28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 GÜNCEL C haberlerin devamı 28 NİSAN 2006 CUMA ‘Ya sosyalizm, ya barbarlık’ HİLAL KÖSE Türkiye’nin en uzun süre cezaevinde kalan kadın siyasi tutuklusu Özden Bilgin tahliye edildi. 12 Eylül dönemiyle birlikte 18 yılını ‘içerde’ geçiren Bilgin, sosyalist toplum inancını koruyor. Özden Bilgin, üniversite son sınıf öğrencisiyken 21 yaşında tutuklanarak askeri cezaevine konuldu. Siyasilerle dolu, ‘‘buradan bir daha çıkamayacaksınız’’ havası estirilen cezaevlerinde, her gün yenilen dayağın ardından tahliyeler başladı. İstanbul 2 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nce 1981 yılında açılan ve Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden DevSol ana davası kapsamında 5 yıl 8 ay tutuklu yargılandı. Özden Bilgin, Silahlı Devrimci Halk Birlikleri adına eylem talimatı verdiği gerekçesiyle 1993 yılında yeniden tutuklandı. İstanbul 3 No’lu DGM’nin açtığı, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren davada, 12 yıl 4 ay sonra tahliye edildi. İŞKENCE İZLERİ Uzun tutukluluk nedeniyle, ‘adil yargılanma hakkı’ ihlal edildiği için AİHM’ye başvuran Bilgin, emniyette gördüğü işkencelerin izlerini ise hâlâ taşıyor. Seyahatlerinin birinde rahatsızlandığı için hastaneye giden Bilgin’in dizleBilgin, ‘‘ya sosyalizm ya barbarlık’’ tanımının doğruluğuna dikkat çekiyor. Özden Bilgin, F tiplerinin askeri cezaevlerinden daha kötü olduğunu söyleyerek, tutuklu ve hükümlülerin tek başlarına olumlu ya da olumsuz insani hiçbir şeyle yüz yüze olmadıklarını ifade ediyor. Yıllarca bir insan sesi duymadan, insani ilişkiye girmeden yaşamaya mahkum edilmenin fiziksel ve ruhsal olarak 12 Eylül dönemiyle birlikte 18 yılını çok daha yıkıcı ‘içerde’ geçiren Bilgin, sosyalist topolduğunu vurgulayan Bilgin, lum inancını koruyor. şöyle devam ediyor: rinde, çok eskiye ait deformas‘‘Doğru... 12 Eylül’de her gün yon tespit edildi. Eklemlerinde dayak yedik ama canlı bir ruh aşırı zedelenmenin olduğu belirtivardı. Şimdi insanların ayakta len Bilgin, deniz kenarında yaptıkalması tamamıyla bireysel doğı uzun yürüyüşler ve yolculuklarnanımlarıyla ilgili. Maddi ve mala ‘dışarıya’ alışmaya çalışıyor. nevi her türlü dayanışmayı ortaGeçmişi ve şimdiyi değerlendiren dan kaldıran bir süreç var. Bir insan ne kadar donanımlı olursa olsun, ne kadar ayakta kalır; o da soru işareti.’’ İnsanların daha mutlu olacağı sosyalist toplum inancından vazgeçmediğini söyleyen Bilgin, ‘‘Biz gelecek toplum hayalinin peşinden koştuk.... Sen bıraksan da o hayal seni bırakmıyor’’ diyor. İnsanların, mutsuz eden sisteme bir noktadan sonra karşı çıkacaklarını düşündüğünü ifade eden Bilgin, tüm başarısız deneyimlere karşın, insanlığın çıkışının sosyalizm olduğunu vurguluyor. Daha canlı muhalefetin olduğu eski günlere göre halkın siyasete ilgi duymadığına, gündemden koptuğuna işaret eden Bilgin, insanların, geçim derdi yüzünden, ‘ben ne haldeyim, Türkiye ne halde’ diyecek, dünyanın ne durumda olduğunu görecek durumda olmadıklarını kaydediyor. Okuryazar kesimde bile dünyayı algılama çabasının zayıflamış olduğunu söyleyen Bilgin, sosyalist mücadelenin tüm dünyada, eksen kaybına uğrasa da, arayışını sürdürdüğünü vurguluyor. Sosyalist düşüncenin, tarih boyunca hep ön açıcı olduğuna, kapitalist sistemin bile bir biçimde sosyalist istemi benimseyerek kendi içinde uyguladığına dikkat çeken Bilgin, ‘‘Sosyalist düşünce şu anda önünde duran engeli aşabilirse, her şey daha farklı olacak...’’ diyor. GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK Arınç’tan Mumcu’nun Mumuna... rınç’ın 23 Nisan konuşmasına değişik bir gözle bakabiliriz: Kendi dışında hükümet dahil hemen herkesten, her şeyden şikâyetçi! Sanki bir psikoloğa gitmiş, içini boşaltmış, sıkıntılarını açıklamış ve rahatlamış gibi bir havası var. TBMM Başkanı hemen her şeyden, anayasadan, laiklikten, devletin önemli kurumlarından, hükümetten ama hemen her şeyden yakınıyor. Ne önlem söylüyor, ne de örneğin laikliğin yeniden tarifini isterken aklındaki laiklik anlayışına bir tanım getiriyor. Anayasal kurumlardan yakınırken tabii yüreği kaldırmadığı için TSK’ye moda olan saldırılarda bulunamıyor. Vur abalıya diyerek Anayasa Mahkemesi’ne yüklenirken, IMF ve AB dayatmalarıyla alınan kararları ulusal egemenliğe aykırı bulmuyor. Konuşmasını yaptıktan sonra kimi eleştiriler geleceğinden söz edildiğinde; ‘‘Ben söyleyeceğimi söyledim. İsteyen istediğini söyler’’ anlamına gelen karşılıklar vermesi bu konuşmanın psikolojik yapısını ifade eden yorumlarla çakışıyor. Çocuk Bayramı’nda halk deyimiyle 21 yaşında kazık kadar adamın Meclis kürsüsüne çıkmasına olanak sağlaması ve bıyığı terlemiş ‘‘çocuğun’’ imam hatiplere oldukları yerde otlamalarını emreden kurallara meydan okumasını gülümseyerek, keyifle izlemesi, savunması... hepsi bir yana. Arınç’ın konuşması AKP’nin içinde bulunduğu laik rejim karşıtı gelişmeleri (yarışı) açığa çıkardığı için faydalı oldu da denilebilir. ??? Konuşmayı hatta partisinden Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener gibi fazla önemsemeyerek eleştirenler olduğu gibi, örneğin yakın zamanların AKP’lisi, üstelik bakanı şimdilerde şu bu partiden toplayarak kurduğu devşirme grupla Arınç’ın arkasında yer alan Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu gibi destekleyenler de var. Erkan Mumcu hâlâ bir AKP’li gibi düşünmesine karşın neden ayrıldı partiden? Arınç’ın hatta RTE’nin örneğin türban ve laikliğe bakışını desteklediğini açıkladı. Ama ayrılış nedenleri hâlâ meçhul! Yıllar sonra AKP’deki yolsuzlukları, usulsüzlükleri gördüğü için mi? Yoksa baş ol da istersen soğan başı ol mantığıyla bir partiye genel başkan seçilebilmek, bir zamanlar Demirel’in yaptığı gibi grup kurarak bir saatliğine etki yaratmak uğruna Meclis’te geniş konuşma olanağı yakalayabilmek için mi? Erkan Mumcu’nun genel başkanlığı hayli ilginç öyküler içeriyor. Herkese, her şeye iz bıraksın diye saldırarak sonuç alacağını sanan bir yapısı var. ANAP’a genel başkan olduktan sonra önce partinin ANAP değil ANAVATAN diye anılmasını emretti ve parti amblemindeki simge arıya zemin olan yüzeyin rengini sarıdan partiye oy sağlayacağını sandığı renge ‘‘yeşile’’ çevirdi. Önemsediği bu değişimden sonra ön safta yer tutacağını, her yerde anılacağını sandığı kimi açıklamalara girişti. Örneğin RTE’nin belediye başkanı iken 2B’den aldığı araziyi üstüne yazdırmaktan çekindiği için Maliye Bakanı adına tescil ettirdiğini üstelik Meclis kürsüsündenaçıkladı. İspat et, dediler. Hık mık, kem küm!.. İspat edemedi. Bakanlar Kurulu’nda iken yolsuzluklara karşı çıktığını söyledi. İspatla, neymiş yolsuzluklar denilince; hepsi Bakanlar Kurulu’nun tutanaklarında var, hükümet açıklasın tutanakları diyerek savının arkasında duramadı. Terör konuşulurken Başbakan’ın danışmanları ile partisindeki yöneticiler arasında Barzani yandaşı ve PKK sempatizanlarının bulunduğunu söyledi; ama bu sav ciddiye alınmadı, kimdi, kimlerdi diye sorulmadı. Mumcu da isim veremedi. ANAP mıdır ANAVATAN mıdır her neyse bu partiyi, 1983’teki oyu yüzde 45.14’ten, 2002 seçiminde yüzde 5.13’e düşen bu partiyi; Erkan Mumcu boş atıp dolu tutmaya çalışan düzgün cümleli çoğu yerde saldırgan, içi boş grup nutuklarıyla şaha kaldıracak ha! Vatan kurtaranlar vardı, hâlâ var. Şimdilerde AKP’ye muhalif ama türbandan laikliğe kadar hemen bütün konularda AKP gibi, hatta AKP’den öteye düşünen parti kurtaran kahramanlar var siyaset piyasasında... Örneğin içlerinden birinin soyadı Mumcu: Ama mumu ancak yadsıya, gelecek seçime kadar yanacak olan bir kahraman!.. Arınç’ın Gülü Peygamber’e Dikeni Devlete! A B Tuğcu: Devlete gölge düşer Baştarafı 1. Sayfada parti ve yargı organlarının temsilcileri katıldı. Güncel konuları ‘‘yumuşak’’ bir üslupla değerlendiren Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’nun konuşmasında öne çıkan konular şöyle: Yasama, yürütme ve yargı organları nitelikleri itibarıyla farklı yetkiler kullanmakla beraber devlet iktidarının farklı görünümlerini oluşturmaktadırlar. Hukukun genel ilkeleri ve anayasa kurallarıyla bağdaşmayan işlem ve eylemler ile yasama tasarruflarının anayasa mahkemelerince çeşitli hukuksal yaptırımlara bağlanması, anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin zorunlu bir sonucudur. ELEŞTİRİNİN SINIRLARI Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin ve bağlayıcı olması, onların eleştirilemez olduğu anlamına gelmemektedir. Mahkeme kararlarına uyma yükümlülüğü, söz konusu kararları eleştirme hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Bir hukuk devletinde yargı kararlarının da eleştirilebilmesi doğaldır. Bir hukuk devletinde mahkeme kararlarının gerek akademik çevrelerde gerekse uygulayıcılar tarafından ele alınıp incelenmesi gerekli ve yararlıdır. Bu tür eleştirilerin yargıya yeni ufuklar açma olasılığı her zaman vardır. Bununla birlikte doğruyu bulmak adına yapılacak eleştirilerin belirli bir düzeyde ve nitelikte olması gerektiği de kuşkusuzdur. Gerek mahkemenin gerekse mahkeme üyelerinin kişiliğine saldırı niteliğinde bulunan eylemlerin ciddi eleştiri olarak kabulü mümkün değildir. YARGIYI ETKİLEME Anayasanın 138. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisi’nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz” hükmü eleştiri hakkının kullanımına sınırlama getiren bir olgudur. Düşünce ve ifade hürriyeti ile bilim hürriyeti görüntüsü altında yargı kararlarına yapılan müdahalelerin hoş görülebilmesi de mümkün değildir. Belirtilen husus basın hürriyeti bakımından da geçerlidir. YARGISIZ DEVLET Son zamanlarda ortaya çıkan eleştiri hakkını ve maksadını aşan, bağımsız güç olan yargıyı doğrudan hedef alan yıpratıcı yaklaşımları üzüntüyle izlemekteyiz. Unutulmamalıdır ki, demokratik bir toplumda bağımsız yargı, teneffüs edilen hava gibidir; varlığında önemi anlaşılmazsa, yokluğunda devletten söz etmek de mümkün olmaz. SARIKAYA’NIN İHRACI Yargının işleyişinde zaman zaman ortaya çıkabilecek aksaklıkların doğal karşılanması gerekir. Önemli olan bu aksaklıkların giderilebilmesidir. Bunların giderileceği kurum ve kurullar ise yine yargı bünyesinde yer almaktadır. İdari yönden hâkim ve savcılar hakkında tasarrufta bulunabilme yetkisinin münhasıran Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ait olduğu unutulmamalıdır. YARGININ BAĞIMSIZLIĞI Mahkemelerin bağımsızlığına düşen her gölge, hukuk devletine düşmüş olacaktır. Yargının kuvvetler ayrılığı ilkesindeki üç erkten birini oluşturduğu gözetildiğinde yargı görevini yerine getiren hâkim ve savcıların, yürütmenin uzantısı olan idarede görev yapan kamu görevlileri kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Son dönemlerde bir taraftan yargının yasama ve yürütmeye müdahale ettiği yakınmaları, diğer taraftan ise yargının yasama ve yürütmenin baskısı veya uygulamaları ile siyasallaştığı iddiaları yaygın olarak dile getirilmekte olup bu hususlar yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi endişeler yaratmakta ve yargı erki bu çelişkiler içerisinde zayıflamaktadır. İş yoğunluğu yargının her kesiminde ve her aşamasında adil yargılanma koşullarını zorlamakta, yargılamalar yıllarca sürmekte, bu durum vatandaşları başka çareler aramaya yöneltmektedir. ‘Engeller ortadan kaldırılmalı’ Baştarafı 1. Sayfada yetki ve görevlerini kullanan organlar olduğunu belirtti. Hiçbir erkin diğerine üstünlüğünün kabul edilmediğini vurgulayan Sezer, ‘‘Üstünlük anayasada ve anayasaya aykırı olmamak koşuluyla yasalardadır. Yasama, yürütme ve yargı erki, öncelikle anayasal kurallarla bağlıdır’’ dedi. Sezer, anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesinin, devleti oluşturan güçleri hukukla sınırladığını, yönetimin keyfiliğe sapmasını önlediğini, rejimin kurum ve kurallarıyla sağlıklı biçimde işlemesini olanaklı kıldığını belirtti. Cumhurbaşkanı Sezer, mesajında şunları kaydetti: ‘‘Anayasa Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve anayasanın temelini oluşturan Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalınmasının, hukuk devleti ilkesinin egemen kılınmasının, demokratik düzenin anayasal ilkeler ışığında kurum ve kurallarıyla işlemesinin, temel hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesinin ve demokrasinin yaşatılmasının en büyük güvencelerindendir. Yasaların, yasa gücünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğü’nün anayasaya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi, güçler ayrılığı ilkesinin sağlıklı biçimde yürütülmesinde denge rolü üstlenmekte, kurulduğu günden bu yana görevlerini Atatürk ilke ve devrimleri ışığında yansız ve bağımsız biçimde yerine getirmektedir.’’ Kişi hak ve özgürlüklerini üstün kılan ve tam olarak yaşatılmasını sağlayan anayasanın varlığı kadar, anayasada yer alan ilkelerin yaşama geçirilerek uygulanmasının da büyük önem taşıdığına işaret eden Cumhurbaşkanı Sezer, ‘‘Yargı kararlarının uygulanması, siyasal kültürün gelişmesi, demokrasinin içselleştirilerek yaşam biçimi olarak benimsenmesi ve hukuk devleti ilkesinin yerleşmesiyle, anayasal ilkelerle uygulamalar arasındaki farklılıkların azalacağından kuşku duymuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokratikleşme yönündeki atılımların sürdürülmesi, hukuk devleti ilkesinin önündeki engellerin kaldırılması ve yurttaşlarımızın demokratik değerleri üstün tutmasıyla çağdaş dünyadaki konumunu güçlendireceğine inanıyoruz’’ görüşünü dile getirdi. ülent Arınç’ın resmi konumu ‘‘TBMM Başkanı’’ ama, sanırım işlevsel konumu başlıkta vurguladığımız gibi: AKP’nin Meclis Başkanı! Arınç’ın geçen yasama yıllarında da doğrudan AKP tabanına selam veren açıklamaları, uygulamaları vardı. Son dönemde bunun daha ileri gittiğini söyleyebiliriz. Hatta, yerine göre AKP üst yönetimini de eleştiren, böylece parti tabanına ‘‘İyi ki Meclis’te Arınç var’’ dedirten bir gidiş söz konusu! Arınç, önceki hafta Peygamber’in doğum günü kutlamasında şunu söylemişti: ‘‘Bugün herkesle barış içinde olmak lazım. Sayın Başbakan’a sesleniyorum, bugün DTP dahil bütün partilere bir gül ver...’’ Anlaşılan Arınç gülü, Peygamber’in doğum gününe, dikenini de Meclis’in doğum gününe sakladı; devlete ve devlet kurumlarına tadına vara vara batırdı! Öyle bir diken ki, dinleyenin tüyleri bile diken diken olur, konuşmanın ardından şunu sorma gereği duyar: Acaba bu konuşan kişi, ana muhalefetin en azılı üyesi mi? Hükümetin yapamadıklarını bir bir sıralayıp ağır biçimde eleştiriyor da... ??? Arınç’ın TBMM’nin kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada dile getirdiği sorunların ilk çözüm yeri neresi? Hükümet! Hükümet kim? AKP... Arınç’ı oraya kim getirdi? AKP... Tablo çarpık gibi duruyor ama, değil. Bize göre, AKP koalisyonu içindeki yelpazede şöyle bir gidiş söz konusu: 1 Arınç, ne pahasına olursa olsun TBMM Başkanı olmak istiyordu. Parti içinde kendisini orada görmek istemeyen ağır toplar olsa bile... Başardı. 2 Arınç, TBMM Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığı’na sıçramayı planlıyordu. Şu aşamada bunun olmayacağını gördü. Cumhurbaşkanı olma fırsatını eline geçiren kimse, bunu başkasına bırakmadı. Özal ve Demirel örneğinde olduğu gibi. 3 Bu gelişmeden sonra Arınç, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası partinin başına geçmeyi planladı. ANAP, DYP örneğinde olduğu gibi parti liderleri Köşk’e çıkınca, parti dağılıyor. Arınç bu bağlamda öne çıkmayı yeğledi. 4 Öne çıkmanın gereği olarak TBMM Başkanlığı’nın ağırlığını ve dokunulmazlığını kullanıp her şeyi yapmaya başladı. Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın HSYK tarafından meslekten uzaklaştırılmasına en ağır eleştirileri yöneltti. Bir anlamda HSYK’ye saldırmayı dahi göze aldı. ??? Arınç, devlet çarkının kırılması gereken dişlilerini tek tek sıralarken içeriğinin AKP’leştirilmesi gereken kavramlar için de şu tanımı kullandı: Yeniden tarif edelim. Bunların başında laiklik geliyor. Arınç’ın ataları da aynı şeyi yapardı. Yok edemeyecekleri bir kavram öne çıkınca ‘‘Tarifini yeniden yapalım’’ derlerdi. Bir anlamda tarif, tahribin yeni adı oldu! Tahrip edelim demiyorlar, tarif edelim diyorlar. Arınç’ın konuşmasına CHP sıralarından alkış gelmedi. Meclis başkanlarının temel işlevi, Meclis’e bir bütünlük içinde seslenmektir. Kendi Meclisini bile bölen bir başkanın, Türkiye’ye bir bütün olarak seslenebilmesi çok zor! AKP halk yakın değil Baştarafı 1. Sayfada imam hatip okulları ve Kuran kurslarını 13 hafta, Uzanlar sorununu 13 hafta, YÖK yasası ve gerilimini 10 hafta, mafya ve çeteleri 8 hafta, AKP’nin ordu ve Milli Güvenlik Kurulu ile yaşadığı gerginlikleri 7 hafta konuştu. Diğer tüm konular ise birer hafta kamuoyunu meşgul etti. Bulguları yorumlayan Bülent Tanla, tam 100 hafta boyunca Türkiye’nin Irak, AB, Kıbrıs ve ABD’yi konuştuğunu anımsatarak ‘‘Bu da gösteriyor ki, Türkiye uluslararası değişim ve gelişmelerin tam içinde, odağında yer alıyor. Dış gelişmelerden çok etkileniyor ve edilgen biçimde olayların arkasından sürükleniyor. Uluslararası ilişkiler ve gelişmeler Türkiye’yi yönlendiriyor, yönetiyor, bağımlı bir ülke konumuna getiriyor’’ dedi. Böyle bir gündem ağırlığının, bir yandan ana konularımızdan uzaklaşmamıza, temel sorunlarımızdan kopmamıza, kendimize yabancılaşmamıza neden olduğunu, diğer yandan da AKP hükümetinin strateji ve taktiklerini, takıyyelerini, olumsuz uygulamalarını dikkatlerden kaçırmasına, dış politika yorganının altına gizlemesine yaradığını anlatan Tanla, AKP’nin uyguladığı politikalar nedeniyle, devletle çatışma içinde göründüğünü söyledi. ‘‘Hükümet ile devlet kurumları arasındaki ilişkilerde uyumsuzluk, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri, YÖK ve yargı olmak üzere bunalım yaratma, temel kurumları yıpratma çabaları, İslami kadrolaşma, ideolojik gündem maddelerinde ayak direme öne çıkıyor’’ diyen Tanla, AKP’nin izlediği gerginlik politikalarının, demokrasinin olanaklarından yararlanarak Cumhuriyet kurumlarının zayıflatılması sonucunu doğurduğunu ifade etti. Tanla, en çarpıcı ve en acıklı sonuç olarak da Türkiye ile halkın gündemi arasındaki farkı gösterdi. Halkın işsizlik, geçim sıkıntısı, sağlık gibi en önemli sorunlarının gündemde olmadığını, halkı kıvrandıran bu sorunlardan hiçbirinin, ne hükümetin, ne de basının gündeminde yer almadığını belirten Tanla, iktidar toplumun bu temel sorunlarına karşı duyarlı olmadığı için, bu konuların medyanın da gündemine yeterince yansımadığını öne sürdü. Anzaklar Baştarafı 1. Sayfada savaştan geriye fedakârlık ve karşılıklı saygıya dayalı ortak bir tarih kaldı’’ diye konuştu. Yeni Zelanda Temsilciler Meclisi Başkanı Margaret Wilson da Çanakkale Savaşı’nın birçok ülkedeki genç nesillerin yok olmasına ve toplumlarda derin acılar yaşanmasına neden olduğunu belirtti. Avustralya Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Russ Shalders de Çanakkale Savaşları’nın kendilerine cesareti öğrettiğini ve ulusal kimliklerinin oluşmasında ayrı bir önemi olduğunu söyledi. Törende Türkiye adına konuşan Üsteğmen Ercan Aslan’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşta yaşamını yitiren yabancı askerlerin annelerine yönelik mesajını okuması katılımcılardan yoğun alkış aldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle