Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 BUGÜNE KADAR GÖRDÜĞÜM ÜLKELER ARASINDA JAPONYA EN GÜVENLİ ÜLKEYDİ... C gezi SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 28 NİSAN 2006 CUMA Japon mucizesinin bugünü şeyin, Japonlar için ‘‘bizim’’, yani Japon olduğunu öğrenecektim. ‘‘Bizim Tokyomuz’’, ‘‘Bizim huyumuz suyumuz, bizim âdetimiz’’, ‘‘Bizim sokaklarımız’’, ‘‘Bizim metromuz’’, ‘‘Bizim baharımız’’, ‘‘Bizim ağaçlarımız’’... Her şey ‘‘bizim’’di. Çevirmen aracılığıyla iletişim kurduğunuz zaman bile çeviriye yansıyan bu ‘‘bizim’’ sözcüğü mülkiyetçilikten çok sorumluluğu ortaya koyuyordu. Anlatabilmek için sokak sahnelerine başvurmalıyım... YOĞUNLUK GÖZE ÇARPIYOR... Tokyo’da beni ilk çarpan, yoğunluk ve kalabalık oldu. Yapılar üst üste, iç içe. Sokaklar, altgeçitler, üstgeçitler, viyadüklerle üst üste. Her yer kalabalık. İnsan yoğunluğu, araç yoğunluğu... (Yüzölçümü Türkiye’nin yarısı kadar ülkede, nüfus Türkiye’nin neredeyse iki katı.) Ancak bunca yoğunluk, bunca kalabalık ve bunca kat kat yollar, iç içe yapılara karşın ortalıkta pespayelikten eser yok! Gökdelenlerle geleneksel Japon evleri yan yana, biri ötekine tecavüz etmiyor, bahçesine gölge etmiyor... 12 milyonluk kentte kimse kimseye çarpmıyor, kimse kimseyi itmiyor, trafik tıkanmıyor... Günün her saatinde metrolar hıncahınç dolu, yüzlerce insan dapdar kapılardan dışarı boşalıyor, yüzlercesi içeri giriyor, yürüyen merdivenlerden çıkıyor, iniyor... Her büyük metro istasyonunda sanki yeraltında başka bir kent, bir kasaba var, dükkânlar, lokantalar, kahveler, butikler, üzerinize üzerinize gelen yığınla insan... Ve... (Yinelemekten kendimi alamıyorum) Kimse kimseye çarpmıyor, kimse kimseyi itmiyor, ezileceğim duygusuna kapılmıyorsunuz! Başka bir sokak sahnesine geçiyorum: Akşam tiyatrodayım. Diyelim 600 kişilik hıncahınç dolu bir tiyatro salonu. Ara oluyor. İzleyicinin yarısı dışarı, sokağa çıkıyor sigara içmek için. Sokakta tabla falan yok. Ara bitiyor, millet içeri giriyor. Aa, bakıyorum yerde tek izmarit yok! İlaç niyetine yerde bir adet izmarit yok! Ne biçim insan bu Japonlar, izmariti de mi yuttular! Hayır, daha sonra çöpe atmak üzere, ya bir kâğıda sardılar, ya bir kutuya koydular ya da sigara paketiyle naylonu arasına sıkıştırdılar. (Japonya’ya gider de yerde bir çöp görecek olursanız, beni yalancı çıkarmaktansa bilin ki o çöpü atmış olan mutlak bir turisttir.) Daha ilk günden, ‘‘Çılgın mı bu Japonlar?’’ diye sormaya başlıyorum. ‘BİZİM OLAN’ Sokaklarda değil çöp, izmarit bile yok, ama bol bol ağaç ve çiçek var. Bugüne dek kitaplarda, Japon edebiyatında, Japon şiirinde, Japon resim sanatında, Japon bahçe düzenlemelerinde, Japon mimarisinde, Japon düşünce biçiminde doğaya verilen önemi bilmez değildim, ama ülkenin başkenti, demir, çelik, beton ve cam yığınlarıyla kaplı kentin her köşesinde çiçeğe, ağaca bunca önem verileceğini bilmezdim. İnsanların mevsimlere göre, her mevsim açan çiçeklere göre hareket edeceğini bilmezdim. Tiyatro konferansında, bir tiyatrodan ötekine giderken, koskoca bir oyun yazarının ‘‘O yoldan değil, bu yoldan gidelim, ağaçları daha güzeldir’’ demesine, tiyatro okulu öğrencisi rehberimizin geçtiğimiz her sokakta tek tek çiçekleri gösterip sonra da ‘‘Bakın bakın, gördünüz mü şu krizantemi’’ diye sevinç çığlıkları atmasına kısa sürede alışacaktım... Tokyo’da bu kalabalıkta, bu hengâmede, bu üst üste kentte nasıl olur da trafik tıkanmaz diye şaşkınlığımın yanıtı Japonlara göre çok basitti. 1) Herkes kurallara uyuyordu. 2) Otomobil sahibi olmak için önce bir park yerine sahip olduğunuzun belgesini sunmak zorundaydınız. Bırakın kaldırımda (park yerleri dışında), sokakta park eden tek arabaya rastlamadım on gün boyunca. Yalnız araç sahiplerinin değil, işyeri, otel, lokanta, her birinin park yeri olması zorunluluğu var. Adamlar kendi otomobillerini üretiyorlar, ama daha çok satayım, kime olursa olsun satayım, trafikten bunalsalar da geberseler de daha çok satayım, yeter ki daha çok, daha çok tüketim olsun demiyor. Sahi, çılgın mı bu Japonlar? Kimi araçların üzerinde yeşil yaprak, kiminde sararmış yaprak fotoğrafı ya da çıkartması var. İlki, yeni ehliyet alan sürücüleri, ikincisi 80 yaş üstü sürücüleri belirlemek ve çevreye ‘‘dikkatli olun’’ demek için. (Japonya’da yüz yaşın üstünde 250 bin insan yaşıyormuş, onlar otomobil kullanıyorlar mı bilemiyorum.) Eh, bu gibi kurallar, Japon disiplini ve ruhlarına işlemiş olan ‘‘Japon olan her şey bizimdir’’ düşüncesiyle (‘‘bizim sokaklarımız’’, ‘‘bizim kentimiz’’, ‘‘bizim metromuz’’, ‘‘bizim ağaçlarımız’’, ‘‘bizim çiçeklerimiz’’, ‘‘bizim görüntümüz’’, ‘‘bizim imajımız’’ söylemiyle) bütünleşince, elbet ortalıkta ne pespayelik, ne çöp ne de trafik sıkışıklığı kalıyor! BENCE ‘MUCİZE’ OLAN Tamam hepimiz duyduk, biliyoruz ‘‘Japon mucizesi’’ni. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktıktan, altı yıl müttefiklerin denetiminde kaldıktan sonra, barış antlaşması, yeni anayasa ve bir dizi yapısal reformla, 15 yılda yeniden uluslararası rekabet gücüne ulaştığını; 1964 Tokyo Olimpiyatları’nın, ülkenin yeniden uluslararası arenaya kabulünün tescili olduğunu; günümüzde ABD’den sonra dünyadaki ikinci büyük ekonomiye sahip olduğunu vb... Ben çocukken, büyüklerin dilinden düşmeyen bu ‘‘Japon mucizesi’’ lafının, İstiklal Caddesi’nden geçen her çocuğun burnunu vitrinine dayadığı, önünden ayrılmak istemediği ‘‘Japon Mağazası’’nı tanımladığını sanırdım. Bu sözün, o muhteşem oyuncakçı dükkânını değil de ekonomik gelişmeyi anlattığını kavramam daha sonra oldu. Bugün bile Tokyo sokaklarında varlıklıyoksul ayrımı gözle görülmüyor, elle tutulmuyor. Bugün bile diyorum, çünkü konuştuğum her Japondan ekonomilerinin eskisi gibi olmadığı, duraklama sürecine girildiği yakınmalarını duyacaktım. İki ayrıntı... İlki: Her şey ateş pahası (Geçelim). İkincisi: Bahşiş diye bir şey bilmiyorlar. Kazaen lokantada, kahvede üç kuruş para üzeri bırakacak olsanız saatlerce arkanızdan koşup geri veriyorlar. Bahşiş almak da bırakmak da en büyük ayıp! Gerçekten çılgın şu Japonlar, ama çılgınlıkları bizimkine pek benzemiyor! On güne sığdırdığım Tokyo, Kyoto, Nara ve Hiroşima gezim sonrasında ise bence mucize olanı şu üç satırbaşında özetliyordum: Bugüne dek gördüğüm ülkeler içinde (ki buna Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarındaki birçok ülkeyi katabilirim) Japonya; En temiz olanıydı. Kendimi en güvende hissettiğim yerdi (ki ortalıkta ne asker, ne polis, ne jandarma göze çarpıyordu). Sona sakladım, ama belki de en önemlisi: Estetik bilinci en gelişmiş olanıydı (Bunun ipuçları, önümüzdeki günlerde). S Ü R E C E K Cesaret Üstüne akil insanların söyledikleri ve mutlaka dikkate alınması gereken gerçek, solun, hayatın içine girmekten kaçınmaması, politika üretmenin kitaplardaki formüllerle değil, hayatın içinden çıkan formüllerle yapılabileceğini anlamasıdır. Kitaplar pusuladır, ama yol orman içindedir, hava dumanlı kurt havasıdır, gece karanlıktır, patikalar tehlikelerle, tuzaklarla, sürprizlerle ve olanaklarla doludur. Tarihteki örnekler ve öneriler de, kitaplarla canlı bir alışveriş içinde, ama kesinlikle hayatın içinde şekillendiler. ??? Tehlikeye teslim olmak istiyorsanız, şemalarla yetinin; ama bunca kargaşa ve zenginlik içinde olanakları görebilmek, değerlendirebilmek istiyorsanız ‘‘gri’’ ile ‘‘yeşil’’ arasındaki ilişkiyi anlatan o eski bilgiyi hatırlamanızda yarar var. Griyi bilmenin ve yeşilin içinde etkin ve yaratıcı bir şekilde ilerleyebilmenin koşulu cesarettir. Günümüzün korkusuz denemelerini görmek, onlara alıcı gözle bakmak, benzerlikleri, farklılıkları keşfetmek herhalde iyi olacaktır. Siyaset sahnesinde yer alabilmenin, karanlığı geriletebilmenin ilacı budur. Solcular gerçekten de cesur insanlardır. Tarih boyunca bunu bin kere kanıtladılar. Ama şimdi biraz daha farklı bir cesaret gerekli bize. Şimdi, grinin tonlarını değil, yeşille ilişkisini tartışabilmek için cesur olmak zorundayız. O eski ve güzel deyişi azıcık değiştirerek yinelemenin tam zamanıdır. ‘‘Yanlıştan korkup da gününü sayan, ölür gider yâr koynuna giremez.’’ guray.oz?cumhuriyet.com Y i stanbul’dan Tokyo’ya on iki saatlik uçuşun sonuna varmak üzereydik ki uçağın camından onu gördüm. Haşmetliydi. Çok güzeldi. Çok yüksekti (3777 metre). Bembeyazdı. Karla kaplıydı. Çocukların çizdiği dağ resimleri gibiydi. Kusursuzdu. Ona kenetlenmiştim, gözlerimi ondan ayıramıyordum... Karşımda Fuji Yanardağı! Yalnız ben değil, uçaktaki herkes ona kenetlenmişti! THY’nin Japon Havayolları’yla ortak seferi tıklım tıklımdı. Yolcuların tümü Japondu. Yani benim ve birkaç yabancının dışındaki herkes... (Yaşasın ülkemize gelen Japon turistler!) Tüm Japonlar yüzlerinde kocaman bir gülümseme, ‘‘Bakın bakın!’’ diye çocuk gibi seviniyor, biz tek tük yabancıya Fuji’yi işaret ediyordu. O ana dek Kabuki oyuncuları gibi acıklı yüz ifadesi, uykulu halleriyle suskun oturan Japonlar, bir anda çocuklaşıvermişti. İçlerinden biri şöyle dedi: ‘‘Ne kadar şanslısınız bilemezsiniz! Bizim Fujimiz çok ender bunca net, bunca berrak, bunca açık seçik gösterir kendini. Hele ülkeye ilk adım attığınız an onu böyle görmek, hele kirazlar açmadan Fuji’yi böyle görebilmek çok uğurlu sayılır.’’ Şu minicik açıklama bile, Japonya’da geçireceğim on güne ilişkin sonsuz ipuçları veriyordu. (‘‘Bizim Fujimiz’’, ‘‘şans’’, ‘‘uğur’’, ‘‘kirazlar açmadan’’ sözcüklerinin altını şimdiden çiziverin...) SOKAK SAHNELERİ Evet, şanslıydım. Tokyo Uluslararası Tiyatro Festivali’nden, ‘‘Türkiye’de tiyatro’’ konusunda konuşma yapmak üzere bir davet almıştım. Bu ilk gidişimdi. Gezgin gönlümün yalnız Tokyo’yla yetinmeyeceğini bildiğimden, onların beş günlük davetine, kendim beş gün ekleyecektim. (Tokyo Tiyatro Festivali’ni 1 Nisan tarihli Cumhuriyet’te yazdım, artık ona geri dönmeyeceğim.) ‘‘Bizim Fujimiz’’ demişlerdi... Çok geçmeden Japonya’da her anı başımızdaki kanlı işgal Türkiye’de ve bölgede dengeleri tümüyle değiştirdi. Eski söylemleri anlamsızlaştırdı. ABD’nin Irak’a saldırısı, Genişletilmiş Ortadoğu Planı, bu plana Türkiye’nin de dahil edilmesi değişen koşulların dışarıdan dayatılan öğeleridir. İçerde ise bir kaos döneminden geçiyoruz. AKP iktidarı, gitgelli adımlarla, ama kararlı bir şekilde toplumsal hayatı dinselleştirme peşindedir. Laikliği ve demokrasiyi kendi ölçülerine göre revize etmeye niyetlidirler. Daha sonraki zamanlar için cesaretlerinin arttığını görmek, özlemlerini tahmin etmek hiç de güç değildir. Ülkeyi Bush tayfasıyla birlikte maceraya sokma ve laik Cumhuriyeti dinsel bir ‘‘cemahireye’’ çevirme konusundaki ısrarlı cesaretleri, hayatın ve toplumun içinde olmalarından güç alıyor. Yine içeride bir başka gelişme ‘‘terörle mücadele’’ bahanesiyle gerçekleştirilmek istenen yasa değişiklikleridir. Bu yasa değişikliklerinin ‘‘terörü sona erdirme’’ amacından daha öte anlamları olduğu gözle görülüyor. Değişikliklerin dışarıdan dayatılanla, içerde gelişenin tehlikeli birliğini sağlama alma çabası olduğu yönündeki kanıtları yabana atamayız. Kısacası tehlike ve tehdit büyüyor. Halkın, ülkenin çıkarlarına uygun politikalara gereksinim var. Üstelik acele etmek gerekiyor. ??? Bu politikalar ABD emperyalistlerinden ya da onlarla birlikte hareket edenlerden çıkmaz. Soldan çıkar. Sol ise şu sıralarda politika üretmekten fersah fersah uzaklardadır. Solda ne ölçüde konuşulduğunu, tartışıldığını bilmiyorum, ama 21 kişi ve kuruluşa TBMM Üstün Hizmet Ödülü ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Başkanı Bülent Arınç, aralarında Güler Sabancı, Neşet Ertaş, İbrahim Bodur, Abdülkadir Konukoğlu ve Şakir Eczacıbaşı ile dondurma üreten MADO’nun da bulunduğu 27 kişi ve kuruluşa TBMM Üstün Hizmet Ödülü verileceğini açıkladı. TBMM Başkanı Arınç, Başkanlık Divanı toplantısından sonra, Kültür Sanat ve Yayın Kurulu tarafından belirlenen ödül listesini TBMM Başkanlık Divanı’nın onayladığını açıkladı. Arınç, ödüllerin 2 Mayıs Salı günü Meclis’te düzenlenecek. Ödül alan kişi ve kuruluşlar şöyle: ‘‘Güler Sabancı, Oral Baytok, Recai Gizer, Mehmet Erdemoğlu, Ömer Duruk, Zehra Emine Kadıköylüoğlu, Cemil Özgür, Ahmet Eren, İzzet Baysal Vakfı, İbrahim Bodur, Hacı Ali Akın, Abdülkadir Konukoğlu, Mehmet Tekerlek, Süheyla Tahanoğlu, Prof. Dr. Sabahaddin Zaim, Şakir Eczacıbaşı, Salih İşgören, MADO (Kahramanmaraş Yaşar Dondurma ve Gıda Maddeleri AŞ), Hacı Boydak, Refik Altaş, Neşet Ertaş, Ahmet Çalık, Prof. Dr. Metin Sözen, Zeynel Abidin Erdem, Kazım Yılmaz, Şevket Yardımcı.’’ N. Ertaş ? TOKYO’DAN DEĞİŞİK İNSAN MANZARALARI G. Sabancı Bir çırpıda Japonya Yüzölçümü: 377.873 kilometrekare. Üç bin adadan oluşuyor. Nüfusu: 127 milyon (Dünyadaki 9. büyük nüfus). Başkent Tokyo (nüfus: 12 milyon). Ortalama yaş beklentisi: Kadınlarda 85, erkeklerde 78 yıl. Din: Yüzde 85 Şinto ve Budist. Okumayazma oranı: Yüzde 99. Sevgili okurlar, benden on günlük bir gezi sonunda Japonya’nın ekonomik analizini beklemediğinizin farkındayım, ancak izlenimlerimi sizlerle paylaşırken eko nomik gerçeklerin çok aydınlatıcı olacağına inananlardanım. Bu nedenle işte kimi ekonomik göstergeler: Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH): 4301 milyar ABD Doları. (OECD, 2003). Kişi başına GSYH: 34 bin dolar. GSYH sektörel dağılım: Tarım: yüzde 1.4; Endüstri: yüzde 31; Servis: yüzde 67. Toplam Ticaret Değerleriİhracat: 417.822 milyon dolar. İthalat: 383.304 milyon dolar (İthalatının da ihracatının da yüzde 45’ini Asya ülkeleriyle yapıyor). Enflasyon oranı: Eksi yüzde 0.3. İşsizlik oranı: Yüzde 5. Fakirlik düzeyi altındaki nüfus: Yüzde sıfır. Ş. Eczacıbaşı TÜRK ÖĞRENCİLERE BURS Avustralya’da Eğitim Fırsatı Haber Merkezi Uluslararası Avustralya Eğitim Ajansı IEAA, Türk öğrencilere sağladığı yüzde ellilere varan burslarla, İngilizce öğrenmek isteyen ve eğitimini yurtdışında sürdürmek isteyenlere fırsat sağlıyor. IEAA kurucu direktörü Memduh Güney, amaçlarının daha çok Türk gencinin Avustralya’nın uygun eğitim olanaklarından yararlanması olduğunu söylüyor. Güney, Sidney’deki The Education Group kolejleriyle yaptıkları ortak bir anlaşmayla, Türk öğrencilerin yüzde elliye varan burslarla okuyabileceklerini belirtiyor. Türkiye’deki mesleki eğitim ve yüksek eğitim alanında da projeler yürüten IEAA, Avustralya eğitim kurumları ve Türkiye’deki eğitim sektörü arasında yapılacak çalışmalara da aktif olarak katkıda bulunmayı hedefliyor. Bu amaçla Türk üniversitelerinin tüm dünyaya tanıtılması ve yurtdışındaki üniversiteler ile ilişkilerinin geliştirilmesi için projeler yürütüyor. Ayrıntılı bilgi ve ulaşım: www.inteducation.com