29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 RAPORA GÖRE SUÇ ÖRGÜTLERİ ULUSLARARASI AĞ KURACAK KADAR ETKİN ÇALIŞIYOR C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ EKİM CUMA Türkiye göçmen köprüsü İLHAN TAŞCI ANKARA Yunanistan sahil güvenlik botlarının, mültecileri Türk karasularına ‘‘atması’’ gözlerin göçmen kaçakçılığına çevrilmesine neden oldu. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ‘‘göçmen kaçakçılığı’’na ilişkin raporuna göre, son 3 yılda 174 bin 875 göçmen yakalandı. Göçmenlerin, ekonomik, sosyal, siyasi ya da iş bulma ve iltica gibi amaçlarla ülkesini terk ettiği vurgulanan raporda, ‘‘Bu faaliyetler genellikle uluslararası düzeyde ağ kurmuş suç örgütleri tarafından yönlendirilmektedir’’ denildi. Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında köprü konumunun göç hareketlerinde etkili olduğuna işaret edildi. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi’nin göçmen kaçakçılığına ilişkin raporunda, göçün nedenleri, kaçakçılık suçunu işleyen örgütlerin yapılanması ve yöntemler ayrıntılı olarak irdelendi. İnsanların ekonomik, sosyal, siyasi, iş bulma ya da iltica gibi amaçlarla yaşadıkları ülkeleri terk ettikleri anımsatılan çalışmada, ‘‘Yaşamakta olduğu ülkeyi terk etmek isteyen kişilerin yasadışı faaliyetleri, günümüzde hem kaynak hem de hedef ülke olarak çok sayıda ülkeyi etkilemektedir. Bu faaliyetler genellikle uluslararası düzeyde ağ kurmuş suç örgütleri tarafından yönlendirilmektedir’’ denildi. Türkiye’nin göç hareketlerinde Avrupa, Asya, Ortadoğu ülkeleri ve bazı açılardan Afrika ülkeleri arasında köprü pozisyonunda olduğu belirtilen çalışmada, ‘‘Bu nedenle, Orta Asya ve Ortadoğu ülkelerinden gelişmiş, zengin, demokratik ve insan haklarına saygılı ülkelere yönelik gerçekleştirilen göçmen kaçakçılığına güzergâh olarak en elverişli ülkelerden birisi konumundadır. Ülkemiz her yönüyle DoğuBatı arasında köprü olmakla beraber, kaynak, transit ve hedef özelliklerinin görüldüğü bir ülke durumundadır’’ değerlendirmesi yapıldı. Ortadoğu, Asya ve hatta Afrika ülkelerinden deniz, hava ve karayoluyla Türkiye’ye kaçak yoldan gelen yabancıların, göçmen kaçakçılığı organizasyonları aracılığıyla Yunanistan, İtalya, Almanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerine yöneldikleri kaydedildi. Suç örgütlerinin teknolojiyi yakından izlediği saptaması yapılan raporda, teknoloji olanaklarından yararlanarak kendi aralarında uluslararası haberleşmeyi sağlayıp çeşitli yöntemlerle bulundukları ülkede barınma, gizlenme ve geçişleri koordine ettiklerine işaret edildi. YASADIŞI GÖÇ Göçmenlerin özellikle Doğu ve Güneydoğu illerine yasadışı yoldan girişlerinin sağlandığı anlatılan çalışmada, bu illerde daha önceden kiralanan evlerde bir süre barındıktan sonra otobüs ve kamyonlarla Akdeniz ve Ege kıyı bölgelerindeki illere nakledildikleri vurgulandı. Yasadışı göçün özellikle küçük botlarla Yunanistan ya da büyük gemilerle İtalya sahillerine sürdüğü, oradan da Avrupa’da son bulduğu kaydedildi. Kara sınır kapılarından ise Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarına geçişlerin sağlandığı ve kaçak göçmenlerin yasadışı geçişlerde özellikle kamyon, TIR ya da karavan tipi araçların gizli bölmelerine saklandıkları veya para karşılığında temin edilen pasaportla gittikleri vurgulandı. Emniyetin verilerine göre, 2003 yılında 56 bin 219, 2004 yılında 61 bin 228, 2005 yılında ise 57 bin 428 olmak üzere toplam 174 bin 875 kaçak yakalandı. Aynı dönemde yaklaşık 3 bin kişi hakkında da kaçakçılık organizatörlüğünden işlem yapıldı. İsmet Sungurbey’in Ardından zaa’’ yerine de ‘‘danışıklı işlem’’ dedi. Ve medeni hukukta, giderek hukukta eski dilin üstüne yürüdü. Hepimiz de katıldık... Sungurbey yeniliğe, giderek devrime de açıktı. Cumhuriyet devrimine saygısını sürdürdü. Geriye savrulmaların karşısında hep oldu... 27 Mayıs’ı sevinçle karşıladı ve daha da ilginç olanı, 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi kurulduğunda, gitti partiye girdi ve görev aldı. Bu ilericilikten yana oluş, geçmiş yüzyıllara bakarken de kendisini de gösteriyordu: Doğan Hızlan ile Konur Ertop, Eti Yayınevi’ni kurduklarında bastırdıkları, Şeyh Bedrettin’in, Varidat’ını çeviri ve açıklaması ileveren Abdülbaki Gölpınarlı ise, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin de İsmet Hoca’nın kalemindendi. Onlara, vaktiyle padişahların önünde verilen tartışmalı dersleri içine alan Huzur Dersleri’ni de ekleyiniz. Sungurbey’in hukuk ve tarihçi dünyasının boyutlarını, işte bunlar yansıtıyor. Bitmedi... ? İsmet Hoca’nın 1990’ların başlarında yayımladığı bir eseri hepimizi uyandırdı. 600 küsur sayfalık bu dev kitap Hayvan Hakları adını taşıyor ve yeni bir davaya çağırıyordu bizleri. Hukuk, tarih ve edebiyatın iç içe sunulduğu bu eserin adına bir alt başlık da düşmüş, ‘‘Bir İnsanlık Kitabı’ diyordu Sungurbey. Kitabı sunarken, ‘‘Hayvan sevgisi, uygarlığın göstergesidir; hayvanları koruma, insanlığımızın mihenk taşıdır’’ diyerek, insan olmamızın boyutlarını çiziyor ve sorumluluğumuzu da gösteriyordu. Ama bunlarla da yetinmedi İsmet Hoca. Bir Hayvanları Koruma Yasası’nın çıkmasında önayak olurken, yıllar boyunca, her sabahın köründe, Yedikule’den Aksaray’a, oradan Beyazıt’a sırtlanarak, kedilere ve köpeklere yiyecek götürüp doyurdu onları. İnsanlara bir örnek oldu. Özetle, yalnız bilgin değil, bir bilge olarak da yaşadı İsmet Hoca. Hiç unutulmayacak. Nur içinde yatsın! T E mniyet Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan rapora göre DoğuBatı köprüsü konumundaki Türkiye göçmenlerin önemli geçiş alanlarından biri. Emniyet kayıtlarına göre son üç yılda 175 bin kaçak yakalandı. Ankara’dan Atina’ya göçmen notası ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye, Yunanistan’a Türk karasularına bıraktığı mültecilerle ilgili olarak ‘‘nota’’ verdi. Ankara’nın Atina yönetiminin bu tutumunu Birleşmiş Milletler’in (BM) ilgili birimlerine de daimi temsilcilik aracılığıyla resmi olarak taşıdığı öğrenildi. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Türk karasularına mültecileri bırakan Yunanistan, Ankara’nın tepkisini çekti. Türk Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan’na nota ile ‘‘bu tutumundan vazgeçmesi uyarısı’’ yaptı. Notada Yunanistan’ın bu yöndeki olayları artırdığı belirtilerek son vermesi istendi. Bunun yanı sıra Ankara’nın Atina’nın tutumunu BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne de şikâyet ettiği öğrenildi. Ankara’nın bu kapsamda uluslararası toplantılarda da konuyu gündeme taşıyacağı öğrenildi. İzmir Barosu avukatlarından Noyan Özkan da konuyla ilgili soruşturma başlatılması istemiyle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvurdu. ‘HEP YAPIYORLAR’ Konuya ilişkin bilgi veren üst düzey bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi de Yunanistan’ın bu tür davranışları tüm uyarılara karşın uzun süreden bu yana sürdürdüğünü söyledi. Yetkili, ‘‘Yunanistan’ın bu türden hareketleri artık sınırı aştı. Türkiye bu konuyu uluslararası platformlarda gündeme getirecektir’’ diye konuştu. Talabani’nin ‘siyasi’ planı KYB lideri, Kürt devletinin kuruluş aşamasında PKK’nin sorun olmasını istemiyor ve siyasi sığınma hakkının altyapısını hazırlıyor. Öcalan’ın cezaevinden yaptığı açıklamalar da Talabani’nin yürüttüğü politikalarla örtüşüyor. Washington’daki Uluslararası Stratejik Etütler Merkezi’nde (CSIS) PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığına son vermenin yolunun siyasi diyalogdan geçtiğini, soruna askeri çözüm bulunmasının imkânsız olduğunu söylemesi de planı deşifre ediyor. KYBKDP işbirliğiyle yürütülen siyasallaşmış örgüt hedefinin altyapısı hazırlanırken ABD, PKK koordinatörü olarak emekli asker Joseph Ralston’u görevlendiriyor. Talabani, ABD, Türkiye ve Irak arasında koordinatör tartışmalarının netleştirilemediği bir dönemde Amerika gezisini planlıyor. Ancak geziden önce PKK’lilerin geleceğini garanti altına almayı yeğliyor! KYB lideri, 24 Eylül günü kendisi ve Barzani’nin onayladığı Kürdistan Bölge Anayasa Taslağı’nın Kürt parlamentosuna sunulmasını sağlıyor. Ancak taslakta, PKK’lilerin iade edilmesini de engelleyecek bir maddenin bulunduğu ortaya çıkıyor. Bu madde örgüt üyelerine siyasi sığınma verileceğine ilişkin hazırlığa bir başka kanıt oluyor. TEHDİT VE DAYATMA Geriye Türkiye’nin ikna edilmesi kalıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Amerika’da olduğu bir dönemde, Başbakan Erdoğan’ın 2 Ekim’de ABD Başkanı Bush’la görüşmesi öncesinde Talabani apar topar Washington’a gidiyor. Talabani, 26 Eylül’de Newsweek dergisine verdiği demeçte, PKK’yi saldırılarını durdurması için ikna ettiklerini ve örgütün birkaç gün içinde ateşkes ilan edeceğini ileri sürerek Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalmaya çalışıyor. Ne var ki bu açıklamaya Türk tarafı ‘‘PKK için Talabani’nin aracılığına ihtiyaç yok” yanıtını veriyor. KYB lideri, bir gün sonra ABD kamu radyosu NPR’ye verdiği demeçte tavrını değiştiriyor, Türkiye’nin yanı sıra İran ve Suriye’yi de Irak’ın içişlerine müdahale etmekle suçluyor. Üstelik, ‘‘Buna son verilmeli, aksine aynı şekilde karşılık verir, o ülkelerdeki muhalif güçleri destekleriz’’ diye tehditler savurmaktan çekinmiyor. Oysa Talabani’nin tehdit ettiği üç ülkenin PKK teröründen kaynaklanan haklı gerekçeleri olduğunu tüm dünya kabul ediyor. Türkiye’nin terör eylemlerini durdurmayan PKK’ye karşı Irak topraklarında operasyon yapması Talabani’yi öfkelendiriyor. PKK’ye bağlı PJAK militanları İran’ı karıştırınca Tahran yönetimi Kürt topraklarını bombalıyor, KYP lideri çaresiz kalıyor. Örgüt PYD adlı partisiyle de Suriye’de huzursuzluk çıkarırken baba oğul Talabaniler, Suriye’yi Kürtlere vatandaşlık vermediği için tehdit ediyor. Talabani’nin PKK’nin ateşkesiyle ilgili sözlerine Abdullah Öcalan yanıt vermekte gecikmiyor. Öcalan, İmralı’da avukatlarıyla görüşürken örgüte silah bırakma çağrısı yapıyor. Bu çağrının Kandil Dağı’nda da kısa sürede olumlu yanıt bulması bekleniyor. Ancak daha önceki 4 ateşkes kararı gibi olası bu kararın da aslında siyasi çözüme yönelik bir dayatmayı içereceğine şimdiden dikkat çekmek gerekiyor. Talabani, PKK’nin, Türkiye, İran ve Suriye’den sonra Irak’ın başına da bela olmasını istemiyor, Kuzey’de Kürt devletinin kuruluşu aşamasında Türkiye ve İran’ın Kandil’e sıkıştırdığı militanların sorun çıkarmasından ciddi endişeler duyuyor. Aslında tüm bunların ötesinde Talabani, PKK’yi siyasi çözüme çekerek, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de Kürtler konusunda tek başına söz sahibi olmaya da çalışıyor. oplumca büyük bir kayba uğradık. Profesör İsmet Sungurbey öldü. Onu sonsuzluğa uğurlamamızın ardından, gazetelerde, kaybımızı ölçüye vuran önemli yazılar okuyoruz. Biz de, bir yarım yüzyılı aşan bir öğrenciliğin, giderek bir dostluğun arkasından belleğimizi yoklayacağız... ? 1953 sonbaharında bir gün, gazetemizde yazılarını zevkle okuduğumuz dostum Aydın Aybay ve ben, ellerimizde diplomalarımız ve dilekçelerimiz, İstanbul Üniversitesi’nin ünlü binasından girip, üçüncü katında İstanbul Hukuk Fakültesi’ne asistan olmak için başvurularımızı verdik. Bir süre sonra, isteklerimiz kabul edilince, kariyer mesleğine ilk adımımızı atıyorduk. Mukayeseli Hukuk Enstitüsü’nde odalarımıza yerleştikten sonra, orada, talihimize bakınız, ilk gördüğümüz İsmet Sungurbey oldu. Görür görmez de kaynaştık ve sürdü... Aynı enstitüde çalışan Sungurbey, birkaç yıllık kıdemi olan bir asistandı. Ancak, çok geçmeden fark ettik, fakültede büyük bir şöhrete sahipti ve profesörler katında da saygı görüyordu. Kariyerde yükselirken onun apayrılığı da sürdü. Konusu olan medeni hukukta, Alman bilim dünyasının derinliklerine köklerini salmıştı. Türk medeni hukuku da, gelişmesinde bundan çok yararlandı; Yargıtay’ın içtihatlarını etkiledi. Ama Batı hukukunu etkilediğini de gördük: İsviçre’nin ünlü ‘Bern Şerhi’ne görüşleriyle geçti İsmet Hoca. Onun kültüründe yalnız Batı hukuku değil, eski hukukumuzda, özellikle vakıflarda da derinleşmesi oldu: Eski Vakıfların Temel Kitabı, bunun ürünüdür. Sungurbey, hukukun diliyle de ilgilendi. 50’lerin başlarında, Demokrat Parti, ‘‘Anayasa’’nın yerine, eski metni, ‘‘Teşkilatı Esasiye Kanunu’’nu yürürlüğe sokmuştu. Ama öte yandan, Nurullah Ataç, Türkçede, ileriye dönük bir rüzgâr estiriyordu. İsmet Hoca da bu çığıra katıldı: Örneğin ‘‘Müruru zaman’’a karşılık ‘‘zamanaşımı’’; ‘‘muva MEHMET FARAÇ Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’nin önce PKK’yi ateşkese ikna edeceğini söylemesi, daha sonra da Türkiye’yi tehdit eden açıklamalarının ardında ezeli ve ince bir ‘‘siyasi plan’’ bulunuyor. Öteden beri PKK sorununu politik yöntemlerle çözme yandaşı olan KYB lideri, Kürt devletinin kuruluş aşamasında örgütün sorun olmasını istemiyor, militanlara siyasi sığınma hakkı verilmesinin altyapısını hazırlamaya çalışıyor. Talabani’nin, KDP lideri Mesud Barzani ile birlikte yıllardır ‘‘tek çözüm’’ olarak dayattığı bu plan adım adım nasıl uygulanıyor: Bu hedefin altyapısını Kürdistan yönetiminin ABD temsilcisi olan Talabani’nin oğlu Kubat yürütüyor. Kubat Talabani’nin ocak ayında Tarihi olayların raporda yeri yok ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurul oturumunda kabul edilen ağır koşullu Türkiye Raporu’na AP üyeleri tepki gösterdi. Cumhuriyet’e konuşan TürkiyeAB Karma Parlamentosu Komisyonu Eşbaşkanı Hollandalı üye Joost Lagendijk, raporda Pontuslu Rum ve Süryanilere yönelik ifadelerin yer almasından rahatsız olduğunu belirtti. Bu yöndeki tarihsel konuların AP raporlarında ele alınarak siyasi bir mesele haline getirilmesinin hiç kimseye fayda sağlamayacağını söyleyen Lagendijk, Yeşillerin bu ifadelerin çıkarılması yönündeki önergesinin reddedildiğini belirtti. Bu gibi meselelere yönelik olarak ‘‘Pandora’nın kutusunun’’ açılmaması gerektiğini söyleyen Lagendijk, aksi takdirde son yüzyılda gerçekleşen tüm tarihi olayların raporlara girebileceğini ifade etti. Lagendijk, Yeşillerin; Pontus ve Süryanilerle ilgili ifadeler, AB’nin KKTC’ye yönelik yükümlülükleri için güçlü çağrının yapılmamış olması ve Türkiye’nin limanlarını Güney Kıbrıs’a açmaması durumunda müzakerelerin askıya alınmasına yönelik maddelerden rahatsız olduğunu söyledi. AP Liberal Parti Grup Başkanı Graham Watson da, raporun övgü ve eleştiri unsurlarını dengelemekten uzak olduğunu belirterek AB’nin Türkiye’ye anlayışlı yaklaşması gerektiğini ifade etti. ‘‘Türkiye’nin modernleşme sürecinde yaşadığı zorlukları anlamalıyız’’ diyen Watson, AB’nin KKTC’nin tecridi konusunda çok daha aktif olması gerektiğini belirtti. Radikal Partili üye İtalyan Marco Cappato, raporu sert bir dille eleştirdi. Bu raporla AB’nin kapılarını Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerine kapattığını söyleyen Cappato, raporun Türkiye’nin AB ile birleşme sürecini hızlandırması gerekirken AnkaraBrüksel arasında yeni seçenekler getirdiğini ifade etti. B ush, önceki günkü konuğu Erdoğan’ı, “İyi bir arkadaş ve barış adamı” olarak tanımlamış. Dünya padişahından böylesine övücü sözler duymak için, AnkaraWashington arasındaki onca yolu iki günlük bir gezi için de olsa, göze almak,Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın karnesini “yıldızlı pekiyi”lerle mi dolduracak? İktidar yanlılarına bakılırsa , Başbakan’ın son gezisi ile TürkiyeABD ilişkileri “eskisinden daha güçlü” hale gelecektir. Çünkü Oval Ofis’te olağanüstü bir görüşmenin gerçekleştiği “ortak kanaat”tir.! Yani, sadece bizim taraf değil, ABD’li diplomatlar da böyle düşünmektedirler! İktidar yanlısı gazetenin çizip, kamuoyuna mal etmeye çabaladığı bu pembe tabloyu, Beyaz Saray’ın düşüncelerini, daha hazırlık aşamasındayken bile öğrenecek kadar deneyim ve beceri sahibi olan Yasemin Çongar dünkü yazısında adeta karalıyordu. Benim, her pazartesi “Acaba ABD diplomasisi ne düşünüyor?” sorularımın yanıtlarını bulmak amacıyla dikkatle okuduğum Çongar’a göre de “Erdoğan’ın ABD’ye gelirken yaptığı açıklamalar zirveyi PKK’ye endekslemiş”ti; ama “bu kapsamda somut sonuç alınmadığı” ve “ABD’nin bilinen sözleri yinelemenin ötesine geçmediği izlenimi Beyaz Saray görüşmesini kayıtlara talihsiz’’ bir DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Başkanın Kırmızı Çizgileri Irak sınırında Amerikan güçleri daha etkin önlem almalı dileğini iletmedi mi? PKK’ye lojistik destek sağlayan Kürt gruplardan söz edilmedi mi? Yine dünkü gazetelerin yazdığına göre, Erdoğan ABD Başkanı’nın vicdanını bu konuda harekete geçirmek için elinden geleni ardına da koymayarak, o kadar bastırmış olmalı ki Irak’ta ölen ABD askerlerinden sonra, o topraklarda en fazla kayıp veren ülkenin Türkiye olduğunu da anlatmaya çalıştı. Kendi evlatlarının ‘Büyük Ortadoğu İmparatorluğu’nun oluşması ve petrol için Mezopotamya topraklarında öldüğünü düşünerek teselli bulan ABD Başkanı, ekmek parası uğruna, o askerlerin lojistik ihtiyaçlarını sağlamak için evlerinden ayrılmış vatandaşlarımızın akıbetini tepkisiz bir şekilde dinlemiş!. Öylece, Başbakan, çoğu kez adeta Oval Ofis’in duvarlarına konuşmuş oldu. Ve Türkiye, ABD Başkanı’na söylediklerinin, bu ülkenin görevli diplomatları tarafından not edilmiş olması ile yetinmek zorunda kaldı. buluşma olarak geçirmiştir. Dedim ya. Bu kapkara tablonun, Erdoğan’ın Çankaya yolculuğunu önlemek amacıyla oluşturulduğunu iddia edecekler elbette salvo atışlarını sürdüreceklerdir. O arada, önceki gün 1 saat olarak planlanmış olan BushErdoğan görüşmesinin kırk dakika daha uzatılmış olmasından başlayarak, Başkan’ın, Dünya Bankası’nda çalışan Bilal Erdoğan’ı sormakla yetinmeyerek, “Ona sorduğumu iletin” bile dediğini de manşet üstü başlıklarına taşıyacaklardır. Ama, Başbakan’ın, ABD Başkanı’na PKK’li teröristlerin üzerinden ABD silahları çıktığını söyleyerek, bu konuda bazı taleplerde bulunması karşısında ev sahibinin niçin suskun kaldığının yanıtını veremeyeceklerdir. Sadece bu mu yanıtı alınamayan istekler? Erdoğan, Türkiye’nin ABD ve Irak’a ne zamandan beri terörist liderleri için verdiği “bunlar geri verilsin” listesinin akıbetinden de habersiz olduğumuzu söylemedi mi? Türkiye Benzer bir Bush vurdum duymazlığının, Kıbrıs üstündeki konuşmalar sırasında geçtiği anlaşılıyor. Görüşme sonrasındaki açıklaması sırasında, gazeteciler Erdoğan’a Kıbrıs konusunda ABD Başkanı’ndan talepleri olup olmadığını soruyorlar. Başbakan “Kıbrıs’ı da konuştuk” deyince, ev sahibi sadece tek kelime söylemekle yetiniyor: “Correct” diyor ve kafasını sallıyor. Oysa bizim Dışişlerimizin Başbakan’a, ABD Başkanı’na iletmesi için verdiği notlar, “Stratejik Ortak Vizyon Belgesi”nde yazılmış olanları içermiyor mu? Soruna BM gözetimi altında adil ve kalıcı, kapsamlı ve karşılıklı kabul edilebilecek bir çözüm sağlanmasının desteklenmesi ve bu bağlamda Kıbrıs Türklerinin izolasyonunun kaldırılması için Ankara ve Washington kâğıt üzerinde olsun anlaşmamışlar mıydı? Anlaşılan bu da, tıpkı PKK terörü gibi Beyaz Saray’ın “kırmızı çizgileri” içine girdiği için, ev sahibi arada bir başını sallayıp konuğunu dinlemekle yetinmiş. Bu yüzdendir ki, dünkü gazeteler çoğunlukla Oval Ofis görüşmesi için o, “talihsiz” ya da “şaşırtıcı” tanımlamalarını kullanmış olmalılar. Erdoğan, yine de memnun olmalı. Öyle anlaşılıyor ki, o ünlü danışmanının tavsiyesi Beyaz Saray’da kabul görmüş ve “iyi bir arkadaş”ın, süpürgelikten atılma tehlikesi ertelenmiş. Türkiye AB’yi her açıdan zorlar Dış Haberler Servisi Alman Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Sekreteri Markus Söder, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinin Avrupa’yı her açıdan zorlayacağını savundu. Söder, Başbakan Angela Merkel’ in 56 Ekim’de Türkiye’ye yapacağı ziyaret öncesinde Rheinische Post gazetesine verdiği demeçte, ‘‘Türkiye bizim için önemli bir stratejik ortak, ancak AB üyeliğini yanlış buluyoruz. Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa’yı her açıdan zorlar’’ dedi. Türkiye’deki reform sürecinin aksadığını savunan Söder, ‘‘Türkiye’de aksayan reform süreci ve Kıbrıs konusundaki uzlaşmaz tutum, Türkiye’nin Avrupa’ya bağlanmasının AB üyeliği üzerinden olamayacağının bir göstergesi’’ diye konuştu. Papa’nın İslamiyet ile ilgili sözlerine Türkiye’den ‘‘saldırgan tepkilerin’’ geldiğini öne süren Söder, bunun da Türkiye’deki inançla Batılı Hıristiyan değerler arasında çok büyük bir kültürel farkın olduğunu ortaya koyduğunu iddia etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle