Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 YENİ ‘ÖTEKİLER’ GRUBU OLUŞUYOR MİLLİYETÇİLİK TIRMANIYOR C T strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM KASIM CUMA Avrupayı sarsan göç AHMET DOĞAN ek Avrupa Şartı (SEASingle European Act) ve Maastricht Anlaşması sonrası, sınırları olmayan "tek" pazar ve Avrupa vatandaşlığı kavramları ile AB’nin bir "ötekiler" topluluğu yaratması, uluslararası göçe ve göçmenlere karşı "ortak" bir pozisyon alma gerekliliğini de besenenin rakamlarını çoktan ikiye katladığını söylüyorlar. 2022 Eylül tarihleri arasında üye ülke adalet bakanlarının katıldığı Tampere’de yapılan toplantılarda, bu son göç krizini daha etkili bir şekilde aşmak için AB’den özellikle mali konularda daha fazla yardım istediklerini dile getiren İspanyol bakan Juan Fernando Lopez Aguilar, Almanya, Hollanda ve Avusturya Adalet Bakanları tarafından tepkiyle karşılandı. OrKanarya Adaları’ndaki bu krizde de uygulanan mevcut politikaların niteliği başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere, Birliğin içinde Avrupa Yeşillerinden Jean Lambert gibi parlamenter ve yetersizlikten yakınan komisyon üyeleri tarafından sert bir şekilde eleştirildi. Ancak AB üye devletlerinin uluslararası göç, özellikle yasal olmayan göç, konusunda ortak savunma gibi diğer politika alanlarıyla karşılaştırıldığında daha aktif, işbirliğine daha yakın ve daha uyumlu olduğu da bir gerçek. Aslında bunun nedeni Avrupa devletlerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılanma döneminde içlerine almaya başladığı, kendi "ötekiler"i yani göçmenler ile yaşadığı sorunlara dayanıyor. Birlik içinde hâlihazırda, göçmenlerden kaynaklandığına inanılan problemler zaten SEA ve Maastricht sonrası dönemi gayet zorlaştırmıştı. Sık sık göçmenlerin "entegre olamamasından" söz eden hükümet yetkilileri, parti liderleri ve çeşitli uzmanlar, göçmenlerin suç oranlarını artırdıklarını, ekonomilerine olumsuz yönde etki ettiklerini, sosyal dengeyi bozduklarını, kendi kültürlerine ve ulusal kimliklerine yönelik tehdit oluşturduklarını iddia etmeye başladılar. Kısacası, kendi ulusdevlet modellerini tehlikede gördüler. Sonucunda da Avrupa’da içerideki göçmenlere karşı gün geçtikçe artan olumsuz tepkiler dışarıdan gelecek göçmenlere ve Avrupa devletlerinin oluşturduğu politikalara yansıdı. Bu olumsuz tutum, gündelik yaşamda da yer buldu. "Avrupalı" halk tarafından sosyal ve ekonomik güçlükler için göçmenler günah keçisi ilan edildi. Bugünse bu olumsuz tepki yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa doğru ilerlemekte. Bunun en basit göstergesi, göçmen karşıtı tavırlarıyla dikkat çeken sağ partilerin Avrupa’da yükselişe geçmesi. Yükselen eğilimi gayet iyi bir şekilde kullanan bu partiler, halk arasında popülerliğini artırarak oy alma potansiyellerini de yükseltmeye devam ediyorlar. İngiltere’de Mayıs ayında yapılan yerel seçimlerde ırkçı söylemleriyle tanınan İngiliz Ulusal Partisi’nin başarısı bunu kanıtlar nitelikte. Ayrıca Fransa’da Le Point dergisinde yayımlanan bir araştırma, yabancı düşmanlığı ve göçmenler karşısındaki ırkçı tutumlarıyla tanınan Le Pen liderliğindeki aşırı sağ Ulusal Cephe’nin Fransızların yüzde 22’lik bir kısmının seçimler için olmasa da sözlü desteğini aldığını söylüyor ki bu, partinin 2002’de son seçimlerdeki yüzde 16’lık başarısını bir nevi artırdığını gösteriyor. Hollanda’da, Avusturya’da, Almanya’da, Danimarka’da ve Avrupa’nın diğer kısımlarında da durum pek farklı gözükmemekte. Göçmenlere karşı bu tutumdan elbette en fazla etkilenen, Avrupa’daki göçmenlerin çoğunluğunu oluşturan Müslümanlar… Fakat Müslüman göçmenlerin durumunu daha "özel" yapan unsur, 11 Eylül terör saldırılarıyla hortlayan ve Madrid, ardından da Londra bombalamalarıyla saldığı korkunun dozajını iyice artıran "İslami" terör korkusudur. Bu gelişmelerle göçmen oldukları için zaten "imtiyazlı" olan Müslümanlara karşı hırsız, katil, ilkel gibi damgaların yanında bir de "terörist" damgası vuruldu. Artık literatüre "İslamofobi" olarak geçen, Müslümanlara karşı takınılan bu olumsuz tutum gün geçtikçe şiddetini artırıyor. Misafir Kuş anlamışlardır “bizim kuşun” ne demek istediğini. Bir odanın içinde laf lafı açarken, sonunda kuşun ayağına basmayı başardık. Canı acıdı, bunu da saklamadı. “Üzülüyorum” diye söze başladı. “Türkiye Cumhuriyeti’ni bir değil, birçok ırk bir araya gelerek kurmuşlardır. Laz, Çerkez, Arap, Rum, Kürt birçok ırk bir araya gelip kurmuşlardır. Sonunda Atamız ‘Ne mutlu Türküm diyene’ demiştir, peki neden ‘Ne mutlu Türk olana’ demedi? Atatürk bunu tesadüfen mi söyledi? Bunu bizim Türkiye’de yerli yerine oturtmamız lazım. Ancak o zaman sorunları kolaylıkla çözebiliriz. Eğer biz kalkıp da 21’inci yüzyılda ırkdaşlıktan, etnik yapıdan, etnik çatışmalardan söz edersek, olmaz. Ben 1955 yılından bu yana, tam 51 yıldır giydiğim resmi elbise karşısında işte bu yüzden zaman zaman utanıyorum. Atatürk bu günleri görecek kadar yaşasaydı, çok üzülürdü, belki kahrından erken ölürdü” diyerek sohbeti noktaladı. Ardından rica edip kameraları kapattırdı. Kameraların kapanması ile sigarasını çıkartıp yaktı. Düşünceliydi, odaya bir süre sessizlik hakim oldu. “Ayıp olur çocuklar” dedi ve “Elimde sigara ile kameraların karşısında olmam yakışık olmaz, onun için kameraları kapatmanızı rica ettim” diye durumu izah etti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt yaklaşık elli dakikalık sohbet sonrası bizlerle tek tek tokalaşıp vedalaşırken, aklıma bir anda başbakanın davranışları ve açıklamaları geldi. Bir tarafta, Avrupa karşıtı olduğu ileri sürülüp kameralar karşısında sigara içmekten bile imtina eden bir komutan, diğer yanda, “Avrupa’yı istiyoruz çünkü biz Avrupalıyız” deyip onlarca kameranın önünde vatandaşına “Al ananı da git!” ya da “Lan” diye hitap etmekten çekinmeyen bir başbakan. Avrupalılık kriterlerini tartan teraziye konulsa birinin ötekinden en az beş kat daha ağır geleceğini düşünüyorum. Ne dersiniz yanlış mı yapıyorum? murilem@otenet.gr G E konomik yetersizlikler Avrupa’ya göçü önlenemez duruma getiriyor. Afrika’dan gelen göçmenler, Kanarya Adası’ndan geçerek Avrupa’ya ulaşıyor. Rakamlar AB’li yetkililerin birbirini suçlamasına neden olacak düzeye ulaşmış durumda. raberinde getirdi. Özellikle, vize uygulamalarının yanında suçluların takibi, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı gibi alanlarda sınırların koordinasyonunu sağlayan Schengen rejimiyle beraber ülkelerin uluslararası göç ve göçmenler konularında farklı tutumlar sergilemesi durumu iyice karmaşıklaştırıyordu. Bu bağlamda küreselleşmenin de olumsuz etkileriyle, Avrupa’ya girebilmek için sınırlara dayanan "istenmeyen" göçmen sayısının her yıl daha da artması, AB’nin birçok ciddi sorunla karşılaşması anlamına gelebilirdi. Bu yüzden önceleri üye ülkelerin bireysel olarak uğraştığı bir konu olan göç, Amsterdam Anlaşması’yla beraber Avrupa çapında bir mesele olarak gündeme girdi. Daha sonraları da yasal olmayan göç, sığınma, insan ticareti ve vatandaşlık hakkı gibi göçle yakından alakalı konularda, özellikle 1999 Tampere Zirvesi ve sonrasındaki 2005 Hague Programı ile önemli adımlar atıldı. KANARYA ADALARI KRİZİ En son, yasadışı göç yoluyla Avrupa’ya geçmeye çalışanların ilk adreslerinden birisine, İspanya’ya bağlı Kanarya Adaları’na inen, çoğunluğu Sahraaltı bölgesinden Afrikalı göçmenler, AB içerisinde göç ve göçmenler konusunda yeniden alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Her yıl binlerce yasadışı göçmenle ilgilenen İspanyol yetkililer, şu ana kadar adalara ayak basan insanların sayısının geçen tak bir çözüm üretmek yerine sanki kimin suçlanması gerektiği üzerine düzenlenen toplantılarda, İspanya’nın zaman zaman yasal olmayan göçmenleri yasallaştırmasından şikayetçi olan bakanlar, geçen sene 600.000 civarında kaçak durumlu göçmenin yasallaştırılması gibi uygulamaların göçmenler için çekici bir faktör olduğunu ve son krizin de büyük oranda bu tür politikalardan kaynaklandığını belirttiler. Aslında Ağustos ayı içerisinde, göç sorununa yanıt olabilecek bir ilk gerçekleştirilmişti. AB, üye olmayan ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlaması ve sınırlarının güçlendirilmesi için 2005’te kurulmuş olan sınır kontrol birliklerini (FRONTEX), öncelikle Kanarya Adaları’nda, haliyle Avrupa’ya kaçış noktaları olarak görülen bölgelerde, İspanya’nın Guardia Civil güçleri liderliğinde kullanılması suretiyle bir operasyon başlatma kararı aldı. Kanarya Adaları’na göç akışını durdurma amacıyla başlatılan Hera II adlı bu operasyon, halen Moritanya, Senegal ve Cape Verde kıyılarında devam ediyor. Topraklarından ayrılıp adalara doğru yol alan göçmenler, bu koruma birlikleri tarafından kıyı bölgelerde durdurulup geri gönderiliyor. Öncesinde ise Avrupa’dan çok sayıda uzman, İspanyollara Hera I adı altında teknik destek sağlamaktaydı. BAŞARININ ARKA YÜZÜ Üye ülkelerin uygulanacak kapsamlı ortak bir politika üstünde anlaşamaması ve eçtiğimiz hafta sonu misafir ağırladık. Gerçi bizim, yani Türk gazetecilerin dışında herkes ayaktaydı, ama Allah için, misafir de kimseyi yormadı, rahatsız etmedi. Bir rüzgar gibi Atina’dan geldi, geçti. Sade, kibar ve karşısındakilere büyük saygı gösteren bir misafir. Yunan basını ona bir “kuş ismi” takmış. Kendi de biliyor ne isim taktıklarını. Kızmadan çekinmeden söyledi, güldük, geçtik. Aslında hiçbirimiz kendisine takılan “şahin” ismini kendi ağzından duyacağımızı tahmin etmiyorduk, beklemiyorduk . Söyledik ya, bu öyle bir misafir ki, söylentilerin, dedikoduların, atılan çamurların tam tersi karakterde bir kişilik. Atina’daki “Büyük Britanya” otelinde Türk gazetecilerle yapacağı sohbete tam saatinde geldi misafir kuş. Bu onun ikinci gelişi Atina’ya. Yaklaşık bir buçuk yıl önce yine gelmişti. Ancak o zamanlar emrinde sadece bir kuvvet vardı. Şimdi ise NATO’nun en büyük askeri gücünün komutanı olarak karşımıza çıktı. Yine aynı alçakgönüllülük, yine aynı şakacılık, sadelik ve saygı ile sohbet etti. Söyleşimizin en koyu yerinde hem Türkiye’deki bazı odaklara, hem de AB içindeki saygısızlara mesajlar göndermeyi ihmal etmedi. Bunu yaparken komutan edasından eser yoktu. Kendisini dinleten konuşma stiliyle, kırıcı olmadan, kızgınlığını belli etmeden, dikkatli ifadelerle dile getirdi şikayetini. Aslında, adı üzerinde, “sohbet” etmeye gelmişti bizimle. Dediğini de her zamanki gibi yerine getirdi. Rum asıllı Türk gazeteci arkadaşlarımıza takıldı, bizlere laf yetiştirmeye çalıştı. Konuşmanın bir yerinde söz döndü dolaştı Türkiye’ye geldi. “Lütfen bu konuda soru sormayın, yurtdışında ülkesini şikayet ediyor dedirtmem kendime” diyerek sert sorulardan kibar bir vücut çalımı ile kurtuldu. Aslında bu açıklaması ile de bir takım kimselere göndermede bulunduğunu anladık ama sormadık “Ne demek istediniz? Kime gönderme yaptınız?” diye. Sadece yazdık bu ifadelerini. Bizim anladığımız gibi okuyanlar da Fransa’da potansiyel terörist Müslüman Dış Haberler Servisi Fransa’nın başkenti Paris’teki Charles de Gaulle Havaalanı’nda çalışan 72 Müslümanın giriş kartlarının, güvenlik soruşturmasından geçemedikleri gerekçesiyle iptal edilmesi tepkiyle karşılandı. 72 Müslümanın giriş kartına ‘‘köktendinci hareketlerle ilişkileri bulunduğu’’ gerekçesiyle el konulduğu bildirilmişti. Güvenlik biriminin aylardır bagaj teslim ve havaalanı temizliği gibi alanlarda çalışan 100’ü aşkın kişiyi gözlediği ve soruşturmaların sonucunda 72 kişiye güvenli bölgelere giriş yasağı getirildiği belirtilmişti. Paris Vali Yardımcısı Jacques Lebrot, bu kişilerin, olası terörist eylemlerde bulunabilecek köktendinci hareketlerle ilişkide bulunduklarının saptandığını söyledi. Bazı kişilerin geçen yıl Afganistan ve Pakistan’daki terör kamplarını ziyaret ettiklerinin belirlendiği öne sürülmüştü. Müslüman işçiler resmi olarak işten çıkarılmamış olsalar da çalıştıkları yerlere girişleri yasaklandığı için teknik anlamda çalışamıyorlar. Çalışanların bir bölümü idari mahkemeye başvururken işçi sendikası da ayırımcılık yapıldığı gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Havaalanındaki en büyük sendika olan CGT’nin başkanı Didier Frassin, kasım sonunda havaalanında greve gidilmesi için çağrı yapacaklarını söyledi. Havaalanındaki 7 sendika, salı günü grev çağrısını değerlendirecek. İslamofobi yükselişte D animarka’daki karikatür olaylarında da gördüğümüz gibi, Avrupa basınının da bu tip rencide edici ifade biçimlerini "temel hak ve özgürlükler" ile bağdaştırması toplum içersinde "Müslümanlar ve biz" gibi bir ayrımı körüklüyor ve bu ayrım "biz" grubu içersinde bir nefrete doğru ilerliyor. Böylece tüm göçmenlere karşı gelişen tepki Müslümanlara karşı daha bir "duygusal" hale dönüşüyor. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi’nin (EUMC) 2003 sonbaharında yayımlanan, uzmanların ve AB Komisyonu’ndan görevlilerin katıldığı bir toplantı raporu da bu tavrı gözler önüne koymakta. Rapor yeni türden sayılabilecek bu ayrımcılığı oldukça tehlikeli görüyor. Müslümanlara karşı günlük yaşamda artan ve kendisini bazen şiddete döken bir tepkinin varlığına dikkat çekiyor. Oransal olarak Müslümanların, özellikle İkiz Kulelerin vurulmasından sonra, diğer göçmenlere göre sosyal, politik ve ekonomik eylemlerden daha fazla dışlandığını ima ediyor. Aynı zamanda üye ülkelerdeki ayrımcılığı önleme konusundaki yasaların, İslamofobiyi engelleyecek nitelikte olmadığını da belirtiyor. Aynı kurumun diğer bazı raporlarında olduğu gibi Kasım 2005’te Londra bombalamaları sonucu Müslümanlara karşı takınılan tavır ile ilgili yayımlanan raporunda da İslamofobinin endişe verici düzeyde olduğunu görebiliriz. TERÖR VE GÖÇ YASALARI Halk içersinde başta Müslümanlar olmak üzere diğer göçmenlere karşı artan olumsuz, ayrımcı tavır Avrupa hükümetlerini de gelecek seçimlere yatırım yapma amacı ile çeşitli politikalar geliştirmeye itti. 11 Eylül sonrası başlamış ve sonrasındaki terör saldırılarıyla alevlenmiş bu gerilimi "çözebilmek" için daha katı göçmen ve terör yasaları düzenlenmeye ve kabul edilmeye başlandı. İngiltere’nin mevcut terörle mücadele yasaları buna güzel bir örnek oluşturuyor. Bu yasayla belli alanlarda polisin sokakta gördüğü herhangi bir kişiyi durdurup arama gibi geniş yetkileri var. 7 Temmuzdaki metro bombalaması sonrasında çıkan terörle mücadele yasası ise gayet yoruma açık cümleleriyle durumu iyice içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Bu yasalara bir diğer örnekse Fransa’da 2007’de yapılacak başkanlık seçimlerinin şu anki en büyük adayı İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin yasa tasarıları. Göçmenlere karşı olan tavrıyla Fransız halkının desteğini alan bakanın, tasarılarıyla alınacak göçmenleri çeşitli kriterlere göre belirleyip göçmen almayı zorlaştırmanın yanında, çocukları Fransız okullarında eğitim gören birçok göçmeni de geri gönderme ve yabancılarla yapılan evlilikleri tanımama yetkisi istediği biliniyor. Anlaşılacağı üzere, bu terör ve göç yasaları İslamofobiyi daha da artıracak düzeyde. Her ne kadar hükümetler bu tür uygulamaları "güvenlik" açısından yaptığını söylese de "kimin güvenliği" sorusunun yanıtı belirsiz kalıyor. Bu yasalarla sadece Avrupa dışından gelen "insanlar" değil Avrupa’da yaşayan, zaten ekonomik, sosyal ve siyasi yönden dışlanmış göçmen gruplar da –ki bu grupların içersinde üçüncü kuşaktan, orada doğmuş, orada büyümüş ve orayı tanıyan insanlar da vardaha etkili bir "dışlama" sistemiyle karşı karşıya kalacaklar. Tabii böyle bir durumdan Avrupa’daki göçmenlerin çoğunluğunu oluşturan Müslüman kesimin daha çok etkileneceğini söylemek yanlış olmayacaktır. AB’NİN KENDİ ÇIKMAZI Bu tür önlemler, Avrupa’nın her fırsatta dile getirdiği insan hakları, birlik ve beraberlik kavramlarıyla ters düşecek şekilde başta Müslümanlar olmak üzere tüm "ötekiler"i tehdit olarak algılıyor ve etkisiz hale getirmek için insanlık dışı eylemleri meşru sayıyor. Endişe uyandıran bu tutumun, AB’nin tek taraflı bir tepkisi olarak kalmayacağını ve bazı sonuçları olacağını düşünmek doğru olacaktır. Ancak, "ötekiler" grubu tarafından gelecek herhangi bir tepkiye ne kadar hazır olduğu ise AB’nin kendi çıkmazı. Müslümanlar başta olmak üzere diğer göçmen grupların böyle yaklaşımları artan bir tepkiyle karşılaması gayet olası… Böyle bir ortamda büyüyecek ve toplum içinde oluşmaya başlamış kutuplaşmaların kaderini belirleyecek olan göçmen ailelerdeki yeni neslin artık kendilerini Avrupalı bir "öteki"ye referans vererek tanımlaması, mevcut olumsuz ortamı daha da kötüleştirecektir. Bu yüzden göçmen kesimin sorunlarına eğilmektense onları "dışlama" eğilimi, pek samimi bir uygulama gibi görünmemekte, bu da göçmenlerin entegre edilmesi isteğinin AB çapında sorgulanmasına neden olmakta. İngilizler izlenmekten yakınıyor MUSTAFA K. ERDEMOL LONDRA İngiltere’de, teröre karşı güvenlik önlemleri altında son yıllarda gerçekleştirilen kimi uygulamalar kamuoyunda tartışılıyor. İngiltere Enformasyon Kurulu’nun üst düzey yetkilisi Richard Thomas, Avam Kamarası’nda gizlilik konusunda yaptığı konuşmada “Sürekli izlenen bir toplumuz” dedi. Richard Thomas, Avam Kamarası’nda meclis üylerine verdiği bilgide, İngiltere’de resmi ve özel şirketlerin kişisel bilgi toplamada “ölçüyü” kaçırdıklarını belirterek “Sürekli izlenen bir toplum olduk. Teknoloji sayesinde her hareketimiz izleniyor. Cep telefonu ile konuştuğumuzda, kredi kartımızı kullandığımızda, internete girdiğimizde hakkımızda bilgi toplanıyor” dedi. Gözetimin terör gibi tehlikelere karşı “büyük yararlar” sağladığına değinen Thomas’ın verdiği bilgiye göre 4.2 milyon kapalı devre kameranın bulunduğu İngiltere’de bir İngiliz günde 300 kamera tarafından aynı anda izleniyor. Söz konusu güvenlik önlemlerinden sorumlu üst düzey bir yetkilinin parlamentoda “aşırılığından” yakındığı konu, İngiliz gazetelerinde geniş yer buldu. The Independent gazetesi “14 kişi başına bir kamera düşüyor” diyerek, 26 milyondan fazla vatandaşın kişisel bilgilerini, tüketim alışkanlıklarını analiz eden 216 şirketin bulunduğunu kaydetti. Gazete, “Araç plakalarını ve kişilerin yüzlerini tanıyan teknolojiler geliştiriliyor. İnsanların alışveriş alışkanlıkları takip edilip şirketlere satılıyor” iddiasında da bulundu. Muhafazakâr Daily Telegraph gazetesi George Orwell’in 1984 romanına atıfta bulunarak İngiltere’nin gittikçe “Büyük Birader toplumuna dönüştüğünü” yazdı. Kamuoyunda yoğun olarak tartışılan kameralı izleme uygulamasının endişeleri artıran somut örneklerinden biri de, İngiltere’nin önemli kentlerinden Liverpool’da dört polisin “özel yaşamı ihlal” suçlamasıyla yargılanması oldu. Davada, polisler, adı açıklanmayan 25 yaşındaki genç bir kadının erkek arkadaşıyla yaşadığı “özel” anları, banyo yaparken, kıyafet değiştirirkenki görüntülerini kaydetmekle suçlandılar. Polis memurlarının kaydettikleri “çok özel” görüntüleri, polis merkezindeki dev plazma ekrandan seyrettikleri de kaydedildi.