07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 Saidi Nursi’nin yazdıklarıyla ortaya çıkan ‘Nurculuk’un günümüzdeki en güçlü temsilcisi Fethullah Gülen C dizi 29 ARALIK 2006 CUMA Tarikatları ve sınırları aşan grup aidi Nursi, 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da yaşamını yitirdiğinde, arkasında toplam 130 parçadan oluşan ‘Risalei Nur Külliyatı’ adı verilen bir kitap serisi bıraktı. Bu kitaplar, ‘Sözler, Mektubat Lem’alar ve Şualar’ gibi temel başlıklardan oluşuyordu. Taraftarları ve ‘talebeleri’ tarafından ‘Bediüzzaman’ yani, ‘zamanın âlimi, zamanın harikası’ unvanı verilen Saidi Nursi, bu eserlerinde devletin yapısına yönelik yazdıkları nedeniyle çok sık soruşturmaya uğradı, tutuklandı, mecburi ikamete tabi tutuldu. Başlangıçta bir tarikat olarak doğmayan bu akım, belli bir çevre edindikten sonra devletin temel değerlerini değiştirmeyi de hedef alan etkin bir grup haline geldi. 1873’te Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğan Saidi Nursi’nin bu hareketine, doğduğu yere gönderme yaparak aldığı soyadının çağrışımıyla Nurculuk adı takıldı. Cenazesi Şanlıurfa’da Halilür Rahman Camisi’ne gömüldü. Bir süre sonra buradan alındı ve bir dönem mecburi ikamete tabi tutulduğu Isparta’da bilinmeyen bir yere gömüldü. Saidi Nursi’nin ardılları, en az onun kadar aktif bir yaşam sürdüler. Ancak Saidi Nursi’yi nasıl devam ettirecekleri konusunda görüş ayrılıkları içine girdiler. İlk temel ayrım şurada çıktı: Saidi Nursi’nin eserleri hangi dilde nasıl yazılmalı? Daha Saidi Nursi’nin yaşamında başlayan bu tartışma, ölümünden sonra iyice derinleşti. Bir grubun düşüncesi şuydu: ‘‘Latin alfabesi bir küfür yazıdır. Kuran’a küfür yazısı ile hizmet olmaz. Risalei Nurlar el yazısıyla ve Arapça yazılmalı, çoğaltılmalıdır. Bunun için her Nurcunun mutlaka Arapça öğrenmesi gereklidir.’’ Bir başka grup buna karşı çıktı, şu görüşü savundu: ‘‘Hedefimize varmak için en kısa sürede en çok kişiye ulaşmamız gerekli. Bunun için bugünkü ortamda Latin alfabesini kullanmak zorundayız. Arapçayı da öğrenelim ama Latin alfabesini kullanalım...’’ Bu iki gruptan birincisine Yazıcılar Grubu, S Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğan Saidi Nursi’nin (sağda) soyadına yapılan göndermeden alıyor. Başlangıçta bir tarikat olarak doğmayan bu akım, belli bir çevre edindikten sonra devletin temel değerlerini değiştirmeyi de hedef alan etkin bir grup haline geldi. Akım günümüzde on ayrı grubun etkinlikleriyle varlığını sürdürüyor. ikincisine de Okuyucular Grubu adı verildi. İlk olarak 195557 yıllarında başlayan Nur Risaleleri nasıl ve hangi dilde yazılacak tartışması, 1960’lı yıllarda iki akım doğurdu. ni Nesil, Mehmet Kırkıncı, Sıddık Dursun (MedZehra), Mehmet Kurtoğlu, İzzettin Yıldırım, Aczi Mendi, Yazıcılar. Okuyucular’ın önderliğini 1960’lı yıllarda Zübeyr Gündüzalp yapmıştı. 1971’de ölünce grup içinde ‘‘menfaat çatışmasını’’ da içeren tartışma yaşandı. Yeni Asyacılar, Kırkıncılar, Gülen, MedZehracılar ayrıldı. 1987’de Yeni Asyacılar da ikiye bölündü, Elazığ ve çevresinde Aczi Mendi türedi. Çekirdek Okuyucular Grubu varlığını halen sürdürüyor. Medrese adını verdikleri evlerde, günlükhaftalık ders okutuluyor. İç hiyerarşi ağabeykardeş tanımına göre. Yeni Asyacılar’ın lideri Mehmet Kutlular. İkinci bir kişi yok. Kendilerine genellikle merkez sağ partilerde yer edindiler. Yeni Nesilciler’in başında Mehmet Emin Birinci var. 1971’de Okuyucular’dan ayrılan Ankaralı Mehmet Kırkıncı 1980 sonrasında güçlendi. Nurculuk adını, NUR TARİKATI 10’A BÖLÜNÜYOR Okuyucular ve Yazıcılar grupları 1970’lere gelindiğinde birbiriyle doğrudan teması olmayan, farklı büyüyen iki Nurculuk akımı olarak gelişti. O dönem Fethullah Gülen’in de aralarında bulunduğu Okuyucular Grubu ayrıca öne çıktı ve güçlendi. Zamanla Gülen, bu grubun içinden de ayrıldı ve kendine özgü ayrı bir grup oluşturdu. 1970’li yıllarda Okuyucular’ın içinden 4 ayrı grup daha çıktı.Günümüzde Nur tarikatı toplam 10 ayrı grup olarak etkinliğini devam ettiriyor. Bu gruplar şunlar: Okuyucular, Fethullah Gülen, Yeni Asya, Ye Özellikle Erzurum ve çevresinde 40100 kişilik yurtlara sahip. MedZehra, Nurculuğun Kürtçü kanadını oluşturuyor. 1971’de Sıddık Dursun tarafından kuruldu. Grup, ‘düzenle barıştığı’ gerekçesiyle Yeni Asyacılar’dan ayrıldı. Zehra Eğitim Kültür Vakfı, Bin Marifet Vakfı gibi kuruluşları var. Günümüzde bu grup da ikiye ayrılmış durumda; Zehra ve MedZehra. Sıddık Dursun’dan ayrılan bir başka grup da Ankara, Adana ve Kahramanmaraş’ta etkili olan Mehmet Kurtoğlu grubunu oluşturdu. Sıddık Dursun’dan daha sonra İzzettin Yıldırım ayrıldı ve Kürtçülüğe dayanan, Suudi Arabistan destekli grubunu kurdu. Saidi Nursi’nin yanı sıra Hulusi Yahyagil ve Tayyar Şaşmaz’dan da etkilenen Müslüm Gündüz, 1985’te Elazığ’da Aczi Mendi grubunu kurdu. 20 Ekim 1996’da Kocatepe Camisi’ndeki Saidi Nursi mevlidinden sonra yapılan eylemde adını duyurdu. 28 Aralık 1996’da İstanbul’da bir baskın sonucu yarı çıplak yakalandıktan sonra grup zayıfladı. Yazıcılar Grubu Mehmet Sait Ertürk liderliğinde gelişti. Kendi aralarında sürekli sarık takıyorlar. Hiç bölünmemiş olmakla övünüyorlar. ‘ÖZEL KERAMETLER’ Dünyası küçük hedefi büyük ıraladığımız Saidi Nursi ardılı gruplar S toplum içinde kendilerine irili ufaklı yerler edindiler. Fethullah Gülen ise bunların tümünden ayrı irdelenmesi gereken bir noktaya ulaştı. Gülen ve grubuyla ilgili olarak devlet arşivlerinde, deyim yerindeyse onlarca rapor bulunuyor. Bu raporların birçoğunda raporun gereğini yapmak yerine raporu yazan kişiye gereği yapıldı! Salt bu nedenle özellikle Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde tartışmalı durumlar yaşandı. Konunun bu yanı dizi yazımızın kapsama alanı dışında. Milli Güvenlik Kurulu’ndaki tartışmalara zemin oluşturan raporlarda, Gülen grubunun büyümesini sağlayan yol haritasının şunlar olduğu vurgulanıyor: ? Mevcut hükümetlerle ters düşmeme. ? Güçlü örgütsel organizasyonlar kurma. ? Ekonomik konulara ağırlık verme. ? Hızlı kadrolaşma. ? Yurtiçinde eğitime özel önem verme. ? Eğitim kurumları ve şirketlerle güçlü yurtdışı bağlantısı kurma. ? Yüksek yayın gücünü elinde bulundurma. ? Katı, radikal görüşlerden uzak durma. Güvenlik birimlerinin hazırladığı bir raporda Gülen hareketinin vardığı boyut gözler önüne seriliyor Uluslararası etkin bir oluşum üvenlik birimlerinin haG zırladığı bir raporda, başta Gülen hareketi olmak üzere Nurcuların geldiği nokta ve hareket tarzı şöyle özetleniyor (Raporun diline dokunmadan aktarıyoruz): ‘‘Nurcular, oluşturdukları hareket tarzı doğrultusunda müteaddit yasal kovuşturmalar yapılmasına neden olan Nur Risaleleri’ndeki suç teşkil edecek bölümleri ayıklamak suretiyle, bu kitapları legal olarak alınırsatılır hale getirmişler ve kendilerine geniş bir hareket alanı yaratmaya muvaffak olmuşlardır. Nurcuların, Kuran’ın tefsiri olduğunu ifade ettikleri, sayıları 130’u bulan Nur Risaleleri’ni öğretmek yoluyla mensuplarını, dini bakımdan Kuran yerine risaleleri tercih eder hale getirerek, cemiyete ve devlete karşı olan bağları zayıflatma ve bunun neticesinde dini his ve bilgilerin Nurculuk lehine değişmesini sağlama yönünde, bir hareket tarzı benimsedikleri bilinmektedir. Ülkemiz şartlarında ve Cumhuriyetin ilanıyla hemen hemen aynı döneme zuhur eden Nurculuğun, bilinen anlamıyla bir tarikat olup olmamasının da, günümüzde ulaştığı konum ve organizasyonu itibarıyla önemli olmadığı düşünülmektedir. Zira, ülkemizde çok partili rejimin hayata geçmesinin ardından, Saidi Nursi’nin politik tercihini yaparak, Nurcu çevrelerin 2. Said döneminin başlangıcı olarak tanımladıkları 1950 yılından itibaren çizilen siyasi rota doğrultusunda yarım yüzyılda Nurcuların; medreseden modern okullara, fitrezekâta ve bağışa dayalı mali güçten sayıları yüzlerle ifade edilen şirketlere, gizli yapılan toplantılardan uluslararası statüde tertiplenen sempozyumlara ulaşan gösterdikleri gelişme seyri, bunu ortaya koymaktadır. Halihazırda 10 grup halinde faaliyet gösteren Nurcu kesim içerisinde, her birinin ayrı ayrı hedef aldığı kitle, sahip olduğu taban ve hareket tarzı olmasına rağmen, menşelerini oluşturan Saidi Nursi’nin ideali olan hilafetin ihya edildiği, İslami esaslarla yönetilen devlet idealine; İslamcı bir ideolojik yaklaşımla, legal platformda faaliyet gösteren dershane, yurt, dernek ve vakıf marifetiyle ulaşma yönündeki strateji, ortak noktalarını teşkil etmektedir.’’ Raporda yapılan saptamaların ayrıntılarına bakıldığında, özellikle Gülen hareketinin sadece ulusal değil uluslararası alanda etkin bir oluşum haline geldiği dikkati çekiyor. KADROLU VAİZ GÜLEN 1941 yılı, Erzurum Pasinler ilçesi Korucak köyü nüfusuna kayıtlı Gülen, 17 yaşında vaizlik sınavını kazandı ve 1958 yılından itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kadrolu bir vaiz olarak çalışmaya başladı. Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa, Çanakkale ve İzmir’de çeşiti camilerde vaizlik, imamlık yaptı. 1970’li yıllarda teyp kasetlerine çekilen konuşmaları propaganda için yaygın olarak kullanılmaya başladı. 1971’de ‘Nurculuk faaliyetleri’ nedeniyle soruşturma geçirdi. Af kanunundan yararlandı, davası düştü. 12 Eylül sonrasında hakkındaki tutuklama kararı nedeniyle bir süre ‘kaçak’ duruma düştü. 1986’da Burdur’da yakalandı. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin verdiği takipsizlik kararı sonucu serbest kaldı. 1989 yılından itibaren İzmir, Ankara ve İstanbul’da yine vaazlar vermeye başladı. Bu dönemde Akyazılılar Vakfı ve Öğretmenler Vakfı gibi açılımlarla çalışma sahasını genişletti. Gülen, propaganda için de artık Saidi Nursi’nin kitaplarından çok kendi yazdıklarını kullanıyordu. ‘Küçük Dünyam’ adlı kitabı, geniş yığınlara dağıtılarak ayrıca öne çıkarıldı. Deyim yerindeyse Gülen’in dünyası belki küçüktü ama hedefi genişti. Gülen, kendisine şeyh ya da benzeri hiçbir unvan verilmemesini özellikle istiyor ve olabildiğince sıradanlaşmaya çalışıyor ama, öte yandan da kendisiyle ilgili çok özel kerametlere de yer veriyor. Örneğin, Kâbe’yi ziyaretinde herkesi sokan sinek onu sokmuyor. Kimse adresini, orada kaldığı yeri bilmediği halde, bir sabah uyandığında yastığının üzerinde Türkiye’den bir yakınının kendisine gönderdiği mektubu buluyor. Gülen, hiç evlenmemesine gerekçe olarak da bir arkadaşının rüyasında Peygamber’in gönderdiği mesajı gösteriyor. ANA HEDEF: KADROLAŞMA GÜLEN İMPARATORLUĞU Gülen hareketi, her iktidarla iyi geçinmeyi temel stratejilerden biri edindiği için hükümet değişikliklerinden olumsuz etkilenmedi. Hükümet değişikliklerinde mevcut kadroları eksilmediği gibi kimi kurumlarda artış gösterdi. Bu konudaki bir değerlendirme raporunda şu görüşler dikkati çekiyor: ‘‘Nurcu gruplar devlet kademeleri vasıtasıyla devletin ele geçirilmesi yönündeki hareket tarzını başlangıcından itibaren aralıksız olarak sürdürmüşlerdir. Hedef olarak Milli Eğitim, yargı, Silahlı Kuvvetler ile güvenlik güçlerini seçen Nurcular, bu kuruluşlarla ilgili kadrolaşma faaliyetlerinde en fazla Milli Eğitim Bakanlığı’na önem vermektedirler. Gülen grubu ile Yeni Asya gruplarının Milli Eğitim Bakanlığı’nda sağladıkları kadrolaşma paralelinde, atama ve tayinlerde etkili oldukları, camiaya hizmet nedeniyle asli görevlerinin (öğretmenlik) aksamasından doğacak bakanlıkla ilgili sorunların giderilmesi hususlarında bazı kolaylıklar sağladıkları görülmektedir.’’ Yeri gelmişken vurgulayalım, Gülen grubunun Asya’daki okullarına gönderilen öğretmenlerin büyük bir bölümü Milli Eğitim Bakanlığı’nın sağladığı kolaylıklardan yararlanarak bu görevlere gitti. Gülen’in ifade edilen durumu şu: Emekli vaiz! Ancak bu hareket ile birlikte anılan mali durumu güçlü, toplumda etkili geniş bir yelpaze var. Bu konuda hazırlanmış pek çok raporda, hareketin gücüyle ilgili değişik bilgiler yer alıyor. Raporlarda bunun gerekçesi şöyle ifade ediliyor: Gülen grubuyla birlikte hareket eden kişilerin bazıları, olabildiğince kendini açığa çıkarmadan faaliyetini sürdürüyor. Ulaşabildiğimiz raporlarda Gülen grubu çerçevesinde değerlendirilen güç şöyle: ? 273 dershane (merkez ya da şube statüsünde). ? 429 yurt, 13 pansiyon. ? 1 üniversite, 199 özel okul. ? 1 televizyon kanalı, 1 haber ajansı, 2 dergi, 1 gazete ve çok sayıda yerel radyo istasyonundan oluşan 21 şirketli medya gücü. ? 117’si eğitim amaçlı olmak üzere 230 şirket. ? Yurtdışında 12 üniversite ve yüksekokul, 139 lise, 8 ilköğretim okulu. DAVASI ‘ASKI’DA! Halen ABD’de yaşamakta olan Gülen’in Türkiye Cumhuriyeti yasaları karşısındaki durumu şu: ? Gülen hakkında 1990’ların ikinci yarısında Türk Ceza Yasası ve Terörle Mücadele Yasası kapsamında soruşturma başlatıldı ve devamında dava açıldı. ? Gülen’e yöneltilen suç şuydu; devletin laik yapısını değiştirerek dini esaslara dayalı hale getirmek için teşekkül oluşturmak ve bunu yönetmek, teşekkül içinde faaliyetlerle bulunmak. ? Gülen’in yargılanması sürerken kamuoyunda ‘Rahşan Affı’ diye bilinen 4616 sayılı yasa çıktı. Gülen’in davası bu kapsamda değerlendirildi ve yargılanması durduruldu. ? Durdurma, Gülen’in 5 yıl içinde aynı suçu işlememesi halinde davanın düşmesi anlamına geliyordu. Ancak aynı suçu yine işlerse bu kez, mevcut dosya da açılacak ve birlikte yargılanacaktı. ? Gülen’in avukatları bu duruma itiraz ettiler, davanın öyle ya da böyle mutlaka sonuçlandırılması gerektiğini vurguladılar. ? Mahkeme bu başvuru üzerine durumu yeniden ele aldı. Ancak Gülen’in avukatlarının istemi doğrultusunda karar vermedi. Davanın askıda olduğunu açıkladı. ? 5 yıllık askı süresi 2007 yılında doluyor. B İ T T İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle