28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAFTA C Redaksiyon/Redaktion: Starkenburg Str. 5, 64546 MörfeldenWalldorf. email:cumhuriyet@gmx.net Tel: 0610598174446 İmtiyaz Sahibi/Inhaber: İlhan Selçuk (Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’yi temsilen, Cumhuriyet Vakfı adına) Genel Yayın Yönetmeni/ Chefredakteur: İbrahim Yıldız Yazı İşleri Müdürü/ Redaktionsleiter: Osman Çutsay Yayın Koordinatörü/ Koordinator: Hayri Arslan Reklam/Anzeigen: Ömer Aktaş Yayın Kurulu/Redaktionsbeirat: İlhan Selçuk (Başkan/ Vorsitzender), Prof. Dr. Emre Kongar (Berater), Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, İbrahim Yıldız, Orhan Bursalı, Mustafa Balbay, Hakan Kara Baskı/Druck: Hürriyet A.Ş Zweigniederlassung Deutschland, An der Brücke 2022 D64546 MörfeldenWalldorf. Dağıtım/ Vertrieb: ASV Vertriebs GmbH (Der Verlag übernimmt keine Haftung für den Inhalt der erscheinenden Anzeigen) Tarih balık ve şarap kokan Lizbon Avrupa’nın Atlas Okyanusu ile buluştuğu sahil Lizbon limanı Artvin Ço ruh’suz olmaz MUSTAFA BALBAY Karadenizliler, dışarıdan gelenler kıyıların güzelliğini anlatmaya başladığında bıyık altından gülerler. “Asıl Karadeniz, içeridedir. Dağların eteklerinde, ırmakların taşlı beyazında, vadilerin çiçeklerinde, zirvelerin rüzgarındadır’’ derler. Katılmamak elde değil... Ekim başında, bir yüzyıl sonra (Artvin’e en son 20. yüzyılın sonunda gitmiştim!) konferans için Artvin’e gittim. Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu’yla birlikte Trabzon’dan yola çıktığımızda içim burkuldu. Karadeniz otoyolu bir hançer gibi kıyıyla denizin arasına girmiş, kanatıyor da kanatıyor. Hiç yol yapılmamalı mı? Elbette değil... Ama bu işin ortası yok mu? Çorbacıoğlu anlatıyor: “Karadeniz çabuk derinleşen bir deniz. Kimi yerlerde ne kadar dolgu yaparsanız yapın, deniz hemen orayı geri alır. Sorumlulara anlattık. Dinletemedik. Yaşayarak gördüler!’’ Hopa’da çayımızı içip dağlara vurduk. Az sonra bulutlar altımızda... Çay bahçeleri yanımızda, kıvrıla döne gidiyoruz. Cankurtaran’ı selamlayıp, Karadeniz dağlarının kucağına attık kendimizi. Arada eski köprüleri görünce, panele ucu ucuna yetişmek pahasına durup fotoğrafını çekmeden edemedim. Ne güzel köprüler. Doğanın bir parçası gibi... Derkeeen Çoruh... Ama o eski bildiğim Çoruh değil. Kıyısından kıvrıla kıvrıla yolculuk ettiğim, her viraj dönüşte saklambaç oynayan çocuklar gibi görüp kaybolduğum, kıyısındaki yeşillere tepeden bakar gibi aşağıdan bakan Çoruh gitmiş... Yerine, beton pençelerin vurulduğu, kuşatılmış, kıyıdan uzaklaştırılmış, sürgüne gönderilmiş bir Çoruh gelmiş... Kendi kendime mırıldandım: Bu nasıl ruh Çoruh? Tıpkı Karadeniz otoyolunun inşası gibi, burada da aynı şeyleri düşündüm. Çoruh üzerinde hiç baraj yapılmamalı mı? Hiç yatırım olmamalı mı? Olmalı elbet ama, Çoruh’un ruhu öldükten sonra geride yaşayacak olanlarda nasıl bir ruh kalır? Bu vadi olabildiğince doğal şekliyle kalsaydı... Dostum Özgür Kalın’ın Artvin belgeselinde çocukluğunu anlattığı gibi; kiraz, üzüm, hurma, mandalina, nar, armut, erik, elma, incir, şeftali, kayısı daha nice meyveleri o daracık kıyıcıklarında insanlara sunan Çoruh yaşasaydı... Daha güzel olmaz mıydı? Artvin bir kartal yuvası gibi Çoruh’un dibinden gökyüzüne yükselen dağ ağacının tepesinde kurulmuştur. Çoruh’a vurulan beton kelepçeler ağacın dallarını budamış, çıplaklaştırmış. Her şeye karşın hala korunması, görülmesi gerekenler çok yer var Artvin’de. Ama Çoruh’un ruhuna okunan fatiha bana ağır geldi. Çoruh’un doğasının bozulmadığı yerlerdeki fotoğrafları çekerken, bir gün bunları da yitiririz korkusuna kapıldım, içim acıdı. Gezekalın! ABDÜLKADİR YÜCELMAN vrupa’nın en uç noktasındaki Portekiz’in başkenti Lizbon’a indiğimizde Dalaman Havaalanı’na indik sandım. Sıcak ve tenha... Meydan binası belki bugün için gereksinmelere yanıt verecek gibi ama, geldiğim ülke bir AB ülkesi, belki o nedenle bana hem küçük hem tenha geldi. Uzun bir otobüs yolculuğu sırasında geçtiğimiz yerleri gözlüyorum, 1.2 milyon nüfuslu bu kent bir minyatür gibi geldi. Her şeyi olan, metrosu, tramvayı, treni, alt geçidi üst geçidi köprüleri ve düzgün bir trafiği ile yerli yerine oturmuş bir mini kent. Sürücümüz varacağımız yeri anlatırken biz de pencereden ilk izlenimlerimizi not ediyoruz. Cascais (kaşkaşi okunuyor) bir turizm bölgesi, bu bölgede 34 kilometre boyunca sahil ve sayısız plaj görüyoruz. Ancak denize giren yok, kumda oturup güneşlenenler ise parmakla sayılacak kadar az. Estorial bölgesinden geçiyoruz, Lizbon’un en büyük kumarhanesi, oto parkı son model arabalarla dolu. Otelimiz beş yıldızlı Mirage Hotel. Odamdaki broşürden öğreniyorum, geceliği 300 euro. Tek kişi yaklaşık 600 milyon. “Üff” diye bir ses çıkıyor ağzımdan. Mihmandarımız THY’den Sevim Madak. Portekiz Turizm Bakanlığı ile hazırlanan dolu bir program bizi bekliyor. İlk rotamız Avrupa’nın Atlas Okyanus ile buluştuğu nokta. Cabo da Roca bir hayli kalabalık. Hafif bir rüzgar uzaklardan gelen Okyanus kokusunu da getiriyor. Kıyıdan yine Avrupa’nın son noktasındaki bekçisi deniz fenerine doğru yürüyoruz. Anı fotoğrafı çektirenler, hediyelik eşya seçmeye çalışanlar telaşı var. Portekizli şişman kestaneci kadının tezgahından yükselen kestane kokusu deniz kokusu ile birleşiyor. Bir başka köşede Avrupa’nın Okyanusla buluştuğu son noktanın belgesini 10 euro verip almak için uzun kuyrukta bekleyen turistler. Aynı sahneyi 10 dolara Büyük Okyanus belgesinin satıldığı Los Angeles’ta da görmüştüm. Küreselleşme dediğimiz bu işte. Ha Portekiz ha ABD, ticaretin sınırı yok. A tir. Lizbon’un hemen her yerinde anıtlar, heykeller, geniş meydanlar, dar sokaklar, kafeteryalar, kısacası Lizbon’un her yeri tarih kokuyor. Vasco De Gama, Portekiz’in bir anlamda kurtarıcısı. Portekiz kralının emri ile Lizbon’dan yola çıkan ve Hindistan’ın en güney noktasındaki Ümit Burnu’nu geçerek tam 450 yıl Hindistan’ı Portekiz’in bir kolonisi olma yolunu açan Vasco de Gama, Portekiz’i servete ve ekonomik güce kavuşturan en büyük gemici. Onun adını köprüye, onun adına kuleye, onun adını meydanlara veren Portekizliler Belem’deki Jerosimos Katedrali’ndeki mezarını hem kutsal hem turistik merkez yapmışlar. Mezarının başındaki yazıtta Vassco De ama daha çok turistlerin ilgilendikleri bir tür şarkı. Fado kısaca gurbet ve ağıt demek. Denize çıkan erkeklerinin dönüşünü bekleyen kadınların yazgısını ifade ediyor. Salazar Portekizlilerin bu duygusal yanını kullanmış yıllarca. “Fado Evi” diye bir yere gittik, ikisi hanım üçü erkek beş solist gurbet şarkıları söylediler. Hani gurbet şarkısı ve ağıt denilince İbo ve Müslüm Gürses çok daha iyi iş yapar Lizbon’da. BALIK VE ŞARAP Portekiz denilince ilk akla gelen balık ve şarap. Dört gün boyunca nereye gitsek nerede otursak hep karşımıza çıktılar. Balıklar büyüdükçe tadı değişiyor, nerde Okyanus balıkları nerde Marmara’nın levreği, palamudu, lüferi. Affedersiniz ama şarapları da (Porto şarabı dahil) reklamların gerisinde. Bizim şarapların bir kadehini bir fıçıya değişmem doğrusu. Bir sıradan restoranda balık, şarap, deniz ürünleri salatası 20 euro, ama Lizbonlular kafeteryalarda ekmek arası balık yiyorlar; çoğunlukla, 610 euro ile kurtarıyorlar günü. İyi bir restoranda ise balık çorbası, balık, şarap, salata ve meyve 50 eurodan aşağı değil. Bana göre o kadar etmez, ama dekor güzel, zaten para eden de o galiba. NEREYE GİDELİM 28 numaralı tramvaya binip turistik bir Lizbon turu yapın, ya da birkaç otobüs değiştirerek Lizbon’un beş tepesini de dolaşın, balık, sebze ve meyve haline mutlaka uğrayın, fırsat buldukça marketlerden egzotik meyveler alın. Oceanarium’u yani okyanus müzesini dolaşın, büyük bir akvaryumda 22 çeşit balığın köpek balıkları ile birlikte yaşadıklarına tanık olun. Döneceğimiz gün yeni Lizbon’u da gördük. Portekiz’e yatırım yapan yabancıların oturdukları yeni Lizbon modern ve yüksek binalardan oluşuyor. Avrupa’nın zenginler kulübü ABD ve Rusların da katılımı ile Lizbon’un turistik bölgesindeki villaları paylaşmışlar, golf, binicilik, tenis, yelken gibi sporları yapmak için hafta sonları özel uçakları ya da helikopterleri ile gelip tatil yapıyorlarmış. Kısacası Lizbon Uluslararası zenginler kulübünün arka bahçesi daha doğrusu hobi bahçesi... Tadını çıkaranlar da onlar. HER YERDE VASCO DE GAMA Lizbon 1775’teki büyük depremi unutmuyor. O nedenle de büyük binalara izin vermiyorlarmış. Belki AB, “Lizbon’u nasıl biliyorsanız öyle kalsın” demiş Gama’nın Hindistan seferine çıkmadan Jerosimos katedralinde dua ettiği yazılı. Belem kulesi ve katedral UNESCO’nun dünya kültür mirasına girmiş bir yapıt. Lizbon’da görülecek yerler; Vasco De Gama’nın yola çıktığa deniz kenarındaki onun adına dikilmiş anıtı, aynı park içinde 1922’de aynı yerden hareket eden bir deniz uçağı ile Rio de Janeiro’ya inen uçak açık hava müzesinde yerini alıyor.Yine Belen’in “Pasteis Belem” adını taşıyan tatlısı çok meşhurmuş. 65 centime satılan tatlının satıldığı dükkanda yer bulabilmek çok zor, biz de sıraya girdik. Milföy hamurundan yapılan ve salep tadında bu sütlü mamul çok da matah bir şey değil. Portekiz diktatörünün yönettiği Portekiz’de “3 f”den futbol ve fiesta devam ediyor, ilan renkli Baktat renkli ilan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle