23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 28 NİSAN 2006 CUMA Mozart’a kimse dokunamaz! D uruyor öyle. Omuzlarını hafif çekmiş, üşürmüş gibi bir hali var. Karlar üzerinde buz tutmuş. Üç metreye yakın boyu. Her görenin hoşuna gitmiyor, çoğu kişi onu böyle görünce öfkeleniyor. En çok da bu kentte yaşayan insanlar! Salzburg’un dar sokaklarından birinde yanınızdan geçene sorun: ‘‘Markus Lüppertz’in Mozart heykeline nereden gidilir?’’ diye. Adamın hemen suratı asılır. ‘‘Dehşet bir şey, görmenize hiç gerek yok!’’ der öfkeyle. Bir başkasının yanıtı da, ‘‘Rezalet, tam bir küstahlık!’’ olur. Bu modern bronz heykeli kentin tam göbeğine değil, kıyı köşe bir yere, Ursulinen Alanı’na koymuşlar. Bana kalırsa, Herbert von Karajan adını taşıyan ve otomobil parkını andıran alandan daha iyi bir yerde duruyor Salzburg’un bu ünlü çocuğu. Güzel biri değildi Mozart. Gözleri hafif patlak, çifte gerdanlı, cildi çiçek bozuğu, sürekli bir yerden bir yere huzursuzca koşuşturan, kimi zaman hoppa, kimi zaman duygulu yaşam sürdüren, yaşadığı sürece çevresinin pek anlamadığı içine kapanık biriydi... PENCERE Karnından Konuşan Başkanın Söylediği Ne?.. AHMET ARPAD 35 yıl, 10 ay ve 9 gün süren kısa yaşamının ardından kavramıştı insanlar Mozart’ın yarattığı müziğin dünyayı değiştirecek güçte olduğunu. Yaşamının üçte biri yollarda geçmişti. 10 yıl, 2 ay ve 8 gün kentten kente, konserden konsere gidip durmuştu. Salzburglu’nun pek beğenmediği o heykel, bence yaşamı yarım kalmış, düşünceleri karmakarışık, alıngan, fakat güçlü bu insanı çok iyi anlatıyor. Bütün Avusturya, Mozart’ın 250. yaşını kutluyor. En çok da Salzburg! Yılbaşından bu yana turistler akmaya başlamış Salzach Nehri ile kayalık tepeler arasına kurulu bu güzel kente. Euro City Mozart ekspresine binip gelenler var, Wolfgang Amadeus Mozart Havaalanı’na inenler de var. Amadeus Oteli’ni yeğleyenler çoğunlukla Amerikalılar. Bizler de karlar içindeki Bad Tölz, Tegernsee ve Bechtesgaden’i arkada bırakıp, sınırın öte yanındaki bu kente günübirliğine yine bir uğrayalım demiştik. Nereye bakarsanız karşınızda SALZBURG hep o! Bira kadeh ve bardaklarında, ‘‘Mozart forMen’’ tıraş losyonlarında, tişörtlerde, poşetlerde, çantalarda, yuvarlak çikolatalarda, pastalarda, kemanı andıran özel yapım sosislerde, sayısız şarapta, birada, sert içkide, yemek tabaklarında... Her yerde o gülümsüyor! Bütün dükkânlar, lokantalar, barlar, kafelerde o karşılıyor sizi! Salzburg bu yıl tam bir kültür turizmi yaşıyor. Operalar, konser ve sergi salonları, tiyatrolar, kiliseler, alanlar, galeriler Mozart’la içlidışlı... Kimler gelmiyor bu kente! Dünyaca ünlü, aklınıza gelen kim varsa Salzburg’da bu yıl. Mozarteum’da 5 Haziran saat 11’de Fazıl Say da Mozart sevenlerin karşısına çıkıyor. Kentin sokak ve alanlarını kocaman topları andıran, rengârenk yuvarlaklar doldurmuş. Mozart çikolatalarını anımsatan 80 adet top, 105 metre çapında. Bu sanat eserleri için sponsorların cebinden tam 700 bin Avro çıkmış! 17 Nisan’a kadar Salzburg’da, ardından da yıl sonuna dek Viyana’dan Stuttgart’a birçok Avru Gerçeği Fark Etmek 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarına önceki yıllarda olduğu gibi ‘‘rejim tartışması’’ damgasını vurdu. Muhalefet lideri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, din ve siyaset ayrımının demokrasinin temeli olduğunu vurgularken, ‘‘Siyasetin referansı demokratik olmaktan çıkar din olursa, bunun sonucu önce oluk oluk kardeş kanı, sonra da koyu ve karanlık bir otoriter rejimdir’’ diyerek tehlikeye dikkat çekti. TBMM Başkanı Bülent Arınç ise, türbana özgürlük isterken, geleneksel olarak bir günlüğüne TBMM çatısı altında toplanan çocukların imam hatip liselerinden seçilmesinde de taraf oldu. ??? 24 Nisan’larda gündeme gelen sözde Ermeni soykırımıyla ilgili olarak, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv ’ün, Ermeni belge sahtekârlığını gözler önüne seren çalışmasını yazı dizisi olarak gelecek hafta yayımlamaya başlıyoruz. GEÇEN HAFTANIN ÖZETİ Geride bıraktığımız haftanın en önemli konusu ABD’nin Türkiye’de konuşlandırmak istediği üslerdi. Yeni İncirlik’ler yaratıp bölgedeki hareket gücünü çoğaltmak isteyen ABD, Akdeniz ve Ege kıyılarında yer ararken, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın önümüzdeki günlerde Türkiye’ye yapacağı ziyaret de sanıyoruz gündeme damgasını vuracak. Rice’ın Ankara’daki temaslarında TürkAmerikan ilişkilerinin yanı sıra giderek alevlenen İran’ın nükleer programı, terör örgütü PKK ile mücadele, Ortadoğu’daki gelişmeler, Filistinİsrail sorunu ve Türkiye’nin AB üyelik süreci gibi konuların ele alınması bekleniyor. ??? Dış politikada bu gelişmeler yaşanırken, Ankara hafta boyu, AKP iktidarının Terörle Mücadele Yasası’nda yapmaya çalıştığı değişiklikleri tartıştı. Meclis koridorlarından, partilerin grup toplantılarına kadar her yerde bu tasarı konuşuldu. AB sürecinde yapılan reformların terör tanımı ile neredeyse her suçu kapsar hale gelmesi, Türkiye’nin başına iş açacağa benziyor. Çünkü, çevre kanunlarından fuhuşa, kredi kartı yolsuzluğundan ihaleye fesat karıştırılmasına kadar pek çok suç bu tasarı yasalaşırsa artık terör suçu sayılacak. ??? Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’a yönelik suçlamalara da yer verilen Şemdinli iddianamesini hazırlayan Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın meslekten atılması, kuşkusuz haftanın en çok yankı bulan olayıydı. AKP’li vekillerin ‘ağır’, CHP’li siyasilerin ‘yerinde’ bulduğu karar, hukuk çevrelerince olumlu karşılandı. İhraç kararında Savcı Sarıkaya’nın, mesleki tarafsızlığını yitirmesi ve mesleğin onur ve şerefini bozmasının etkili olduğu açıklandı. ??? Gündemdeki bu gelişmelerin yanı sıra Cumhuriyet özel çalışmalarının da renk kattığı haftada Zeynep Oral’ın Japonya izlenimleri ön plana çıktı. Oral, Japon halkının ahlak ve doğa konusundaki hassasiyetini ortaya koyarken, hem fotoğraflar hem akıcı anlatım tarzı, okurlarımızı Japonya’ya götürdü. İyi haftalar. pa kentinde. Buraya kadar gelip de karşı kıyıya geçmemek, Kapuzinerberg’in yamaçlarına tırmanmamak olur mu? Mozart 18. yüzyılın ünlü Salzburglusu! 20. yüzyılın ünlüsü de tabii ki Stefan Zweig! Kapuzinerberg’in yamacındaki villasında eşi Friderike ile geçirdiği yıllardır Zweig’ı edebiyatta doruğa tırmandıran. En güzel eserlerini, kente ve Salzach’a yukarıdan bakan o iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş bu villada yazmıştır. Az sonra yine aşağıda Linzer Sokağı’ndayız. Gabler birahanesinin penceresinde komponist Ferruccio Busoni’nin sözleri: ‘‘Mozart çok şey anlatır, fakat hiçbiri fazla değildir!’’ Mönchberg’in eteğindeki St. Peter Mezarlığı’nı da mutlaka görmek gerekir. Sanatçı ve bilim adamlarının mezar taşları bugün karlar altında. Mozart’ın kız kardeşi Nanerl, Haydn’ın küçük kardeşi Michael, Salzburg Katedrali’nin mimarı Solari bu çok romantik ve tarihi mezarlıkta. Salzburg 2006’da Mozart’la yatıp, Mozart’la kalkıyor. Kentli onu çok seviyor, kimseyi ona dokundurmuyor. Çünkü o, insanları birbirine bağlıyor. Sevilmez mi Mozart? M Yalnızlar kentinde Paskalya düşleri M ünih’te dükkân vitrinleri ile marketlerin rafları günlerden beri rengârenk boyanmış Paskalya yumurtalarıyla tavşan çikolataların hücumuna uğradı adeta. Ve nisan ayı yağmurlarla, sel korkularıyla sürüyor Almanya’da... Herkesin heyecanla, ayıla bayıla beklediği Paskalya tatilinin gelip çatmasına karşın hâlâ daha ne sözde ilkyazın tadı var ne de güneşli günlerin beklentisi içindeki insanların keyfi. Bahar günlerinin neşesini ve sevincini bu ülkede doğru dürüst yaşamak maalesef çok zor! O yüzden Paskalya tatilini fırsat bilerek sırt çantasını yüklenip, birkaç günlüğüne de olsa güneşli kıyılara kaçan kaçana... Münih Havaalanı ve tren istasyonundaki hareketlilik ise olağanüstü. Herkes bir yerlere gidiyor... Ucuz uçaklarla çiçekler içindeki Toscana’da şarap içerek felekten birkaç EROL ÖZKAN MÜNİH gün çalmak, Madrid sokaklarını arşınlamak ya da Paris’te ne var ne yok diye gidip bakmak, o da olmazsa Yunan adalarına birkaç saatte inivermek hiç de zor değil. Ancak Paskalya tatilinde Münih’te kalmak ise çıldırtıcı bir şey! Özellikle kentin kasvetli hafta sonlarında sinema salonları en akıllıca seçim. Eğer evde oturup TV kanallarında gezinmekle birlikte, yarılanmış bir romana dalmak veya internette sörf yapmaktan hoşlanıyorsanız, o zaman mesele yok. Ancak böyle günlerde en güzel seçeneklerden birisi, elde şemsiye ile kentin altını üstüne getirmek ve değişik mekânlarda dinlenip etrafı gözlemlemektir... Her yerde yaşlanmış Alman nüfusun yanı sıra, yabancıların artışıdır dikkati çeken. Eski yıllarda Münih sokaklarında her 11 kişiden biri yabancı iken bu oran artıyor da artıyor. Afrikalı sığınmacılar, Yugoslav göçmenler ve bizimkiler her yerdeler... Almanların nüfusu ise ülkede giderek eriyor! Önceki yıla oranla Almanya genelinde 31 bin civarındaki bir eksilmeye kimse gözlerini kapamamalı. Şimdi nüfusun 1991’den bu yana sürekli düşmesine ise sosyologlar kaygıyla bakıp derin derin düşünüyorlar. Hatta ve hatta böyle giderse 12 kuşak sonra Alman ırkı diye bir ırk kalmayacağını belirten uzmanlar, ortalığı ayağa kaldırdılar. Özellikle yaşlı Almanlar bu gerçekler karşısında apışıp kaldılar! Evet, giderek zorlaşan yaşam koşulları ve insanların topluca bencilleşmesi sonucu Alman kadınlar çocuk yapmak istemiyorlar. Hadise bu! Münih’te yaşayan çiftlerin ise yüzde 15’i çocuk sahibi imiş. Öte yandan Münih belediyesi sosyal daire başkanı Fredrich Graff ise, Münih’in giderek bekârların tercih ettiği bir kent haline dönüşütüğünü de belirtmişti geçenlerde... İşte son yıllarda ‘‘bekârlar şehri’’ olarak damgalanan bizim bu Münih, esasında bir yalnızlar kentidir de... Hele benim oturduğum semt ise tam merkez sayılmalı. Birkaç sene önce kentte tek başına yaşayan genç hatunların sayısı 350 bin civarında iken, bu sayı bugünlerde hayli artmışa benzer. Bugün küçücük dairelerinde, çatı katlarında yalnızlıklarını sürdüren ve Paskalya günlerinde ise ne yapacağını şaşıran binlerce insan var... Ve yalnızlıklar ise yaşamın acılı yüzü... Şimdi gelin de yağmur çiseleyen bir pazar ikindisinde, balkonda çiçeklerimi rebetiko tınılarıyla sularken, iki kadeh şarapla düşlerime nasıl da cila çekmeyeyim? Paskalya zamanları düşler vaktidir... Aşklar ve düşler... Hepsi bu! Atatürk ve Dolmabahçe Sarayı Ç ok eskiden beri işitirim. Pek çok Atatürk karşıtı, Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda kalmasını eleştirir ve şöyle yaklaşır: ‘‘ Atatürk, Osmanlı’yı yıktı, sona erdirdi ama muhteşem bir Osmanlı sarayı olan Dolmabahçe Sarayı’nı kendisine mesken seçti. Orada kaldı. Sarayın ihtişamı hoşuna gitti. Bu ihtişamlı sarayda oturması, Atatürk’ün çizgisi ile bağdaşmaz.’’ Bu eleştirileri daha açık söyleyelim: ‘‘ Atatürk, Vahdettin’i kovaladı, yerine kendisi oturdu.’’ Evet, bu eleştiri hep yapılmıştır ve DR. HASAN İLERİ de yapılmaktadır. Bu satırların yazarı da bu konuyu düşünmüş ve Atatürk’ün Dolmabahçe’de ikametinde bir mesaj aramıştır. Aradığım mesaj Atatürk’ün çok yakın arkadaşlarından Kazım Özalp’in oğlu Prof. Teoman Özalp’ten geldi. Aydınlık dergisi, 2 Nisan 2006 tarihli ve 976 No’lu sayısında Teoman Özalp’in anılarına yer vermiştir. Kazım Özalp ve ailesi, İstanbul’da bulundukları sıralarda Atatürk’ün isteği ile Dolmabahçe Sarayı’nda ka ARAŞTIRMACIYAZAR lırlar. Teoman Özalp, babasına bu durumu soruyor: ‘‘ Muhteşem Osmanlı sarayında kalmak sizi rahatsız etmiyor mu?’’ Kazım Özalp, bu konuyu Atatürk’e açtığını ve Atatürk’ün verdiği cevabı oğluna aktarıyor: ‘‘ Osmanlı hanedanı kendisini öyle tanıtmıştı ki, onların oturduğu yerde kimse oturamaz, bastığı yere kimse basamaz. Halk bilmeli ki, o yerler milletindir. Milletin içinden herhangi bir kimse çıkar, gelir, orada oturur. Biz ora ya milletin misafiri olarak gidiyoruz.’’ Atatürk, kendisini tarif ederken ‘‘ferdi millet’’ olarak tarif eder. Yani milletin bir ferdi, milletin bir kişisi. Önemli olan kendisi değil, millettir. Milletidir. Kazım Özalp’in bu hatırası, söyledikleri, Atatürk’ün kendisini tarifi ile uyuşmaktadır. Milletin bir ferdi (kendisi), fertleri (Kazım Özalp ve ailesi), milletin misafirleri olarak Dolmabahçe’de kalabilirler. Atatürk’ün Dolmabahçe’de kalmasını sağlayan yaklaşım budur. Meraklılarına duyurulur. edya dün lebalep Bülent Arınç’a ilişkin yorumlarla dolup taşıyordu; bizim Cumhuriyet’te arkadaşların çoğu Meclis Başkanı’nın konuşmasını ele almışlardı... Dinci basında Arınç’a övgülerden geçilmiyordu... Ne diyorlardı ‘‘Bülendinejat’’ın konuşması için: ‘‘Manifesto!..’’ Açtım sözlüğe baktım, manifestonun Türkçesi neydi: ‘‘Bildiri!..’’ Sözcüğün Osmanlıcası daha da alengirli bir anlamı yüklenmişti: ‘‘Tebligat!..’’ Haydi hayırlısı!.. Öyle görünüyor ki AKP yönetimi iktidarda tırıs, rahvan derken dörtnala hazırlanıyor... ? Ancak kimisi de Bülent Arınç’ın ‘manifesto’sunu daha ‘masum’ niyetlerine bağlıyor: Cumhurbaşkanı olmak istiyor, bu amaçla AKP’li müşterisine gösteri yaptı... Sezer’in 23 Nisan konuşmasını yanıtlayarak prim toplamak istedi... RTE’yi aşmak çabasında... Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın 23 Nisan Manifestosu’ndan sonra zaten meydanda salınan bir gerçek, bir kez daha kabak gibi ortaya çıktı: Türkiye’de siyaset tartışması yok.. Rejim tartışması var!.. Hem de etnikçi tehlikenin yaşandığı bir zamanda gündeme oturan rejim tartışmasında konu geldi, anayasanın değişmez maddelerinin de değiştirilmesine dayandı... ‘Laik Cumhuriyet’in ipini elbirliğiyle çekmek istiyorlar... ? Arınç karnından konuşsa da bildirisi belli: Bugün egemenlik Meclis’indir diyoruz, ama, siz lafa bakmayın!.. Türkiye’yi gizli bir iktidar yönetiyor, bunlar egemenliğe ipotek koymuşlardır... Peki, ne yapmalı? Laikliği halkoylamasına götürmeli, anayasanın değişmez maddelerini değiştirmeli, Meclis gizli iktidarın egemenliğini yıkmalı... Tam sırası, değil mi?.. Böyle bir fırsat dincilerin eline bir daha geçemez!.. Gaflet ve dalalet içinde bulunanlar ‘‘etnikçileri Meclis’e sokmayalım’’ diye seçim barajını yüzde 10’a çıkarıp halkın yüzde 45 oyunu heba etmişler; seçime katılanların 4’te 1’i ve sandığa gidenlerin 3’te 1’inin oylarıyla Meclis’in 3’te 2 çoğunluğunu Arınç’ın partisi ele geçirmiş... Evet, tam sırası!.. Karnından konuşan başkanın ilginç ‘‘manifestosu’’ Arınç’ın dudakları kıpırdamasa ve ağzı açılmasa da tebligatını yerine getiriyor... Peki, ne olacak?.. Ne olacağını hep birlikte ve ilerde göreceğiz; şimdilik bilinen gerçek şu: Laik Cumhuriyet’i tasfiye etmek isteyen bir kişi, bugün Büyük Millet Meclisi’nin başkanıdır. Ulus Devlete Sahip Çıkmak!.. U lusal devlet, kısaca ulusun iradesine tabi olan devlettir. Kemalist devrimin en önemli kazanımıdır, egemenliğin kaynağının Tanrısal yetkilerle donatılmış padişahlardan alınıp yurttaşlara tanınması. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda ‘‘Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir’’ ifadesiyle benimsenen ulusal egemenlik anlayışı ile günümüzün egemenlik anlayışının bire bir örtüştüğü ileri sürülemez. Bugünün hukuk devleti anlayışında, 1982 Anayasası’nda, ‘‘Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir’’ (Md.6/1) ifadesi ile egemenlik yine ulusa tanınmış olmasına karşın, ‘‘Türk milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır’’ (Md.6/2) denilerek ulusun bu yetkiyi anayasada görevleri belirtilen organlar aracılığı ile kullanacağı esasa bağlamıştır. Günümüzde ulusun egemenliği konusunda kaygıların artmasının gerisinde yatan etkenler çeşitli. İçeriden ve dışarıdan kuşatılarak ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal başkalaşıma uğratılan ülkede, siyasal iktidarın yetkinliğinin giderek artarken ulus kendisini daha az etkin hissetmektedir. Egemenliğin dışa dönük parçasında, devletin diğer devlet ya da devletlerle olan ilişkilerinde daha az PROF. DR. TÜLAY ÖZÜERMAN bağımsız, hatta çoğunlukla bağımlı ilişkiler içinde olduğu bir gerçektir. AB ile eşitsizlik temelinde oluşan ilişkiler ve IMF ile ekonomiden siyasete kadar uzanan bağımlılıkların oluştuğu en bilgisiz yurttaşın duyumsayacağı boyutlardadır. Dış politika bağlamında ABDAB baskısı gün geçtikçe artmaktadır. KKTC örneği, tavizlerin çok aşırı uçlara uzanabileceği ve bağımlılık ilişkilerinin ne denli tehlikeli olabileceğini görmek istemeyen gözlerin de görebileceği açıklıkla sergilemiştir. Yurttaşın kendisini ifade edeceği ileri sürülen sivil toplum kuruluşları da AB fonlarının kıskacında ulusa hizmet ediyor görünümünde dış güçlerin güdümündedir. Ekonomik, siyasal ve sosyal anlamdaki bu kuşatma, ülkenin güvenlik kanadına kadar genişletilmek istendiği içindir ki, askeri kurumların başındakilerin hedef alınmasına kalkışılmıştır. ‘‘Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor’’ şeklindeki önerme doğru değildir. Bu önerme ulus devletin çözülmesi sürecini hızlandırmaya yönelik bir propagandaya hizmet ederek ulusun kendi kaderine sahip çıkma reflekslerini yan CHP PM ÜYESİ lış bir önerme ile köreltme çabasına yöneliktir. Doğru önerme, ‘‘Türkiye’de gericilik yükseliyor’’ şeklindedir. Muhafazakâr eğilimlerin güçlendiği ve muhafazakâr kanadın devletin kilit noktalarını ele geçiren kadrolaşma konusunda taviz vermeyen ilerleyişinin sürdürüldüğü yönetim anlayışının, yönetilenlerin reflekslerini de ulusaldan yerele, laiklikten dinciliğe, kamusaldan özele, Türklükten Türkiyeliliğe, bütünlükten bölünüklüğe, ulusal kimlikten kimliksizliğe yönlendirdiği açıktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yurttaşları, günümüzün koşullarının egemenliğin halka verildiği 1920’li yılların koşullarından farklı olduğunun farkındadır. Ancak, bugün sahip olduklarının, o günlerde kendisine tanınmış olan haklar sayesinde olduğunun da bilincinde olarak, egemenliğin elinden giderek kayıyor olmasına tepkilidir. Bu tepki milliyetçiliğin yükselmesi değil, elindekine sahip çıkma bilincinin göstergesidir. Türk halkı, hiçbir dönemde kendisini bu kadar bağımlı ve bu denli tehlikede hissetmemiştir. Gerici eğilimlerin her dönemde var olduk ları ve belli süreçlerde bu eğilimlerin güçlendikleri bir gerçektir. Ancak egemenliğin giderek kaydırılması sayesinde, siyasal güç olmayı başarmışların kendilerini sağlamlaştırmak adına, devletin anayasada belirlenmiş temel niteliklerinin dönüştürülmesi işlevini üstlenmiş olmaları tepkisizce karşılanamaz. Cumhuriyet gazetesinin manşetlerinde yer alan ‘‘Tehlikenin farkında mısınız’’ sorusunda, toplumu uyarmak yanında, egemenliğin asıl sahibi olan ulusu egemenliğine sahip çıkmaya davet vardır. Toplumun tüm ilerici kurum ve kuruluşları bu çağrıyı doğru okumalıdır. Yapılması gereken açık: Ülkenin tüm aydınlık güçleri birleşerek anayasada tanımlanmış tüm kurumlara sahip çıkmak zorundadır. Türkiye’nin geleceğinde karanlık bir parantezin açılmasını önlemek, aydınlık güçlerin işbirliğini gerektiriyor. Ulusun egemenliği kâğıt üzerinde bırakılacaksa, nedir kutlanan 23 Nisan’larda?... Kutlu olmak, mutlu olmayı gerektirmiyor mu?.. Kaçta kaçı mutlu Türk ulusunun? Mutlu azınlıklar yaratan, egemenliğin kayıtlı şartlı kullanıldığı sürece son vermek o kadar zor mu? Coşkuyla kutlama yarışına girecek yerde, coşkuyla sahip çıkma başarısını gösterme anı değil mi bu zaman?.. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle