08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/HAYIR OKTAY AKBAL C illiyet Kitap’’ta kocaman bir resim: ‘‘Türk Edebiyatının Kadın Yazarlarıyla Çırağan Zir olaylar ve görüşler 3 MART 2006 CUMA Magna Carta’dan Guantanamo’ya T arihin en önemli kilometre taşları insan hakları antlaşmalarıdır; çünkü bilimi, sanatı ve teknolojiyi giderek uygarlığı yaratan insandır. İnsanın bu yüceliğini korumamız ve ona saygı göstermemiz gerekir. Tarihte bilinen ilk yazılı (elyazması) insan hakları belgesi MS 1215 tarihinde İngiltere’de İngiliz Kralı Yurtsuz John ile derebeyler arasında yapılan ve Magna Carta adıyla anılan antlaşmadır. Bu antlaşmanın 39. maddesinde şöyle denilmektedir: ‘‘Hiçbir özgür kişi, yürürlükte bulunan yasalarda aksine bir hüküm bulunmadıkça yakalanamaz ya da herhangi bir biçimde kötü muameleye maruz ya da muhatap olamaz.’’ ANLAŞMLARA YAPILDI AMA... Bu tarihten sonra günümüze kadar insan haklarını saptayan ve düzenleyen çok sayıda antlaşma, açıklama yapılagelmiştir. 1776 tarihli Virginia İnsan Hakları Bildirisi, yine 1777 tarihli Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirisi, 1793 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 1948’de kabul edilen Birleşmiş Milletler PENCERE İLHAN SELÇUK HALİT ÇELENK Yazarın Kadını, Erkeği Olur Mu?.. M vesi’’... Ünlü ‘kadın’ yazarlarımızı bir sofra başında toplamışlar. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde edebiyat, sanat, yaşam konularında konuşturmuşlar... Belgesel bir olay!.. Okurlar, yazarlarını yakından tanımış oluyorlar böylelikle... Güzel bir girişim! Geçmişten günümüze romanları, öyküleri, anılarıyla sevilerek okunan yazarlarımız sayıca hiç de az değildir. Fatma Aliye’den Halide Edip’e, Nezihe Meriç’ten Ayşe Sarısayın’a kadar güncel edebiyatımızda ad yapmış yazarları yakından tanımak için iyi bir fırsat... Kadın yazar olur mu? Yazar, yazardır, kadın ya da erkek!.. ? Benim anımsadığım olaylar var. Epey oluyor, beğendiğim bir yazarımızdan söz ederken ‘kadın yazar’ demiştim! Adı geçen yazarımız çıkışmıştı. Kızmış, uzun mu uzun şeyler yazmıştı. Ben de bir daha ‘kadın yazar’ sözü etmemiştim! Ama ‘Milliyet Eki’nde ‘kadın yazarların Çırağan toplantısı’ denilmiş!.. Pek çok hanım yazar katılmış, konuşmuş, söyleşmiş. Demek ‘kadın yazar’ olunurmuş!.. Peki, benim suçum neydi? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü!.. Sevgililer için, analar için, babalar için bir gün yetermiş gibi! Uydurma günler, salt alışveriş yapılsın.. gazetelerde, TV’lerde reklamlar! Oysa bundan gerçek anlamda kadınların bir kazancı yok! Hele çalışan kadınlar için, hele çalışamayan, iş arayıp da bulumayan kadınlar için ne anlamı var 8 Mart’ın? Gerçekte 8 Mart, çalışan kadınlara ayrılmış bir gündür. Yoksa, zengin eşlerle yaşam kurmuş, ya da babadan kalanlarla köşe dönmüş kadınlar için değil!.. Bunca süs, bunca giyim, bunca armağan, bunca sevgi, bunca aşk kimler için? Yalnız belirli sosyal aşamalardan geçmişler için!.. ‘‘Kadın’’ yazarların toplantısına katılanlar son yirmiotuz yılda kitaplarıyla öne çıkmış olanlar. Yetmişinden otuzuna varan yaşlardakiler. Çoğunun yapıtını okumuş, sevmiş, kimi zaman yazılarımda övmüş olduklarım... Bir yapıtın erkek ya da kadın tarafından yazılması değil önemli olan!.. Güzel yazılmışsa, beni yeni duyarlıklara götürmüşse, değişik bir dünyanın kapısını açmışsa, Türk dilini başarıyla kullanmışsa, yalnız günün beğenisiyle yetinmemiş yarınlara da seslenecek bir niteliği varsa... Yine de katılmayanlar olmuş bu güzel toplantıya! Örneğin, Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Leyla Erbil... Beni, ‘Kadın yazar ne demek’ diye ayıplayan, sonra da bir yazımı yanlış yorumlayan Adalet Ağaoğlu’ydu... Oysa ben onun ilk yapıtlarından ‘‘Evcilik Oyunu’’nu ve ‘‘Ölmeye Yatmak’’ını beğenerek övmüştüm? Leyla Erbil de, çok değişik bir yazar.. Onunla da bir zamanlar tartışmamız olmuştu. Ama Nezihe Meriç’le hep dost olarak yaşadık.. Kırk yıl önceki ustalığını şimdi de sürdüren bir gerçek öykücü. Son kitabı ‘‘Çayların İçinde Sessizce’’ bu dediğimin kanıtı... Kadınerkek diye bir ayrım olmaz edebiyatta... Yazar var, yazarcık var! Bugün yazdıkları okunan, sevileni var, yarınlara gerçek bir değer olarak kalacak olan var. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi bunların birkaçıdır. Bütün bu antlaşma ve sözleşmeler insan haklarının temeli olan yaşam hakkı, işkencenin yasaklanması ve insan onurunu koruyucu hükümler getirmişlerdir. Bütün bunlar ve bunlara ilişkin anayasa, yasa ve yargı kararları tarihin binlerce yıl ötesinden bugünün insanlarına çağrıda bulunmaktadır: Öldürmeyiniz! İşkence yapmayınız! İnsan onurunu kırıcı davranışlardan uzak durunuz! Bu bir insan çığlığıdır, binlerce yıl ezilen, horlanan, zulme uğrayan insanın çığlığıdır. Ama gel gör ki bu insanca seslenişe kulak asmayanlar var. Çünkü sorun temelde bir sistem sorunudur. Bu sistem kapitalizmdir. Günlerden beri gazeteler, ABD emperyalizminin paralı askerleri tarafından Irak’ta Ebu Garib cezaevinde yapılan işkencelerin yeni fotoğraflarını yayımlıyorlar. Video kasetleri bu işkence vahşetini gözler önüne seriyor. Ebu Garib cezaevinde, Guantanamo işkence üssünde tutsakların ve gö zaltına alınan insanların nasıl günlerce uykusuz, aç ve çıplak bir halde bırakıldıklarını, işkenceci askerlerin mahkumları cinsel ilişkiye ve mastürbasyona zorladıklarını, bu çıplak insanlara nasıl kahkahalarla güldüklerini, CIA’nın sorguladığı insanların yaşamlarını yitirdiklerini, bir babayı konuşturmak için on iki yaşındaki oğlunun çıplak bir durumda üstüne soğuk su fışkırtıldığını, insanların onurlarının nasıl çiğnendiğini gösteriyor. merika’nın Guantanamo işkence üssünde yapılan işkenceleri inceleyen Birleşmiş Milletler’in görevlendirdiği beş kişilik insan hakları uzmanlar heyeti, elli dört sayfalık bir rapor yazarak işkenceleri anlattıktan sonra üssün kapatılmasını istemiştir. Bu raporda cezaevinde bulunan yaklaşık beş yüz kişinin salıverilmesi ya da derhal bağımsız bir mahkeme önüne çıkarılması istenmiştir. Yine bu raporda Amerikan üst düzey yöneticilerinin sorumlu olduğu sonucuna ulaşılmış ve bunların yargılanması gerektiği açıklanmıştır. Yine bu raporda, anı lan cezaevi eylemlerinde, Amerika’nın, hem savcı, hem yargıç hem de avukat rolleri üstlendiği bildirilmiştir. Ayrıca Uluslararası Kızıl Haç komitesi de yaptığı açıklamada, Ebu Garib cezaevinde yapılan işkencelerle uluslararası yasaların açıkça ihlal edildiğini açıklamıştır. Tüm bu gerekçelerle Guantanamo üssünün kapatılmasını isteyen BM’nin bu isteği George Bush tarafından reddedilmiştir. İŞKENCE BİR İNSANLIK SUÇUDUR Müslümanın Kendine Kastı mı Var?.. slam tarihinde olmadık işler yaşanmış, şaşılası kişiler gelmiş geçmiştir, bunlardan biri de meşhur Muaviye’dir... Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, Hazreti Muhammet’e uzun süre direnmiş, ancak Peygamber’in son yıllarında Müslümanlığı benimsemiş, üstelik halife olmasını da bilmiş bir yaman adamdır... Hazreti Ali’nin halifeliğine karşı duran bu cingöz Muaviye’dir... Ali Kufe’de.. Muaviye Şam’da.. Bir Arap satacağı malları devesine yükleyip Şam’a varmış.. Bir Şamlı Müslüman, deveye sahip çıkmış: Bu dişi deve, diyormuş, benimdir... Kufeli: Bu deve benimdir, hem elimde büyüdü hem de erkektir... Dava büyümüş, Şam ile Kufe karşılıklı birbirlerine diş bileyip düşmanlaştıklarından, herkes merak içinde olacakları görmek için sabırsızlanıyormuş... ? Dava başlamış, Muaviye davacıya sormuş: Bu dişi deve kimindir?.. Şamlı: Benimdir!.. Muaviye kararını açıklamış: Bu dişi deve Şamlınındır... Sonra cemaate sormuş: Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?.. Cemaat bir ağızdan: Bu dişi deve Şamlınındır. Deve davacıya verilmiş, Kufeli şaşkın şaşkın bakarken Muaviye adamı bir yana çekmiş... Bana bak, demiş, sen de ben de biliyoruz ki deve erkektir; ama, Kufe’ye dönüşte olayı Ali’ye anlat ki ayağını denk alsın!.. ? Kimi Müslüman duyduğunu işitmez, kokladığını duyumsamaz, baktığını görmez... Halil Cibran yazmış: ‘‘Bir gün ‘Göz’ demiş ki: Bu vadilerin ötesinde mavi sisle örtülü bir dağ görüyorum; ne güzel değil mi?.. ‘Kulak’ dinlemiş ve bir süre dinledikten sonra demiş ki: Ama dağ nerede? Onu işitemiyorum... Ardından ‘El’ konuşmuş: Onu duyumsamak için dokunmaya çalışıyorum, boş yere çabalıyorum, dağı bulamıyorum... ‘Burun’ seslenmiş: Dağ yok; kokusunu alamıyorum... Göz başka bir yana dönmüş... Ötekiler kendi aralarında ‘Göz’ün tuhaf düşlemine ilişkin bir konuşmaya dalmışlar... Sonra ağız birliğiyle demişler ki: ‘Göz’ün bir sorunu olmalı!..’’ ? Amerika ile İngiltere cabası; ama, dünyadaki Müslümanların aymazlığına baktıkça insanın ünlü deyişi yinelemekten başka çaresi kalmıyor: Bu çağda bu zekâ.. Akıllara seza!. İ A Tüm dünya kamuoyunun iradesinin de bir göstergesi olan bu kapatılma talebinin reddedilmesinin ardındaki asıl ajan silah tekelleridir. Bu nedenle, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun (TİHAK) 2005 yılı çalışma raporunda da belirtildiği üzere: ‘‘İşkence bir insanlık suçudur ve çok önemli bir insan hakları ihlalidir ama işkencenin belli toplumsal, ekonomik, siyasal koşulların bir sonucu olduğu göz ardı edilmemelidir.’’ Dolayısıyla işkenceye karşı savaşım verenlerin, emperyalizme karşı da savaşım vermeleri zorunludur. Türkler Soykırım Yapabilir mi?.. G Bizim gibi, bugün hâlâ feodal yapısını tasfiye edememiş, laik rejimini yaşatma kaygıları olan, mafya kapitalizmini çağdaş kapitalizme devşirememiş bir toplum, soykırım işini beceremez...Bu tez, kapitalist uygarlığın dışındaki bütün diğer Asya toplumları için de geçerlidir. eçenlerde gazetelerimizin bazılarının manşetten verdikleri ‘‘Türk erkekleri şövalye’’ vs... türünden haberler dikkatinizi çekmiştir. Habere gazeteler ilgisiz kalmamışlar ve değişik oranda yer vermişlerdi. Haberin içeriği ise şu idi; BM’nin, seks kölesi olarak çalıştırılan kızları kurtarmak için kurduğu ihbar hattına ihbarlar, Batı’da kızların kendilerinden veya diğer kadınlardan gelirken Türkiye’de erkeklerden gelmiş... Bu sonuç, organizasyon yöneticilerini çok şaşırtmış... Nedenini araştırınca, ilginç bir sonuca ulaşmışlar; aslında Türk erkekleri fahişe kullanmaya karşı değiller, ancak parasını ödeyip hizmet aldıkları kadının kendilerini bir âşık gibi sevmesini de bekliyorlar... Beklentileri karşılanmayınca gururları inciniyor ve acıyarak(!) ihbar edip kurtarılmalarını sağlıyorlar... Batılı erkeklerin böyle bir sorunu yok. Onlar son derece ‘‘akılcı’’(!), alışverişlerinden hiçbir rahatsızlık duymuyorlar... Bu yazdıklarımın başlıkla ne ilgisi var diyebilirsiniz!.. Çok ilgisi var... ‘‘Soykırım’’ konusu, ülkemizde değişik biçimde yıllardır tartışılıyor; yapmadığımızı Batılılara anlatıp duruyoruz. Onlar da bal gibi biliyorlar ya Dr. A. AHMET ERTÜRK pılanların soykırım olmadığını. Ama düşenin dostu olmuyor işte... Bense, yukarıdaki olayı da kanıt göstererek; “Türkler isteseler de soykırım yapamazlar” diyorum… Kasıtlı ve belli bir sonuç almaya yönelik olarak, geçmişteki bir olayı yanlış bir sözcükle tanımlama ve sonra o sözcüğe yüklenen benimsenmiş anlamı ön plana çıkararak çarpıtma taktiğiyle yönetsel ve ekonomik aczimizden cesaret alınarak insafsızca suçlanıp duruyoruz. SAVAŞ VE ÇATIŞMALAR Öldürme eylemine ilişkin kullanılan ‘‘cinayet’’, ‘‘katliam’’, ‘‘soykırım’’ gibi kelimelerde, bir tek yanlılık ve nicelik anlamı ağır basar. ‘‘Savaş’’ ve ‘‘çatışmalar’’ da öldürme eylemi olmasına rağmen bir karşılıklılık olduğu için sanki biraz masumdurlar(!). Kullanılan sevimsiz bir sürü kelime arasında ‘‘soykırım’’, nicelikselliği yanında çok farklı niteliğiyle özel bir önem taşır... Bir ‘‘soy’’un (ırkın) bireylerini sadece aidiyetleri nedeniyle ayrım yapmaksızın, tümüyle ortadan kaldırmayı hedeflemek söz 21. Dönem Edirne Milletvekili konusudur... Böyle bir eylem, dinden (inanç) bağımsızlaşmış, akılcı, tam anlamıyla laikleşmiş ve gelişmiş(!), ancak hastalıklı bir aklın, yanlış muhakeme sonucu geliştirdiği, soğukkanlı, organize ve ‘‘sistematik akla dayanan’’ bir öldürme işidir. Bu ise ancak, kapitalist uygarlığın belirli bir aşamasında ortaya çıkabilecek bir olgudur. Oysa Türkler geçmişte ve hatta bugün bile böylesine duygu ve inançtan bağımsız, ‘‘akılcı’’ bir toplum hiç olamadılar ki, böyle bir iş organize edebilsinler. Geçmişte ve günümüzde Batılı faşistler Hıristiyanlığa bile meydan okurken bizimkiler hâlâ Türkİslam sentezi zırvalarıyla meşguller... oykırım’’ yapamayız derken ‘‘katliam’’ da yapamayız demek istemiyorum. Allah’a şükür(!), yakın geçmişte 1 Mayıs’ta, Çorum’da, K. Maraş’ta, en son Sıvas’ta bu işi pekâlâ becerebildiğimizi kanıtlamış durumdayız... Ne yapıp ne yapamayacağımızı iyi bilirsek başkalarının aklına uyup yanlış sözcüklerle kendini bilmez tanımlamalar da yapmayız sanıyorum. ‘‘S Başörtüsü Sorunu S on günlerde ülkemizde yaşanan, çağdaş Cumhuriyet düzenine, Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı yığınla sorun içinde ‘‘türban’’ ya da ‘‘başörtüsü’’ diye tanımlanan ‘‘sorun’’ ülkemiz gündeminin ilk sıralarına oturtuldu. Günlerdir yazılı basında, çeşitli toplantılarda ve televizyonlarda tartışılır duruma geldi. Ülke sorunlarını tartışıp değerlendirmenin elbette yararı var. Ama bu tartışmaları amacından saptırarak sürdürmeye kalkarsak bundan, çağdaş Cumhuriyet düzenimiz de, Atatürk ilke ve devrimleri de, halkımız da zarar görür. Devletimizin yürürlükteki Cumhuriyet düzeni de düzeltilmesi güç yaralar alır. Bunun için ülkemizin gündeminde olduğunu ve tartışıldığını söylediğimiz sorunun inceliğini ve özelliklerini bilenlerin tartışıp değerlen NİYAZİ ÜNSAL dirmesi gerekir. Tartışıldığını söylediğimiz konu, Aytaç Kılıç adındaki öğretmenin anaokuluna müdür olarak atama işleminin Danıştay tarafından bozulmasıyla başlıyor. “DNIŞTAY DOĞRU YAPMIŞTIR” Danıştay, adı geçen öğretmenin görevine başörtüsü ile gelip gitmesini okulunda başörtüsü bağlamasını çağdaş Cumhuriyet okulunda eğitilen öğrencilere iyi örnek olmayacağını vurgulayarak karara bağlıyor ve eğitici birinin okulunda ya da dışardaki gündeminde başörtüsü bağlayamayacağının altını çiziyor... Ben Köy Enstitüsü ve Gazi Eğitim Enstitüsü çıkışlı bir eğitimciyim. Eğitim işlevimizin çeşitli ka Eski C. Senatosu Erzincan üyesi demelerinde 27 yıl hizmet verdim. Yıllarca müfettiş olarak binlerce eğitimcinin çalışmalarını izledim, değerlendirdim. Bana göre Danıştayımızın düşünceleri her yönüyle doğrudur, buna bağlı olarak da verdikleri ‘‘karar’’ çağdaş Cumhuriyet kurumlarımızdan birine yakışır ve alkışlanacak bir karardır. Olayımızda adı geçen öğretmen olmazsa hangi öğretmen olursa olsun eğer o mesleğinin adamı bir öğretmense, öğretmen olarak yetiştirilmişse böyle biri başörtüsü takamaz. Atatürkçü ve çağdaş kafaya sahip bir eğitimciye ‘‘başörtüsü tak’’ deseniz de hatta ve hatta zorlasanız da o başörtüsü takmaz ve takamaz, zorla taktırılmasını kabul edemez. Brezilya, Arjantin Kurtuldu B rezilya, son borç taksiti 15.5 milyar doları erken ödeyerek IMF’den kurtuldu. Bu nedenle, Uluslararası Para Fonu’nun Başkanı Rodrigo Rato, düzenlenen bir törenle Brezilya hükümetini kutlamış. Biriki yıl öncesine değin, vatandaşlarının açlık ve yoksulluktan marketlere saldırıp talan ettikleri, ortalığı kırıp döktükleri ve borcunu ödeyemez diye yorum ve değerlendirmelerde bulunulan Arjantin hükümeti de Brezilya’dan sonra IMF’ye olan 12.5 milyar dolar borcunun tamamını ödeyerek ekonomik bağımsızlığa kavuşmuş bir ülke konumuna geçti. Aynı şekilde dünün Brezilyası, ekonomisi alarm veren, iktisadi durumu kötüye gitmekte olan bir ülke konumundaydı. Şimdi ise IMF’yi kovmuş bir ülke olmanın gurur ve zaferini yaşıyor. Bizde ise AKP hükümeti... Ka BURHAN ÖZBEY muoyuna yönelik bolca makrolu laflar edip ‘‘ekonomideki rakamlara akrobasi yaptırarak’’ güvenilmeyen istatistiki verilerle, görünürde somut bir iyileşme yokken ‘‘İyi gidiyoruz iyi..’’ şişirme ve nakaratlarıyla IMF’nin peşinden koşmaya devam ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bundan 8 ay önce bakın ne demişti: ‘‘IMF’ye 20 milyar dolara yakın borcu olan bir ülke olarak bu kurumla olan bağları koparmamız mümkün değil.’’ (Zaman gazetesi, 29 Mayıs 2005) Ne acı değil mi? Direnme mücadele duygu ve olgusundan yoksun ‘‘tam teslimiyetçi’’ bir düşünce ve uygulamanın talihsiz itirafı! Erdoğan, Japonya’nın 7 trilyon dolar borcunun olduğunu başbakanlarının ağzından bize nakle derek bir ölçüde hükümet olarak kendi durumlarının ne denli iyi olduğunu göstermeye çalışmıştı... Bize ne Japonya’nın borcundan Sayın Başbakan? Her koyun kendi bacağından asılır! Peki, Japonya’nın yaptığının ve ürettiğinin biz ne kadarını yapabiliyor ve üretebiliyoruz? Madem mukayese yapılıyor ve fazla borç ‘‘Bakın ne denli iyiyiz’’ misali örnek gösteriliyor, o halde ülkelerin ekonomik potansiyellerinin, yani kazanımlarının da dile getirilmesi gerekmez mi? Başbakan, neden Japonya yerine Arjantin’i ve Brezilya’yı örnek gösteremiyor? Niçin iki ülke gibi biz de IMF’yi ülkemizden kovup ekonomik bağımsızlığımıza kavuşamıyoruz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle