29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 NİSAN 2006 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY ATAKOĞLU: BANA LİSANS VEREN SANATÇILARIN ALBÜMLERİNİ AMERİKA’DA DAĞITABİLİRİM C Vuran ve Vurulan yabana atmayalım. Tahran’ın son dönemdeki dikbaşlılığında, bu tür gerilimleri hesaplaması da rol oynuyor olabilir. Molla iktidarı, elbette aydınlanmadan geçmiş ülke ve insanlar için birçok açıdan kabul edilebilir bir şey değildir, ama kadın düşmanı bu iktidarın gerisinde az rastlanır zenginlikte bir siyaset tarihi bulunuyor; bunu göz ardı edemeyiz. ‘‘Farisi tarih’’, siyaset açısından özellikle zengindir. Aynı zenginliği ABD’de bulmak güç. Kaldı ki Bush’a tepki konusunda Avrupa’nın geride kalmayacağını da söyleyebiliriz. Bir başka ifadeyle, petrol fiyatlarının patlaması, diğer enerji kollarına, örneğin yenilenebilir enerji sektörlerine yatırımı kolaylaştırıyor; birçok alternatif konumdaki sanayi kolunu olumlu etkiliyor, ama bu haliyle ABD içindeki Bush karşıtlarını ve Avrupa’yı da güçlendiriyor. Berlusconi’nin gidişi de böyle bir tabloda gerçekleşti. Malum. ??? Neoliberal kapitalizm çağında, bu tür sürtüşmelerin sonuçları, insanı korkutuyor. Çünkü öylesine tabansız, cahil ve kaba bir siyaset sınıfı çeşitli ülkelerde iktidara el koymuş durumda ki bunların elinde çırpınan dünya halklarını nurlu ufuklar beklemiyor. Ufku bunlar kapatıyor çünkü: Özelleştirmecilik adı altında kamu malını çalanların, doların dünya egemenliğini korumak için ülkeler işgal edenlerin, yoksul halkları birer beyinsiz sürü olarak görenlerin, yarattıkları ve yaratacakları çöl etkisinin farkına varmaları güç. Yoksa Bush’un yakın dostu Tony Blair’in bazı uzmanları, ‘‘insan hakları ve kozmopolit değerlerle uyumlu yeni bir emperyalizme, düzeni ve örgütlenmeyi gerçekleştireceği için’’ övgüler yağdırırken düşünebilirdi. Düşünmüyorlar. Düşünemiyorlar. Sistem çok ağır bir biçimde tıkanabilir. Üstelik beklenmedik bir anda ve herkesi şaşırtan bir radikalizme de evrilebilir. Petrolün fiyatı ile Irak’ta bir türlü kırılamayan direnişin, hiç hesapta olmayan sahneler yaratması, kimseyi şaşırtmamalıdır, Şaşırmayı tümüyle unutanların dünyasında, bu iş zor; ama yine de insanın tüm nitelikleri gömülemiyor. Şaşırabilmekte yarar var. cutsay?gmx.net 7 Türk müzisyenlere çağrı esteci, piyanist Fahir Atakoğlu, Amerika’da kurduğu Far and Here adlı yapım şirketinin Türkiye için önemli bir kapı olduğunu söylüyor. Büyük şirketlerde boğulmak yerine kendi yapım ve dağıtım ağını kurduğunu anlatan Atakoğlu, ‘‘Türkiye’de çıkan bana lisans verecek sanatçıların albümlerini Amerika genelinde dağıtabilme imkânım var. Bu başarı, başka projelere ve sanatçılara da dağılsın istiyorum’’ diyor. Atakoğlu’na ‘‘Beyza’nın Kadınları’’ filminin müziğini yapması için kısa süre tanınmış. Müzikleri bir aydan daha kısa bir zamanda tamamlayan Atakoğlu, yönetmen Altıoklar’la uyum içinde çalışmış. b HATİCE TUNCER Besteci, piyanist Fahir Atakoğlu doğduğu topraklardan topladıklarını kendi süzgecinden geçirip dünyaya yeni müzikler sunuyor. Çoğunlukla sinema, tiyatro, belgesel filmler ve özel projelere müzik yapan Fahir Atakoğlu’nun Mustafa Altıoklar’ın yönettiği ‘‘Beyza’nın Kadınları’’ filmine yaptığı müzikler de beğeniyle karşılandı. Atakoğlu’yla söyleşimize, ‘‘Beyza’nın Kadınları’’ filminin müziklerinin nasıl ortaya çıktığını sorarak başladık. Film neredeyse tamamlanmak üzereyken Atakoğlu’na müziğini yapması için teklif gelmiş ve 20 günlük bir süre tanınmış. 10 gün de yönetmen Altıoklar’la çalışmışlar: ‘‘Temayı bulmuştum, onu geliştiriyordum ama yönetmenin gözü çok farklı. Bazı yerlerde yanlış anlaşılma oluyor. ‘Ben şunu demek istemiştim’ diyor. Böylece bazı düzeltmeler yaptık. Çoğunlukla ben kendi müziklerimde, eklemekten çok hiç acımam atarım. Mustafa sonuçtan memnun kaldı, ‘Israrcı olmadın’ dedi. Sonuçta ben ‘o filmin duygusu kuvvetlensin’ diye müzik yapıyorum. Yani filmde temanın yardımcı bir faktörüdür müzik.’’ Far and Here şirketiyle yapımcılığını üstlendiği ‘‘Beyza’nın Kadınları’’ albümü filmin gösterime girdiği gün satışa sunuldu. Filmden bağımsız dinlenebilecek, Atakoğlu müziğini yansıtan bir albüm. Atakoğlu, film müziğini aynen aktarmak yerine tekrarları kaldırmak gibi küçük düzeltmeler yapmış. FİLM MÜZİĞİ Albümdeki ‘‘Beyza’nın Kadınları’’ birinci parça ve remiksi (yeniden düzenlenmiş) filmde kullanılmıyor: ‘‘Benden senfonik bir yapı, kemanlar, büyük orkestra sesi istediler. Belki de bana gelmelerinin nedenlerinden biri buydu. Ben o orkestrasyonu severek yapıyorum. Beyza’nın kişiliklerine müzik yaparken önce kararsız kaldık. Her kişiliğe girdiğinden belli bir enstrümanın sesiyle girelim diye düşündüm, ama çok aşikâr oluyordu. Beyza’nın sesinde ana enstrümanımız piyano oldu. Beyza’nın kişilik değişimleri piyanoyu çalış tarzıyla verildi. Saksofon ve ney biriki kez duyuldu.’’ SEZEN’LE UYUM Atakoğlu, Sezen Aksu’yla aralarındaki uyumu seviyor ve birlikte hedeflediklerini yakalayabiliyorlar. Albümün sonundaki ‘‘Beyza’nın Kadınları’’ şar kısının sözlerini Sezen Aksu yazmış ve söylemiş. Beyza çocukluğunun geçtiği yuvanın arşivindeyken geçmişini anımsadığında Sami Özer’den bir gazel alınmış. Kapak tasarımını Yiğit Günel’in hazırladığı albümün dağıtımını Atakoğlu’nun yetki verdiği Ateş Müzik yapıyor. Amerika’da kurduğu Far and Here yapım şirketinden ilk olarak ‘‘If’’ albümünü yayımlayan Atakoğlu, ‘‘La LunaAs One’’ ve ‘‘Live in İstanbul’’ albümlerinin haklarını alarak dağıtımı için Snynergy Distribution adlı şirketle anlaştı. Atakoğlu, Türkiye’den kendisine lisans veren sanatçıların albümlerini de Amerika genelinde dağıtabilecek: ‘‘Bence Türkiye’ye çok büyük kapı açıldı. Dağıtmak, rafa koymakla sınırlı bir çalışma değil. Amerika’da basın ilişkilerimi yürüten bir ajansım ve menajerim var. Ajansınız olmazsa hiçbir festivale kabul edilmezsiniz, hiçbir medya kuruluşu yüzünüze bakmaz. Rotasyon denilen radyolarda çalınma sırasına girebilmek için 23 ay bekliyorsunuz. Güçlü bir ajansınız olmalı ki sizi kabul etsinler. Şimdi Amerika’da radyolarda iyi kritikler alıyorum. Prodüktörlük ve plak şirketi sahipliği elbisesi de giymiş oluyorum. Bu başarı, başka projelere ve sanatçılara da dağılsın istiyorum.’’ Ö Müziği hissetmek... takoğlu’nun birkaç yıl önce Amerika’da eşi a Tülin Atakoğlu’nun ders verdiği ‘‘Imaginatiation Stage’’ adlı sanat okulunun hazırladığı oyuna yaptığı müzikler beğenilince devamı gelmiş. Washinton’da Open Circle Theatre’ın sahnelediği Bertolt Brecht’in ‘‘Kafkas Tebeşir Dairesi’’ oyununun müziklerini de besteledi. Müziklerini Atakoğlu’nun yazdığı Gala Hispanik Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ‘‘The Hustler Castrucho’’ adlı oyun da geçen şubat ve mart aylarında Washington’da sergilendi. Atakoğlu’nun müziğini doğup büyüdüğü topraklar ve tüm yaşamı besliyor. Bir oğlu olan Atakoğlu, ailesine çok düşkün ve ‘‘sessiz, huzurlu yaşamayı’’ seviyor. Belgesel, ahir Atakoğlu bağımsız olabilf mek, istediği gibi çalışabilmek için kendi yapım ve dağıtım ağını kurmayı tercih etmiş. Albümlerinin dağıtımını ve tanıtımını kendisinin, çokuluslu büyük müzik şirketlerinden çok daha iyi yaptığını söylüyor: ‘‘Çokuluslu şirketler, siz Elton John ya da Michael Jackson değilseniz hiçbir şey yapmıyorlar ve üstünüzden para kazanıyorlar. Albüm satışları tüm dünyada düştüğü için hiçbir şekilde riskli işlere girmiyorlar. Para kazanacağı garanti olan sanatçılarla çalışıyorlar. Siz büyük havuzda boğulmuş oluyorsunuz. Türkiye’de de aynı şekilde yaptılar. Türkiye’ye gelip sadece popüler müzik piyasasından pay aldılar. Bizim sanatçılar, ‘Beni Avrupa’da, Amerika’da çıkarır’ düşüncesiyle o büyük şirketlerle iş yaptılar ama onlar sadesinema ve tiyatro oyunları için müzik yazmanın da yaratıcılığını olumlu yönde etkilediğini düşünüyor: ‘‘Projenin kalitesi önemli. Sarı Zeybek’i yazdım ama o anlatım, o belgesel olmasaydı, belki Atatürk için o derece beste yapamazdım. Ben burada doğdum büyüdüm ama bir müzisyen olarak kendimi dünya vatandaşı olarak görüyorum. Mevlevi müziğini yaşamışımdır, ezan da duymuşumdur, halk müziği dinlemişimdir. Fakat hiçbir zaman bunları alıp olduğu gibi vermedim. Müziğimi benim müziğim yapan da budur. Kültürümüz çok zengin, çeşitli, biraz ondan biraz bundan diye yola çıkmadım. Onu hissedip kendinizden bir şey çıkardığınız zaman farklı bir eser oluyor.’’ insana ‘şöyle çalın’ demedim, değil virtüöze. Onların veriş tarzına ve üsluplarına yaslanıyorsunuz. İçe doğuşlar, emprivizasyonlar yaptık. Bunun adına caz deniyorsa varsın denilsin.’’ Piyanoda Atakoğlu, basta Jackson ve davulda El Negro Hernandez’den oluşan üçlü 8 Nisan’da Boston’da, Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde konser verdi. ‘‘If’’ albümünden parçaların yeniden düzenlemeleri Amerika’nın ünlü kulüplerinde ve radyolarında çalınan Atakoğlu Üçlüsü, 18 Nisan’da Washington’da konser verecek. Atakoğlu Üçlüsü 27 ve 28 Nisan’da da New York’ta çalacak. Mayıs ayında Türkiye’ye gelecek olan Atakoğlu, Ankara, İstanbul, İzmir, Adana ve Kayseri’de konserler verecek. Bağımsızlık için... ce Türkiye’ye gelip müzik piyasasından pay aldılar.’’ IF ALBÜMÜ Atakoğlu’nun dünyaca ünlü müzisyenler Horacio El Negro Hernandez ve Anthony Jackson’la birlikte yaptığı ‘‘If’’ albümü, sanatçının yıllardır caz festivallerinde çaldığı bestelerinden oluşuyor. Atakoğlu, ‘‘If’’ albümünün kapağına efsanevi cazcı Louis Armstrong’un ‘‘If you have to know what jazz is, you’ll never know Eğer caz bilmek istiyorsanız hiç bilemezsiniz’’ sözlerini yazarak, cazın tanımlanamazlığını ve sınırsızlığını anlatmak istemiş: ‘‘Ben ‘caz yaptım’ demek istemiyorum. Aslında kendi müziğimi icra ettim, fakat müziğimi icra eden virtüözler, benim müziğimi kendi üsluplarına, tınılarına göre çaldılar. Ben melodiden yola çıkan bir besteciyim. Müziğimi çok değişik formatlarda sunma imkânını kendime tanıyorum. Bestelerim de değişik tarzlarda yorumlanma olanağı veriyor. Bir senfonik orkestrayla da çıkabiliyorum, tek başıma piyanoyla da çalabiliyorum, üç kişiyle çıkabiliyorum. Hernandez ve Jackson, kendi kişilik ve üsluplarını bulmuş insanlar, yani virtüözler. Ben hayatımda hiçbir nemli olan, sorunlar, komplikasyonlar ve açılımlar arasındaki bağı kurabilmek. Öyle denir. Ama bu, hiç de kolay değildir. Zaten kolay olmadığı için, çok önemlidir. Örneğin, Alman solunda kendisinden ‘‘sermayenin merkez komitesi’’ diye de söz edilen ve sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın da en önemli medya gruplarından biri olan Frankfurt Allgemeine Zeitung’un ardında hangi sermayedarların veya sermaye gruplarının bulunduğunu saptamak, temsilcilik sistemi nedeniyle bir türlü mümkün olamıyor. Bu ‘‘akıl küpünü’’ oluşturan somut bağlar, rahatça gizlenebiliyor. Buna neden gerek duyulduğu bir yana... Kapitalizmin kendisinden önceki ve sonraki toplum biçimlerinden en önemli bir farkı, burada yatıyor: Gizleyebilme. Neoliberal kapitalizm çağında, ekonomi dünyası içindeki ilişki, bağ ve etkileşimleri net bir kesinlikle saptamak mümkün değildir. Yine de bazı şeyler denenebilir. Petrol fiyatının varil başına 75 doları vurduğu bir konjonktür, kuşkusuz, bazı sektörlerin ‘‘gemi azıya’’, bazı sektörlerin de ağır darbeler alması anlamına gelmektedir. Yani, diyelim petrol, başta Bush ailesi ve yakınları olmak üzere, belki çok kazanan bir sektöre işaret ediyor. Ama bu kazanç, sanayi üretimini vuruyor. Özellikle de otomotiv başta olmak üzere imalat sanayiini... Tabii, sadece Avrupa’daki reel ekonomiyi vuran bir gelişme değildir son ‘‘petrol faciası’’, bizzat ABD içindeki sanayi üretimini de vurduğu görülüyor. Sanayide sektörler arası çıkar koordinasyonu giderek olanaksızlaşıyor. Herhalde bunu kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasına bağlamak zorundayız. Çünkü yasa, yürürlükte olduğunu, her geçen gün biraz daha yüksek sesle tekrarlıyor. ??? Yükselen petrol fiyatları birçok üretici sanayi kolunda maliyetleri yükselten etkisi nedeniyle olumsuz etkisini hissettiriyor, dedik. Eğer üretici sanayi kollarındaki üretim gerilemeye başlarsa, Bush karşıtı bir darbenin Washington’da da gündeme gelmesi kimseyi şaşırtmayacaktır. Çok İşsizlikte AKP rekoru ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ocak 2006 itibarıyla işsiz sayısı 102 bin kişi artarak son iki yılın en üst seviyesi olan 2 milyon 799 bine çıktı. İşsizlik oranı da son iki yılın rekorunu kırarak yüzde 11.8’e yükseldi. Son olarak 2004 yılının ilk çeyreğinde işsiz sayısı 2 milyon 830 bine, işsizlik oranı ise yüzde 12.4’e yükselmişti. Buna karşın bu kişilere, ‘‘iş aramadığı için işsiz sayılmayan ancak çalışmaya hazır olan’’ 2 milyon 289 bin kişinin eklenmesiyle, gerçek işsiz sayısı 5 milyon 88 bine, işsizlik oranı ise yüzde 19.6’ya çıktı. Böylece işsizlik, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) internet sitesinde verdiği işsizlik rakamlarının başlangıç tarihi olan Ekim 1988’den bu yana en yüksek seviyesine çıkmış oldu. TÜİK Hane Halkı İşgücü Araştırması’nın 2006 Ocak (Aralık 2005, OcakŞubat 2006) dönemine ilişkin sonuçlarına göre son 1 yılda işsizliğin tablosu şöyle: ? Tarım sektöründe çalışanların sayısında 1 milyon 85 bin kişilik azalma yaşanırken tarım dışı sektörlerde 1 milyon 104 bin kişilik istihdam artışı kaydedildi. ? İşsizlik kentlerde yüzde 13.8’den yüzde 13.7’ye düşerken kırsal kesimde yüzde 8.2’den yüzde 8.9’a yükseldi. ? Genç nüfus arasındaki işsizlik oranı yüzde 21.54’ten yüzde 21.9’a çıktı. ? ‘‘İş bulmaktan ümidini kaybedenlerin’’ sayısı son bir yılda 578 bin kişi, AKP iktidarında (2002 4. çeyreğinden bu yana) ise 1 milyon 337 bin kişi artarak 2 milyon 289 bine çıktı. lk iki yazı kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye Türklüğü tek bir etnisitenin değil bir etnisiteler sentezinin adıdır. Bu sentezi bileşenlerine (tek tek etnisitelere) ayırmaya kalkarsanız ülkeyi bölmüş değil parçalamış olursunuz. Bileşenlerine ayrılamayacak kadar birleşmiş, bütünleşmiş bir sentezdir çünkü bu. İtiraz seslerini duyar gibi oluyorum: Öyleyse Güney Doğu’da yaşananları, ülkenin başka yerlerindeki terörü, bir bütün olarak Kürt hareketini, özel olarak PKK olgusunu nasıl açıklayacaksınız? Bu soruların yanıtı, Anadolu’nun uzak ve yakın tarihinin irdelenmesinde, çağdaş Türkiye tarihinin oluşum süreçlerinin iyi anlaşılmasında ve yaşadığımız günlerde de ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalizmin Ortadoğu politikalarındadır. Bu irdelemeler yapılmaksızın ‘‘ulusların kaderlerini tayin hakkı’’ gibi klişelerle, Türkiye gerçekliğiyle hiçbir benzerliği bulunmayan (her biri kendi içlerinde irdelenmesi gereken) İngiltere (İrlanda), İspanya (Katalan Bask), Fransa (BretonKorsika), Belçika, İsviçre, Yugoslavya, daha yakın coğrafyamızda Irak, İran (FarsAzeri) vb. örnekleriyle hiçbir İ CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Türkiye Türklüğünü Parçalamak(3) ‘‘Türkiye Türklüğü’’ kimliğinden, bu kimliğin oluşumunda, özellikle de Cumhuriyet döneminde büyük katkısı olmuş ‘‘Kürt’’ öğesini, basit bir cerrahi işlem yapar gibi çıkarıp alamazsınız. Bunun gibi ve bundan daha da çok, Türkiye’deki Kürt kökenli halkı ‘‘Türkiye Türklüğü’’nden bağımsız olarak tanımlayamazsınız. Halk dilinin deyimlerinden ‘‘et ve tırnak gibi’’ sözü, bu olgularda, duygusal vurgusundan daha da fazla, sosyal, kültürel, psikolojik bir gerçekliğin tam olarak karşılığıdır ??? Daha çok şey söylenecek ve söylenmesi gereken konuyu ben şimdilik iki gözlemim ve belki sitemimle (ve son olarak da bir özlemimle) tamamlamak istiyorum. Mehmet Ali Aybar’ın istifasından sonra 1969 Kasımı’nda Mehmet Ali Aslan’ın Türkiye İşçi Partisi başkanı olmasıyla, partinin başına bir ‘‘Kürt’’ mü, yere varılamaz. Ya da sadece Türkiye’nin parçalanmasına, isteyerek ya da istemeksizin, bilerek ya da bilmeksizin hizmet edilmiş olur. ??? Dil, bir ulusu oluşturan tek ve biricik öğe değildir. Öyle olsa aynı dili konuşan farklı uluslar bulunmazdı. (Hiç kimse Avustralyalıların Amerikalı olduğunu iddia etmiyor.) Bunun gibi, ana dilleri farklı halkların tek bir ulusu oluşturmaları da pekâlâ olasıdır. Türkiye tam olarak böyle bir ulusun ülkesidir. Bu gerçeklik, ilk iki yazıda da değindiğim gibi en az bin yıllık tarihin sonucudur. ‘‘Türkiye Türklüğü’’ diye adlandırdığım sentezde, Anadolu’dan gelmiş geçmiş ve bu gün de yaşamakta olan bütün halkların katkıları vardır. Bu halklar arasında Kürt halkı, hem kimlik özellikleri, hem sayıca çokluğuyla özel bir yere sahiptir. yoksa bir Türkiye sosyalisti mi geçmiş oluyordu? Yoksa biz sosyalist gençler kandırılmış mıydık? Bunun gibi, o yılların en sevgili sosyalist ağabeylerimizden ve 1980’lerde de Paris’te sürgün arkadaşım Tarık Ziya Ekinci, nasıl oluyor da bu gün sadece ‘‘Kürt aydını’’ vurgusuyla tanımlanıyor? Yoksa bu günlerin modası, (sözüm ona demokrat, aslında ırkçı) bu ‘‘Kürt’’, ‘‘Türk’’ vurguları dışında, yaşadığımız bütün şeyler yalan mı, göz boyacılığı mıydı? Ben böyle olmadığına inanıyorum. Yaşadığımız ülkede sayısız etnisitenin, bir ırk adı değil bir sentezin adı olan ‘‘Türkiye Türklüğü’’nü oluşturduğunu, Kürt etnisitesinin de bu sentezin temel öğelerinden biri olduğunu düşünüyorum. Ve bu birleştirici anlayışın temelinde, hem farklı kültürel özgünlüklerin korunup geliştirilmesini sağlayacak, hem ulusun bütünlüğünü perçinleyecek ve belki hepsinden daha önemli olarak da aynı ulusu oluşturan halkların hızla düşman kamplara bölünmekte oluşunu önleyecek bir Türkiye sosyalist hareketinde yeniden bir araya gelinmesini özlüyorum. Ocak 2006 itibarıyla işsiz sayısı 102 bin kişi arttı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle