02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KASIM CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM adio France Internationale (RFI) / Uluslararası Fransa “R Radyosu”, Fransız kamu radyoları arasında yabancı dillerde yayın yapan tek radyodur. Meraklılarının www.rfi.fr internet adresinde ayrıntısını bulabileceği bu radyo, ikisi haftada bir, 18’i her gün olmak üzere toplam 20 dilde konuşurdu. Haftada 1 saatlik Türkçe ve yarım saatlik Kreol (Karayip körfezinde konuşulan Fransızca ağıza verilen isim) dilindeki programlar geçtiğimiz 22 Ekim’de “ekonomi” gerekçesiyle sustu. Pazar sabahları Orta Dalga’dan yayın yapan “Türkçe Servisi” 1971’den beri faaliyetteydi. Fransa’daki Türk göçüne yönelik Stella Ovadia’nın başlattığı haftada 10 dakikalık bu özel programın 1974–1993 yılları arasındaki sorumlusu Güzin Dino’ydu. Abidin Dino, Altan Gökalp, Gaye Petek, Mine Kırıkkanat, Nedim Gürsel, Stefanos Yerasimos gibi kişiliklerin de katkılarıyla hazırlanan yayınlar, 1994 yılında bir saatlik canlı program oldu. Dönemin RFI Yönetim Kurulu başkanı JeanPaul Cluzel (şu anda Radio France başkanı) programı uluslararası gündelik yayına dönüştürmeyi hedeflediğini açıkladı. Aradan geçen yıllar tereddüt ve önceliklerin değiştiği yıllardı. 2 yıl önce CSA (Fransız Radyo Televizyon Üstkurumu) kararıyla işbaşına getirilen Antoine Schwarz ise kamuya açık toplantılarda bu dilin stratejik önemini vurgulamaktan geri kalmadı. Varılan nokta ise çaresizliğin ifadesiydi. Son kararla haftalık iki yayından, Kreol dili “Fransa bölümü” bünyesine entegre olurken, Türkçe servisinin sorumlusu ve tek kadrolu gazetecisi “bendeniz” de yeni bir proje hazırlamakla görevlendirildim. Olay Türkiye’de kendi çapında Fransa’ya karşı yeni bir tepki uyandırdı. Durumu daha iyi anlatabilmek için konuyu biraz daha açalım... ??? Bugünkü adını 1975’te alan, günde ortalama 44 milyon dinleyiciye ulaşan RFI, 1987’den beri yalnızca Fransızca konuşan “Radio France”tan (RF) tümüyle ayrı tüzel kişiliğe sahip, tam özerk bir kamu kuruluşudur. Ayrıca “FranceTelevisions”, “RFO”, “TV5” (Belçika, İsviçre, Kanada/Quebec, Lüksemburg ve Fransa gibi Frankofon ülkelerin dünya televizyonu) ve “ARTE” (FransızAlman ortak kültür kanalı) gibi 4 kamu televizyon yapısının dışında, 6 Aralık 2006’da başlayacak, Fransızca (süreleri şimdilik kesinlikle bilinmese de İngilizce, Arapça ve İspanyolca da konuşacak) uluslararası haber kanalı “France 24” aslında Fransa’daki kamu yayıncılığının, iyimser yaklaşımla ne denli “bağımsız” hücrelerden oluştuğunun en açık kanıtıdır. Bir “BBC”, “Voice of America (VoA)”, hatta “Deutsche Welle (DW)” gibi üç büyük uluslararası devlet yayınıyla karşılaştırıldığı takdirde, “Jakoben” gelenekli, aşırı devletçi, merkezci olduğu iddia edilen Fransa imajıyla hayli çelişen bir görüntü ortaya çıkar. Söz konusu üç yayın kurumu kağıt üstünde nispi bir özerkliğe sahip olsalar da, Fransa’da RFI dahil, yukarda adı geçen tüm kamu medyaları, Alman, Amerikan, İngiliz meslektaşlarının aksine tek merkezden idare edilmezler. Tepedeki yöneticileri çoğu zaman siyasi iradeler belirlese de, çalışanları, tabanından tavanına “özerkliğin” hakkını verir, özgürlük ve bağımsızlıklarına kolay kolay toz kondurmazlar. Devletin elindeki tek somut baskı aracı “mali”dir. RFI’nin bütçesi diğerleri gibi Fransızlardan kesilen vergilerden beslenir. RFI, son 10 yılda bütçesindeki artış oranı en düşük kamu kuruluşudur. Üstelik 2006 yılı bütçesinin, bir önceki yıla oranla 2 milyon, ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ’NÜN RAPORUNA GÖRE: Tüm gençlerin derdi aynı Ekonomi Servisi Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) “Gençliğin İstihdamında Küresel Eğilimler” raporuna göre, bir yandan dünyada işsiz gençlerin sayısı gittikçe artarken diğer yandan da yüz milyonlarca genç çalışıyor olmasına karşın yoksul. Çalışmaya göre, genç işsizlerin sayısı 1995’te 74 milyonken 2005’te 84 milyona yükseldi. 300 milyonu aşkın gençse, yoksulluk sınırı olarak kabul edilen günlük 2 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda. Türkiye’de de son yıllarda yüzde 9’un altına düşmeyen işsizlik oranı, gençler açısından daha “vahim bir tablo” ortaya koyuyor. Gençler arasında bu oran yüzde 20’lere dayanıyor. ILO, 1524 yaş arasındakileri genç olarak tanımlarken, 6 milyarı geçen dünya nüfusunun yaklaşık 1.1 milyarını da gençler oluşturuyor. ILO’nun raporunda yer alan temel saptamalar şunlar: ? 1.1 milyar gencin yaklaşık üçte biri ya iş arıyor ama bulamıyor ya iş aramaktan tamamen vazgeçmiş durumda ya da çalışıyor ama yoksul. ? Dünyanın genç nüfusu 1995’ten 2005’e yüzde 13.2 arttı; ama gençlerin istihdam oranı aynı dönemde yalnızca yüzde 3.8 artarak 548 milyon kişiye ulaştı. ? İşsiz gençler dünyadaki toplam işsiz nüfusun yüzde 44’ünü oluşturuyor. Oysa genç nüfus 15 yaş üstü çalışabilir nüfusun yalnızca yüzde 25’ini oluşturuyor. ? Genç nüfusun üretim potansiyelini karşılamak için 400 milyon yeni ve daha iyi işe ihtiyaç var. ? Çalışacak insanca bir işin olmamasıyla erken yaşta tanışmak, gençlerin gelecekteki çalışma koşullarını da kalıcı olarak sekteye uğratıyor. İlk deneyimi uzun süreli işsizlik olan bir gencin çalışma yaşamını işsizlikle düşük ücretli işler arasında sürdürme olasılığı yüksek. ? Çalışma yaşamına katılım oranları genç kadınlarda çok daha düşük. Güney Asya’da genç erkeklerle kadınların arasında yüzde 35’lik bir fark var. Raporda “kaygı verici” diye nitelenen bir başka durum da ne çalışan ne de okuyan gençlerin sayısı. Orta ve Doğu Avrupa’da genç nüfusun yüzde 34’ü ne okuyor ne de çalışıyor. ‘Radio France International’de Türkçe Sustu C 9 D ünyada 300 milyondan fazla genç yoksul, 84 milyon genç işsiz. İşsiz gençler dünyadaki toplam işsiz nüfusun yüzde 44’ünü oluşturuyor. Çalışanlarsa, fazla çalışmaya, düşük ücrete, güvencesizliğe zorlanıyor. En ucuz mühendislik Türkiye’de ÖZLEM YÜZAK “Türkiye’deki mühendislik kalitesi dünyadaki en ucuz ve en iyi mühendislik kalitesidir. İddia ediyorum ve bunu sonuna kadar da savunurum. Biz Vestel olarak bunu çok iyi biliyoruz çünkü meyvelerini alıyoruz’’ diyen Vestel Grubu İcra Kurulu Üyesi Cengiz Ultav, Türkiye’nin önünde gömülü yazılım ve elektronik konusunda ciddi bir fırsat bulunduğunu ancak değerlendiremediğini söyledi. Vestel’in yalnızca Türk mühendislerle bulunduğu noktaya geldiğini ifade eden Ultav, “ArGe ve mühendisliğimizin çok büyük bir kısmı 9 Eylül, Anadolu, Erciyes Üniversitesi gibi üniversitelerin mezunlarından. Yetki verdiğimiz zaman bu ülkedeki mühendislik kalitesi, dünyadaki en ucuz ve en iyi mühendislik kalitesi” diye konuştu. Küresel rekabet ortamında sanayicinin ayakta kalabilmesi için yapılması gereken şeyin mükemmeliyet merkezlerinin bir an önce yaşama geçirilmesi olduğunun altını çizen Ultav, “Mükemmeliyet merkezleri derece önemli. Eğer kültürel değerlerin içine bunu da gömebilirsek, Türkiye yarın bambaşka bir yerde olur. Üstelik bugün Türkiye hem yazılım hem elektronik imalatı açısından son derece iyi bir noktada” diyen Ultav, Türkiye’nin, yakınındaki 3.5 milyar dolarlık akıllı cihaz pazarına talip olması gerektiğini ancak başarının rekabet öncesi işbirliğine bağlı olduğunu söyleyerek Tayvan örneğini veriyor: “Tayvan’da Ultav’a özel sektörün bir Ulusal göre göçebe Bilim ve Teknoloji Enstikültüründen hâlâ tüsü kurması suretiyle kurtulamadığımız için Tayvan PC’de öne geçti. Yüksek teknolojide, teknoloji yönetimi pazarı ele geçirmenin kültürünü bir türlü en temel gereği zamanınyerleştiremiyoruz. da sunumdur.” Ultav’a göre hükümetin üze“Peki nerine düşen temel görevler ise den yaşama şöyle: bir türlü geçi? Devlet yalnızca tabanı remiyoruz?” yükselten şeyler yapmalı. İnsorusuna Ulterneti halkın ayağına bedava tav’ın yanıtı, ya da herkesin kolaylıkla ala“Çünkü hâlâ göçebe kültücağı rakama getirsin, ondan ründen kurtulamadık. Ve birsonra bir şey yapmasın, çekilbirimize bir türlü güvenmeyi sin kenara. beceremiyoruz” oluyor. ? Devlet nano, biyo ya da “Teknolojinin yönetimi son çevre teknolojisini ön plana çıetrafında rekabet öncesi işbirliği yaşama geçirilmeli, bir sektördeki firmalar her biri belli bir rakam ortaya koyarak bu merkezleri kurabilirler” diyor. karacağım diye bir tercih yapmamalı, ArGe’de toptan tabanı yükseltecek bir operasyon yapmalı, kaliteyi ve eğitimi yükseltme girişimlerinde bulunmalı. Endüstri nerede rekabet kazanıyor, bunu gözlemleyip arada biraz gaz vermeli. Ama ben büyüğüm, bunu teşvik ederim şunu etmem dememeli. ? Bu üllkede boşta gezen ziraat mühendislerinin sayısını bir çıkarın. Bu mühendisler Hindistan ve Çin’de yaşıyor olsalar hepsi software üretiyor olacaklardı. Türkiye gömülü yazılımlar konusunda bir patlamanın eşiğinde. Üstelik otomotiv üssü olmamızdan dolayı önemli bir de şansımız var. Ama insan yok ki elimizde. ? Hindistan “ben her yıl 200 bin yazılımcıyı piyasaya çıkaracağım” diyor. İrlanda aynı şekilde 4 milyonluk nüfusunun tamamını neredeyle IT’ci yaptı. Finlandiya GSM’in ilk başladığı dönemde tarlada çalışan insanları, kamyon şöförlerini teknolojiye kazandırdı. Bunlar, yapılabilen şeyler. Türkiye’de eğitimli işsiz mühendisleri toplasanız 500 bin insanı hedefli bir alana yöneltebilirsiniz. V estel Grubu İcra Kurulu üyesi Cengiz Ultav’a göre Türkiye, yazılım ve elektronikteki fırsatları değerlendiremiyor Dev nakliye uçağına Türk imzası ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türk Havacılık ve Sanayi AŞ (TAI), dünyanın en büyük nakliye uçaklarından A400M’nin üretim sürecine katılıyor. Kıtalararası uçuş özelliğine sahip uçaklardan Türkiye de 10 adet alacak. İlk uçak üretimi ise önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek. 8 Avrupa ülkesinin üretimde yer aldığı ve TAI’nin ürettiği önorta gövdenin de yer aldığı 32 metre uzunluğundaki A400M, ana gövdesinin birleştirilmiş hali son üretim aşaması için İspanya’nın Sevilla kentine gönderildi. ‘‘C130 Hercules’’ ile ‘‘C160 Transall’’ uçaklarının yerini alacak olan A400M uçakları, yüksek seyir hızı ve kıtalararası menzili ile dünyanın en gelişmiş nakliye uçakları arasında gösterilirken, ilk uçağın 2007 yılında uçurulması planlanıyor. 2004’e oranla da 4 milyon Avro azalarak 126 milyon olarak belirlenmesi bu “özerk şirketi” gerçekten zor durumda bıraktı. 400’ü gazeteci ortalama 1000 kişinin çalıştığı işletmenin yönetimi “kemer sıkma” politikasını zayıf halkalardan (!) başlattı. Kalite ve üretimin düşmesi pahasına kadrosuz, telifli, gündelik çalışanların işine son verildi, bazı programlar iptal edildi. Zayıf halkalardan ikisi de Türkçe ve Kreol servisleriydi. Yoksa olay bazı çevrelerin ısrarla suiistimal ettiği gibi, 12 Ekim’de Fransız Meclisi’nin onayladığı “İnkara Ceza” yasa tasarısı çevresindeki tepkilere ‘misilleme’ filan değildi... ??? Ancak RFI yönetiminin Türkçe yayınlarını durdurmasının ardında yatan temel nedenlerden bir tanesinin daha, özünde en önemlisinin ‘kibarca’ altını çizmekle yetinelim. Acaba şu anda varlıklarını sürdüren 17 dilden Almanca, Arnavutça, Bulgarca, Khmerce, Laosça, Polonyaca, Rumence, SırpHırvatça, Vietnamca, Fransa için stratejik açıdan, Türkiye ve Türkçeden daha mı önemliydi? Şahsi kanımızca HAYIR! Fransa’yı son 3035 yılda yöneten istisnasız tüm siyasi iktidarlar Türkiye, Türkler ve Türk dili konusunda tahayyül etmesi zor bir cahillik, daha da doğrusu körlük yaşarken, RFI üst düzey yöneticileri de değişiklikleri gerçekleştirebilecek cesaret ve iradeyi hiçbir dönemde gösteremediler. Doğrudan bir deyişle, “Türkiye önemsenmedi”. Türkiye Fransa’ya ne yeterince dost, ne de düşman oldu. Fakat bugün topraklarında yaşayan yaklaşık yarım milyon Türk vatandaşına rağmen Fransa’nın böylesi bir atalete düşmesinin sorumluluğunu yalnızca Fransız yöneticilere yüklemek ise gerçeklerden kaçmaktır. Gölgesinden, kendi aydınlarından, “dışarlıklı” her girişimden korkan Türkiye Cumhuriyeti, yitirilen kültürel mevzileri neredeyse “zafer” gibi algıladı. Yenilerini kazanmak veya kurmak için küçük parmağını bile oynatmadı. Türkiye’nin uluslararası arenalarda örneğin AB’de “bizden” olanlarla başardıkları ise ortada. Daha 1935’te, RFI’nin atası “Paris Mondial” radyosunun Nazi propagandasını göğüslemek üzere kullandığı 5 yabancı dilden birinin Türkçe olması rastlantı mıydı acaba ? ??? Türkçe ve Kreol yayınlarının çok ötesindeki yapısal sorunlar nedeni ve gelecek kaygısıyla mücadeleye giren RFI personeli, 6 Kasım’dan itibaren sendikalarının çağrılarıyla süresiz greve başladı. Çalışanlar her gün toplanan Genel Kurullar’da yöneticilerin açılımlarına, tavizlerine göre greve devamı oyluyorlar. RFI ve yönetimi bu dar boğazdan nasıl çıkar bilemiyoruz ? Önümüzdeki nisan, mayıs ve haziran aylarında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin herkes tarafından iple çekildiğini biliyoruz. Üzülerek ifade edelim ki, BBC, DW, VoA Fransızca yayınlarını ya kapatıp, ya da sadece Afrika cephesine kaydırdıkları veya örneğin, Türkçe ve de özellikle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine yönelik yayınlarını güçlendirdikleri böylesi bir dönemde, dünya semalarında gittikçe irtifa kaybeden bir Fransa’nın bu alanda da sesini, olası alternatiflerini, görüşlerini kısması, yok olması bir anlamda çok “normal” karşılanmalıdır, diye düşünüyoruz. Bu arada, belirtelim, radyo bünyesinde Türkçe bir internet sitesi hazırlanması tasarlanıyor. Konusu, “Paris penceresinden AB sürecinde Türkiye ve TürkFransızAvrupa ilişkileri”... Ne kadar parlak bir perspektif değil mi? [email protected] Y urttaşların varlık ve harcamaları ile ortaya çıkan gelirlerinin vergilendirilip vergilendirilmediğini sorgulamaya olanak veren vergi yasası, “Nereden Buldun?” adıyla tanındı. Yasa sayesinde, varlık ve lüks içerisinde yüzmelerine karşın vergi dairesinin yolunu bilmeyenlere; “Allah artırsın da, bunların vergisini verdin mi?” diye sorulabilecekti. Yasa 55. koalisyon hükümeti döneminde çıkarıldı. 2000 yılında beyan edilmesi gereken 1999 yılı kazançlarına uygulanacak şekilde yürürlüğe girecekti. Giremedi. 57, koalisyon hükümetince ertelendi. AKP iktidarı döneminde de tamamen yürürlükten kaldırıldı. Nereden Buldun Yasası’nın çıkarılması nasıl bir siyasi tercih ise ertelenmesi ve kaldırılması da farklı bir siyasi tercihti. Nereden Buldun Yasası’nı çıkaran siyasi tercih açıktı: Vergi alınması gereken kesimlerden “borç” alarak “faiz” bataklığına sürüklenen devleti, “borçfaiz sarmalından” kurtarmaktı. Oranları düşürerek vergiyi ödenebilir hale getirmek, vergiyi tabana yayarak herkesten ödeme gücüne göre almaktı. Buna karşın vergi kaçırmakta direnenlerin servet ve harcamalarını belirleyerek, “Nereden buldun?” diye sormaktı. Yatırımların önünü açarak, istihdamı özendirmekti. NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Devletin Eli Kolu Bağlanırken Mali Suçları Araştırma Kurumu (MASAK) kurulmuştu. MASAK parasal hareketleri izleyerek, kara para sahipleri ile siyasetçi ve bürokratlar arasındaki ilişkileri de ortaya çıkaracaktı. Böylece suçtan elde edilen gelirlerin aklanmasının önüne geçilerek ülkenin ekonomik, mali, siyasi, sosyal ve ahlaki yapısı korunacaktı. Bu yasa da birkaç gün önce sessiz sedasız değiştirildi. Daha etkin mücadele, strateji belirleme, koordinasyon gibi birçok abartılı ve süslü sözlerin arkasına gizlenerek gerçekleştirilen düzenleme ile MASAK’ın şüpheli işlemlerle ilgili denetim yapma yetkisi, dolayısıyla da yükümlülüğü kaldırıldı. Bu düzenleme neden yapıldı? Kara para aklama suçlarının soruşturulmasına yönelik stratejiler belirleme gibi sözler bu düzenlemeyi haklı kılmaz. Bu stratejiler Türkiye’nin de üye olduğu OECD Mali Eylem Görev Grubu tarafından zaten geliştirilmekte, terorizme fi Kısaca, tüm çağdaş ülkelerde uygulanan sistemi Türkiye’de de kurmaktı. Peki bu yasayı yürürlükten kaldıranların siyasi tercihi neydi? İşte o belli değildi. Ülkeden “sermaye kaçması” gibi gerçekle bağdaşmayan nedenler dışında bir şey söylenemedi. Çıkarlarına dokunulanların oluşturduğu cephenin gürültüleri arasında yasa yürürlükten kalktı. ??? Varlık ve harcamalar konusunda devlete sorgulama olanağı veren tek yasa “nereden buldun” yasası değildi. 1996 yılında çıkarılan “Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair Yasa” da, “konusu suç teşkil eden eylemlerden sağlanan paraların” ekonomik sisteme sokularak aklanmasını önlemeyi amaçlıyor, denetimde benzer yetkiler veriyordu. Bu nedenle şüpheli olarak tanımlanan, kaynağı belli olmayan parasal işlemleri araştırmak ve suçla ilişkisini kurarak yargıya intikal ettirmekle görevli nansman sağlayan hareketlerin izlenmesi de dahil, ülkeler arasında yoğun bir işbirliği sergilenmekteydi. Bu durumda akla bir soru geliyor: Acaba denetim yetkisinin kaldırılması, yaptırılmayan denetimler nedeniyle doğacak sorumlulukları ortadan kaldırmak için mi? ??? Bu düzenlemelerin altında yatan nedenleri anlamakta zorluk çekenlerin, son günlerin olaylarını bu yasalara göre değerlendirmeleri gerekiyor. Örneğin YİMPAŞ olayı. Eğer Nereden Buldun Yasası yürürlükte olsaydı, binlerce insandan toplanıp buharlaştırılan milyarlarca dolarlık alın teri paranın izi bulunmaz mıydı? Bu paralar birilerinin harcaması ve serveti olarak ortaya çıkmaz mıydı? Kuşkusuz çıkardı. MASAK görevini yaparak para hareketlerini izleseydi, bu paraların kimlerin hesabına aktarıldığını bulamaz mıydı? Bulmaması olanaksız. Oysa hükümet yetkilileri dolandırılanları suçluyor. Onların haklarını savunanlara “Tefecilerin paralarını devlet mi versin?” diye soruyor. Kimse bunu isteyemez. Devlet suçluları ve çalınan paraları bulsun yeter. Ancak devletin eli kolu bağlandı. Devletin bu hale getirilmesi bir siyasi tercih ise şimdi sormak gerekiyor: Bu tercih kimin için? İşçi ölümüne çalışıyor! Ekonomi Servisi TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın (MMO) ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Raporu’na göre Türkiye’de yaklaşık her 7 dakikada bir iş kazası meydana geliyor. Her gün iki çalışan kazalarda hayatını kaybederken her 5.5 saatte, bir çalışan “sürekli iş göremez” şekilde sakat kalıyor. Kayıt dışı çalışanlar da göz önüne alındığında bu rakamların birkaç kat daha artacağına dikkat çekiliyor. Rapora göre Türkiye, iş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü durumunda. MMO’nun hazırladığı raporda yasa, yönetmelik ve uygulamalarda yetersiz kalındığı belirtilerek “Gerek işveren kesimi, gerekse kamuda işveren konumundaki devlet, neoliberal ekonomik politikaların da etkisiyle konuya gereken özeni göstermemekte” denildi. Her 10.8 saatte bir çalışanın (her gün en az iki çalışan) hayatını kaybettiği vurgulanan rapora göre, yalnızca 2004 yılında 83 bin 830 iş kazasında 843 çalışan hayatını kaybetti. 1693 çalışan da sürekli iş göremez (sakat) durumuna geldi. 384 çalışanın ise “meslek hastalıkları”na yakalandığı kaydedildi. Bu iş kazaları sonucu toplam 1 milyon 977 günlük “geçici iş görmezlik” oluştu ve çalışanlar hastanelerde toplam 54 bin 220 gün geçirdi. Raporda birçok faktöre bağlı olan iş kazalarının önemli bir nedeni olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda eğitim almamış personele işbaşı yaptırılması olarak gösterilirken meslek hastalıklarında az görünen sayınınsa aldatıcı olduğuna dikkat çekildi. Raporda, “Bu iş kazaları ve meslek hastalıkları insan kayıplarının yanı sıra ülke ekonomisine her yıl trilyonlarca liraya mal olmaktadır” denildi. Raporda, Türkiye’de konuyla ilgili olarak yasal ve idari düzenlemelerin sağlıklı olarak gerçekleştirilemediği vurgulandı. Rapoorda, birtakım düzenlemelerle iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarında “İş Güvenliği Mühendisliği” yerine, “İş Güvenliği Uzmanı” tanımı getirildiğine işaret edildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle