28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KASIM CUMA SÖZ ÇİZGİNİN haberler TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ C 3 HİKMET ÇETİNKAYA Bir Türk Gencinin Göz Yaşartan Öyküsü Ses Olmuş Duygular M uazzez İlmiye Çığ göçmen olarak gittiği Çorum’da ilkokula başladığında, Kurtuluş Savaşı sürüyordu. Cumhuriyet ilan edildiğinde, dokuz yaşındaydı. 17 yaşında ise, Bursa Kız Muallim Okulu’nu bitirmiş, öğretmen olan babası ile birlikte, Eskişehir’de göreve başlamıştı. Muazzez İlmiye Çığ, daha sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girecek, orada Hititoloji okuyacak, daha sonraki müzecilik yıllarında Sümeroloji dalında uzmanlaşıp, dünyaya birçok eser hediye edecekti. Muazzez İlmiye Çığ, bu toprakların tarihinin bizim tarihimiz olduğuna inanan aydınlanmacı bilim insanlarımız arasında yer aldı. Evet, o tarihin ne kadarına sahip çıkabilirsek, o kadarı bizimdi. Muazzez İlmiye Çığ, o tarihin bir bölümüne sahip çıkmamızı sağlayan Cumhuriyet aydınlanmacılarından biri olarak, bizlere değerli armağanlar sundu. Vatanın yalnız elde silah sınırda korunmayacağını, onun tarihine, kültürüne ve değerlerine sahip çıkılmasının da, korumak olduğunu, yaşamı ve eserleriyle kanıtlamış olan Muazzez Hanım, çeşitli kişi ve makamlara gönderdiği, vatandaşlık tepkilerini dile getiren mektuplarını aynı ad altında bir kitapta topladı ve bu kitabında ileri sürdüğü görüşlerden dolayı TCK’nin 216/2. 218 maddelerine istinaden, halkı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçlamasıyla yargılandı ve daha ilk celsede aklandı. ??? Muazzez İlmiye Çığ; Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği!” diye seslendiği kuşaktandı ve bugün ulaştığı 92. yaşına karşın, içindeki gençlik ateşini söndürmemiş olan bir Cumhuriyet genciydi. Türkiye’nin geçmişini bilmeyen biri, bir yabancı mahkeme kapısı önündeki İlmiye Çığ görüntüsünü yadırgayabilir. Öyle ya! Hani Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’ni gençlere emanet etmişti? Peki öyleyse, gençler neredeydi de, o Cumhuriyetin değerlerinin korunması, bu 92 yaşındaki bilim insanına kalmıştı? Soruyu ilk bakışta haklı görenler, “Türk Gençliği” diye seslenilen gençliği, onu oluşturan değerler ve kurumlardan soyutlayarak ele alanlardır. Türkiye’de büyük çağdaşlaşma dönüşümünün önderi olan Mustafa Kemal, sanayii olmayan bir toplumun, bir yandan bu eksikliğini gidermeye çalışırken, öte yandan da bu boşluğu, aydınlanmacı gençler yetiştirecek laik eğitim seferberliği ile tamamlamaya çalışıyordu. Tevhidi Tedrisat, üniversite reformu, Atatürk’ün ölümünden sonra yaşama geçirilen ve kısa süre sonra da son verilen, Köy Enstitüleri, Tercüme Bürosu ve klasiklerin çevirileri hep bu çerçeve içinde ele alınmalıdır. ??? Laik çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin dinamiği, bu eğitimdi. Mustafa Kemal Atatürk, Milli Eğitim kadrosuna ve ruhuna inandığı ve güvendiği için Cumhuriyeti, onun eseri olan gençlere emanet ediyordu. Emanet ancak, o koşullar içinde bir anlam taşıyordu. Bütün yaşamı boyunca bu seçimin doğruluğunu kanıtlamış olan Muazzez İlmiye Çığ, laik eğitimin çağdaş toplum için önemini kavramış bir Atatürk genciydi. Ne var ki, aynı gerçeği karşı kamp da anlamış bulunmaktaydı ve onlar ilk fırsatta, Cumhuriyetin en can alıcı kalesine saldırıyla başlattılar karşıdevrimlerini; Milli Eğitim’in ruhunu söndürdüler, laikliğin içini boşalttılar, kadrolarını molla kafalılarla doldurdular. Milli Eğitim’in niteliği değişince artık emanetin de, bir anlamı kalmamış, daha doğrusu anlamı değişmişti. Cumhuriyet, genç yaşta ihtiyarlamaları, kafalarının örümcek bağlaması için, eğitimleri sırasında her çabanın gösterildiği kuşaklara değil, mesleği, cinsiyeti, yaşı ne olursa olsun, içindeki çağdaşlık ateşi sönmemiş, kafasındaki aydınlanma tutkusu solmamış o nüfus kâğıtları kıdemli gençlere emanet edilmiştir. Genç Cumhuriyet kızı, 92 yaşındaki Muazzez İlmiye Çığ, o emaneti onurla ve özenle taşıyacaklarını bir kez daha mahkeme kapısında kanıtladı herkese. Y TÖRE Nadi’nin mirası Cumhuriyet İstanbul Haber Servisi Yaşamı boyunca Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyet Devrimi’ni rehber alan Cumhuriyet Vakfı Başkanı, gazetemiz imtiyaz sahibi Berin Nadi’yi ölümünün 5.yıldönümünde saygı ve özlemle anıyoruz. Cumhuriyet devrimlerinin kararlı savunucusu Berin Nadi, tüm malvarlığını, Cumhuriyet gazetesinin bağımsızlığını koruyarak yayın yaşamını sürdürebilmesi için vakfa bağışlamıştı. Atatürk’ün yakın arkadaşı şair Celal Sahir Erozan’ın kızı, Nadir Nadi’nin sevgili eşi (yadigâr) Berin Nadi, Nadir Nadi’nin sağlığının bozulduğu yıllardan itibaren sorumluluğunu üstlendiği Cumhuriyet gazetesinin yaşatılabilmesi için olağanüstü çaba gösterdi. Berin Nadi, 1991’de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra Cumhuriyet gazetesinin imtiyaz sahibi oldu, Cumhuriyet Vakfı’nı kurdu. Malvarlığını Cumhuriyet gazetesinin bağımsızlığını koruyarak sürdürebilmesi için vakfa bağışladı. Berin Nadi 91 yaşında yaşama veda ederken, sorumluluklarını yerine getirmiş bir Cumhuriyet aydını kadınının iç huzuru içinde, sevdiklerinin yanına gitti. ‘BU GAZETE YAŞLANMAZ’ Gazetenin kuruluş yıldönümlerinde gerçekleştirilen törenlerde konuşan Berin Nadi, Cumhuriyetçileri sevgiyle selamlar, “Bu gazete Atatürk’ün gazetesidir, bu yüzden hiç yaşlanmaz’’ diye seslenirdi. Cumhuriyetin ilkelerinden ödün vermeyen Cumhuriyet gazetesinin yaşaması, inandığı yolda yürümesi, Berin Nadi için yaşamsal önemdeydi. Gazetesinin çizgisine ilişkin bir soruya ‘’Magazin gazetesi olacağına, kapanmasını tercih ederim’’ yanıtını vermişti. Berin Nadi, her zaman Atatürkçülere, Cumhuriyetçilere, Kuvayı Milliyecilere güvenirdi. Aydınlanma şehitlerimizden Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürüldüğü gün, kendisine düşüncelerini soran genç gazeteciye, “Atatürk’ün gençlerine güveniyorum’’ demişti. Berin Nadi, gazeteci eşinin “cesur olmaya mecbur olduğunu’’ vurgular, yaşadığı hayat icabı, cesur olduğunun altını çizerdi. Küçük yaşlardan itibaren Fransızca eğitimi alan Berin Nadi, Jean Paul Sartre ‘ın ‘’Kirli Eller’’ adlı eserini dilimize kazandırdı. ZORLUKLARA DİRENDİ Nadir Nadi’nin ölümünden sonra gazetenin iflasa sürüklendiği, yazarlarının uzaklaşmak zorunda kaldıkları dönemde ise Berin Nadi, İlhan Selçuk’la birlikte Cumhuriyet yazarlarını gazeteyi ayakta tutacak çalışmalar için direnmeye, bir arada tutmaya çalıştı. ‘Güneş rüzgâr bize yeter’ İstanbul Haber Servisi Küresel Eylem Grubu, dünyada son yıllarda artış gösteren küresel ısınma ve iklim değişikliklerine dikkat çekmek amacıyla Kadıköy’de “Küresel Isınmayı Durdurun” mitingi gerçekleştirdi. Dünyada 48 ülkede aynı anda yapılan eylemde, Türkiye’nin bir an önce Kyoto Protokolü’nü imzalaması istendi. Haydarpaşı Garı önünde toplanan ve aralarında Greenpeace, Yeşiller, Tükoder, Haydarpaşa İnisiyatifi üyelerinin bulunduğu çevreci topluluk, Kadıköy Başöğretmen Atatürk Meydanı’na kadar yürüdü. Grup, “Ne kömür, ne petrol ne de nükleer. Güneş, rüzgâr bize yeter”, “Dünyamız pişiyor”, “Kyoto’yu imzala”, “Nükleer yasaya karşı yürüyorum” yazılı döviz ve pankartları taşıyarak, “Kyoto imzalansın”, “Küreselleşmeye hayır” sloganları attı. Eyleme yangın tüpü alarak katılan Açık Radyo’dan yazar Ömer Madra, polisin bu tüpü ne amaçla aldığını sorması üzerine “Küresel yangın var. Onu söndürmek için aldım” yanıtını verdiğini söyledi. Madra, “Belki küçük bir tüple bu yangın sönmez ama birlikte olduğumuz zaman belki sesimizi duyurabiliriz. Yapılacak tek şey devletleri müdahaleye zorlamak” diye konuştu. Dünyanın 10 yıllık ömrü kaldığını anımsatan Madra, “Dünya 10 sene sonra başka bir gezegene dönüşecek. Denizler yükselecek, kıtalar azalacak” dedi. HARRAN ÖRNEĞİ... Türkiye’nin mutlaka sera gazlarının etkisinin azaltılmasını öngören Kyoto Sözleşmesi’ni imzalaması gerektiğini vurgulayan Madra, “Sigara içen ve kanser olan birine ‘Sen sigaradan kanser oldun’ diyemeyiz. Aynı şekilde son günlerde ülkemizde ve dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen felaketlere de küresel ısınma diyemeyiz. Ancak bunların hepsi sebep sonuç ilişkisi içerisinde oluyor. Hepsi birbirini tetikliyor. Kuraklığı ile bilinen Harran’da 75 yıl sonra sel oldu” diye konuştu. Sera gazlarının etkisinin azaltılmasını öngören Kyoto’yu dünyada 140’ın üzerinde ülkenin imzaladığını belirten Madra, “Büyük kirleticilerden Amerika ve Avustralya imzalamadı. İmzalamayan 810 ülkeden biri de Türkiye. Kyoto belki sonuç değil ama başlangıç olabilir” dedi. ilan renkli aklaşık on ay önce, bahçeye bakan salonda Oral Çalışlar’la birlikte oturmuş, Bülent Ecevit’le iki saati aşkın süre sohbet etmiştik... Salonun bahçeye açılan cam kapı ve pencerelerinden beyazlara bürünmüş ağaçlar gözüküyordu... Her zamanki gibi kibardı... Oral’la birlikte hazırladığımız dizi röportajın önemli tanıklarından birisiydi. Ecevit ve Süleyman Demirel’le konuşup, 1980 öncesinin o bilinen kanlı öyküsünü yazacaktık... Önce Rahşan Ecevit geldi salona, bir süre sonra da Bülent Ecevit... Ecevit yorgundu... Zor konuşuyordu... Yıllardır hiç karşı karşıya gelmemiştim... En son Cumhuriyet’in ahşap konağına gelmişti Rahşan Hanım’la birlikte. 1995 seçimleri öncesiydi. Cumhuriyet’in terasında iki saat boyunca konuşmuştuk arkadaşlarla birlikte... Yıllar çabuk geçiyordu... CHP’nin ‘‘demokratik sol hareketi’’ Karadeniz, Ege, Çukurova, Güneydoğu gezileri, 1977 öncesi Burdur’da, Niksar’da meydana gelen olaylar... Biraz daha gerilere gideyim... 12 Mart 1971 sonrası genel sekreterlikten istifa edip, yerine Şeref Bakşık’ın geçmesi, Mustafa Ok’un her toplantıda ‘‘Karaoğlanımız!’’ diye seslenişi... 12 Eylül 1980 darbesi... 1980 sonrası DSP’nin kurulması, benim Bülent Ecevit’i ‘‘bir bölen’’ diye eleştiri dozunu aşan yazılarım... Sabah uyandığımda televizyonu açtım. Çoğunlukla politikacılar konuşuyor... Beşaltı yıl önce Ecevit’i acımasız bir biçimde suçlayanlar, övgüler yağdırıyor Ecevit’e... Askeri darbelere, kısıtlayıcı kurallara karşı başkaldıran bir siyasetçi, gazeteci, şair, aydın 81 yaşında yaşama veda etmişti... O 1977 seçimleri öncesi, Taksim mitingi öncesi dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından suikast yapılacağı uyarısına karşın ‘‘Kimse benim halkımla buluşmamı engelleyemez’’ diyerek meydana girmişti... ??? Yazı masamın başında o günleri düşünüyorum... Zaman sanki bir denizin dalgalarından akıp gidiyor. Gök mavisi bir tutku ovalara yayılıyor. Güvercinler konuyor ahşap evlerin üstüne. Yankısız bir sabahta ürkek bir yazgının yemişlerini topluyor çocuklar... Kapı zincirleri, paslı ranzalar, hapislik günleri, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül askeri darbesi, faşizm, baskı, kitapların yakılıp insanların işkenceden geçirilip tutuklanması... Elimde sanki bir eski albümden çıkan soluk fotoğraflar var ve ben onlara bakıyorum... Bir eski gramofondan Ecevit’in bir şiiri yankılanıyor odanın içine: ‘‘ne ben sorayım seni/ne sen beni sor/soyunmuş seslerimiz tenden/boşlukta bir aşk örüyor Ses olmuş duygular/yaklaşır dalga dalga zamansız/ kavuşsa da seslerimiz birbirine/biz kavuşamayız’’ On ay önceye dönüyorum... Oran’daki sade döşenmiş, dört duvarı kütüphane olan salon... Bahçede beyaza bürünmüş ağaçlar... Ecevit’in sesi titrek... Sorularımıza verdiği yanıtları anlamakta güçlük çekiyoruz Oral’la birlikte... Özel Harp Dairesi’yle ilgili bir sorumuza şu yanıtı veriyor Ecevit: ‘‘Özel Harp Dairesi’ne ilişkin endişelerim, çok önemli bazı olayların ürünüdür. 1 Mayıs 1977 olayları, yine Süleyman Demirel’in bir mektubu nedeniyle mitinge katılmamamın istendiği ihbar mektubu, İzmir Çiğli’de olanlar, buna benzer birçok olay benim bu endişelerimi artırmıştı. Abdi İpekçi cinayeti sonrası olanlar da benzer endişelerimi artırmaktan başka sonuç vermedi.’’ Ecevit’e o gün şu soruyu yöneltmiştik: ‘‘Peki derin devlet nedir?’’ Ecevit: ‘‘Herkesin kendisine göre bir derin devlet tanımlaması vardır. Derin devlet, kontrgerilladır. Ben 1977’de de uyarılarda bulundum, daha sonraki yıllarda da. Cumhurbaşkanı’na kadar durumu ilettim.’’ ??? Bülent Ecevit 81 yaşında yaşama gözlerini yumdu... İzmir Çiğli’deki suikast olayında Ecevit’i izleyen gazeteciler arasındaydım. Burdur’da, Niksar’da yanındaydım, Taksim Meydanı’nda da... Yürekli bir devlet adamı, dürüst bir politikacı, aydın, gazeteci ve şairdi... Bir sonbahar sabahı, koyu karanlık bir yeşilin kurşun rengi bir gökyüzünün altında sözlerden arınmış düşçü gibi, soğuk bir ayazı yudumluyorum... Hüzünlüyüm!.. Umutsuz bir umutla ölmek insan yaşamının bir parçası... Çünkü Ecevit, ‘‘Bu düzen değişmelidir’’ diyen, ‘‘Toprak işleyenin, su kullananın’’ sloganını atan bir politikacıydı... Hiçbir düşü gerçek olmadı... hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle