08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Yedi PKK’liye ölüm cezası Mahkeme, örgüt içindeki muhaliflerin öldürülmesinde adı geçen teröristleri yargıladı MEHMET FARAÇ 1 2 3 C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 3 MART 2006 CUMA Tekrarın Tekrarı... büyük yanlış yapar: Köylerden kentlere göçü yönlendiremez ve ekonomiyi dışarıya karşı gırtlağına değin batağa düşürür; çünkü, planlı ekonomiden plansız ekonomiye dönmüştür. Bunun bir sonucu olarak, yalnız ekonomide değil, devlet olarak bağımsızlığını yitirir ve emperyalizmin sultası altına girer. 27 Mayıs’la beraber plancılık girer, ama umursanmaz. 1980’lerle, ekonominin karma niteliği kaybolur ve yönü, üretimden tüketime yöneltilir; spekülasyon, paradan para kazanma, rantçılık ilke olup çıkar. Bütün bunlara katılabilecek başka nedenlerle, ekonomi bunalımlara duyarlı ve dayanıksız hale gelir. Özellikle 2001 Şubat’ındaki bir bunalım, korkunç bir darbe vurur sisteme; çoğu içerden ‘‘hortumlama’’ya dayanan yığınla bankanın iflası, tuz biber eker her şeye. ‘‘Kara para’’ hükümran olur ve ekonomi büyük bölümüyle ‘‘kayıt dışı’’dır. ‘‘Zarar ediyorlar’’ bahanesiyle düzeltilecek yerde çarçur edilen devlet işletmeleri, üretim açığı yaratırken işsizliğe yol açar. Sonunda oraya varılır ki, ekonomi makinesini işletmek, dışarıdan alınan borçlarla mümkün olur, o da birike birike boğar sistemi. Bütün bunların sonucu, bağımsızlık da yitirilir: Başta IMF olmak üzere, kapitalizmin karar merkezleri, ulusal ekonominin dizginlerini ele geçirir. Aynı süreç, devletin dış politikasına kadar olumsuz etkiler. Ekonomideki savruluş ve bunalımlar gelir dağılımındaki dengesizliği daha da çoğaltıp yoksulluğa yol açarken, sınıflar ve bölgeler arasında da uçurumlar yaratmıştır. Öte yandan emek ve alın teri, hakkını alamadığı gibi güvencesizdir de... Durduğumuz nokta budur ve sadece şunu hatırlatmak yeterlidir: Ülkemizde 20 milyon insan yoksul, 1 milyon insan da açlık sınırında. Ekonomiyi döndürmek, dışarıdan borca muhtaç ve dengeler de pamuk ipliğine bağlı! Buyurunuz kararınızı söyleyiniz ve oyalanmadan!.. K uzey Irak’taki güvenlik birimleri, PKK’den ayrılarak Yurtsever Demokrat Parti’yi (PWD) kuran Kani Yılmaz ile Sabri Tori’yi öldürenleri ararken, bölgedeki bir mahkemenin, ‘‘Kemale Sor’’ diye bilinen eski PKK’li Kemal Şahin’i öldüren 7 kişiyi idama mahkum ettiği öne sürülüyor. PWD kaynakları, PKK içinde faaliyet gösteren bu kişilerin eylemde kullanılan malzemeleri örgütten aldıklarını itiraf ettiğini iddia ediyor. PWD yöneticileri, Kani Yılmaz ile Sabri Tori’nin 11 Şubat’ta Süleymaniye’de bombalı saldırıda öldürülmesinde PKK’yi suçlamaya devam ederken Kuzey Irak’taki güvenlik birimleri, cinayet zanlısı olarak gösterilen PKK’li ‘Hilvanlı Numan’ kod adlı Veli Çat’ı arıyor. Bölgede bu iki cinayetle ilgili soruşturma sürerken 17 Şubat 2005’te Suriye Demokratik Kürt Partisi’nin (Rekeftin) kampına düzenlenen saldırıda öldürülen Kemal Şahin cinayetinde ilginç gelişmeler yaşanıyor. PWD kaynakları, ısrarla cinayeti 18 Şubat 2005’te silah ve malzemelerle yakalanan 7 PKK’linin işlediğini öne sürüyor. CİNAYET İTİRAFI Kaynaklar, aralarında Sipan Roj hilat adlı PKK muhalifinin öldürülmesi eylemine katılanların da bulunduğu bu kişilerle ilgili pazartesi günü Süleymaniye Cinayet Mahkemesi’nin idam kararı 1) Aram Kerküki kod adlı Hüseyin Ali Halifi, 2) Azad kod adlı Serdar Muhammed Hasan, 3) Rızgar Zaza kod adlı Muhammed Mevlut Cuma, 4) Doğan Dıdere kod adlı Abdülselam Mustafa Aslan, 5) Ferman kod adlı Adnan Rahmet Abdullah Burmay, 6) Halil Kamışlo kod adlı Muhammed Abdullah Xalef Muhammed, 7) Ruber Amed kod adlı Süleyman Şahin. Bunlara dayanarak cezalar verilmiştir. Bizzat ölüm talimatını veren kişilerin Cemil Bayık ve Murat Karayılan olduğu netleşmiştir. Bu terörist grup; PKK’den geldiklerini, eylemde kullanılan malzeme ve silahları da dağdan getirdiklerini itiraf etmişlerdir. Yapılan cinayet soruşturması 26 Eylül 2005 tarihinde başlamış ve 20 Şubat 2006 tarihinde son karar verilmiştir.’’ TERÖRİSTLER DEŞİFRE EDİLDİ Örgüt kaynaklarına göre Kemal Şahin’i öldürmekten idam cezasına çarptırılan kişilerin, Aram Kerküki kod adlı Hüseyin Ali Halifi, Azad kod adlı Serdar Muhammed Hasan, Rızgar Zaza kod adlı Muhammed Mevlut Cuma, Doğan Dıdere kod adlı Abdülselam Mustafa Aslan, Ferman kod adlı Adnan Rahmet Abdullah Burmay, Halil Kamışlo kod adlı Muhammed Abdullah Xalef Muhammed ve Ruber Amed kod adlı Süleyman Şahin olduğunu ileri sürüyor. Süleymaniye’deki mahkemenin verdiği bu karar, Sipan Rojhilat, Hikmet Fidan, Kani Yılmaz, Sabri Tori başta olmak üzere diğer örgüt muhaliflerinin öldürülmesinde sorumluluk kabul etmeyen PKK/KONGRA GEL için ciddi bir sıkıntı içeriyor. Bölgedeki kaynaklar, ‘‘bu kararla birlikte PKK içinde gladyo faaliyetlerinin deşifre edildiğini, örgütün suçüstü yakalandığını’’ öne sürüyor. D 4 5 6 verdiğini belirterek şu 7 bilgileri sıralıyor: ‘‘Sanıkların üzerinde çıkan silahlar ile Kemal Şahin’i vuran ve olay gecesi kullanılan silahlar aynı çıkmıştır. Zaten ilk yakalandıklarında suçlarını itiraf etmeleri de kendilerinin hakkındaki en önemli delil olmuştur. Olayın ilk günleri kendi lerinin yaptığını gururla dile getirmişlerdir. Ancak daha sonra PKK yönetimimin olayı üstlenmemesi üzerine kendileri de suçlamayı reddetmeye kalkışmışlarsa da bu bir şeyi değiştirememiştir. Zaten onları suçlu kılan birçok delil mahkeme heyetinin elinde mevcuttu. Avrupa’ya İstanbul anlatıldı izginlerinden boşanmış bir dünya ekonomisinde, bir yere tutunmuş yaşıyoruz. Kuzey, içinde bir yoksul kitle barındırsa da, gönenci temsil ediyor. Güney, en nasipsizlerin diyarı olarak, ‘‘yeryüzünün lânetlileri’’. Peki onlar, bu durumda sürgit kalmayı kabul edecekler mi? Değilse ne yapılmalıdır? Akla ilk gelen tehlike şudur: Güney’in turizm alanında attığı ve daha da atacağı göz alıcı gelişmeler, onları sonunda, zengin dünyanın gelip ucuza eğlendiği ülkeler durumuna düşürmez mi? Öte yandan, zaten eşitsiz bir durumu sürdürüp o ülkeleri, temel ürünleri sağlayan ya da daha ucuza mamul madde üreten ‘‘atölye ülkeler’’ durumunda tutmaktan başka ne kazandırır turizmin getirdiği? Son olarak, ileri sanayi ülkelerindeki gönencin çarklarını çeviren su, işte bu yoksul ülkelerin alın teriyle beslenmektedir. Nasıl çözülecektir bu sorun? ‘‘Küreselleşme’’ şarkılarıyla üstesinden gelinecek bir durum mudur bu? Neresinden bakılırsa bakılsın, ‘‘küreselleşme’’ denen olgu, gelişmelerden ileri sanayi ülkelerinin, ama en başta onların yararlandıkları bir süreçtir. Kuzey’de söylenen liberal şarkıların büyüleyiciliğine kapılacak yerde, Güney, koşulların daha da insafsızlaştığı bir ortamda, daha da açıkçası ‘‘piyasanın diktatörlüğü’’nün kurulduğu bir dönemde, akıllı uslu bir planlamanın öncülüğünde kalkınmaktan başka neyi düşünebilir kurtuluş çaresi olarak? ? Dünyamızın zenginleri ve yoksulları arasında, Türkiyemizin yeri nedir? Ülkemiz, Cumhuriyet Devrimi’yle, özellikle 1930’larda, bizzat devlet eliyle, sanayi ekonomisi alanında büyük adımlar attı; ne var ki, tarım kesimi yoksulluğunu sürdürüyordu. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, ekonominin her alanında yeni bir canlılık ortamında, ekonomide devletin rolü sürerken, ‘‘özel girişim’’e de ciddi bir pay ayırır. Bu arada iki b A ZEYNEP ORAL RÜKSEL Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda yapılan bir basın toplantısıyla İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olma yolunda önemli bir adım atıldı. ‘‘İstanbul 2010 Girişim Grubu’’ Başkanı Egemen Bağış ve Genel Koordinatör Nuri Çolakoğlu, İstanbul’un neden Avrupa kültür başkenti seçilmesi gerektiğini anlatırken; Joost Lagendijk, ‘‘Bu adaylıkta İstanbul ile yarışacak olan kentlere acıyorum’’ diyor, Avrupa tarihiyle İstanbul’un birbirinden ayrılmazlığına dikkati çekiyordu. 2010 yılı için adaylar şöyle: AB üyesi ülkelerden Macaristan’ın Pecs kenti, Almanya’dan Essen ve Görlitz... AB üyesi olmayanlardan Ukrayna’dan Kiev ve Türkiye’den İstanbul... Adaylık başvuruları beş yıl önceden yapılıyor... Malum ön hazırlık aşamaları var... Bizim adaylığımız 2005’te resmiyet kazanmıştı. 2000’de Türkiye’de, başta İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşu kolları sıvamış, sayısız sanat insanları, akademisyenler, çeşitli bakanlıklar, yerel yönetimlerin katılımıyla İstanbul’un adaylığı için ön çalışmaları başlatmıştı. Böylesi bir güç birliğine ülkemizde belki de ilk kez tanık oluyorduk!!! POLİTİKA ROL OYNAR MI? Brüksel’deki basın toplantısının bence en eksik yanı, yabancı gazetecilerin, yabancı basın ve yayın organlarının neredeyse yok denecek kadar az olmasıydı. Ancak moralimizi bozmayalım; bu amaçla hazırlanan dosya dört dörtlük ve projeleri tanıtan, İngilizce basılan ‘‘İstanbul: Dört Elementin Kenti’’ adlı kitap olağanüstü bir emek ürünü ve muhteşem... Bu kitap ve tanıtımın projelerle birlikte yabancı basına dağıtıldı ğını umalım: Basın toplantısından sonra Joost Lagendijk’e soruyorum: ‘‘Bu gibi seminerlerde politika rol oynamaz mı?’’ Gülüyor: ‘‘Seçiciler kurulu; sanatçılardan, bilim insanlarından oluşuyor, orada politika söz konusu değil. Ancak onlar raporlarını AB üyelerine sunacaklar. Orada politikanın rol oynaması İstanbul için daha da büyük bir avantaj. Üyeler politik davranırlarsa İstanbul’un seçilmemesi düşünülemez!..’’ İstanbul: 4 Elementin Kenti... Dört element: Yani toprak, hava, su ve ateş... İstanbul: Yüz binlerce yıllık tarihinde, 3 büyük imparatorluğun başkenti. 3 semavi dinin ve birçok medeniyetin buluşma noktası... Asırlarca birlikte yaşam kültürünün hayat bulduğu kent... Egemen Bağış’ın dediği gibi İstanbul dünyanın kültür başkenti, ancak bu işi başarmak için şu andan sonra Türkiye’de herkese büyük görev düşüyor! Haydi, başaralım şu işi!.. ÖLÜMÜNÜN 14. YILI Velidedeoğlu anıldı İstanbul Haber Servisi Atatürk devrimlerinin tanığı ve belgeleyicisi, 1961 Anayasası mimarlarından, İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi, gazetemiz yazarı Ordinaryüs Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, ölümünün 14. yıldönümünde mezarı başında törenle anıldı. Karacaahmet Mezarlığı’ndaki anma törenine ailesi, yakınları, İstanbul Kız Liseliler Mezunları Derneği ve Vakfı, Avrupa Genç Hukukçular Derneği üyeleri, Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri ile Kadın Araştırma Derneği yönetici ve üyeleri de katıldı. 1961 Anayasası’nı hazırlayanlardan, Ordinaryüs Profesör Velidedeoğlu 1933’te İsviçre’de hukuk doktorasını tamamladıktan sonra 1934 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doçentliğe atandı. 1942’de profesör oldu, 1948’de ordinaryüs unvanını aldı. İki kez hukuk fakültesi dekanlığı yaptı. 27 Mayıs 1960’taki askeri müdahaleden sonra Kurucu Meclis’te Anayasa Komisyonu üyesi olarak 1961 Anayasası’nın hazırlanmasına katkıda bulundu. yça Tolun, Almanya’nın ünlü TVRadyo kuruluşu WDR’in Almanca haberler bölümünde çalışan bir gazeteci meslektaşımız. Önceki sabah telefon etti ve Almanya’da gösterimi başlayan ‘‘Kurtlar VadisiIrak’’ filmine ilişkin tartışmaları şaşkınlıkla izlediğini anlattı. Alman kamuoyu, filme karşı ayaklanmış ve filmin gösteriminin durdurulmasını talep etmeye başlamıştı. Ayça, anne Alman baba Türk olduğu için olaylara her iki taraftan da bakabilme üstünlüğüne sahip. Kurtlar Vadisi filmini beğenmemiş, içindeki şiddet öğelerini de onaylamıyor. ‘‘Ancak’’ diyor, ‘‘Her gün izlediğimiz Amerikan filmlerinden ne farkı var?’’ Tepkilerini ve Almanya’da yaşananları onun kaleminden sizlere aktarmak istiyorum. İşte Ayça’nın yazdıkları: Kurtlar Vadisi filmi Almanya’da 9 Şubat’ta vizyona girdi ve filmi o tarihten geçen pazar akşamına kadar toplam 266 bin kişi seyretti. Filmin yapımcıları bütün Avrupa için toplam 550 bin seyirci hedeflemişlerdi ama şimdi bu rakamı sadece Almanya’da yakalama şansları doğdu. ??? Kurtlar Vadisi gösterime girdiği günden beri Alman medyasının ana SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Almanya’da ‘Kurtlar Vadisi’ Krizi manlığı yapan bir filmin sırtından para kazanmaktan vazgeçmelerini’’ istedi. Bütighofener, Alman sinema işletmecilerinin Kurtlar Vadisi’ni gönüllü olarak vizyondan kaldırmalarını istedi. Kurtlar Vadisi Almanya’nın 9 kentinde toplam 65 sinemada gösteriliyor ve bu hafta Almanya’da en çok izlenen filmler sıralamasında 5. sırada bulunuyor. Filmin asıl seyircileri Almanya’da yasayan Türkler. Filmle ilgili olarak medyada çıkan haberler ve ağır eleştiriler aslında hem dizinin meraklısı olmayan, dolayısıyla filmi de seyretmeye niyetleri olmayanları, hem de bu vesileyle Almanya’da Türk sinemasının varlığından haberdar olmayanları da sinemalara çekiyor artık. ??? Ayça Tolun, filme yönelik eleştirileri ise çifte standartlı bularak tepkiyle karşılıyor: Kurtlar Vadisi’nin yakaladığı ticari başarı, filmin Türkiye açı konusu haline geldi denilebilir. Bavyera Eyaleti Başbakanı ve iktidardaki CDU’nun kardeş partisi CSU’nun Başkanı Edmund Stoiber, filmin vizyondan çekilmesini talep etmekle kalmadı, ‘‘Türkiye’nin AB adaylığının da bu filmin savunduğu değerler açısından yeniden değerlendirilmesini’’ istedi. Aynı partinin genel sekreteri Markus Söder ise Alman Birinci Kanalı ARD’nin ana haber bülteninde filmin Türkiye’deki ilk gösterimlerinde Türk politikacıların yaptığı açıklamaları hatırlatarak ‘‘Böylesine ırkçı, ABD ve Hıristiyanlık karşıtı bir filme hükümetiyle birlikte destek veren bir Türkiye’nin AB adaylığının olumsuz etkileneceğini’’ ifade etti. ??? Yeşiller Partisi Başkanı Rainhard Bütighofener ise filmin gösterildiği sinemaların işletmecilerine yaptığı çağrıda ‘‘Amerika ve Musevi düş sından ve de Almanya’daki Türklerin durumu açısından yarattığı tartışmanın sakatlığını da örtmüyor tabii. Filme yöneltilen en önemli eleştiri, filmin koyu bir Amerika ve Musevi düşmanlığı yaptığı iddiası. Filmin Irak’taki gelişmelerle ilgili olarak ABD’yi suçlaması, Irak’ta olup bitenlere göz yuman Avrupa’yı eleştirmesinin de bu tepkilerde payı var. Kurtlar Vadisi belki bir İngiliz ya da Fransız filmi olsa, Hollywood yapımı olsa ‘‘özeleştiri yapıyor’’ gerekçesiyle Almanya’da övgüye değer bile bulunabilirdi. Kurtlar Vadisi bir Türk filmi. Üstelik Almanya, Kürtler ve azınlıklar konusunda Türkiye’yi eleştirmeye alışık. Bu kez eleştiren tarafın Yeşilçam aracılığıyla da olsa Türkiye olması pek alışık olunmayan bir durum. Almanya’da her türlü Amerikan aksiyon filmi gösteriliyor. Üstelik o filmlerdeki kötüler genelde Arap ya da Afgan kılıklı tipler ya da adları uydurulmuş ama Müslüman olduğu belli ülkeler. Ama kimse o filmler dünya barışını tehdit ediyor mu, medeniyetler çatışmasını tetikliyor mu, seyircisini belli bir gruba düşman ediyor mu, yanlış değerler aşılıyor mu diye tartışmıyor. İlginç... HASAN ÂLİ YÜCEL ANILDI Enstitülerin ‘babası’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Köy Enstitüleri’nin kurucusu eski milli eğitim bakanlarından Hasan Âli Yücel, ölümünün 45’inci yılında anıldı. 26 Şubat 1961 tarihinde yaşamını yitiren Yücel için Ankara Adakale Sokak’ta bulunan Petrolİş salonunda Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı ile EğitDer işbirliğinde anma toplantısı yapıldı. Toplantıya, Ali Nejat Ölçen, Prof. Cavit Kavcar, Mutahhar Aksarı ve CHP Denizli Milletvekili TBMM Milli Eğitim Komisyonu Üyesi Mustafa Gazalcı katıldı. Gazalcı, daha sonra yaptığı basın açıklamasında ‘‘3 yılı aşan AKP döneminde Hasan Âli Yücel zamanında uygulanan ulusal, bilimsel anlayıştan temelli uzaklaşılmıştır’’ dedi. Yücel’in bakanlığı döneminde; 500’e yakın klasik eserin dilimize çevrildiğini, Köy Enstitüleri sisteminin uygulamaya konulduğunu, dil, kültür ve sanat alanlarında önemli hizmetlerin gerçekleştirildiğini anımsatan Gazalcı, bugünkü hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı (MEB) eleştirdi. Gazalcı, ‘‘Uygulanan politikalarla eğitim daha çok dinselleştirilmiş ve özelleştirilmiştir’’ dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle