28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 ULUSLARARASI FRANKFURT KİTAP FUARI C kültür EKİM’DE AÇILDI EKİM CUMA Türkiye Yayıncılar Birliği fuarda Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı 8 Ekim’e 58. kadar ziyaret edilebilir. Fuarda ülkemiz yayıncılığı, Yapı ve Kredi Bankası’nın ana sponsorluğunda ve 260 yayınevinin katılım ve desteğiyle, Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından temsil edilecek. Birliğin standı fuarın bu yılki konuk ülkesi Hindistan’ın standının yanındaki alanda ( 6.0 Halle D 905) kurulacak. KATALOG TÜRKÇE VE İNGİLİZCE Türkiye Yayıncılar Birliği’nin amacı, fuar süresince, ülkemiz yayıncılığının kapsamlı tanıtımını yapmak, edebiyat sanat kültür alanlarında ürünlerimizi sergilemek, yazarlarımızı tanıtmak ve uluslararası yayıncılık alanına Türk yazarlarının kitaplarının pazarlanmasına olanak sağlamak. Türkiye Yayıncılar Birliği standında bu yıl, yayınevlerimizin 2005 2006 yıllarında yayımlamış oldukları Türk yazar, düşünür ve sanatçılarımızın kitapları ile Türk yazarlarının yabancı dillere çevrilerek yayımlanmış kitapları sergilenecek. Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan, Türkiye’deki yayıncıların tanıtıldığı ‘Türkiye Yayıncılar Kataloğu 2006’ (Turkish Publishers Catalogue 2006) ziyaretçilere dağıtılacak. Fuarda ayrıca, çağdaş Türk yazarlarının yapıtları öne çıkarılarak yayın haklarının satışına yönelik çalışmalar yapılacak. Yazarlarımızın yapıtlarının yabancı dillere çevrilerek yayımlanmasını sağlamak amacıyla da diğer yayınevleriyle ilişkiler kurulacak. Birlik başkanı ve genel sekreteri ise, Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin Genel Kurul çalışmalarına, düşünce açıklama ve yayınlama özgürlüğü, telif hakları ve korsan yayın, edebiyat ve kitap politikaları konulu komisyon toplantılarına ve yayıncılık sektörünün güncel sorunlarıyla ilgili çalışmalara katılacaklar. Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Enver Ercan ile Uluslararası PEN Kulüpleri Federasyonu Türkiye Merkezi Başkanı Vecdi Sayar da fuar süresince Türkiye Yayıncılar Birliği standında bulunarak çalışmalara katılacaklar. Fuarda, TÜYAP ile Türkiye Yayıncılar Birliği’nin birlikte düzenlediği İstanbul Kitap Fuarı’nın tanıtımı da yapılacak. LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Bush da Okul Basardı Eğer tür ‘‘homegrown’’ bireysel terör karşısında ne yapabiliyor? Benim açımdan bu sorunun bir yanıtı yok. ‘‘Dış kaynaklı’’ terörle, teröristi kategorilendirerek başa çıkmaya çabalayan ABD, özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında oluşturduğu ‘‘İslamcı’’ kategorisiyle olguyu sözüm ona tanımlayabildi. Peki, ne mutlu ki yaralanmalarla atlatılan ancak gerçekleşmesi halinde çok sayıda insanın yaşamına mal olabilecek ‘‘domestic’’ terör örneği bu okul baskınlarının eylemcilerini nasıl tanımlıyor ABD? Onları da dini bir kategorilendirmenin içine koyabiliyor mu? Şimdi bir Filistinli, Iraklı, Lübnanlı bu okul baskınını yapanları birer fanatik Hıristiyan olarak değerlendirse, Bush buna ne yanıt verirdi? Yirmi beş yıl önce gerçekleşmiş bir toplu intiharın sorumlusu Jim Jones’u anımsayan vardır herhalde. Halkın Tapınağı adlı bir Hıristiyan mezhebinin lideriydi Jones. Müritleriyle birlikte zehir içerek öldü. Ölen müritlerinin sayısı yüz elliyi buluyordu. Bir ‘‘dini cinnet’’ olmasına karşın, olguyu inceleyen sosyologlar, psikologlar, suçbilimciler bu toplu intiharı doğrudan doğruya Hıristiyan dinine bağlamadılar. Doğrusu da buydu. Dini emirlerden kendisine ‘‘görev’’ çıkaranların, adına hareket ettikleri dinle bir ilgileri genellikle bulunmamaktadır. Söylemleri ‘‘dini’’ olsa bile böyledir bu. ??? ‘‘Dış kaynaklı terör’’le mücadelede oluşturduğu kategorilendirme Bush’un işine yarıyor. Okul basarak toplumun canını yakan en acıtıcı tarafı bulan saldırgan ile Bush’un tavrı birbirinden çok ayrı değildir. Bush’da terörün kökünü kazımak için Irak’ta içinde düğün yapılan bir evi bombalayabiliyor. Afganistan’da yanlışlıkla oldu denilen hastane bombalamaları gerçekleştirebiliyor. En son Irak’ta bir okulun bahçesine yine yanlışlıkla (!) bomba atabiliyor. Eğer Bush bir devlet başkanı olmasaydı, bugün tüm bunları yapmasına yol açan gerekçelerle, o okul basan saldırganlardan biri olabilirdi. O saldırganlar içinde bulundukları durumlarından sorumlu tuttukları topluma acı çektirmenin yolunu eline silah alıp okul basmakla buldular. Bush’un devlet başkanı olarak yaptığı çok mu farklı? O da terör kaynağı olarak ‘‘kategorilendirdiği’’ bir dinin mensuplarına acı çektirmenin yolunu ya Papa’yı konuşturarak ya da Medeniyetler Çatışması’nın hedefi yaparak buluyor. Okul basan ‘‘meczup’’ ile Bush’un akıl ortaklıkları budur. ‘Türkiye’nin temsilcisi biziz’ Ö nceki yıllarda ülkemizi Frankfurt Kitap Fuarı’ında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle Türkiye Yayıncılar Birliği temsil ediyordu. Ancak bu yıl Bakanlık, bu görevi Türkiye Yayıncılar Birliği yerine Basın Yayın Birliği’ne verdi. Bu konuyu ve Yayıncılar Birliği’nin Frankfurt Kitap Fuarı’na nasıl katıldığını sorduğumuz Türkiye Yayıncılar Birliği Koordinatörü Akın Dirik şu açıklamayı yaptı: ‘Frankfurt Kitap Fuarı’nı düzenleyen Alman Yayıncılar Birliği, fuara katılımın, bakanlıklar ile değil de, o ülkenin yayıncılar birliği ile olmasını istiyor. İran gibi birkaç ülke dışında hemen hemen her ülke de yayıncılar birlikleri ile katılıyor. Ayrıca, 260 yayıncı üyeli Türkiye Yayıncılar Birliği, Uluslararası Yayıncılar Birliği üyesidir, yani öteden beri yurtdışında ülkemizi temsil etmektedir.’’ Brecht yaşadı mı sahi? EMRE ERDEM Dünya görüşü, geliştirdiği epik tiyatro biçemi, yazma/sahneleme tekniği, oyunculuk ve estetik anlayışı, eğlendirirken düşündürmesi, edilgen değil etken izleyici kavramını ortaya koymasıyla yirminci yüzyıl tiyat rosunda bir devrim Brecht. Goethe, Schiller gibi Alman tiyatrosunun temel öğelerinden biri. Tiyatro yazarı, kuramcı, yönetmen Brecht, ölümünün ellinci yılında anılıyor. Seçkin tiyatrobilimcilerimizden Prof. Dr. Sevda Şener, Brecht Tiyatrosu’nun açtığı çığırı şöyle özetliyor: ‘‘...Yirminci yüzyıl tiyatro düşüncesi en cüretli atılımını epik tiyatro kuramı ile yapmıştır. Tıpkı bir zamanlar klasik kuralların sona erdirilişi gibi, Avrupa tiyatrosuna egemen olan dram anlayışı kökünden sarsılmıştır. Dramatik tiyatro, ince kurgu tekniği ile, seyircide uyandırdığı illüzyon ile, geleneksel zevk ve yarar ilkesi ile yadsınmış, yerine seyirci ile yepyeni bir ilişki kurmayı amaçlayan farklı bir tiyatro anlayışı getirmiştir.’’ Alman edebiyat dergisi Bücher Magazine’in altıaltmış beş yaş arası 1084 kişiyle yaptığı ankete göre Brecht’in kurduğu Berliner Ensemble’yi kadınların yüzde 9’u, erkeklerin yüzde 6’sı tanıyor. Konrad Lischka ve Marcus Römer’in hazırladığı Brecht dosyasına göre Almanların yüzde 42’si Brecht’in hiçbir yapıtını okumamış. Bu yıl ve bir önceki yıl ise toplam yüzde 2’lik bir azınlık, Brecht’in herhangi bir yapıtını okumuş. ‘‘Brecht’in ilk kez hangi oyununu okudunuz? En son hangi oyunlarını okudunuz? Günümüzde Brecht neden okunmalı ya da okunmamalıdır?’’ soruları yöneltilen ünlülerden bazılarının yanıtları şöyle: FPD (Bağımsız Demokrat Parti) Genel Sekreteri Dirk Nebel: ‘‘Galile’nin Yaşamı, okulda okudum/Üç Kuruşluk Opera’yı izledim/Brecht’in izleklerinin zaman sınırı yoktur.’’ Ünlü edebiyat eleştirmeni Marcel ReichRanicki: ‘‘Oyunlarını okumadan önce plaklarını dinledim. Üç Kuruşluk Opera ve Mahagony Kenti adlı oyunlarının şarkıları../ En büyük Alman lirik yazarıdır, kesinlikle okunmalıdır.’’ Politikacı Oskar Lafonten ise insanlığa kapitalizmin etkilerini göstermesinden dolayı Brecht’in günümüzde de okunmasını destekliyor. Hangi eyalette, ilçede ya da kasabada yapıldığı açıklanmayan anketin sonucunu DAN (Alman Haber Ajansı), ‘‘Brecht’in yapıtları az okunuyor’’ başlığıyla duyururken Brecht emekçileri onu unutmuyor. 12 Ağustos gecesi Berliner Ensemble’de düzenlenen galada Claus Peymann, Gisela May, George Tabori, Milva, Kathe Reichel, Walter Schmidinger, Katharina Thalbach, Thomas Thieme, Angela Winkler, Hermann Beil, Wolf Biermann, Georgette Dee mit Terry Truck, Dominique Horwitz, Alice ve Ellen Kessler’le bir araya gelen yıldızlar topluluğu, Brecht’in oyunlarından örnekler sunuyor. Geçen günlerde Prof. Zeliha Berksoy’un girişimi; Brecht’in asistanı, uzun yıllar Berliner Ensemble’nin genel sanat yönetmenliğini yapan Manfred Wekwerth, aynı tiyatronun 40 yıllık oyuncusu olan eşi Renate Richter ve Fred Syman’ın katılımı; Goethe Ensti tüsü ve Mimar Sinan Üniversitesi’nin katkılarıyla Brecht’in anısına bir çalıştay ve okumalı konser gecesi yapıldı. Ancak ödenekli tiyatroların repertuvarında Brecht yok; Brecht’i tanıtmayı görev edinmiş Dostlar Tiyatrosu ve AST gibi özerk tiyatrolar ise kısıtlı (ve bu yıl ödenekten yoksun) bütçeleriyle nasıl geniş kadrolu bir Brecht klasiği sahnelesinler?! Türkiye Frankfurt’un konuk ülkesi ANKARA (AA) Türkiye’nin 2008 Frankfurt Kitap Fuarı’na konuk ülke olmasına ilişkin protokol, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile Frankfurt Kitap Fuarı Yönetmeni Juergen Boos arasında imzalandı. Türkiye’nin AB’ye katılması için başlatılan görüşme sürecinin kültürel ve sanatsal zenginliklerin yurtdışında tanıtılması için yeni bir atılım fırsatı verdiğini belirten Koç, fuarda uygulanacak ‘Konuk ülke Türkiye’ tasarısının bir boyutunu ‘UNESCO 2007 Mevlana Yılı’, diğer boyutunu da ‘2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’ izleklerinin oluşturacağını söyledi. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eckart Cuntz da konuşmasında, Türkiye’nin Frankfurt Kitap Fuarı’nda konuk ülke olmasının Almanya ile Türkiye arasında gerçekleşecek bir dizi etkinliğin başlangıcı olduğunu belirterek, Türkiye’nin konuk ülke olmasının AB’de büyük bir ilgi uyandıracağını bildirdi. KÜLTÜRLER ARASI DİYALOG Frankfurt Kitap Fuarı Yönetmeni Juergen Boos da konuşmasında, ‘konuk ülke’ uygulamasının Frankfurt Kitap Fuarı’nda gelenekselleştiğini belirterek ‘‘Frankfurt Kitap Fuarı bir ticaret merkezidir. Ancak ticaret platformu olduğu kadar bir kültür platformu ve sosyopolitik tartışmaların da yapıldığı bir yerdir’’ dedi. Boos, bu süreç sayesinde Frankfurt Kitap Fuarı’nın kültürler arası diyalog şansı sunduğunu belirterek, konuk ülkenin de kendi duruşunu belirlemesi için fırsat verdiğini, Türkiye’nin bu olanakları nasıl kullanacağını merakla beklediklerini söyledi. ki hafta arayla olunca dikkat çekiyor haliyle. İlk bakışta cinnet kaynaklı görünen okul baskınlarının ilki Kanada’da, ikincisi de ABD’nin Colorado eyaletinde gerçekleşti. Olayların ayrıntılarını okumuşsunuzdur. Korku içindeki öğrencileri, paniklemiş aileleri, şaşkın güvenlik güçlerinin görüntülerini tüm dünya seyretti televizyonlardan. Ne olduğunu bilmediğimiz öfkelerine, çok belli ki toplumdan intikam alma kararını da eklemiş olan saldırganlar toplu yaşama alanlarını hedef alarak, ‘‘toplumsal acı’’ yaşatma konusunda ne kadar bilinçli olduklarını da göstermiş oldular. Gerekçesini sadece kendilerinin bildikleri öfkelerinin kaynağına yönelmek yerine, o kaynağın da aralarında bulunduğuna inandıkları toplumu şoka uğratma becerisi, ‘‘tersine bilinç’’ denen duruma çok uygun bir örnek. Saldırganların toplumun hangi noktadan acı duyacaklarını iyi biliyor olmaları, o çok tehlikeli olabilen akıllarının en iyi faaliyeti, maalesef. ??? Sadece bireysel intikamcı tutum değil, ‘‘kolektif’’ intikamcı tutum da, eylem için toplumsal yaşam alanlarını seçebiliyor. Bu durum, ‘‘kolektif’’ kararın tek bir aklın kararından daha mantıklı olabileceği inancını çürütüyor. Çeçen eylemcilerin Baslan’daki 300’e yakın çocuğun ölümüyle sonuçlanan okul baskını, üzerinde düşünülerek, üstelik ortak akılla kararlaştırılmış bir eylemdi. Birey ile, ‘‘kolektif’’ aklın ortak tutumda, yani ‘‘cinnet’’ tutumunda buluşması ilginçtir. Okul, toplumun her kesiminden öğrencinin bulunduğu bir kamusal alan. Orada yaşatılacak bir acının, toplumun tüm katmanlarında etkili olmayacağı düşünülebilir mi? On yıldan fazla bir süre önce İskoçya’da gerçekleştirilen Dunblane okul katliamında on altı öğrencinin öldürülmesi toplumun tüm kesimlerinden gelen aileler nezdinde tüm sınıfları kapsayan bir acı olmuştu. Toplumdan intikam almak için yönelinen hedefin, belki yine o toplumun yaşattığı başka sıkıntılarla boğuşan bireylerden oluşması, saldırgan açısından bir şey ifade etmiyor belli ki. Öğrenci olarak, çocuk olarak toplumsal kaynaklı problemlerle iç içe olan bir masumlar topluluğuna saldırının ‘‘tepkili bireyin toplumdan intikam alması’’ gibi değerlendirilmesi çelişkilidir. Tüm güvenlik önlemlerini ‘‘dış kaynaklı’’ teröre göre hazırlamış, dünyanın büyük bir bölümünde bu gerekçeyle kargaşalar çıkarmış ülke olarak örneğin ABD, bu İ Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Frankfurt Kitap Fuarı Yönetmeni Juergen Boos imza töreninde (soldan sağa). İ lk kez bir sohbetimiz sırasında İlhan Selçuk’un ağzından duymuştum: Omurgasız aydınlar. Bu nitelendirme, o günden bu yana belleğimden hiç silinmediği gibi, dolaylı ya da dolaysız, pek çok yazım için esin kaynağı, çıkış noktası oldu. Üstelik aradan geçen süre içerisinde aynı nitelendirme, düşüncelerimin potasında salt güzel bir benzetme olmanın sınırlarını aşıp, neredeyse bilimsel bir sınıflandırma için kullanılan ada dönüştü. Bunun başlıca nedeni, ortamımızda yaşanan politik olaylar ve aydın için takınılması gerekli tavır bağlamında, şöyle bir Hamlet sorusunun kendiliğinden ortaya çıkmasıydı: ‘‘Omurgalı mı olmak, yoksa omurgasız mı, asıl soru bu!’’ ??? Bilindiği gibi omurga, insan bedeninin ayakta ve dik durmasını sağlayan, başka deyişle insan bedenine duruşunu kazandıran kemik yapısıdır. Omurgadaki herhangi bir aksaklık, bedenin duruşunu bozar; bu aksaklığın ağırlığına göre, bedenin nasıl durduğu, dahası durabilip duramadığı, biraz sonra nasıl bir duruşa geçeceği anlaşılmayabilir. Öteki organlar ne ka ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Bir Kez Daha: Omurgasız Aydınlar düşünsel geçmişini yadsırcasına, nasıl değişim geçirdiğini, kendini nasıl ve ne ucuzluklar karşısında satma noktasına gelebildiğini görüp büyük şaşkınlıklar yaşayabilirler. ??? Kendini böyle şok düzeyindeki şaşkınlıklardan koruyabilmenin belki de birincil koşulu, bilgi zenginliği ile aydın kişi kavramını özdeşleştirmekte acele davranmamaktır; ‘bilen kişi’ nitelendirmesini kullanırken, bu kişi ile aynı zamanda ‘farkına varabilen’, ‘ayırt edebilen’ kişinin kast edilip edilmediğine dikkat etmektir. ‘Aydın’ karşılığında kullanılan ‘entelektüel’ sözcüğünün Latince aslı olan ‘intellegentia’, ‘bilebilme, kavrayabilme yetisi’ demektir. Başka deyişle, aydın olabilmenin temel koşulu, salt bilgi sahibi olabilmekle, bir tür mülkiyet gibi, bilgiyi bulundurmakla gerçekleşmez. dar sağlıklı ve güçlü olursa olsun, bedene bedensel duruşu kazandıran omurganın işlevini yerine getirmemesi durumunda insan, duruşunu yitirir. İnsanın tinsel omurgası da bunun çok benzeri bir şeydir; beyin ne kadar bilgiyle beslenirse beslensin, bu bilgiler tinsel bir omurganın, yani yaşam karşısında, içinde bulunulan toplumsal ve bireysel koşullar bağlamında belli ve kararlı bir duruşun, düşünsel bir eksenin temeline yerleştirilmediğinde, tinsel omurgadaki aksaklıklar hemen ortaya çıkmaya başlar. Böyle durumlarda gerektiği gibi işlemeyen omurganın taşıyıcısının çevresindekiler, örneğin o kişinin onca bilgili, onca okumuş oluşuna karşın, kimi zaman öyle bir bilgi dağarcığından beklenmesi olanaksız bir biçimde nasıl eğilip bükülüverdiğini, nasıl kolaylıkla saf değiştirebildiğini, dahası, kendi Aydın, bilen, bilme aracılığıyla fark edebilen ve bu farkındalık doğrultusunda yaşamında bir duruş alabilen kişidir; ‘farkındalık’ konumuna karşın bu farkındalığa hiçbir sonuç bağlamayan, dahası, bu farkındalıktan doğal olarak kaynaklanan hiçbir yükümlülüğü üstlenmeyen, dolayısıyla her türlü politik tutumun ötesinde ve üzerinde(!) kalan, kalmayı yeğleyen, böyle bir tavrın gerekçesi olarak da sanatçılığını, yazarlığını, düşünürlüğünü, yansızlığını vb. gerekçe gösteren omurgasızlardan aydın değil, fakat ancak kaypak, dönek, düşünsel bağlamda ne idüğü belirsiz kişilikler çıkabilir. Düşünsel omurgadan yoksun, dolayısıyla da olmayan duruşlarıyla ancak duruşsuzluğun bayraktarlığını yapabilen sözde aydınlar karşısında, özellikle bizimkisi gibi, her alanda kahramanları hâlâ hastalıklı bir biçimde gereksinen toplumların çok dikkatli olmaları gerekir. Çünkü düşünsel duruşsuzluk, örnek alınabilecek değil, fakat ancak sürüngen yaradılışlı olanlara yakışabilecek bir durumdur! ahmetcemal@superonline.com acem20@hotmail.com Merkel’den sert eleştiri Berlin (Cumhuriyet) Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel, dün yaptığı bir açıklamayla ‘‘dinler konusundaki sözler terörist saldırıya neden olabilir’’ gerekçesiyle Mozart’ın yapıtının sahnelenmesinden vazgeçilmesine sert tepki gösterdi. ‘‘Biz saldırıya hazır radikal unsurlar karşısında kendi kendimizi sansür etmemeliyiz’’ diyen Merkel, korku nedeniyle bu türden bir otosansürün kabul edilemeyeceğini belirtti. Berliner Oper’de sahneye koyma hazırlıkları sürdürülen Mozart’ın Idomeneo adlı operasının sahneye konulmasından radikal unsurların saldırısına neden olabilir gerekçesiyle vazgeçildiği geçen hafta açıklanmıştı. Oyunun kaldırılması Almanya Türk Toplumu Başkanı Kenan Kolat tarafından da kınandı. Kolat, ‘‘Sanatı dine bağlarsak ortaçağa geri döneriz’’ dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle