Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 C 8 strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM yle başlığa bakıp, daha yazının başında yeni yılınızı kutluyorum zannetmeyin. Bu, benim değil, AB Komisyonu’nun 2004 yılı 24 Nisan’ında Kıbrıslı Türklere yönelik gönderdiği tebrik mesajıdır. Adanın iki kesiminde yapılan referandumdan sonra bakın ne açıklama yapmışlar: “AB Komisyonu, Kıbrıslı Türkleri Annan planına evet dediklerinden dolayı tebrik etmektedir. Bu verdiğiniz oylar sorununun çözümlenmesi yönünde toplumların iradesini ortaya koymaktadır. Komisyon Kuzey Kıbrıs kesiminin ekonomik kalkınmasının sağlanmasına yönelik yollar aramaya hazırdır.” Gördünüz mü, nasıl tebrik ediyorlar? Ancak yine komisyon açıklamasında Rum kesiminin hayır demesinden duyulan üzüntü dile getiriliyor. Sonra?... Sonra o kadar üzülüyorlar ki, iki gün sonra Rum kesimin AB’ye tam üye olarak kabul ediyorlar. Ardından beklenen gelişmeler yaşanıyor ve Türkiye şimdi çözüme hayır diyen Rum kesiminin esiri durumunda. Kıbrıs ve AB’deki gelişmeler dikkate alındığında AKP hükümetinin de tebrik edilmesi lazımdır. Çünkü KKTC’de yapılan referandumdan “evet” çıkması için çevirmedikleri tezgah kalmamıştı. Başta Denktaş olmak üzere, bugünkü gelişmeleri o dönemde okuyabilme kapasitesine sahip olan herkes hedef haline getirilmiş, pasifize edilmiş, Kıbrıs’a ihanet ettikleri ileri sürülmüştü. 2006 yılını kapatmak üzere olduğumuz şu günlerde AKP hükümeti, onların kuklası sözde Cumhurbaşkanı M. Ali Talat ile adamları, şimdi sızlanıyorlar. Efendim, AB onları anlamıyormuş, buna rağmen gelişmeler çok olumluymuş, ama daha da çok çalışmak gerekiyormuş, gibi zevahiri kurtarmak anlamında dolambaçlı ifadeler. Bunlara sormak lazım: AB sizi neden anlasın? Bu birliğin hedefinin, kuruluş amacının ne olduğunu bilmiyor musunuz ? Neden gelişmeleri iyi analiz edemiyorsunuz? Yüzünüze gülen AB yetkililerinin, arkanızdan neler çevirdiklerini göremeyecek kadar kör müsünüz ?.. ??? Bakın ,son dönemde TürkiyeAB, KıbrısAB konuları için AKP hükümeti ve onun adamı M. Ali Talat neler yapmışlar, nerelere gitmişler, kimlerle görüşmüşler, ancak sonunda ne kazanmışlar?.. ? Başbakan Erdoğan, Başkan Bush, AB üyesi ülke başbakanları Blair, Vanhannen, Karamanlis, Prodi, 29 ARALIK 2006 CUMA AB’ nin strateji belgesi’ndeki Türkiye perspektifi Tek taraflı siyasi bağımlılık Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ Kasım 2006’da AB Komisyonu’nun Türkiye hakkında hazırladığı İlerleme Raporu, kamuoyunda her yılın Ekim ya da Kasım ayında olduğu gibi, Kıbrıs ağırlıklı olmak üzere, önemli tartışmalara sahne oldu. Aslında İlerleme Raporu’nda TSK ve MGK’nın yapılanmasından, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlığın sorunlarına, Büyükadada’daki Rum Yetimhanesi’nin açılmasından, Heybeliada’daki Ruhban okulunun eğitime başlamasına, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik olarak tanınmasına varan ve daha pek çok talebin yer aldığı bir liste toplumun gözünden kaçırıldı. Bunlardan en önemlisi hiç kuşkusuz 2004 İlerleme Raporu’ndan beri yinelenen, Lozan’a atıf yoluyla, Türkiye’deki her tür farklılığı azınlık sayan bir açılımın, Türkiye özelinde kendisini somutlaştırmasında yatıyordu. 2004 İlerleme Raporu’nun 48. sayfası 2. paragrafında, Lozan’daki azınlıklara ek olarak, ".....içinde Kürtlerin de bulunduğu diğer azınlıklar..." ibaresi varken, 2005 İlerleme Raporu’nun 35. sayfasında, "...........diğer cemaatler..." ifadesi, 2006’da aynı vurgu tekrarlanarak, adı sayılmayan ‘diğer cemaatlere’ Avrupa standartlarında azınlık hakları önerilerek, yerini aldı. Aslında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bütünlüğü ve üniter yapısı zemininde, diğer maddelere yorum yapma gereksinimi olmadan, Lozan’a atılan atıflar, gerçeği gözden ırak tutmayacak bir zeminde kendisini ortaya koyuyor. Bu yazımızda, AB Komisyonu’nun Strateji Belgesi olarak Türkçeleştirilen ve İlerleme Raporu’yla aynı gün yayınlanan, "Genişleme Stratejisi ve Temel Hedefler 20062007"(1) belgesi üzerinden, AB’nin genişleme stratejisini ve Türkiye’ye bakış açısını sergilemeye gayret edeceğiz. İlerleme Raporu, eksik bilgilerle de olsa, kamuoyunda tartışılırken, Strateji Belgesi üzerinde fazla durulmadı. Söz konusu belgeyle birlikte, 8 müzakere başlığının askıya alındığı AB’nin 11 Aralık 2006 kararlarını da değerlendirip, güncel tartışmalara katkıda bulunmaya çalışacağız. ni’ndeki tek Avrupa’nın örgütü durumuna gelmiş, ancak savunma yine ‘stratejik ortak’ Washington’la NATO yüzeyinde ifade edilmiş, serbest ticaret anlaşmasıyla ABABD arasında, NATO’daki ortak güvenlik alanının yanı sıra, ‘ortak ekonomik alan’ oluşturulmuştur. AB, güncel gelişmesinde iki ana başlığı hedef olarak önüne koyuyor. Birinci başlık Batı Balkanlar, ikinci başlık ise Türkiye’dir.(4) Güncel genişleme stratejisi zemininde AB, var olan durumu, Türkiye’yle üyelik müzakerelerinin sürmesi, Kosova’nın gelecekteki statüsü, Sırbistan’la ilişkiler ve BosnaHersek’teki yönetişim başlıklarında ele alıyor.(6) Kosova’nın 2005 Strateji Belgesi’nde ‘potansiyel aday ülke’ olarak tanımlanması ilginçtir. Zira, Kosova, Voyvodina’yla birlikte halen Sırbistan’a bağlı özerk bölge konumundadır. Genişleme stratejisi, AB açısından, birleşik Avrupa ve onun küresel rolü kapsamında değerlendiriliyor.(7) AB’nin Soğuk Savaş sonrası dünyada, kendisini ‘küresel oyuncu’ ya da ‘uluslararası oyuncu’ olarak görmesi, öte yandan, ABD’yle ortak ekonomik ve askeri hedeflere sahip olması, bu bağlamda çelişik bir görünüm oluşturuyor. Bununla birlikte, AB, İsviçre, Rusya ve Komşuluk Politikası zemininde, İsrail, Cezayir, Mısır, Filistin, Tunus, Fas, Ürdün, Lübnan ve Türkiye’yi, ‘Avrupa Ekonomik Alanı’nın içinde görmektedir.(8) Böylece AB, küresel oyuncu olma kapsamında, ekonomik olarak, Atlantik’ten, Pasifik’e, Kuzey Denizi’nden, Kızıldeniz’e kadar, ekonomik bir alanın belirleyicisi olmaya çalıştığını, somut inisiyatiflerle ortaya koyuyor. Ülkemiz 1996’dan beri, AB’yle Gümrük Birliği mekanizması içindedir. Türkiye’nin bu noktadaki farklı konumunu vurgulamak gerekiyor. 1963 Ankara Anlaşması’ndan beri, o zamanki adıyla, AET’yle resmen üyelik bazındaki ilişkilerimiz, 1973’teki Katma Protokol ve Geçiş Protokolleri’yle önemli bir aşamaya geldi. Geçiş Protokolü’ne göre, AETTürkiye arasında, en geç 1986’da serbest dolaşım, 1996’da Gümrük Birliği gerçekleşecekti. Türkiye, 1996 Ocak ayında serbest dolaşım olmadan, Gümrük Birliği’ne geçerek, tam üyelik uygulamasını sakata uğratacak bir gelişmenin önünü açtı. Üstelik 1995 Aralık ayında Avrupa Parlamentosu’nun Gümrük Birliği’ni onaylayan kararını, havai fişeklerle kutlayarak, seçim ortamına girdi. 1999 Aralık ayında, tam üyelik sürecinde, aday adaylığından, adaylığa terfi!, bu koşullar altında gerçekleşti, üstelik Kıbrıs ve Ege, AB’nin adaylıkları değerlendirmede resmen kullandığı Kopenhag Kriterleri’nin dışında, ABTürkiye ilişkilerinde bir ölçüt haline getirildi. sında olmadığı AB’nin ortak gümrük tarifelerini, üçüncü ülkelere karşı uygulamasına benziyor. Türkiye, bir Avrupa ülkesi olmasının yanı sıra, aynı zamanda Ortadoğu, Balkan, Kafkas ve Doğu Akdeniz ülkesidir. Bölgede, küresel bir aktörün taşeronu olarak davranmanın, nelere mal olacağını tahmin etmek pek de zor değildir. Türkiye zaten güvenlik zemininde, NATO ittifakının üyesidir. Ancak NATO’da oy hakkı vardır. AB’de oy hakkı olmadan, üçüncü ülkelere karşı ortak dış politika uygulayıcısı konumunda olması, Soğuk Savaş sonrası, AB kapısında bekletilen Türkiye’nin, AB’nin ‘jandarma gücü’ haline gelmesini sağlayacaktır. Bu uygulama ‘siyasal gümrük birliği’dir. Tebrikler! Zappatero, Merkel ve Rusya Cumhurbaşkanı Putin ile bir dizi telefon temasında bulundu. ? AB’dan Sorumlu Bakan Babacan, AB’nin “yeni üye ülkelerini”, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı ziyaret etti. ? Finlandiya Başbakanı Vanhannen ve İsveç Başbakanı Built, İngiltere Başbakanı Blair ve Almanya Başbakanı Merkel Ankara’ya gelerek temaslarda bulundular. ? AB’nin bazı devletlerini yağlamak için ekonomik anlamda önemli anlaşmalar yapıldı ya da ön çalışmaları tamamlandı. Bunlardan bazıları: Eurofighter (9 milyar dolar), trenler (Almanya ile), küçükorta çaplı işletmeler (İtalya, İspanya ile). ? Fransızları baskı altına almak amacıyla bazı mallarının boykot edilmesi ve Fransız şirketlerinin Türkiye’nin nükleer programlarından dışlanması yönünde tehditler dile getirildi. ? ABD ve İngiltere’yi yağlamak için Suriye ve İran’a ziyaretler düzenlendi Ahmedinecat’la şahsi, Suudi Arabistan kralı ve Lübnan Başbakanı Siniora ile telefon görüşmeleri yapıldı. ? Avrupalılar üzerinde olumlu etki yapacağı hayaliyle liman ve havaalanı açılması önerileri (Rum kesimini dolaylı tanıma) Finlandiya başkanlığına bildirildi. ? Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Ankara’da bulunan AB üyesi ülkelerin büyükelçileri için resepsiyon verdi ve Türkiye’deki ABD büyükelçisiyle görüştü. ? Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat, Brüksel ve Lahey’i ziyaret etti. Tüm bu temaslardan sonra 15 Aralık kararlarını gözünüzün önüne getirin. Biz yazdığımız zaman “ön yargılı” olduğumuzu öne süren çevrelere soruyorum: AB’nin önyargısız ve iyi niyetli olduğuna siz inanıyor musunuz? ??? Ve bir yıl daha bitti. Türkiye’nin varlığı, birliği, bütünlüğü için satırlar, sayfalar tükettik. Geçtiğimiz yılın muhasebesini yaparsak haklı olduğumuz AB kararları ile de kanıtlandı. Yeni yılda biz yine yazacağız, sizler okuyup değerlendireceksiniz. Tüm CUMOK’ların yeni yılını en içten dileklerimle kutluyorum. murilem@otenet.gr Ö KAVŞAK NOKTASI 11 Aralık 2006 tarihi itibarıyla, AB Konseyi’nin, Türkiye’yle sürdürdüğü müzakere sürecinde 35 başlıktan 8’ini askıya aldığını açıklaması, sözü edilen başlıkların (1 Malların Serbest Dolaşımı, 3 Kurum kurma hakkı ve hizmet sağlama serbestliği, 9 Finansal Hizmetler, 11 Tarımsal ve Kırsal Kalkınma, 13Balıkçılık, 29 Gümrük Birliği, 30 Dış İlişkiler) açılmasının Türkiye’nin Ek Protokol’deki yükümlülüklerine yerine getirmesine bağlaması, diğer başlıkları kapanmasını da aynı kriterde değerlendirmesi, önemli bir kavşak noktasına geldiğimizi gösteriyor. Üstelik Ek Protokol kapsamındaki beklentilerin karşılanmasının, 2007, 2008 ve 2009 İlerleme Raporlarında yer alacağı ifade ediliyor.(16) Bu yaklaşım, Fransız Cumhurbaşkanıyla, Alman Başbakanının Türkiye hakkında, Türkiye’deki 2007 genel seçimleri ve Avrupa Parlamentosu’ndaki 2009 seçimleri arasında süreci beklemelerini yansıtıyor. 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi’ndeki haliyle, serbest dolaşım, yapısal fonlar ve tarımda kalıcı kısıtlamaların konulması açısından, Türkiye’nin üyeliği 2. sınıf bir üyelik konumuna indirgeniyor. 11 Aralık 2006 belgesinde neredeyse tüm müzakere başlıklarının Kıbrıs’a bağlanması, sonu tam üyelik olup olmayacağı tartışılan bir perspektifin, bu vesileyle, Kıbrıs sorununu aceleye getirip, Türkiye’den kapma çabasını vurguluyor. AB Aralık 2006 belgesinde, Türkiye’yi dışlayan bir formülü, stratejik bir güç olmama niyetini açığa vurmuş durumda. Stratejik güç olmanın ekonomik koşullarının yanında siyasal koşulları, çabuk karar alma kabiliyeti ve askeri güce sahip olmaktır. Reddedilen AB anayasasıyla, AB’nin karar alma mekanizması var olan statükoda kalmış, askeri güçte ise, NATO’nun personel açısından 2. büyük ordusu Türkiye olmadan kurulacak bir Avrupa Ordusu’nun ‘caydırıcılığı’ soru işaretleri yaratmış durumda. (AB Bosna ve Kosova’da sınıfta kalmıştır.) Türkiye, AB’yle Gümrük Birliği’ni, müzakerelerle serbest ticaret anlaşmasına dönüştürüp, üçüncü ülkelere, kendisinin karar alma mekanizmasında olmadığı Gümrük Birliği tarifelerini uygulamaktan kurtulmalıdır. AB tarafından, tam üyelik perspektifini sürdürecek bir siyasal iradenin olmadığı açıktır. Avrupa Konseyi ve NATO üyesi olan Türkiye, AB’yle yeni biçimine kavuşan serbest ticaret anlaşmasının yanı sıra, bölge ülkeleriyle de ikili ve çoklu serbest ticaret anlaşmaları tesis edebilmelidir. Zira Gümrük Birliği üçüncü ülkelere farklı tarife uygulanmasını ve serbest ticaret anlaşmalarını engellemekte, üstelik AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkelerle, Türkiye de otomatikman anlaşma imzalama durumunda kalıyor. Ekonomik Gümrük Birliği’nin yanı sıra, siyasi Gümrük Birliği, ülkemizi Ortadoğu başta olmak üzere pek çok maceraya sürükleyebilir. Mustafa Kemal’in uygar uluslar ailesinin eşit üyesi olarak gördüğü Türkiye’nin, AB gibi, kendisini küresel aktör olarak gören bir güç tarafından lejyoner yapılması talebi, affedilemez bir tavrı ortaya koymaktadır. ABTürkiye ilişkilerinin, bir de bu açıdan değerlendirilmesi, ulusal çıkarlarımız ve varlığımız açısından, çok daha yararlı olacaktır. Yeter ki, olaylara, Brüksel, Washington ya da (halifelik özlemiyle İstanbul’dan değil) Ankara’dan bakabilelim. Dipnotlar: 1 Commission of the European Communities, Communication From the Commission to the European Parliament and the Council, "Enlargement Strategy and Main Challenges 20062007", Brussels, 08/11/2006, COM (2006) 649. 2 a.g.e, s.2. 3ibid. 4ibid 5ibid 6 ibid 7 a.g.e., s.3. 8 ibid 9 age, s.10. 10 age, s.14. 11 ibid. 12age, s.15. 13 age, s.21. 14 age, s.5455. 15 age, s.55. 16 AB Haber, "AB Haber, AB’nin Türkiye Uzlaşı Metnini Yayınlıyor (Orijinal tam metin)" http://www.abhaber.com/habersayfası.asp?id=15037 BELGEDEKİ TÜRKİYE Türkiye, Strateji Belgesi’nde reformları yavaşlatmakla eleştiriliyor, 301. madde, sivillerin orduyu denetleyememesi, Güneydoğu’daki Kürt nüfusun ekonomik, sosyal problemleri ve özgürlüklerinin sağlanamaması çerçevesinde değerlendiriliyor.(9) Ele alınan tenkitler, gayrımüslimlerin haklarının geliştirilmesi, kadın hakları, sendikal haklar başlıklarında devam ediyor.(10) Bu değerlendirmelerin yanı sıra, ülkemiz işlevsel bir pazar ekonomisi olarak nitelendiriliyor, tam üyelik kriterlerine ekonomik açıdan uyum gösterilme durumunun arttığı kaydediliyor.(11) AB’nin, genişleme stratejisinde kullandığı ‘hazmetme kapasitesi’ yerini ‘entegrasyon kapasitesi’ne bırakıyor.(12) Söz konusu ‘entegrasyon kapasitesi’nde temelin ‘demokratik meşruiyet’ olduğu vurgulanıyor.(13) Türkiye’nin dış politika açısından değerlendirilmesi zemininde, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) göze çarpıyor. AGSP, aslında ortak Avrupa ordusu kurma tasarımını hedefliyor. Türkiye’nin AGSP kapsamındaki görevlere katıldığı, ancak güncel zorlukların sürdüğü ifade ediliyor. Temel zorluk olarak ta, Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi ve Malta’yı ABNATO stratejik işbirliğinde veto ettiği gösteriliyor. (Kastettikleri ‘Berlin+’ anlaşması) Aynı tavrın, Türkiye tarafından Kıbrıs Rum Kesimi’ne, silah kontrolüyle ilgili Wassenaar Anlaşması’nda gösterildiğinin altı çiziliyor. (14) Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmaması eleştiri konuları arasında.(15) Ülkemiz bu değerlendirmelerle birlikte, Ortadoğu’da aktif dış politika uygulayan, bölgesel istikrarı teşvik eden bir konumda ele alınıyor. Ermenistan sınır kapısının kapalı olması ise, her bir İlerleme Raporu ya da Strateji Belgesi’nde olduğu gibi tenkit konusu olmuş durumda. Strateji Belgesi’nde değinilen her bir konu ya da eleştiri hakkında pek çok akademik ve siyasal tartışma yapmak olanaklı. İlerleme Raporu’nda var olan bir kısım tenkitler, Strateji Raporu’nda da yerini almış durumda. Ülkemizin ulusal güvenliği açısından, AB’den gelen talepler, ciddi sıkıntı olmayı aşmış, ulusal birliği tehdit eder duruma gelmiş boyutta. AB, Türkiye’den, 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi’nde belirttiği üzere, üçüncü ülkelere karşı ortak dış politika uygulamasını istiyor. Bu talep, Gümrük Birliği zemininde, Türkiye’nin karar vericileri ara AB’NİN GENİŞLİME STRATEJİSİ İlerleme Raporlarının gölgesinde bırakılan AB Strateji Belgesi, birliğin Türkiye’ye bakışını net bir şekilde ortaya koyuyor. Strateji Belgesi’nde ortaya konan mantık ise Türkiye’ye tam üyeliği içermiyor. Strateji Belgesi’ne göre, AB, genişleme stratejisini, küreselleşme hedefleri zemininde, ekonomik açıdan başarı ve rekabet üzerine kurguluyor.(2) Adı geçen kavramların, AB’nin dünyadaki ağırlığını arttıracağı ve birliğin daha güçlü bir uluslararası oyuncu haline gelmesini sağlayacağı kaydediliyor.(3) Söz konusu vizyon, AB’nin küresel hedefleri olan bir ‘uluslararası oyuncu’ olarak kendini algılaması ve genişlemeyi, belirtilen derinlikte ele alması açısından ipuçları taşıyor. 1 Ocak 2007’de Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliğiyle, AB’nin ‘beşinci genişleme süreci’ni bitireceği kaydediliyor.(4) Buradan yola çıkarak, AB’nin Karadeniz’e ulaştığını görmekteyiz. Karadeniz’e ulaşmanın önemini, şu çerçevede ele almak mümkündür. Soğuk Savaş sonrası, Avrupa kıtasının bölünmüşlüğü, AB ve NATO zemininde sona ererek, Doğu Avrupa ve Balkanlar’ı içeren tek bir Avrupa gerçeğiyle yer değiştiriyor. AB yüzeyinde ele alındığında, Karadeniz’den, Atlantik Okyanusu’na, Kuzey Denizi’nden Akdeniz’e kadar, bir bütün olarak kendini ifade eden, bir siyasal ve ekonomik birlik söz konusu olmaktadır. Tek Avrupa, savunma anlamında, ABD’yle ortak bir bakış açısına sahiptir. Soğuk Savaş sonrası yeni NATO, sadece Atlantik’in iki yakasını birleştirmekle kalmamakta, Pasifik Okyanusu’ndan, Karadeniz’e kadar, ‘ortak bir güvenlik alanı’ yaratmaktadır. İki kutuplu dünyada, Berlin’in ortasına kadar gelmiş Kızılordu’ya karşı, Batı Avrupa’nın güvenliğini, Atlantik’in öte yakasındaki ABD’yle bir konseptte ele alan, Avrupa savunmasına ağırlık veren NATO yerine, ‘out of area’ başlığında, Ortadoğu, Güney Kafkasya ve Orta Asya gibi bölgelerdeki güvenlik konularına yoğunlaşan bir NATO’yla karşı karşıyayız. AB ve NATO, Prag’da Ekim 2003’de düzenlenen NATO zirvesinde ABD daimi temsilcisi Nicholas Burns’ün dediği gibi, Mayıs ve Haziran 2004’te ‘ikiz genişleme süreci’ yaşamışlar, AB’nin Mayıs 2004’te üye sayısı 15’ten 25’e, NATO’nun üye sayısı, Haziran 2004 İstanbul zirvesinde 19’dan 26’ya çıkmıştır. Her iki kuruluşun genişleme coğrafyası, Doğu Avrupa ve Balkanlar’a doğru gerçekleşti. AB’nin 17 Aralık 2004 zirvesinde de belirtildiği gibi, NATO’daki başat askeri güç ABD, ‘transatlantik ilişkileri’ temelinde, ‘stratejik ortak’ olarak belirtiliyor. Soğuk Savaş döneminin Batı bloğunda yer alan AET’si, Yeni Dünya Düze ‘Terörle savaşın’ yeni cephesi Dış Haberler Servisi Somali’deki İslamcı militanlara karşı operasyonlarını hızlandıran Etiyopya, savaş ilanının ardından bu ülkedeki iki havalimanını bombaladı. Somali’deki çatışmaların ve Etiyopya müdahalesinin, bütün Afrika Boynuzu’nu içine alan bir bölgesel savaşa dönüşmesinden endişe ediliyor. Eritre, Cibuti ve Sudan gelişmeleri yakından izlerken, ABD’nin şimdiye kadar yaptığı müdahaleler de, yapılan yorumlarda “terörle savaşta yeni bir cephe mi açılıyor” sorusunu gündeme getiriyor. Etiyopya savaş uçakları başkent Mogadişu’daki ve başkentin 100 kilometre uzağındaki Baledogle’deki havalimanlarını bombaladılar. Saldırılarda can kaybı olmadığı, bir kadının yaralandığı, ancak havalimanlarının tahribat nedeniyle kapatıldığı belirtildi. İslamcı militanların dışardan yardım almasını engellemeye dönük havalimanı saldırılarının yanı sıra uçaklar ve tanklarla desteklenen Etiyopya birlikleri İslami Mahkemeler Birliği (Şeriat Mahkemeleri Birliği) güçleriyle sınır bölgelerinde savaşmaya devam ediyorlar. Devrik Somali hükümetinin sığındığı, başkentin 250 kilometre uzağındaki Baidoa civarında Etiyopya ordusu ve İslami Mahkemeler Birliği güçleri arasında başlayan çarpışmaların devam ettiği bildirildi. İslamcı militanların Etiyopya uçakları tarafından bombalanan sınır kenti Beletveyne’den ve bölgedeki kimi yerleşimlerden çekildikleri belirtilirken devrik Somali hükümetine bağlı birlikler herhangi bir çarpışma olmadan Beletveyne’ye girdiklerini, daha sonra gerçekleşen saldırılarda ise 60 İslamcının öldürüldüğünü öne sürdüler. İslamcı Mahkemeler Birliği Başkan Yardımcısı Abdurrahman Canakov, “Ülkemizdeki Etiyopya birliklerinin üstesinden geleceğiz’’ dedi ve İslamcı militanların Beletveyne’yi terk etmesinin “taktiksel geri çekilme’’ olduğunu ileri sürdü. Birlik, yabancı savaşçıları Etiyopya’ya karşı ‘cihat’ için ülkeye çağırmıştı. Saldırılara dair “Savunma güçlerimiz radikaller ve Etiyopya karşıtı güçlere karşı ülkemizin egemenliğini korumak için savaşa girmeye mecbur kaldılar’’ açıklamasını yapan Etiyopya Başbakanı Meles Zenawi, “Amacımız bu savaşı olabildiğince kısa zamanda kazanmak’’ diye konuştu. Nüfusunun neredeyse tamamı Müslüman olan Somali’deki yerel şeriat mahkemelerinin birleşmesiyle oluşan İslami Mahkemeler Birliği ile bazı güçlü aşiret reislerinin oluşturduğu ve BM’nin desteklediği Somali hükümeti arasında 2006 yılı başlarında kimi yerlerde yaşanan çatışmalar mayıs ayında başkente sıçramış ve haziranda Somali hükümetinin devrilmesiyle sonuçlanmıştı. İslamcı militanlar, başken Mogadişu dahil, ülkenin güney kesiminin büyük bölümünü ele geçirdiler. ERİTRE’NIN 2 BİN ASKERİ VAR İlerleyen aylarda ülkenin orta kesimlerini de kontrol altına alan İslamcı güçler ile kuzeydeki Baidoa kentine sığınan Somali Geçici Hükümeti arasında eylülde imzalanan ve iki hükümetin birleşmesini öngören Hartum anlaşması da İslami Mahkemeler Birliği’nin Etiyopya birliklerinin Somali’den çekilmesi konusunda ısrarcı olması nedeniyle rafa kaldırılmıştı. Nüfusunun yarısı Hıristiyan, yarısı da Müslüman olan Etiyopya, resmen Somali Geçici Hükümeti askerlerine eğitim veren subaylar dışında Somali’de asker bulundurmadığını iddia etse de Birleşmiş Milletler yetkilileri yaklaşık 8 bin Etiyopya askerinin devrik Somali hükümetine destek olduğunu belirtiyorlar. Etiyopya’nın çarpışmalara müdahalesiyle savaşın bütün Afrika boynuzuna yayılmasından endişe ediliyor. Eritre’nin de, İslami Mahkemeler Birliği’ne destek vermek amacıyla 2 bin kadar askerini Somali’ye gönderdiği iddia ediliyor.