29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 KENTLERDEKİ YOKSUL NÜFUSA YENİ İNSANLAR KATILIYOR C ...ve insan PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM 28 NİSAN 2006 CUMA Yoksulluğun ‘yeni’ yüzleri ÖZGÜR ERBAŞ ‘Mersi Mösyö Villepin!’ neoliberaller. Hak arayıp, hukuk ve kazanımları savunanlar da gerici, tutucu, konformist, tembel, korkak ‘‘karşıdevrimciler’’... Liberal devrimciler çalışma yasası ve koşullarını esnetip esnetip Çinli mahpusların kıvamına getirdikleri zaman Bastille meydanındaki dikilitaşın üstüne Mao’nun resmini asacaklar. Böylelikle Bastille bir kez daha düşmüş olacak! Dördüncüsü: İnatçılığınız, pardon ‘‘kararlılığınız’’ sayesinde çocuklarımıza, gençlere başkaldırmanın tadını verdiniz. Gerçek sorunları çözmekten çok uzak da olsalar, kolektif mücadelenin lezzetine vardılar, kazanmanın hazzını keşfettiler. Toulouse Üniversitesi hukuk profesörlerinden birinin dediği gibi: ‘‘Gençlere sosyal eleştirelliğin yolunu açtınız.’’ Beşincisi: Kibriniz, pardon ‘‘sebatınız’’ sonucunda 1947’den beri, 1 Mayıslarda bile birleşemeyen düşman kardeş sendikalar, CGT ve (o tarihte CGT’den koparak doğan) FO ve de, bu da yetişmiyormuş gibi CFDT ve hatta Fransız sendikacılığının yeni radikal ve hırçın çocuğu SUD konfederasyonları ‘‘Sendikalar Arası Cephe / (Intersyndical)’’ oluşturup, tarihlerinde ilk defa ortak eylemlere girdiler. Siz neymişsiniz be Villepin Abi? Altıncısı: Hırsınız, pardon ‘‘iradeniz’’ nedeniyle ne yapacağını bilemeyen bir sol muhalefete siyasi pusula oldunuz. Boşluk okyanusunda bocalayan sosyalistler, komünistler, solun gençlik hastalıklarında direnen solcular birden umutlandılar, canlandılar. Hayatları, savaşları anlam kazandı. 2007 perspektifinde dirildiler. Yeni toplumsal projeler hazırlamaya giriştiler. Fransa’nın yeni starı (emekli olduktan sonra Türkiye’ye festival açıp kapamaya davet edilebilir) geçen haftalarda en önemli dergilerin kapaklarını süsleyen sosyalist eski bakanlardan Bayan Royal, cumhurbaşkanlığına aday adaylarının yarıştığı kamuoyu yoklamalarında Fransızların sağ favori adayı Sarkozy’yi hızla sollayıp açık farkla zirveye yerleşti... Yedincisi: 3 milyona yakın insanın katıldığı son 4 Nisan seferberliğinde Alman IG Metall sendikasının genç yöneticilerinden Markus Plagman ‘‘Bundan sonra patronlara Fransızca konuşacağız’’, diyordu. Paris’teki kortejde gençlik kuruluşları ve sendika liderleriyle en önde yürüyen Avrupa Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri İngiliz John Monks ise kamera ve mikrofonlara şöyle konuşuyordu: ‘‘Fransız işçi sınıfı, gençliği ve çalışanlarının örnek mücadelesi ve birliğinden ötürü 60 milyon üyemiz adına gurur duyuyorum. Kamu hizmetleri güçlü, iyi bir sosyal devlet istiyoruz. Hem de yalnızca bizim veya Avrupa için değil, bunu bütün dünya için diliyoruz...’’ ??? İşte yukarda anlattıklarımıza olanak sağladığınız için, Mersi Mösyö Villepin. ugur.hukum?paris.com S okaklarda tiner çekerek para isteyen çocuklar, çöpten ekmek toplayarak öğünlerini geçirenler, çöp toplayarak geçinenler, buldukları teneke, tahta, muşambayla “konut” inşa edenler... Onlar, kentlerin görünmez, dokunulmaz, varlıklarıyla yoklukları arasında fark olmayanları, yani yoksulları. Yoksulluğa “başarısızlık” olarak bakanlar için, “balık tutmayı öğrenmeleri” gerekenler, “zavallılar” olarak görenler içinse, “hayrına yardım” edilenler... Yoksulluğun temel nedenlerinden biri de göç. Antropolog Germaine Tillion’a göre, “Kentin insan deposu olan kırsal”, göç sayesinde sanayiye ucuz işgücü sağlıyor. Sonra, “yeni gelenlerin”, öncekilere benzeme süreci başlıyor; kentin kurallarına uyma, çalışma hayatının kurallarını öğrenme, kısacası kentlileşme. Türkiye, bu tartışmalara uzak değil. Yıllardır, gecekondulaşma endeksli süren tartışmaları, gecekondu yıkımlarında yaşananları ana haber bültenlerinde “çatışma” adıyla izliyoruz. Son günlerde yeni yeni konuşulmaya başlanan, belki de sonuçları ortaya çıktıkça nedeni sorgulanan bir tartışma var; Türkiye, düzensiz ya da zorunlu göçün bedellerini mi ödüyor? Buğra’nın “ittirme, itekleme” olarak nitelediği zorunlu göç göz önüne alındığında daha ağır bir durumu işaret ediyor. Çünkü bu kuralsız bir göç. Bu yüzden yavaşça bir uyum sağlanmıyor, barınma sorunu gecekonduyla çözülemiyor, iş hayatına katılma kanalları açılamıyor. VATANDAŞLIK HAKLARI... İşte bu ve benzeri pek çok etkenle ortaya çıkan durum “yeni yoksulluk” olarak niteleniyor. Gecekonduların, yoksulluğu kontrol etmede büyük öneme sahip olduğunu, bugün orta sınıfın eski gecekondu mahallelerine “siteler marifetiyle” yerleştiğini anlatıyor Buğra. 80 sonrasında işçi mahallelerinin çöktüğünü, dayanışmanın bittiğini ve tüm bunların, yoksullara karşı tutumun bıçakla kesilir gibi değişmesinden kaynaklandığını anımsatıyor. Yeni sonuçlar karşısında sağın kadar solun da muhafazakâr çözüm önerilerine dönmesine de dikkat çekiyor. Peki muhafazakârlıktan kasıt ne? “Temel sorun yoksullukla işsizliğin eşleştirilmesi”, diyor Buğra. Çözümün istihdamdan geçtiğinde ısrar etmek, “asgari ücretin düşürülmesi, kaçak işçilik gibi melun çözümler”i de beraberinde getiriyor. Peki çözüm ne? Buğra’ya göre çözüm, ortaya çıkan yeni iş ortamının gereklerine göre sosyal güvenlik sisteminin güncellenmesinden geçiyor. Eğitim, sağlık gibi devletin temel hizmetlerinin çalışma hayatı üzerinden değil, vatandaşlık üzerinden talep edilmesi gerekiyor. YOKSULLARA BAKIŞ AÇISI... Peki yoksullukla “sivil mücadele” araçları çözümde ne kadar etkili? Buğra’nın bu konudaki uyarılarına kulak vermek gerek. Bugün pek çok yerde olduğu gibi Türkiye’de de, yoksulluktan bahsederken kullanılan dilin, modern yoksulluğun toplum düzenini tehdit eden niteliği karşısında oluştuğunu anımsatıyor. Bu dili oluşturan unsurların başındaysa korku geliyor; “suçun ve şiddetin yaygınlaşması” veya “sosyal patlama” türü korkuların ifade edilişinde, yoksullara bakış açısı yatıyor. Yoksullar, yoksul olmayanlarda çeşitli bulaşıcı hastalık endişeleri uyandırıyor, “pis”, “suçlu”, “hasta” ifadeleri, yoksulları tecrit etme ve kontrol altında tutma eğilimini geliştiriyor. “Yoksulları kendi yoksulluklarından sorumlu tutma eğilimi, pek çok modern yoksullukla mücadele yöntemini tanımlayan unsur olarak karşımıza çıkar” diyor Buğra ve ekliyor, “yoksullar tembeldir, yoksullar cahildir, yoksullar kendileri için neyin gerekli olduğunu bilmezler, yoksul yardımı onların bu özelliklerini daha da barizleştirip onları bağımlı bir hale getirir. Yoksullara yardım yapmak yerine onları ‘çalıştırmak’ veya onlara ‘balık tutmasını öğretmek’ gibi vurgular içeren önerilerin temelinde yatan da bu suçlama eğilimi.” Yoksulları çalıştırma saplantısının, ekonomik çıkarlarla bağlantısını da unutmamak gerekiyor. Yoksulların üzerinden kâr edilebileceği fikrinin, modern toplumların ekonomik ilişkileri içinde her zaman önemli bir yer tuttuğunu, yoksulların varlığının yoksul olmayanlar için bu sayede tahammül edilir olduğunu belirten Buğra’ya göre, asgari ücretin Devlet İstatistik Enstitüsü’nün belirlediği yoksulluk sınırının altında kalması ve yoksulluk tartışmalarında istihdamın ön plana çıkarılması hiç şaşırtıcı değil. Y oksullara “balık tutmayı öğretmek” gerektiği, “çocuklardan mendil almamak”, “dilenciye para vermemek” tavsiyeleri de işte bu bakış açısıyla tutarlı. Buğra’ya göre şaşırtıcı olan “sömürü düzenine” karşı çıkanların da benzer dili kullanmaları ve çözümün istihdamdan geçtiğini söylemeleri. Bu aynı zamanda, sosyal yardım fikrinin şiddetle reddini de beraberinde getiriyor. k uralsız göç, iş piyasasının yeni kuralları, sosyal güvenliğin erimesi... Tüm bunlar kentlerde yüzünü göstermeye başlayan “yeni” yoksulluğun nedenleri arasında sayılıyor. Üstelik bu kez orta sınıf da tehdit altında. Yoksulluğun bu yeni halinde umuda yer yok, şansa da... Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “Şimdi sokakta benim hiç tanımadığım bir kuşak var. Onların talepleri yok, sadece öfkeleri var ve çok endişeliyim” derken bunu mu kastediyordu? Peki Türkiye’de yoksulluk biçim mi değiştiriyor? Yeni yoksulluğun alanına kimler giriyor? İLK KEZ KENTLE KIR NÜFUSU 2000’DE EŞİTLENDİ... Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya göre yoksulluğun nedenini tarımın çözülmesinde aramak gerekiyor. İnsanlık tarihinde, ilk kez kentle kır nüfusunun 2000’de eşitlendiğini anımsatıyor Buğra ve ekliyor, “2007’de ise bizi başka bir gelişme bekliyor; kent nüfusunun kırı geçmesi. Türkiye’de 1985’te oluşan bu eşitlik dünyanın çok gerisinde kabul ediliyor. Yine de Eric Hobsbawn, köylülüğü muhafaza ederek, yoksulluğu kontrol etmesi açısından Türkiye’nin bir istisna olduğundan söz eder. İşte şimdi bu değişiyor.” Peki bu gelişmenin bizi ilgilendiren yanı, yani sonucu ne? En temel sorun, sanayinin aldığı yeni biçimin, göçle gelenlere istihdam sağlamaması. Bu, 80’lerle birlikte yaşanan, Son haftalarda Fransa’da dillerden düşmeyen bir ifade bu. Epeyce farklı kesim ve ufuklardan, geniş bir çevre, maliyeti biraz yüksek gözükse de son 10 haftadaki ‘‘performans’’ından ötürü ülkenin başbakanına minnettar! ‘‘Hayrola’’, diye anlık bir tereddüde düşebileceğinizi düşünüyorum. Cumhuriyet okuru acaba Fransa’ya Fransız mı kalmış? Tam tersine Türk yazılı basınında doğruya en yakın ve sağlıklı bilgileri siz okudunuz. Mesele bunca milletin Başbakan Dominique de Villepin’e içinden veya dışından niye teşekkür(!) ettiğini anlatabilmekte... ??? Birincisi: Hangi cepheden olduğu fark etmez, siyasi duyarlığı olsun olmasın belli bir yaşın üstündeki erkekler rahatladı. Zira başbakan, modern olgun erkek görüntüsüyle ailelere nifak sokmaya başlamıştı. Kır saçlı yakışıklı, müthiş hatip son günlerdeki olağanüstü beceriksizliğiyle sempati hazinesini öyle bir harcadı ki, ‘‘onu beğenmeye cesaret edecek kadın kalmadı’’ desek yeridir. Daha işin başından malın bilincinde, akıllı bir avuç kadın (!) hariç... İkincisi: Baş rakibi, iktidardaki parti UMP, yani kendi partisinin genel başkanı, İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy kendisine fevkalade müteşekkir. Çünkü 2007’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sağ cenahın en ciddi iki aday adayından biri kendiliğinden harcanmış oldu. Yaşlanmış ve yorulmuş ihtiyar aslan, Devlet Başkanı Jacques Chirac bile Villepin gibi, birkaç haftada ülkeyi ayaklandıran bir veliahtı nasıl korumaya devam edebilir? Üçüncüsü: Hükümetin kaçamak ortağı, hatta Villepin’e bir de Milli Eğitim Bakanı (Gilles de Robien) ödünç veren sağ müttefik, Fransız liberalizminin şampiyonu UDF partisi ve Genel Başkanı François Bayrou da ellerini ovuşturuyor. O da seçimlerde aday olacak, üstelik partisine sağ kulvarlarda yer arıyor. Hem Bayrou, hem bu partinin anlı şanlı kurucusu, Kasım 2002’de ‘‘Le Monde’’ gazetesi sütunlarından salvo ateşiyle Türkiye düşmanlığını başlatan eski cumhurbaşkanlarından Val´ery Giscard d’Estaing, başbakanı pek fazla liberal buldular! Yok efendim, böyle de tek başına ‘‘çengilik’’ yapılmazmış ki! Şimdi... Müstakbel veya organik müttefiklerini, aile yakınlarını bu denli ‘‘mutlu kılan’’ modern muhafazakâr, reformcu liberal bir başbakan, muhaliflerini ‘‘göğün yedinci katına’’ tırmandırtmaz da ne yapar? Sen, ‘‘devrimci’’ yoldan genç işsizliğini çözeceğim, diye ‘‘Fırsat Eşitliği’’ yasası çıkar, içine ‘‘tüm hakları yok sayan’’, mayın gibi bir 8. uygulama maddesi (İlk İş Sözleşmesi/CPE) yerleştir. Milyonlarca ‘‘gerici’’ genç, işçi, ücretli; ‘‘irticacı’’ öğrenci, çalışan bayrama gider gibi sokaklara dökülüversin, şenlik yapar gibi üniversiteleri, liseleri işgal etsin. Biliyorsunuz, bugünün ve yarının dünyasının ‘‘devrimcileri’’ (!) artık FRANSIZ KÜLTÜR DÜNYASI ‘Din ve bizler’ UĞUR HÜKÜM Evle sokağın arası B uğra, “acıma” ya da “merhamet”in barındırdığı çağrışımlara da bakmak gerektiğini söylüyor. Hayırseverlik dilinin, dini niteliğini bir ölçüde seküler bir yapıya bırakmasına karşın, dikkatli olunması gerekiyor. “Çünkü” diyor Buğra, “yoksullar için bir şeyler yapmaya çalışanların iyi niyetinden kuşku duymayı gerektirmese de hayırseverin yoksula verdiği gönüllü ve karşılıksız ‘armağan’ın, armağanı alanı eşitsiz bir kişisel ilişkinin alttaki tarafı konumunda bıraktığını görmek gerekir. Dolayısıyla yoksulluk sorununu sosyal haklar bağlamında tartışabilmek, standart yoksulluk dilinin tuzaklarına karşı duyarlı olmayı gerektirir.” BÜYÜYEN VE DERİNLEŞEN BİR YOKSULLUK Peki bu yeni yoksulluğun hedefinde kimler var? Anlaşılan o ki, bu sürece en hazırlıksız yakalanacak olanlar, ezeli yoksullar değil, orta sınıf. Buğra’nın tarif ettiği yeni çalışma hayatı, eriyen güvenlik sistemi ve devletin bu yeni yapıya hazırlıksızlığı ev sahibi olmakla evsizlik arasını bir âna indiriyor. Bu noktada, orta direğe ilişkin, “belinin bükülmesi” ya da “iki yakasını bir araya getirememesinin” ötesinde bir tehlikeden mi söz ediyoruz? Bu sorunun yanıtını, 90’ların sonunda yaptıkları araştırmaları “Nöbetleşe Yoksulluk” adıyla kitaplaşan ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Oğuz Işık ve Doç. Dr. M. Melih Pınarcıoğlu veriyor. Onlara göre de “kurallı göç ve yoksulluk” değişim geçiriyor. Bugün yoksulluğun devir tesliminin ortadan kalktığını, yani göçün kurallarını yitirmesiyle süreklileşen, büyüyen ve derinleşen bir yoksulluğun ortaya çıktığını söylüyorlar. Yoksulluğun hedefinin genişlemesine karşı, yoksullukla mücadele deneyimleri olmayan orta sınıfa olduğu kadar devlete de uyarıları var. Bugüne kadar yoksullukla, cemaat ilişkilerini ve enformel sektörü destekleyerek baş eden devletin, bu yeni dalgaya hazırlıksız yakalandığını düşünüyorlar. “Çünkü” diyorlar, “devletin bugüne kadar temel bir yoksullukla mücadele politikası olmadı. İnsanlar, cemaat ilişkilerine ve ayakta kalma becerilerine terk edildi. Ancak şimdi, baş edilebilir, devredilebilir, kurallı yoksulluktan, yaygın, kuralsız ve baş etmesi güç bir yoksulluğa geçiyoruz. Orta sınıfın korunaksız kesimleri, kadın ve çocuklardan oluşan aileler, kendine hareket alanı açma şansı olmayan emekliler, özürlüler bundan sonra, bugüne kadar bilmedikleri bir yoksullukla tanışmak üzereler”... Bilim insanlarının tespitleri olumsuz, uyarılarını yapıyorlar. Peki onları duyması gereken asıl olarak kim ya da hangi kurumlar? Prof. Buğra, hem “huzur ve sükunu korumak” isteyen devlete hem de STK’lere sesleniyor: Tam üyelik sürecine girilen AB’nin sosyal politikalarının uygulanması ve yoksullukla mücadele eden STK’lerin yaklaşımlarını “hayırseverlik” temeline oturtmamaları gerekiyor. STK’lerin, siyasi otoritenin yapması gerekenleri üstlenerek, “devlete destek olmak” yerine, siyasi yetkililere sorumluluklarını hatırlatıp bu sorumlulukların yerine getirilip getirilmediğini izleyerek sosyal politika oluşturulmasını sağlamakta ısrarcı olmaları gerekiyor. PARİS Bir zamanların ‘‘Dünya kültür başkenti’’ Paris artık bu konumuna sahip değil. Bu saptama, onun, eski görkemini yitirmesi gibi bir tespitten kaynaklanmıyor. O görkem ve zenginliğinden çok şey kaybetmedi. Tam tersine daha çeşitlendi ve büyüdü. Ama ötekiler New York, Londra, Tokyo, Milano, Berlin, Rio de Janeiro, İstanbul vb. geliştiler, zenginleştiler, etkinleştiler. Yoksa Paris hâlâ olağanüstü faal, üretici ve sanatın, kültürün yaratıcıları için bir çekim, cazibe merkezi olma özelliğini sürdürüyor. İşte iki kültürel faaliyet örneği. Önceki hafta Paris’te bir Fransız belgeseli gösterime girdi. 1969 doğumlu, Ulusal CergyPontoise Güzel Sanatlar Okulu mezunu Val?rie Mrèjen’in ‘‘Pork and Milk’’ (Domuz ve Süt) adını taşıyan çalışması dogmatizme ve fanatikliğe karşı bir isyan bayrağı niteliğinde. İki romanı da olan plastik sanatçı, video sinemacısı 2002’de sergi amacıyla gittiği İsrail dönüşünde İsrail’de 6 yıl yaşamış bir arkadaşıyla karşılaşır. İkisi de İsrail’deki aşırı dincilerin yaşamı konusunda ilginç ortak gözlemlere sahiptirler. Val?rie, ‘‘Dinden dönenler, kendi deyimleriyle ‘laikler’ ‘’ üzerine bir film yapmaya karar verir. Çileli bir süreçten sonra ortaya aşırı dinci, ultraortodoks çevrelerde doğup büyümüş, terbiye ve eğitim görmüş 3’ü kadın 15 kişiyle yapılmış çarpıcı bir tanıklıklar dizisi çıkar. Hepsi günün birinde bir biçimde aile ve çevrelerine ‘‘hayır’’ diyebilmiş sıradan ‘‘laik’’tirler artık. 21’inci yüzyılın ‘‘Dinler Yüzyılı’’ veya ‘‘Dinlere Dönüş’’ün konuşulduğu bir ortamda cesaret ve iyimserlik fışkıran bir eser. 52 dakikalık ‘‘Pork and Milk’’ ne yapıp ne edip izlenmesi gereken bir çalışma. Ortak yapımcısı ARTE olduğu için herhalde bir gün AlmanFransız televizyon kanalı ARTE’de de gösterilecektir...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle