için, dışlanmadıkları ve kendilerine güvenildiği hissi verilmelidir. Göçmen kökenli öğrenci toplumun kendisini kabul ettiği ve kavuk açtığından kuşku duymamalıdır. Kamu kurum ve kuruluşlarında, belediyelerde, onları cezbedecek meslek öğrenme yerleri, kadrolar, işyerleri mutlaka temin edilmeli, kotalar ayrılmalıdır. Meslek öğrenme yeri bulmadaki zorlukları için onlara ayrı bir çözüm ve kontenjanlar verilmelidir. ‘GÖÇMEN ÖĞRENCİLERE EŞİT DAVRANILMALI’ CUMHURİYET ATÖF olarak somut çözüm önerileriniz var mı? Bunlar neler? ATAY Göçmen öğrencilere fırsat eşitliği için özel teşvikler sağlanmalıdır. Yabancı kökenli öğrenciler için ‘‘pozitif ayrımcılık’’ düşünülebilir. Tam gün okullar zorunlu kılınmalıdır. Anadil derslerinin daha verimli olması için gerekli çağdaş değişiklikler vakit yitirilmeden yapılmalıdır. Yabancı öğrencilerin başarı oranlarını yükseltebilmek için, anadili öğretmenlerinden azami derecede yararlanılmalıdır. Göçmen çocukların başarısı için iki dilden yararlanılarak iki dilde okumayazma öğretimine ağırlık verilmesi gerekiyor. Bu alanda tasarruf yapılmamalıdır. Tek dilli tek kültürlü eğitim politikasından kurtulunup, çok dilli, çok kültürlü eğitime geçilmelidir. Yabancı veliler sorumluluğun içine çekilmelidir. En önemlisi de, yabancılar, onların anadilleri kesinlikle iç politika malzemesi yapılmamalıdır. ‘Savunma’ B Almanya’da göçmen çocukların sorunlarıyla yakından ilgilenen Mete Atay ve öğretmen olan eşi Bilge Atay çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir Türk çocukların eğitim sorunlarıyla yakından ilgileniyorlar. Alman eğitim sistemi içindeki yeri, anadil sorunu ve geleceğe yönelik projeler üzerine Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. CUMHURİYET Bu tür raporları nasıl karşılıyorsunuz? Nereye gidiyoruz sizce? ATAY Almanya’nın göçmen çocuklarla ilgili konuları bundan sonra daha ciddi ve kendi sorunuymuş gibi ele almasını bekliyoruz. Bu yalnız bizim için değil hepimiz için geçerlidir. Bizim çocuklarımız sizin çocuklarınız, sizin ülkenizbizim ülkeniz ayrımcılığından süratle kurtulunmalıdır. Şu konular artık iyice bilinmelidir: Bu çocuklar yalnız bizim çocuklarımız değil sizin de çocuklarınızıdır. Bu ülke artık bizim de ülkemizidir. Buraya ekmek parası için ge CUMHURİYET Tek değil, tersine çok dilin, başarı için bir eşik olduğunu savunuyorsunuz. ATAY Evet. Biz yıllardan beri, Türkiye’den ileri yaşlarda herhangi bir okuldan ayrılarak Almanya’ya gelen öğrencilerin, burada doğup büyüyen ikinci ve üçüncü kuşak öğrencilere göre daha başarılı olduklarını söylüyorduk. Bu konuda da çocukların anadillerini iyi öğrenmeleri halinde, ikinci veya üçüncü dilleri daha kolay öğrendiklerini anlatmaya çalışıyorduk. Sonuçlar bizim ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi. Ama sanki çocukların Almanca öğrenmelerine karşıymışız gibi, bize hep ‘‘çocuklar önce Almanca öğrensin’’ dendi ve bu yol tercih edildi. Sonuçlar gösteriyor ki, beynin bir dil öğrenme süreci var. Siz bu ÇALIŞMALARINI ALMANYA’DA SÜRDÜREN VE ÜÇ YENİ KİTABINI PİYASAYA ÇIKARAN ZEHRA İPŞİROĞLU: Hayata umutla bakabilmek “Yaşadıkça da olacak. Bu kitap üzerine çalışırken, çok şey öğrendim, sağlık sorunlarına karşın hiç yılmadan üreticiliğini sürdüren Türkan Saylan’la birlikte çalışmak bana çok şey kattı. Okuyucuya da katacağını düşünüyorum”. SEMA ALPER ESSEN Çalışmalarını Almanya’da sürdüren Zehra İpşiroğlu, bu yıl ‘‘yapıcılığın ışığında’’ üç yeni kitap daha çıkardı. İpşiroğlu, sorularımızı yanıtladı. Son aylarda farklı okuyucu kitlelerine seslenen üç kitabınız çıktı. Röportaj kitabınız,‘‘Yapıcılığın Gücü, Türkan Saylan’la Söyleşiler’’(Doğan), Aziz Nesin’in mektup romanı ‘‘Şimdiki Çocuklar Harika’’ ya gönderme yaptığınız, çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de seslenen mail/roman ‘‘Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika’’ (Toroslu) ve yazmaya ilgi duyan herkes için temel bir el kitabı olan‘‘Yaratıcı Yazma’’ (Morpa). Bu kitaplar çok farklı, kıyaslama yapmak güç, ama hepsinde sezinlediğim şey, umut. Yaşama umutla bakıyorsunuz, doğru mu bu gözlemim? İPŞİROĞLU Umut sanırım en çok ‘‘Yapıcılığın Gücü’’nde çıkıyor. Kaynağını da ‘‘yapıcılıkta’’ buluyor. Polemiğin, saldırganlığın ve boş laf üretmenin geçerli olduğu bir ortamda ‘‘yapıcı’’ olabilme, bir şeyleri geliştirme, yeşertme. Türkan Saylan’ın yapıcı kişiliği buna bir örnek. Ama benim amacım Saylan’ı anlatmak değildi, yaşam karşısında bir duruşu göstermekti. Aslında bu duruşu hangi dünya görüşünde olursa olsun, herkesin kendi olanakları çerçevesinde elinden geldiğince benimsemesi gerekiyor. Bu nedenle de bu kitabın Saylan üzerine çıkan diğer kitaplardan farklı bir özelliği olduğunu düşünüyorum. Söyleşilerinizde insançocukkadın hakları, eğitim ve öğretim sorunları çerçevesinde son yirmi yılki gelişmeleri çeşitli boyutlarıyla, çeşitli açılardan irdelerken, zaman zaman çok karamsar bir tablo çıksa bile, umut hep var. İPŞİROĞLU Yaşadıkça da olacak. Bu kitap üzerine çalışırken, çok şey öğrendim, sağlık sorunlarına karşın hiç yılmadan üreticiliğini sürdüren Türkan Saylan’la birlikte çalışma bana çok şey kattı. Okuyucuya da katacağını düşünüyorum. Zaman zaman kendimi sorguladığım da oldu. Bizim alanımız olan yazının, tiyatronun yatırım gücü kısıtlı. Emeklerimizin sonuçlarını ancak uzun vadede görebiliyoruz. Bu nedenle de Aziz Nesin gibi dönüştürücü gücü olan, hem etkileyen, hem de sorgulayan, düşündüren yazarlara da büyük bir hayranlığım var. Bu nedenle mi onun kitabının devamını yazdınız? Sizin kitabınızda da çocukların bakışından yetişkinler eleştiriliyor. İPŞİROĞLU Aziz Nesin’in kitabı çocuk haklarına sahip çıkan hoş bir taşlama. Aradan geçen kırk yıl içinde bu kitapta gündeme gelen sorunlar, otoriter eğitim sistemi, ataerkil aile yapılanması, kızerkek ayrımcılığı vb katlanarak sürüp gidiyor. Öte yandan başta teknoloji olmak üzere bir çok şey de inanılmaz hızla değişiyor. Ne değişti, ne kaldı, işte bu düşünce beni ‘‘Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika’’yı yazmaya yönlendirdi. Sorunları farklı toplumsal katmanlardan gelen iki çocuğun bakış açısından dile getirmeye çalıştım. Bu kitap ÇYDD’nin bir projesi olarak geliştirdiğimiz yaratıcı okuma dizisinde çıktı. Kitabınız metinler arası etkileşime tipik bir örnek veriyor. ‘‘Yaratıcı Yazma’’da da yazınsal metinlerden yola çıkarak yaratıcılığın nasıl geliştirilebileceği üzerinde duruyorsunuz. Yaratıcı yazma üzerinde bizde bir sürü yayın yapıldı ama ben bu açıdan bu kitabı bir ilk olarak görüyorum. İPŞİROĞLU Yazma ve okuma birbirini tamamlıyor. Okuyarak kendinizi besleyebiliyorsunuz. Çıkış noktam buydu. Yıllardır Almanya’da üniversitede yaratıcı yazma dersleri veriyorum. Bu kitap da bu çalışmaların ürünü. Sizce yaratıcılık öğretilebilir mi? İPŞİROĞLU Önemli olan insanın kendi içindeki yaratıcı gizilgücü keşfedebilmesi. Bu tür çalışmalar olsa olsa buna destek olabilir. Gençlerle yaptığım atölye çalışmalarında beni çok heyecanlandıran anlar oldu. Onların kendilerini nasıl keşfettiklerini ve geliştirdiklerini görüyorum. Kendilerine güven geliyor, yaşama farklı bir açıdan bakmaya başlıyorlar. Sorun yazar yetiştirmek de değil. Yazar o kadar çok var ki! Sorun, insanın kendini bulabilmesi. Bu açıdan bu tür Galışmaların önemli olduğunu düşünüyorum. ‘Yaşam öykülerini topluyorum’ Öyleyse yapıcılık ve yaratıcılığın birbirini tamamladığını söyleyebilir miyiz? İPŞİROĞLU Bunu başarabilirseniz, korkuları, kaygıları, başkaları ne derleri atıyorsunuz, dünyaya başka bir pencereden bakmaya başlıyorsunuz. Yaşadığınız anı yoğun yaşıyorsunuz. Sonuçtan çok süreç önem kazanıyor. Ben yaratıcılığın bir vergi olduğunu düşünüyorum, öğretilemez ama varsa ortaya çıkarılabilir, geliştirilebilir. Yapıcılık ise tıpkı düşünme gibi öğretilebilir, çünkü yaşam karşısında bir duruş. Saldırgan olmama, polemiğe girmeme, en güç durumlarda bile bir çıkış arama, çözüm üretebilme... Özellikle Almanya’da yaşayan göçmen kökenli gençlerde yaratıcılık alanında büyük bir gizilgüç var. Bunun işlenilmesi, bundan yararlanılması gerekiyor. Bu doğrultuda ileriye yönelik başka projeleriniz de var mı? İPŞİROĞLU Göçmen kökenli gençlerin yaşam öykülerini topluyorum. Beni ilgilendiren özgürleşme süreci içinde ne tür engellerle karşılaştıkları ve bunları nasıl aşmaya çalıştıkları. Göçmenleri kendi toplumlarına entegre edemeyen bir sistem ve ataerkil aile yapılanması arasındaki sıkışmışlığı herkes kolay kolay aşamıyor. Aşabilenler bunu nasıl başarmışlar? Bunu çıkarmaya çalışıyorum. Ayrıca bu öyküleri malzeme olarak kullanarak Theater an der Ruhr’la işbirliğiyle bir tiyatro oyunu hazırlıyoruz ‘‘Özgürlük Yolları’’ adını verdiğimiz bir oyunu, 2007’de Theater an der Ruhr’un küçük sahnesinde sergilemeyi planlıyoruz. Konuşmamıza umutla başladık, umutla bitirelim. Hem geleceğe yönelik projelerinizin hem de yeni çıkan kitaplarınızın okuyucuya da bir umut verdiğini düşünüyorum. ‘‘Yaratıcı Yazma’’ okuyucuyu okuma ve yazma yoluyla kendi yaratıcılığını keşfetmeye çağırıyor, ‘‘Şimdiki Çocuklar’’ geleceğe yönelik bir umudu dile getiriyor, ‘‘Yapıcılığın Gücü’’ ise umudun ta kendisi. Özellikle ‘‘Yapıcılığın Gücü’’ Almanya’daki Türk imgesini kırması açısından önemli bir kitap, çevrilmesi ve Alman okuyucuya da ulaşması, sanırım farklı bir bakışın gelişmesini sağlayacak. irkaç gün önceydi... Güneşli bir gündü... Sırtımızı güneşe vermiş, yüreğimizin sıcaklığını paylaşıyorduk. Sevgiyi, güveni, dayanışmayı paylaşıyorduk. Çok çok kalabalıktık. Bekliyorduk... Mahkemenin başlamasını bekliyorduk... Saatler geçiyordu... Bekliyorduk... Yakınmıyorduk... Alışıktık beklemeye. Sekiz yıldır bekliyorduk... Beşiktaş’ta eski DGM’nin, şimdiki ağır ceza mahkemesinin kapısında, genzimizde deniz kokusu, dilimizde bu ülkenin bin bir hali bekleşiyorduk. Pınar Selek’in duruşmasının başlamasını bekliyorduk. Saatler geçerken, geçerken, bizler beklerken, beklerken, bir bomba gibi düştü haber! Danıştay’a saldırı haberiyle bir kez daha vurulduk o kapının önünde. Günlerden 17 Mayıs Çarşambaydı. Henüz ayrıntıları bilmiyorduk. Ama bildiğimiz bir şey vardı: Din üzerinden siyaset yapmak çok tehlikeliydi. Ölümcüldü. Ölüme mahkumdu. Mahkeme kapısında bekleşiyorduk. Çok kalabalıktık. Sabah başlayacağı söylenen duruşma bir türlü başlamıyordu. Belki de azalmamız bekleniyordu. Ama azalmıyorduk. Sabah bitti. Öğlen oldu: Beşiktaş’tan Şişli’ye, gazeteye koştum. Çünkü okurların, sivil toplum kuruluşlarının Cumhuriyet’e atılan bombalara protestosu vardı. Çok kalabalıktık. Gazetemizle dayanışmaya gelenlerle kucaklaşırken henüz Danıştay üyelerine saldıranların, Cumhuriyet’in bombalanması eylemine katılanlarla aynı kimseler olduklarını bilmiyorduk. Ama bildiğimiz bir şey vardı: Laik Cumhuriyeti yıkıp, şeriat düzenini egemen kılmaya bu millet asla izin vermeyecekti. Öğlen bitti. Gazeteden çıkıp yeniden Beşiktaş’a mahkemeye koşarken aklımda, acaba Pınar Selek’in savunması başlamış mıdır vardı... ‘‘Savunma’’ sözcüğü gazeteye atılan bombalara Erdoğan’ın tepkisini çağrıştırdı. Yok canım o bir savunma değil tepkiydi: Ne var yani, onların partisine de ha bire bomba atılıyormuş, büyütülecek iş mi bu! Helal olsun! Nasıl tepki ama! Benim bildiğim şu: Hükümetin başındakinin söylemi böyle olursa, tabanın eylemi nasıl olur ki! Danıştay kararını beğenmedin mi, girer sıkarsın kurşunları! Ne var yani, zaten ha bire her yerde kurşun sıkılıyor! Öğleden sonra: Mahkemeye vardım: Duruşma başlamış. Azalmamışız. İçerisi de dışarısı da hâlâ çok kalabalık. Pınar Selek’in İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne seslendirdiği ‘‘savunma’’ şöyle başlıyordu: ‘‘Hukuki dilde adı ‘savunma’ olan bu metni, çeşitli suçlamalara karşı kendimi savunmak için değil, uzun süredir yaşadığım kuşatılmaya karşı onurumu, kişiliğimi, hayatla kurduğum ilişkiyi ve özgürlük arayışımı nasıl savunduğumu anlatmak için size sunuyorum. Evet, Mısır Çarşısı komplosu beni kuşattığından beri ben bir savunma halindeyim. Şimdi size kısaca neyi nasıl savunduğumu anlatmaya çalışacağım...’’ Altı sayfalık ‘‘Savunma’’nın, keşke tümünü buraya alabilsem ama olanaksız. Hukukçular ne der bilmem ama, bir edebi metin olarak, daha da önemlisi bir ‘‘insanlık durumu’’ metni olarak bir şaheser. Belki inanmayacaksınız ama tam sekiz yıldır sürmekte, Sosyolog Pınar Selek’in duruşması. Biz de izlemekteyiz... İnşallah bir gün bu mahkeme sona erdiğinde, tüm düşüncelerimizi açıklar, yorumlarımızı yaparız... Şimdilik, bir sonraki duruşmada, yani 26 Mayıs’taki duruşmada yeniden buluşacağımızı belirtmekle yetinebiliriz. Akşam oldu. Danıştay üyesi Özbilgin’in ölüm haberiyle birlikte bir kez daha öldük... İşte memleketler içinde bir memlekette, şu güzelim Türkiye’de, bildiklerimle bilmediklerim arasında, Başiktaş’la Şişli arasında, bir gün, 17 Mayıs Çarşamba günü böyle geçti... zeynep?zeyneporal.com. Faks: 0212. 257 16 50 Demirci ve Boulgarelis Alanya’da Kültür Servisi Mizah yazarıkarikatürcü Cihan Demirci ile Yunanlı karikatürcü Nikos Boulgarelis’in, Alanya Turizm ve Sanat Festivali kapsamında, Alanya Belediyesi Kültür Merkezi’nde 27 Mayıs’ta saat 17.00’de karikatür sergisi açılacak. Yine 27 Mayıs’ta Alanya Belediyesi Kültür Merkezi’nde geçen günlerde sonuçlanan ‘6. Uluslararası Akdeniz Karikatür Yarışması’nın ödül töreni gerçekleşecek ve hem ödül alan hem de sergilenmeye değer bulunan karikatürlerin de sergisi açılacak. Cihan Demirci ve Nikos Boulgarelis’in karikatür sergileri Alanya Belediyesi Kültür Merkezi’nde 2 Haziran tarihine dek görülebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle