08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 MART 2006 CUMA ekonomi B E T Û L M A R D İ N NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL HALKLA İLİŞKİLERCİ GÖZÜYLE / Genel kültür üzerine bir iki kaygı B irkaç yıl önceydi, üniversitede ders verirken genel kültür konusunda bir sorun yaşadığımızı anladım. Halkla İlişkiler mesleğinde bu kabul edilemez bir eksikliktir. sun, yoksa Balkanlar’da mı kaldık?’’ dedim, neyse İnkılap Tarihi dersi varmış.(*) Oh, çok şükür. Babam 1940 yılında İskenderiye İş Bankası’na müdür olarak tayin edilmişti. II. Dünya Savaşı başlayalı bir yıl olmuştu. Almanlar her cephede başarılıydı. Kuzey Afrika’da Alman ordularının başındaki General Rommel’in karşısında İngiliz Kuvvetleri toparlanamıyorlardı. Babam o ateşin içine gitmişti. Bugün Mısır ile Türkiye’nin arası uçakla iki saat. O devirde uçak yok. ları ve mitralyöz sesleri. Bu bir film değil, gerçek yaşamdı... İstanbul’dan çıktıktan sonra ilk durak Ankara’ydı. Amcam bizi garda karşıladı. Dışişleri’nde görevliydi. Büfede birer gazoz içerken anneme, ‘‘İnönü ulusu savaştan korumak için tertibat alıyor. Hudutlar kapanıyor. Bu son tren’’ dedi. Söylediklerinin vahametini o an idrak edemedik. Çıktık yola. Bugün, sevinç içinde ülkeden ayrılıp bir daha dönmeyeceklerini söyleyen gençlere hep o duyguyu anlatmak isterim. Tren hudut kasabası olan Meydanı Ekbez’i geçti, gümrük memurlarına el salladık. Artık dönüş yoktu. O an kalbimin taa ayaklarımın ucuna kadar indiğini hissettim, artık kalbim yoktu... ‘‘İstersem dönebilirim’’ başka, ‘‘İstesen de dönemezsin’’ başka. (*) Cumhuriyet gazetesinin Eğitim Muhabiri Emel Kılıç’tan, okullarda yakın tarih dersinin henüz olmadığını öğrendim. 8. sınıf, lise son sınıf ve üniversitelerin birinci sınıflarında Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi adıyla bir ders okutuluyor. Bu derste, Kurtuluş Savaşı öncesinden başlanarak, 2. Dünya Savaşı ve Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna kadar geçen süre anlatılıyor. Çok partili döneme geçiş sonrası yaşanan yakın tarihte (1950 sonrası) neler olduğu anlatılmıyor. 27 Mayıs hareketi ve ardından değişen anayasa, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri, 1981 Anayasası ve 28 Şubat’tan söz edilmiyor... Önümüzdeki yıl ise değişen müfredat sistemi ile liselerde Yakın Tarih derslerinin seçmeli olarak okutulacağından söz ediliyor ama kitapların müfredatını ve bakış açısını içeren bir bilgi henüz yok... Muhsin Ertuğrul kim? Tısss. Çocuklar, Şehir Tiyatroları Harbiye Sahnesi’nin adı da Muhsin Ertuğrul. Düşünün, kim olabilir? Aktör hocam.. Yok, yok hocam, ünlü bir oyun yazarımız. Hatta Namık Kemal ile bir oyun yazmıştı. Vatan kelimeli... Başlıkta Vatan var, eminim... Baygınlık geçirmeden, ‘‘Hayır o değil’’ dedim. Bugün bile üzerime bir inat geldi, kim söylemeyeceğim. ‘‘Google’’a baksınlar. Birkaç yıl önceydi, üniversitede ders verirken genel kültür konusunda bir sorun yaşadığımızı anladım. Halkla İlişkiler mesleğinde bu kabul edilemez bir eksikliktir. İkinci dersim sona ermeden on dakika önce hazırladığım yaklaşık yirmi isimlik bir liste üzerinde çalışmalar yapmaya başladım. Örneğin Picasso kim? Tanrı Sabancı Müzesi’nden razı olsun, bugün artık onu İtalyan bir modacı olarak hatırlamayacaklar. Bir sömestr, yani 13 ders bu listeleri hazırladım. Münir Nureddin, Madame Curie, Bedia Muvahhit, Nisa Serezli, İbrahim Çallı, Rıza Tevfik ve daha niceleri, hep birer unutulmuş mezar taşı gibi kaldılar. Ya tanıdıkları: John Lennon ve çekik gözlü karısı, Mozart, Barış Manço ve Dümbüllü... Yeni dönemden önce öğrencilerle derslerin içeriği tartışılırken benimkiler bu genel kültür listelerini eleştirdiler, ‘‘Hocamızı on dakika eksik dinliyoruz’’ dediler. ‘‘Beni dinlemek istiyorlar’’ diye gururlanmadım, bu ilgisizlik beni ürküttü. GERÇEKLER KARŞISINDA İRKİLDİM Dünyamıza renk ve anlam getiren, zenginleştiren ressam, yazar, sanatçı veya düşünürlerin yanı sıra yaşamımızı kolaylaştırmak için çaba sarf eden ilim adamları hakkında bile bilgi almak istemiyorlardı. Derken, geçen gün bir gerçek karşısında irkildim. ‘‘Babam ve Oğlum’’ adlı filme gidecektim, tanıdığım bir genç, ‘‘Aman yanınıza bol mendil alın, o eski devirlerde yaşadığınız için konu size çok dokunacaktır’’ dedi. O ‘‘eski devir’’ dediği, dünkü ‘‘12 Eylül’’dü. Soruşturdum, liselerde son yarım yüzyıl veya ‘‘yakın tarih’’ pek ele alınmıyormuş. ‘‘Eyvahlar ol Ekonomide Rakabet Gücü... C 9 T GÜNÜN SÖZÜ Tarih düşündükleriniz değil hatırlayabildiklerinizdir. WC Sellar RJ Yeatman 1930 KONUMUZ EĞİTİM Çocuğunuzu gerçekten başarılı bir yaşama hazırlıyorsanız, artıları eksileri hesaplamayı değil, bir an önce sonuçlara ulaşmayı öğretin. Fran Lebovitz, 1946 KONUMUZ TARİH Derler ki; Tanrı geçmişi değiştiremez ama tarihçiler değiştirebilir. Aslında tarihçiler böylece Tanrı’ya hizmet etmiş olurlar. Tanrı’nın tarihçileri hoşgörüyle karşılamasının nedeni budur. Samuel Butler, 1901 Geçmişi unutanlar unutulmaya mahkumdurlar. Torpido ve mayından dolayı gemi ile seyahat de imkânsız. Tek çare trenle ulaşmak. İşte babamın gitmesinden beş ay sonra hasretine dayanamayan annem de üç çocuğunu alıp yola çıktı. ‘‘Bağdat’’ treniydi adı. Bizi Halep’e kadar götürecekti. Sonra otobüsle Beyrut, ertesi gün Hayfa. Derken trenle Süveyş Kanalı, oradan sandallarla karşı yaka, yine trenle Kahire.... Bu ara her yer zifiri karanlık, üzerimizde Alman uçak H A Z I R Derler ki, Mitterrand’ın 100 sevgilisi varmış, bir tanesi AIDS’liymiş ama Mösyö Mitterrand hangisi olduğunu bilmiyormuş. Baba Bush’un 100 tane koruması varmış, bir tanesi teröristmiş ama Bush hangisi olduğunu bilmiyormuş. Gorbachev’in 100 ekonomi danışmanından sadece bir tanesi işini biliyormuş, ama hangisi olduğunu Gorbachev bilmiyormuş. Mihhail Sergeevich Gorbachev, 1998 New York Times T A R İ H KONUMUZ HOŞGÖRÜ Eğitimin en değerli sonucu hoşgörüdür. ürkiye’nin nasıl bir yönetim anlayışına teslim olduğu, uygulanan ekonomi politikasının da kime hizmet ettiği, tüm açıklığı ile görülmeye başlandı. İhracatçılar katlanabildikleri zararın sınırına dayandı. Tekstil sektörünün, gazete ilanları ile duyurmaya çalıştığı, çığlıkları dipsiz kuyuya atılan taş gibi. Ucuz ama kalitesiz ithal mallar piyasayı çakır dikenleri gibi sarıyor. Ucuz ithalatla rekabet edemeyen yerli üretim çöküyor. İşsizlik çığ gibi büyüyor. Borçla finanse edilen, tüketime dayalı büyümenin sosyal sonuçları gizlenemez boyutlara ulaştı. Borçlanarak refah düzeylerini yükselteceklerini sananlar, birkaç yıl kredi kartlarının asgari ödemelerini yaparak idare ettikten sonra, asgari ödemeleri gelirlerini aşınca, tıkandılar. Borçla aldıkları malların tamamını geri verseler bile borçlarından kurtulma olasılıkları yok. Borçlanarak refah arttırmanın, evin temelinden toprak alarak duvarı sıvamaktan farkı yoktu. Sonuçta temel oyuldu, duvar çöktü. Geçici refah artışından yararlanma olanağı olmayan bir milyona yakın insan ise açlık çekiyor. 18 milyon insan da yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Açlık çeken her üç kişiden ikisi kırsal kesimde. Tarım ürünleri tarlada kaldı. Soğan tarlada, portakal dalda çürüdü. Köylünün açlık çekmesinden daha çarpıcı bir ekonomik gösterge bilen varsa beri gelsin. ??? Tüm bunlar neden oluyor? Uygulanan ekonomi politikasının bu sonucu doğuracağı yıllardır söyleniyordu. Anlatanların anlatmaktan usanmadığı, okuyanların da gına getirdiği olguyu bir daha hatırlatalım. Uluslararası sermaye son yıllarda kendi ana ülkelerinden 4 5 kat daha fazla faiz elde ettiği için, Türkiye gibi, yükselen(!) piyasalara akmaya başladı. IMF uygulattığı politikalarla bu ülkeleri yabancı spekülatif sermaye için güvenli hale getirmiş, bu tür yatırımlarda riski azaltmıştı. Bu sayede, hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın ülkeye giren yabancı para, yerli paraya çevrilerek, o ülkenin devlet kâğıtlarına yatırıldı. Bu sıcak para girişleri yerli parayı değerlendirdi. Yerli paranın değerlenmesi nedeniyle ithal malları ucuzladı. İhracatçılar artan maliyetlerini karşılayamaz hale geldi. Üreticiler rekabet güçlerini yitirmeye başladılar, üretimden vazgeçip ürettikleri malların ithalatçısı durumuna geldiler. Bu işten katmerli kazanç sağlayan ise faiz gelirlerini aldıktan sonra bunları sattığının daha da altında bir fiyatla dolara çeviren uluslararası sermaye oldu. Oysa son üç yıl içerisinde Türkiye tüketici fiyatları 2003 yılında yüzde 18.4, 2004 yılında yüzde 9.3, 2005 yılında da yüzde 7.7 arttı. Enflasyon birikimli olarak üç yılda yüzde 39.4 oldu. Buna karşın dolar kuru son üç yılda yüzde 25.3 geriledi. Merkez Bankası’nın reel kur endeksine göre YTL’nin son üç yıldaki birikimli değerlenme oranı yüzde 36.7. Şimdi sormak gerek, maliyetleri birikimli olarak yüzde 39.4 artan, gelirleri ise dolar kurundaki düşme nedeniyle yüzde 36.7 oranında azalan bir sektörün rekabet gücünden bahsedilebilir mi? Bu durumda Türk tekstilinin rakibi Çin tekstili mi, yoksa ekonomik gelişmelerden kopmuş kur sistemi mi? ??? Ülkeyi yönetenler bu duruma kayıtsız. Hadi ihracatçıların, ucuz ithalatla çöken yerli sanayinin çığlıkları, onların işbilmezliklerine, enflasyon bağımlısı olmalarına bağlandı. Peki dalgalı kur mantığına aykırı gelişmeler neden göz ardı edildi? Dalgalı kur sistemi paranın değerini piyasa koşullarına göre dengelemeyecek miydi? Döviz talebine göre kur artmayacak mıydı? Üç yıllık birikimli enflasyon yüzde 39.4 olmuş. YTL enflasyon oranında değer kaybedeceğine yüzde 36.7 oranında değer kazanmış. Merkez Bankası 5 milyar dolarlık döviz alımında bulunuyor ama kur yerinde sayıyor. Dalgalanmaya bırakılan döviz kuru 5 milyar dolarlık müdahalelerle bile kıpırdamıyorsa, döviz talebine bu kadar duyarsızsa, artık buna dalgalı kur demek olanaklı mı? Yoksa dalgalı kur sabit kura mı dönüştü? Hem de Türkiye’ye sıcak para getirenlere, faizlerini de aldıktan sonra düşük kurdan yeniden dolara dönme güvencesi veren sabit kur sistemine... Yoksa, sıcak para spekülatörleri, sistemin işlemesine engel olacak kadar ekonomiye hâkim hale mi geldi? Bu durumda piyasanın görünmeyen elinin dalgalı kuru işleteceği, suyun yatağını bulacağı(!) gibi beklentiler hayal olmuyor mu? Suyu kendi değirmenlerine taşımaya çalışanların gücü arttıkça su yolunu bulamaz. Göle su gelene kadar da kurbağanın gözü patlar. Sanayide işler iyi gitmiyor Ekonomi Servisi Makro ekonomik göstergelerde yaşanan iyileşmelerin reel sektöre aynı ölçüde yansımadığını söyleyen İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Tanıl Küçük, ‘‘Sanayi sektörünün genel üretim artışı ortalaması iyi olsa da pek çok sektörümüzdeki üretim artışı bu ortalamanın altında. Bazı sektörlerimizde işler iyi gitmemektedir. Tekstil ürünleri üretiminde 2005 yılında ilerlemek şöyle dursun, 9 yıl evvelki üretimin bile altına inilmiştir’’ dedi. TESPİT ANKETİ İSO’nun Ekonomik Durum Tespit Anketi sonuçlarını açıklayan Küçük, ekonomide nispi yavaşlama eğiliminin azaldığını, işletmeler için ilk yarıya göre daha olumlu tablo bulunduğunu ortaya koymasına karşın sanayi üretiminin 2005 yılını yüzde 5.5 büyüme ile kapattığına, bunun son 4 yılın en düşük sanayi üretimi artışı olduğuna dikkat çekti. Sanayi üretimindeki nispi yavaşlamada en büyük etkenin, aşırı değerli YTL olduğunu ve YTL’de son 4 yıldaki değerlenmenin sanayinin iç ve dış pazarda rekabet gücünü son derece olumsuz etkilediğini ifade eden Küçük, şöyle konuştu: ‘‘Bize göre 2006’nın en önemli gündem maddesi, sanayimizin rekabet gücündeki tahribatın giderilmesidir. Sanayimizin rekabet gücünü zayıflatan etkenler mutlaka ortadan kaldırılmalıdır. YTL’deki değerlenmeden zarar gören üreticiyi destekleyecek ek önlemler süratle alınmalıdır.’’ 2006’yı ‘‘zor bir yıl’’ olarak tanımlayan İSO Başkanı Tanıl Küçük, sorunlar varken iyimserliğin kafalarda karışıklığa yol açtığının ifade edilmesi üzerine de ‘‘Ben hemen bugünün manşetini söyleyeyim: Bu durum sürdürülebilir bir durum değil. Biz buna inanıyoruz. Bunun böyle olmadığını ifade ediyoruz çok net bir şekilde’’ yanıtını verdi. F iyat istikrarını sağlama, paranın iç ve dış değerini koruma, Hazine’nin mali ajanlığını yapma, para politikasını yürütme, bankacılık sisteminin gözetim hatta denetim organı olma gibi görev ve işlerleri olan merkez bankalarının, çeşitli yönlerden kambiyo piyasasındaki gelişmelerle ilgilenmeleri, bu piyasaları izlemeleri doğaldır. Özellikle kambiyo piyasalarında geçici nedenlerle, spekülatif güdülerle dalgalanmaların olduğu dönemlerde, istikrarı, kararlılığı sağlamak için merkez bankalarının bu piyasalara müdahale etmeleri savunulur. Son dönemlerde TCMB’nin (Merkez Bankası), düşüş eğilimi gösteren döviz kurlarının daha hızlı düşüşünü önlemek ya da döviz kurunu yükseltmek için kambiyo piyasasına müdahale ettiği, döviz satışı aldığı gözlenmektedir. Bu kapsamda 15 Şubat 2006 tarihinde bir kez daha kambiyo piyasasına müdahale ederek 5,00 milyar USD almıştır. Böylece son yıllarda TCMB’nin piyasadan aldığı döviz tutarı 40,0 milyar USD’yi, bankanın net döviz varlığı 20,0 milyar USD’yi aşmıştır. Kambiyo piyasasına bu müdahaleye karşın, YTL’nin yabancı paralara karşı değerlenmesi önlenememiştir. Gerçekten Merkez Bankası Re YORUM ÖZTİN AKGÜÇ Merkez Bankası’nın Müdahalesi olarak değeri yükselen bir paranın faizi yüksek olamaz, faizi düşer. Bunun karşıtı, değeri düşen bir paranın da faizi düşük olamaz, faizi yükselir. Artık döviz kurunu, her paranın farklı olan faizi ile birlikte düşünmek, ele almak durumundayız. Olağan koşullarda değeri yükselen bir paranın vadeli olarak faizi düşer, buna karşın değeri düşen bir paranın faizi ise yükselir. Bu kurala ters yönde gelişme gösteren bu para, Türk parası USD’dir. Türk parasının hem faizi yüksek hem de değeri yükselmektedir. USD’nin ise hem faizi düşük hem de değeri genelde düşme eğilimi göstermektedir. Anormallik Türk parasında sürmektedir. YTL’nin hem faizi USD ve Euro’ya göre çok yüksek hem de değer kazanmakta, en azından değer yitirmektedir. Bu anormallik kurfaiz makasının gerilmesine yol açarak Türkiye’ye sıcak para girişini teşvik etmektedir. Döviz bozdurula el Kur Endeksi (1995=100), Ocak 2006 sonu itibarıyla TÜFE bazında 172,4, TÜFE bazında ise 149,1’e yükselmiştir. Endeks Türk parasının, 2001 sonrasında yabancı paralara göre yüzde 50,0 dolayında değer kazandığını göstermektedir. Dış ticaret açığı büyüyen, yıllık 42,0 milyon açığı 23,0 milyar USD’ye yaklaşan, Cari İşlemler Açığı/GSMH oranı yüzde 6,0’yı aşan bir ekonomide, TCMB’nin döviz kurunu yükseltmeye yönelik döviz alımlarına karşın, kurun bundan etkilenmemesi, tersine yeni sıcak para girişine olanak vererek kur üzerinde düşüş yönünde baskı yapması yadırganabilir, hatta ekonomi iyiye gidiyor ekonomide güven ortamının yaratıldığı gibi galat, yanılgılı yorumlara, övünmelere dahi yol açar. Finansal pazarlarda beklentiler, akılcı olarak nitelendirilmeyecek davranışlar sonucu kısa sürede ters yönde bazı gelişmeler görülürse de, normal rak ya da dövizle borçlanılarak YTL cinsinden yatırım araçlarına, borçlanma kâğıtlarına yatırım yapıldığında iki türlü kazanç elde edilmektedir. İlki yüksek faiz, ikincisi YTL’nin değer kazanması nedeniyle, sermaye kazancı artı bir de kur geliri, kambiyo kazancı elde edilmektedir. Yüksek faiz politikası bu anormalliğe olanak vermekle beraber ekonomi üzerinde yıkıcı etkisini de sürdürmektedir. Yurtiçi katma değeri yüksek ürünleri ihraç eden işletmeler zarar etmekte, bu ürünlerin ihracatı azalmakta; yurtdışından ucuz girdi alınması, üretimde bir ikame etkisi doğurarak yurtiçinde üretim gerilemesine, bazı işletmelerin tasfiyesine yol açmakta; işbirliğini arttırmakla dış ticaret ve cari işlemler açıklarını büyüterek Türkiye’nin dış borçlarını kabartmakta, Türkiye’de yaratılan gelirin yurtdışına transferine yol açmak, GSYİH ile GSMH arasında fark yaratmaktadır. Böyle bir politika sürdürülemeyeceği gibi, gelecekte doğuracağı krizin yıkımı da büyük olur. TCMB, bankalardan yüksek faizle borç alarak bankalardan döviz satın alacağına; kuru yükseltmek, Türkiye’ye sıcak para girişini frenlemek istiyorsa faizi kademeli biçimde aşağı çekici politikalar izlemelidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle