29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 HEKİMLER BİRLİĞİ ÖRGÜTÜNDEN DR. CLAUSSEN TÜRKİYE’Yİ UYARDI ‘Ateşle oynamayın’ AHMET TEVFİK ORTAÇ BERLİN Çernobil faciasının 20’nci yılında, Türkiye’de yeni nükleer enerji santralları kurmak isteyenlerin ‘‘ateşle oynadığı’’ bir kez daha vurgulandı. Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği (IPPNW) adlı örgütün Almanya Seksiyonu Başkanı Dr. Angelika Claussen, Ankara’nın ‘‘atom kulübü’’ne üye olmak için bu kadar çaba göstermesine bir anlam veremediklerini söyledi. Türkçe de bilen ve Türkiye’deki gelişmeleri yakından izleyen Dr. Claussen, Cumhuriyet’in sorularını yanıtlarken, uyarılarda bulundu. Angelika Claussen, Sinop’taki nükleer santral çalışmalarına dikkat çekerken, şöyle konuştu: ‘‘Atom enerjisi tamamen gereksiz bir enerji türüdür. Hem pahalı hem de çok uzun süreli etkileri var. Nitekim bunu Çernobil’de gördük. Nihai depolama sorunu kesinlikle çözümlenememiş durumda. Bu Türkiye için de geçerli ve ben güneşi bu kadar bol olan, yenilenebilir enerjinin böylesine şanslı olduğu bir ülkedeki nükleer enerji girişimlerini anlamsız buluyorum. Resmi rakamlara göre Ukrayna’da 2.7 milyon insan Çernobil faciası kurbanı olarak kabul ediliyor. Bugün 2.7 milyon insan hala Çernobil’in kirlettiği alan üzerinde yaşam mücadelesi veriyor. Türk hükümeti atom kulübüne girmek mecburiyetinde olduğunu söylerse, bu tam bir saçmalık olur. Çünkü Türkiye yenilenebilir enerji için ideal bir ülke. Türk hükümeti bu alanda, örneğin AB ile projeler üretmek için çaba sarf etmelidir. Bu Türkiye’deki tüm insanlar için olumlu olurdu.’’ ‘TÜRKİYE MARARALARDAN UZAK DURSUN’ IPPNW’nin Türkiye’de etkinliklerde bulunduğunu belirten Dr. Claussen, daha önce de Akkuyu’da nükleer enerji tesisi kurulmak istendiğinde bu tür çalışmalar yaptıklarını, ortak çaba gösterdiklerini belirtti. Dr. Claussen, Türkiye’nin kendi olanaklarını bilerek davranmasını ve bu tür tehlikeli maceralardan uzak durması gerektiğini, yakın geçmişteki felaketlere bakarak dersler çıkarabileceğini belirtti. Öte yandan bir süre önce Almanya’da vizyona giren yeni filmi ‘‘Die Wolke’’ (Bulut) ile Çernobil faciasının yıldönümünde konuyu tekrar gündeme getiren Alman yönetmen Gregor Schnitzler, bu konunun tek bir ülke veya bölge ile sınırlandırılamayacağını söyledi. Gudrun Pausewang’ın kitabından uyarlanan filmin, uyarıcı özellikle olduğuna dikkat çeken 42 yaşındaki yönetmen, Cumhuriyet’in sorularını yanıtlarken, filminin Türkiye dahil birçok ülkede gösterime girmesinden mutluluk duyacağını söyledi. Schnitzler, Çernobil’in bir benzerinin Almanya’nın Frankfurt şehri yakınlarında meydana gelebileceğinden yola çıkarak gerçekleştirdiği film ve etkileri hakkında şunları söyledi: ‘‘Aslında biz farklı kuşakların insanlarıyız. Ben mesela Çernobil’i yaşayan kuşaktanım. O zamanki durumu bilenlerden, o histeriyi ve görünmeyen tehlikeyi yaşayanlardan biriyim. Filmin akışı içinde tüm ekip facianın etkisi altında kaldı. Dış dünyadan teklifler var. Bir kere film şimdiden Japonya’ya kesinlikle satıldı. Bunu biliyorum. Ayrıca başka ülkelerden de ilgi var. Ama şu anda henüz bunların hangileri olduklarını söyleyemeyeceğim. Türkiye dahil, filmimin dış dünyada gösterime girmesini isterim.’’ C facianın 20. yılı SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU 28 NİSAN 2006 CUMA Berlusconi’nin Son Şarkısı... ri/bu kederli TV’leri, bu gazeteleri bırakıp gidelim/Başka bir yarımkürede/uzak bir adaya gidelim/Belalarını bulsunlar/biz bırakıp gidelim/Yaşamak, sevmek, birlikte gülmekten başka şey düşünmeyelim!!!’’ Şarkının sözleri böyle. ‘PİAZZA UNİTA’DAKI ATMOSFER! Berlusconi’nin ‘‘Piazza Unita’’yı şenlendirdiği perşembe gecesi ben de ordaydım. Meydanın bir köşesinde; ‘‘Caffe degli Specchi’’de (Aynalar Kahvesi) yeni seçilmiş, çiçeği burnunda bir parlamenter ile sohbet ederken; önümüzden bulut gibi bir kalabalık geçti. TV kameraları, korumalar, güvenlik, mini etekli kızlar, ‘‘Silvio! Seni çok seviyoruz!’’ diye tezahürat yapan bıçkın delikanlılar... Bir de ne görelim, Berlusconi! Son şarkısının ilham kaynağı ‘‘Cennet Ada’’dan yeni dönmüş gibi bronz bir tenle karşımızda, 32 diş gülümsüyor ve yenilgi yorgunluğunu üstünden atmış, ‘‘Forza Italia’’ için yeniden kampanya yapıyor! Meydanı turlayan ‘‘Başbakan’’, tüm kahvelere uğradı; hayranları selamladı, röportajlar verdi ve karşımızdaki ‘‘Duca D’Aosta’’ oteline daldı. Otelin, meydana bakan camekânlı restoranında kendisi için bir yemek hazırlanmıştı. Berlusconi, beraberinde bir CD yaptığı Apicella’yı da getirmiş. Apicella dediğiniz, Napolili eski bir değnekçi. Berlusconi, Napoli’de tesadüfen bir gün bu değnekçi ile karşılaşıyor; sesini beğeniyor ve ‘‘kralın soytarısı’’ misali maskot gibi o gün bugün yanında taşıyor. Birlikte şarkılar yapıyorlar. Berlusconi söz yazıyor; Apicella beste yapıyor. Sardinya Adası’ndaki muhteşem villasında şarkılar eşliğinde beraber dünya liderlerini ağırlıyorlar! Berlusconi’nin ‘‘Trieste’deki son seçim kampanyası’’ da işte Apicella ile bitti. ‘‘Duca D’Aosta’’ otelindeki ziyaretin ardından, Apicella’nın gitarına eşlik eden Başbakan, Napoli şarkılarıyla birlikte ‘‘son şarkısını’’ söyledi! Prodi, Berlusconi’nin ardından herkese çok sıkıcı gelecek... İtiraf etmek lazım ki ‘‘Silvio’’ eğlenceliydi. Ama Apicella bakalım ‘‘Forza Italia’’ya Trieste’yi kazandıracak mı? Bu birinci soru. İkinci soru da şu: Yerel seçimleri de yitirirse Berlusconi, ‘‘Cennet Ada’’ya çekilir mi? Aylar önce bunu ima etmiş ve seçimleri kaybederse ‘‘Tahiti’ye yelken açacağını’’ söylemişti! Şaka mı, ciddi mi? Berlusconi reytingi yüksek bir dizi film gibi. Bir sonraki bölümü kestiremiyorsunuz. TRIESTE ‘‘İtalya’nın en güzel meydanı’’namı diğer ‘‘Piazza Unita’’! Trieste’nin denize açılan kent meydanı böyle biliniyor. Kentin Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve Habsburglara ait olduğu dönemde inşa edilen meydan; İtalya’nın ‘‘en görkemli meydanı’’ aynı zamanda. Belediye sarayı ve resmi binalarla çevrili olan meydan, İmparator Franz Joseph’in görkemli törenleri ile anılıyor. Gösterişli tarihi yapılar, cıvıl cıvıl kahveler ve seçkin otellerle kuşatılmış ‘‘Piazza Unita’’ bundan böyle yalnız Franz Joseph’le değil, Berlusconi’nin ‘‘son şarkısıyla’’ da anılacak. ‘‘Yenilgi şokunu’’ üstünden atar atmaz Trieste’ye koşan İtalya’nın renkli Başbakanı’nın ‘‘Piazza Unita’’ macerasını anlatmak için filmi biraz geriye sarmam lazım... CENNET ADA ‘TAHITI’ Mİ? Yılan hikâyesine dönüşen bir genel seçimden yeni çıkan İtalya, bu hafta sonu itibarıyla ‘‘yerel seçim atmosferine’’ giriyor. Mayıs sonunda Roma, Milano, Torino, Napoli gibi büyük kentlerin belediye başkanlarını seçecek olan Çizme’deki yeni maraton; Trieste ile start alıyor. İlk turda oyları, ülke genelindeki gibi, merkez sağ ve sol arasında ortadan ikiye bölen Trieste; ufak arayla yarışan iki belediye başkanı adayıyla bugün ‘‘ikinci tura’’ gidiyor. Genel seçim, Berlusconi’nin ‘‘hileşike’’ tartışmalarıyla sona erdiği için; ‘‘Trieste’deki ikinci raunt’’ psikolojik ve siyasi açıdan önem taşıyor. Trieste’de oynanan bu yeni bahis; hem büyük kentlerde yapılacak yerel seçimler için önemli bir işaret sayılacak, hem ‘‘meşruiyet tartışmasını’’ etkileyecek. Bu tartışmayı ya derinleştirecek, ya büyük ölçüde arşivleyecek... Bush’tan Putin’e dünya liderlerinin on gün arayla da olsakabul ettiği ‘‘sonuç’’; yüksek mahkemece onay görmesine rağmen; Berlusconi tarafından hâlâ sorgulanıyor. ‘‘Prodi’yi tebrik etmediğini ve de etmeyeceğini’’ ısrarla her yerde ifade eden Başbakan, ‘‘rövanşı parlamentoda’’ alacağını söylüyor ve zaferin meşru olmadığını yeni hükümete her fırsatta hatırlatacağını belirtiyordu. Prodi, Ciampi’den ‘‘Başbakanlık görevini’’ devralana dek, bu koltuğa sahip çıkan Berlusconi’nin ‘‘Piazza Unita’’da söylediği şarkı bunun için önemli. Berlusconi’nin ‘‘son şarkısının’’ adı: ‘‘Cennet Ada!’’ ‘‘Gidelim burdan/bu partile HÂLÂ CAN ALIYOR Çernobil faciasının 20. yılı İnsanlık tarihinin Hiroşima’dan sonraki en büyük, sivil kullanımda ise en çok zarara yol açan nükleer faciasının üzerinden tam 20 yıl geçti. 26 Nisan 1986 gecesi Ukrayna’nın (o zamanki Sovyetler Birliği) kuzeyinde bulunan Pripyat yerleşim birimine yakın Çernobil nükleer santralındaki 4 numaralı reaktörde meydana gelen patlamayla birlikte yoğun bir fallout (1) Sovyetler’in batısına, Doğu Avrupa’ya, İskandinavya’ya, Britanya’ya ve ABD’nin doğusuna yayılmıştı. Ama esas çok yoğun bir şekilde kontamine olan (kirlenen) bölgeler, reaktörün bulunduğu Ukrayna, Rusya ve hepsinden kötüsü Beyaz Rusya’nın geniş alanları olmuştu. ‘‘Radyoaktif fallout’’un yaklaşık yüzde 60’ı bu ülkeye, özellikle ülkenin güney ve doğu kesimlerine inmiş, doğanın yoğun bir şekilde radyasyonla kirlendiği (kontaminasyonu) saptanmıştı. ETKİSİ HÂLÂ SÜRÜYOR Aradan 20 yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen Çernobil kazasının etkileri halen sürmekte, kansere yakalanan insanların sayısı azalmamaktadır. Bugün 1.3 milyon insan ‘‘kontamine olmuş’’ bölgelerde yaşamaktadır. Ukrayna’da resmi olarak 2.7 milyon insan Çernobil faciası kurbanı olarak tanınmaktadırlar. 70 bin yetişkin ve 2 bin çocuk sakatlar listesine alınmışlardır. Santralın en yakınında yer alan Pripyat kentinde yaşayan insanlar (45 bin) patlamayı takip eden birkaç gün içinde kentlerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Santralın etrafında 30 kilometrelik bir çember, orada yaşayanların dışında herkes için yasak bölge ilan edilmiştir. Buraya her girişçıkış güvenlik güçleri tarafından kontrol edilmektedir. 26 Nisan 1986 gecesi Ukrayna’nın kuzeyinde bulunan Pripyat yerleşim birimine yakın Çernobil nükleer santralındaki 4 numaralı reaktörde meydana gelen patlama tarihin en büyük nükleer felaketlerinden birine neden oldu. Aradan 20 yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen Çernobil kazasının etkileri halen sürüyor, kansere yakalanan insanların sayısı sürekli artıyor. Devletin ölümcül sırrı CENGİZ DEMİREL SİNOP Çernobil nükleer faciasının üzerinden 20 yıl geçmesine karşın başta Karadeniz olmak üzere çok geniş bir alanda etkilerinin sürdüğü ve toprakta radyasyon bulunduğu belgelendi. Türkiye Atom Enerjisi Kurulu (TAEK) tarafından 2000 yılında hazırlanan ve bugüne kadar saklanan bir raporda özellikle kırsal kesimde toprakla uğraşanların kanser riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekildi. 26 Nisan 1986’da saat 01.24’te meydana gelen Çernobil faciası, tarihe insanlık tarihinin en büyük nükleer faciası olarak geçti. Birçok uzman patlamanın yaratacağı tehlikelere dikkat çekerken, dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren, Ticaret ve Sanayi Bakanı Cahit Aral ve Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ile TAEK Başkanı Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre TRT ekranlarına çıkarak çay içerek iddiaları çürütmeye çalıştılar. Çernobil faciasından 2 yıl sonra Karadeniz başka bir çevre faciasıyla karşılaştı. Sinop’un Soğuksu köyünde 4 Ağustos 1988’de içi zehir dolu variller bulundu. İtalyan menşeili varillerin kansorejen madde taşıdığı belirlendi. Bundan 12 yıl sonra çevrecilerin baskısı üzerine Sinop Valiliği 25 Şubat 2000’de TAEK’e bir yazı yazarak zehirli varillerin çevresinde radyasyon ölçümü yapılmasını istedi. TAEK uzmanları tarafından depo çevresinden alınan 4 ayrı örnekte radyasyona rastlandı. Dönemin TAEK Başkanı Prof. Dr. Cengiz Yalçın imzasıyla Sinop Valiliği’ne iletilen 22 Mart 2000 tarihli raporda depo çevresinden alınan toprak örneklerinde kilogram başına 55 ile 107 bekerel arası Cs. 137 aktivitesine rastlandığına dikkat çekildi. Raporda bunun zehirli varillerden değil Çernobil’den kaynaklandığı vurgulandı. Komşu’da tehlikeli nükleer santral 21. yüzyıl Batı sömürgeciliğinin küresel düzen olarak yeniden gerçek tehlikenin kimliğini de açıklıyor. Kore Savaşı’nın, Vietnam Savaşı’nın, Ortadoğu ve Güney Amerika’daki darbelerin mercek altına yatırılması bile gerçek tehlikenin, kapitalizmin sömürgeci kimliğinden kaynaklandığını açık olarak ortaya koymaya yetiyor. 21. yüzyılda dünyamız Batı kapitalizminin sömürgeci baskısı altında bulunmaktadır: Asya’daki, Ortadoğu’daki ve Güney Amerika’daki yeni oluşumlar bu tehlikeye karşı tepkiler olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye Batı kapitalizminin hedefleri arasında ön sıralarda bulunan bir ülkedir. Yıllar öncesinin Komünizmle Mücadele Derneği başkanının yüzündeki acı gülümseme, bu gerçeğin çarpıcı bir yansımasıdır. 1990 yılından bugüne kadar ABD’nin yaptığı askeri, iktisadi, siyasi ve kültürel operasyonlara bakmak bile bu tehdidin kaynağını gözler önüne serecektir. ABD’nin başkomutanı General Franks, Türkiye’ye küfrederek bu sömürgeci ve faşist kimliğini de itiraf etmiş oldu. BERLİN (Cumhuriyet) Tagesspiegel am Sonntag gazetesinde geçen pazar günü yer alan bir haberde Bulgaristan’daki Kozluduy nükleer santralının güvenlik sistemlerinin çalışmadığı öne sürüldü. Bulgar atom fizikçisi Guergui Kastchiev’in gazeteye yaptığı açıklamaya göre santralın beşinci bölgesini kontrol eden hızlı güvenlik sistemi tümüyle devre dışı kaldı. Fizikçinin verdiği bilgiler, santralı tehlike anında devre dışı bırakmak için gerekli 60 aşamalı güvenlik sisteminin 22 aşamasının çalışamaz durumda olduğunu gösteriyor. Guergui Kastchiev, santralın merkezî güvenlik sisteminin çalışmamasını son sürat giden bir otomobilin frenlerinin tutmamasına benzetiyor. Eski tip (WWER 1000) bir santral olan Kozluduy’un tehlike anında iki dakika içinde devre dışı bırakılması gerekiyor. Hızlı güvenlik sisteminin çalışmaması halinde hiç kimsenin büyük bir felaketi önleyemeyeceğini belirten Kastchiev, uzun süre Bulgaristan Atom Santralları Güvenlik Sistemleri yöneticiliğinde bulundu. Ocak ayı başlarında Bulgar hükümeti, eskimiş bulunan Kozluduy atom santralının bu yılın sonuna kadar kapatılacağını açıklamıştı. S oğuk savaş yıllarında ABD ve Batı Avrupa’da ‘‘komünizm korkusunun’’ kol gezdiği ve gezdirildiği bir dönem yaşandı. Avrupa ve ABD on dokuzuncu yüzyıl boyunca yaşadığı ‘‘sömürgeciliğin cennet yıllarını’’ yirminci yüzyılda geride bırakmıştı. Önce Sovyetler Birliği, arkasından Çin geçen yüzyıldaki küresel sömürgeciliğin karşısındaki en büyük engeli oluşturdular. Bu aynı zamanda, Batı’nın ‘‘komünizm ile korkusunun’’ yaşandığı bir dönemdi. Türkiye NATO’ya girdikten sonra Batı’ya daha sıkı bağlanırken komünizm korkusu ‘‘öcü filmleri’’ gibi, hükümetlerin ellerindeki kırbaçlar gibi şaklatılır oldu. Türkiye’de ‘‘Komünizmle Mücadele Dernekleri’’ bile kuruldu. 2005’te Avrasya Bir’de konferans vermek için gittiğimde bir şahıs yanıma yaklaştı ve benimle resim çektirmek istediğini söyledi. Acı acı gülerek ‘‘Şimdi sizinle resim çektirmek isteyen bu insan bir zamanlar Komünizmle Mücadele Derneği başkanıydı hocam’’ dedi. Pişmandı, yapılan hataları şimdi görüyordu. Türkiye’yi emperyalizmin sağ BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Komünizm Korkusundan Kapitalizmin İşgaline... Nasıl kullanıldıklarını 1990’lı yıllarda anlamaya başlamışlardı. Hele hele Türkiye’de yönetime gelen İslamcı, muhafazakâr ve liberallerin Batı’ya gidip ‘‘Ne olur bizi kullanın’’ diye yalvardıklarını gördükçe herhalde içleri daha fazla sızlamıştır. Çünkü bunlar da ‘‘komünizmle mücadele cephesinin’’ doğal üyeleriydiler. Bütün ömürleri Batı kapitalizmine ve çıkarlarına hizmet etmekle geçiyordu. O kadar ki açık açık, Türk halkının gözleri önünde, Türkiye’nin kullanılması için Batı’ya yalvarıyorlardı. Dünyamız nereden nereye gelmiş, ne acı... Bir yanda soğuk savaş yıllarının 20. yüzyıl boyunca sürdürülen komünizm tehlikesi serüveni: Sovyetler Birliği dağılınca da ortaya çıkan vahşi kapitalizmin öldürücü sömürgeciliği... sol kavgasına nasıl soktuğunu, ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bir turnosol kâğıdı gibi görüyordu. Ne komünizmle mücadele dernekleri, ne vatan cepheleri kurdurulmuştu... Kuranların büyük çoğunluğu Batı emperyalizmi tarafından kullanıldıklarının farkında bile değillerdi. Yıllar öncesinin ‘‘Komünizmle Mücadele Derneği’’ başkanı şimdi gelip benim konferansımda, ‘‘vahşi kapitalizmin Türkiye’yi nasıl işgal etmekte olduğunu’’ benden dinliyordu. Nereden nereye geldik; komünizmle mücadele oyunlarından kapitalizmle mücadele gerçeğine... Bulgar atom fizikçisi Kastchiev’in açıklamasına göre santralın beşinci bölgesini kontrol eden güvenlik sistemi devre dışı kaldı. Kapitalizmde ‘Bizi kullan’ diyenler dönemi Büyük çoğunluğu soğuk savaş kurbanlarıydılar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle