27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Kitap fuarındaki hareketlilik ve renklilik geleceğe yönelik bir umudu güçlendirdi C kültür 29 ARALIK 2006 CUMA Essen’de fuar ve ‘Mutluluk’ Zehra İPŞİROĞLU Bu yıl Essen’de üniversite içinde Fikret Güneş’in önderliğinde düzenlenen ikinci kitap fuarında Türk okuyucular Zülfü Livaneli, Oya Baydar, Can Dündar, Sunay Akın, Nazan İpşiroğlu, Selahattin Dilidüzgün gibi çeşitli yazarlarla buluşma olanağı buldular. LGİSİZLİK DUVARINI AŞMA ÇABASI Öğrencisi öğretmeni, genci yaşlısı, işçisi yazarı.. farklı katmanlardan insanların bir araya geldiği bu fuardaki hareketlilik ve renklilik geleceğe yönelik bir umudu da güçlendiriyor. Çünkü Fikret Güneş’in amacı fuarı geliştirerek TÜYAP Kitap Fuarı’nın düzeyine çıkartmak, dahası Almanları da katarak Türk yazınına öteden beri duyulan ilgisizlik duvarını aşmak. Bu nedenle hem Bosch Vakfı’nın desteklediği Türk edebiyatı çeviri tasarısının yöneticileri, hem de Günter Wallraff gibi, göçmenlerin haklarına sahip çıkan yazarlar konuklar arasındaydı. LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Tangoda Başladı, Hâlâ Sürüyor Bronte, bu kapalı alanları edebiyat yoluyla açmayı ilk denediği zaman, bir öyküsünü yolladığı derginin editöründen “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Edebiyat kadınlara göre bir iş değildir” yanıtını almıştı. Bugün Bronte’nin adını bilmeyen yok ama o editörün kim olduğuna edebiyat tarihinin bir iki sayfasında rastlanabilir ancak. Sigarasını kendi yakmak için de, öyküler yazmak için de aynı mücadeleyi vermiştir kadınlar. İkisini de elde etmek kolay olmamıştır çünkü. O nedenle kadınların özgürlüklerinden, bağımsız karar verebilmelerinden söz ederken, “erkeğin hakimiyet alanına meydan okuyan” kadın mücadelesinden haberdar olmak gerekir. Haberdar olunmuşsa eğer, özgürlüğün anlamının ne kadar geniş olduğu hep akıllarda tutulmalı. Bu yapılırsa, kadın özgürlüğünden sadece türbanı anladığı ortada olan Bülent Arınç’ın “Siz kadınlarımızı köle mi sanıyorsunuz?” çıkışına güler geçersiniz. Bir süre önce, Arınç, elbette diktatör eskisi Evren’in Erdoğan’ı kastederek sarf ettiği pek yersiz, o oranda da pek komik olan, “Çankaya’ya eşinin başını açarak çıkarsa kabulümdür” cümlesine gürledi biliyorsunuz. Oysa Arınç’ın kadınların türbanlarını açıp açmamalarının kendi sorunları olduğunu söylerken bir erkek olduğunu anımsaması gerekirdi. Kadınların başlarını açıp açmamada özgür olduğunu söylemek yine bir erkeğe düşmüş oldu yani. Nispet de, Bronte de bu hakkı Arınç’a vermezlerdi. ??? Özgürlükten kadınların anladığını değil, erkeklerin kadınlara layık gördüğü özgürlüğü anlayan Arınç, işin içine dini gerekirlilikler girdiği zaman, özgürlüğün söz konusu olmadığını elbette bilir. Yani “kadınlarımız özgür” dediğinde, “başını açmakta da özgürdür” diyemiyor. Diyemez. Ama, çıkışları yersiz olan Evren gibilerine yanıt vereyim derken kendi inancıyla çelişkiye düştüğü gibi –ki bu onu ilgilendirir toplumun gözünün içine baka baka doğru söylememiş de olur. Örtünmeme “özgürlüğünü” kullanmaya kalkan kadının karşısına elbette erkekten önce o dini gerekirlilikler çıkar. Yani özgürlük, örtünen kadın için bağımsız olarak verebileceği bir karar değildir. Bu nedenle Arınç’ın yaptığı, özgürlük kavramını kafasının estiği gibi kullanarak Zetkin’den, Kolontai’den, Bronte’den rol çalmaktır. Susmalıdır, kadınların özgür olup olmadıklarını kadınların ifade etmesine şans tanımalıdır. Bir şeyi de asla unutmamalıdır. Kadınlar fazla bir şey istiyor değiller. İstedikleri “ağız kokusunu” çekmek istemedikleri erkeklerden biraz olsun uzak durup dans etmektir. İ MUTLULUK Bana göre, fuarın en renkli etkinliklerinden biri Zülfü Livaneli’yle buluşmaydı. Belki son günlerde çok severek okuduğum ‘Mutluluk’u elimden bir türlü bırakamadığımdan; belki de Livaneli’yle ilk kez karşılaştığım için hem konuşmasından, hem de güleryüzlü ve alçakgönüllü halinden etkilendiğimden. Ayrıca, sınırlı bir süre içinde hem düşündürücü, çarpıcı, hem de Aziz Nesin’e parmak ısırtacak kadar esprili anı ve öyküler anlatarak dinleyicilerle sıcak bir ilişki kurmak gerçekten özel bir yetenek. Almancaya henüz çevrilmemiş olan ‘Mutluluk’u toplumumuzun çeşitli katmanları arasındaki uçurumu gündeme getiren çok çarpıcı bir roman olarak değerlendiriyorum. Bir yanda neye uğradığını bile anlamamış, töre kıskacında gencecik bir kız; bir yanda şiddet ve savaş kültürü içinde yoğrulmuş bir delikanlı; bir yanda da tekdüze ve anlamsız yaşamını terk eden bir profesör… Bu üç kişinin iç içe geçen öykülerinde yer alan çeşitli insanlar, kentsoylu sosyetik bir kitle, hacılar hocalar, liberal dinciler, yozlaşmış bir aydın çevresi vb.. şaşırtıcı zenginlikte bir panoramasını sunuyor toplumumuzun roman. İlginç olan, son zamanların çok moda postmodern romanlarındaki yapaylığın tersine, Fuarın en renkli etkinliklerinden biri Zülfü Livaneli’yle buluşmaydı. Livaneli’nin Almancaya henüz çevrilmemiş olan ‘Mutluluk’u toplumumuzun çeşitli katmanları arasındaki uçurumu gündeme getiren çok çarpıcı bir roman olarak değerlendirilebilir. mış profesörü, şiddeti içselleştiren Cemal’i nasıl bir gelecek bekliyor? Yaşanan onca acı, korku ve bocalamanın sonunda, bir çözüm olmasa bile, belli belirsiz bir umut seziliyor romanda. Bu kitabı bu kadar etkileyici kılan, belki de umutsuzluk içinde umudu, şiddet içinde sevgiyi ve sıcaklığı tüm yoğunluğuyla sezdirmesi. YAŞAYAN İNSANLAR Şu sıralarda filmi çekilen ‘Mutluluk’ da tıpkı Orhan Pamuk’un ‘Kar’ı gibi filme uyarlanmaya çok yatkın. Ama sinema açısından ‘Kar’ın tersine önemli bir engeli var. İnsan sıcaklığını tüm yoğunluğuyla duyumsatıyor okuyucuya. Roman kişileri imgelemimizde gerçekten varlar; birer şema değil insanlar, yaşıyorlar.. onların hüzünlerini, korkularını, acılarını duyumsayabiliyoruz. Bu da bir sinemacı için kolay aşılamayacak bir engel olsa gerek. Çünkü, iyi bir romanı, romanın çok boyutluluğunu yok etmeden, daha somut bir deyişle romanı yavanlaştırmadan filme uyarlamak çok güç. ‘Mutluluk’ta, gerek kişilerin yoğuruluşunda, gerek olayların anlatılışındaki canlılık ve çok katmanlılık. Romanda yerinden yurdundan koparılmış, kendilerine yeni bir yaşam alanı yaratma savaşımı veren insanların öyküleri anlatılıyor. Bu açıdan ‘Mutluluk’a bir göç romanı da denebilir. Romanda her kişinin kendine özgü bir karabasanı ya da düşü var. Bu düşten kurtulma arayışı, olayların akışındaki kamçılayıcı gücü oluşturuyor belki de... Töre cinayetinden kıl payı kurtulan Meryem’i, anlamsız yaşamından bıkıp usan Erdoğan Okyay’ın hazırladığı kitap, SevdaCenap And Vakfı’ndan çıktı Doğramacı’ya armağan kitap SevdaCenap And Vakfı 2005 Onur Ödülü’nü alan İhsan Kültür Servisi 1989 sığdırdıklarının Doğramacı’nın yaşamını, kişiliğini, yapıtlarını ve hizmetlerini yılından beri SevdaCenap ciltleri dolduracak özetleyen ‘İhsan Doğramacı ve Çağdaş Üniversite’ başlıklı And Vakfı’nın her yıl, Türk hacimde ve armağan kitabını vakfın yönetim kurulu üyesi olan müzik müzik yaşamına olağanüstü çeşitlilikte olması eğitimcisi Erdoğan Okyay hazırladı. katkıda bulunmuş seçkin nedeniyle, bir besteci, yorumcu veya armağan müzik eğitimcisine verildiği Vakıf Onur Ödülü Altın Madalyası kitabında onun yaşamında önemli bir yer tutan pek çok “Türkiye ve Ankara’nın çoksesli müzik hayatına ve müzik konuya ancak başlıklar halinde değinebildiğini ya da hiç sanatının öğretiminin yaygınlaştırılmasına büyük katkıları” değinemediğini, ancak tüm bu çeşitlilik içinde tutarlı ve nedeniyle 2005 yılında ilk kez müzik branşı dışından bir kişiye, tutkulu bir çizginin, Doğramacı’nın yaşamını yönlendiren bir Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya verilmişti. Her yıl, yılın madalya plan, bir idealin dikkati çektiğini ve bu kitapta Doğramacı’nın sahibinin, yaşamını, kişiliğini, yapıtlarını ve hizmetlerini bu yönünü, bilim ve sanatın kucaklaştığı “Çağdaş Üniversite” özetleyen bir “Armağan Kitap” da yıl içinde hazırlanarak, bir idealini tanıtmak istediğini belirtiyor. Cumhuriyetimizin sonraki ödül töreninde müzikseverlere sunuluyor. İşte bu üniversite tarihinde fikirleri, eylemleri ve örnek eserleriyle yer geleneğin uzantısı olarak Erdoğan Okyay tarafından hazırlanan almış İhsan Doğramacı’nın, çağdaş üniversite uğraşı ve müzik “İhsan Doğramacı ve Çağdaş Üniversite” başlıklı armağan sanatı öğretiminin yeniden yapılanmasına katkısının anlatıldığı kitabı, SevdaCenap And Müzik Vakfı Yayınları Vakıf Onur kitapta, Hacettepe sırtlarında başlayan üniversite reform Ödülü Altın Madalyası Sahipleri Dizisi’nin 18. kitabı olarak projesini adım adım Türk üniversite sistemine nasıl raflardaki yerini aldı. SevdaCenap And Müzik Vakfı Yönetim yerleştirdiği, bu uğurda verdiği sabırlı ve inatçı savaşım ve Kurulu üyesi olan müzik eğitimcisi Erdoğan Okyay, kitabın ortaya çıkardığı örnek yapıtlar ele alınıyor. sonsözünde, Doğramacı’nın 91 yılı geride bırakan yaşamına (www.andmuzikvakfi.com) ilenler, “onun da bir başlangıç, gelişme, bitiş bölümleri olduğundan, hikâyeye benzer” diyorlar “tango” için. İspanyol kültürüne ait sanırız ama aslında Fas kaynaklı bir danstır tango. Ondokuzuncu yüzyılda kadınların tek başına yaptıkları bir dansken daha sonra erkeğin de katılmasıyla, bir dizi değişiklikten sonra o çok bilinen haline gelen bu güzel dans, özellikle Arjantin’de darbelerle anımsanır. O korkunç darbe günlerinde sessiz bir tepki olarak binlerce insanın tango yaptıkları bilinmedik değildir. İspanyol göçmenler aracılığıyla girdiği Amerika’da tangoya küçük bir ekleme yapıldı. Erkeğin kollarındayken kadın dansçı başını sertçe arkaya, sağa, sola atmaya başladı. Bunun nedeni (eğer bir kent efsanesi değilse) kadının, o dönem pek de temiz olmadığı bilinen Amerikan erkeğinin ağız kokusundan kaçmasıydı derler. O sert baş çevirme hareketi tangoya muhteşem bir güzellik kazandırdı. “Musibetten hayır da gelir” diyenler doğru söylemişler. Kadının kendini erkeğin rahatsız edici kokusundan kurtarma çabası tangoda olumlu sonuç verdi. O sert baş çeviriş, erkeğin hakimiyet alanına itiraz kabul edilmelidir. Kendi ağız kokusunun farkında olmadığı için (egemenliğinin keyfini sürerken fark etse de bir şey değişmezdi) kollarındaki kadının rahatsızlığından habersiz erkek için o kadın sanki iktidarının doğal armağanıdır ona. O baş çevirişi fark ettiğinde “itiraz etmemeliydi, katlanmalıydı” vs diye düşündüğü de olmuştur belki sonradan. ??? Tangoda bu güzel figürü hijyenik bir gerekçeye borçluyuz. Amerikan kovboyunun tütün, içki, sarımsak karışımı ağız kokusu hiç beklenmedik bir alanda işe yaramış belli ki. Kadının başını erkekten “kaçırabileceği” alanların çoğalması için mücadele eden yürekli kadınlar işi tangodaki meydan okumayla sınırlamadılar. Clara Zetkin’ler, Kollontai’ler “erkek egemen anlayışa karşı” mücadelenin teorisini oluştururlarken, örneğin Edith Nispet gibi büyük edebiyatçılar yaşam biçimleriyle bu mücadeleyi “kamusal” alana taşıdılar. Nispet’in, yaşadığı yıllarda hem hemcinslerini hem de erkekleri şaşkınlığa düşüren en büyük “eylemi” neydi, anımsar mısınız? Sigarasını bir erkek gibi sarmasıydı. Diğer sansasyonel tavrı ise saçlarını kısa kestirmesiydi. Bugün yapılması halinde kimsenin dikkatini çekmeyecek bu tavırları hayata geçirmek kadınların onlarca yılını aldı. Tango yapan kadının “erkeğin ağız kokusundan” uzaklaşmasının toplumdaki izdüşümü, içinde gömüldüğü, dışarıya kapalı alanlardan “uzaklaşmak” oldu. Emily B Yaşar Kemal, son 40 yılın en iyi yazarları arasında Kültür Servisi Fransa’da yayımlanan edebiyat dergisi Magazine Littéraire, 40. yaşını ‘Edebiyatın 40 Yılı’ başlıklı özel bir sayıyla kutladı. Aralık ayında yayımlanan özel sayıda 19662006 arasında yayımlanan ‘en iyi 40 kitap’, yazarların kendi cümleleriyle tanıtıldı. Dergide Gabriel García Márquez, Günter Grass, Jorge Luis Borges, Louis Aragon, Marguerite Duras, Octavio Paz ve Umberto Eco gibi yazarların yanı sıra Yaşar Kemal’e yer verildi. 1982 yılını Yaşar Kemal’in ‘Yılanı Öldürseler’ adlı romanına ayıran dergi, kitap için övgü dolu ifadeler kullandı.Yaşar Kemal’in kitaplarında doğanın çok önemli bir yer tuttuğu ve doğup büyüdüğü yer olan Çukurova’yı dünya edebiyat sahnesine çıkardığı ifadesini kullanan dergi, geleneksel âşıkhikâyecilerin mirasından beslenen Yaşar Kemal’in Cervantes ve Stendhal’dan da etkilendiği belirtildi. ıllar önce, Sezen Aksu için ilk kaleme aldığım yazının başlığı, yanılmıyorsam eğer, “Bir Sezen Aksu Şarkısı”ydı. Bu kez ise, “Bir Sezen Aksu Kitabı”; çünkü elimizde pek de alışılmadık bir kitap var. Sezen Aksu’nun “Sezen” diye imzaladığı önsözün her satırından yansıyan alçakgönüllülüğe rağmen, pek çok şeyler anlatan, pek çok şeyler düşündüren bir kitap. Metis Yayınları’nın Müge Gürsoy Sökmen’in yönetmenliğini yaptığı Metis Edebiyat dizisinde, kapağından sayfa düzenine ve ciltlenişine kadar nefis bir baskıyla çıkan kitabın adı “Eksik Şiir”. Kitap, Sezen Aksu’nun 19752006 yılları arasındaki şarkı sözlerini kapsıyor. Aksu, önsözüne şöyle başlamış: “Bu kitap yakınlarımın, çoklukla da şarkılarımdaki sözlerle daha fazla ilişki kuranların, uzun yıllardır süregelen ısrarları sonucu oluştu. İlle de olmalı mıdır sorusu çok kurcaladı beynimi açıkçası. Epey bir süre çekimser kaldım. Düz düşününce zaten vardılar, ortadaydılar; müziğini çekip aldığınızda şiire ne kadar yakın durursa dursun eksik kalan o sözler bir araya toplandığında bir bütünlük oluşturabilir miydi?” Alıntının sonunda yer alan soru, kanımca bu kitabı değerlendirme bağlamında Y ODAK NOKTASI AHMET CEMAL en önemli odak ve çıkış noktası niteliğinde: “...müziğini çekip aldığınızda şiire ne kadar yakın durursa dursun eksik kalan o sözler bir araya toplandığında bir bütünlük oluşturabilir miydi?” Bu, Sezen Aksu’nun kendini sorgularcasına ortaya attığı, ama bizlerin, yani o sözlerin okurları ve Aksu’nun yıllardır dinleyicisi olan bizlerin yanıtlaması gereken bir soru. Üstelik “bir bütünlük oluşturabilir miydi” sorusuna bizim eklememiz gereken daha bazı sorularla birlikte: Şarkı sözlerinden oluşma bu derlemeyi hangi bakış açısından değerlendirmeliyiz? O sözlere sadece yitip gitmesinler diye bir araya getirilmiş parçalar gözüyle mi bakmalıyız? Yoksa onları, sıralı bir okumayla, bir sanatçının yaşamıyla çok bilinçli hesaplaşmasının, sanat yaşamını içinde yaşadığı toplumun türlü yörüngelerine oturtma, o yörüngelerin, aşamaların, türlü çalkantıların yorumlayıcısı kılma çabasının yansımaları olarak mı değerlendirmemiz gerekir? Bir Sezen Aksu Kitabı… ??? İkinci şık söz konusu ise, daha doğrusu, bu kitaplaşmış şarkı sözleri bizi –neredeyse kaçınılmaz olarak– böyle bir değerlendirmeye götürüyorsa, o zaman karşımızda şarkılarıyla dinleyicilerini sadece biraz sonra uçup gidiverecek duygulanımlara salmakla yetinmeyen, fakat –kişisel ya da toplumsal, hiç önemli değil!– hesaplaşmalara, kendine yönelik eleştirel bakışlara da iten bir politik sanatçı var demektir. Tıpkı “Yüz Yüzeyim”deki gibi: “Yüz yüzeyim artık kendimle ben / Aynı takımda değiliz sevgilim / Ben uyamam bundan böyle sana / Sahici duyguların peşindeyim …/ Kaybetme ümidini, korumaya al / Ya ölmeli ya kalmalı, denemelisin / Ya ileriye gidersin, ya yerinde sayarsın / Ya yarına yetişebilirsin / Anlaşarak zincire vurulmuşuz / Başkalarına göre önemimiz / Ah büyüdük dünya zamanıyla / Oysa hâlâ ana rahmindeyiz.” Hep politik, yani belli bir duruşu olan bir sanatçı kimliğiyle yolunu sürdürdü Sezen Aksu. O duruş, kimi zaman sanki uzaktan seyredilen, ama aslında hepimizin içinde olan bir çocuk simgesinden yansıdı –“Bir çocuk gördüm uzaklarda / Biraz çocuk, biraz adam, biraz hiçti / Ellerinde yaşlı zaman demetleri / Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti / Bir çocuk sevdim uzaklarda / Bir elinde yarın, öbür elinde dün / Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün / Dünyanın haline gülüp geçti.” kimi zaman da bir duanın söylemiyle sonraki bütün kuşaklara yönelik bir uyarı olabildi: “Ne para, ne pul, ne iktidar, ne de güç / Bu değil gerçek, bu değil gerçek / Bu kavga bir hayırsız düş / Uyanır neslim, uyanır elbet / Bugün dua ettim hepimiz için / Yüce tanrı insanı affetsin.” Özellikle seksenli yıllardan bu yana, politikliği, yaşamdan ve insandan yana belirgin tavır alma eğilimi hızla erozyona uğrayan bir sanat ortamında Sezen Aksu, hep kendine özgü, sapasağlam ve insandan yana çıkan bir ahlakın temsilcisi olarak kaldı. Bu nedenle onun şarkı sözleri, insanı daha insanca bir dünyaya götürmeyi temel amaç edinmiş bir müziğin olmazsa olmaz notaları sayılmak gerekir. ahmetcemal@superonline.com acem20@hotmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle