Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 C S U N U Ş dizi siyasal partilerde, örgütlenmelerde, toplumsal yaşamın her alanında, sokaklarda, eylemlerde çok büyük sayılarla yer alırken, kadın haklarına ilişkin evrensel, ulusal hukuklarda kimi önemli kazanımlar da yaşandı. Ne yazık ki kadının bu çok hızlı siyasallaşma, toplumsal yaşamda var olma süreci, bekleneni, kadın kimliğinin toplumsal yaşamı, düzeni biçimlemede etkin olması sonucunu şimdilik getirmedi. Hatta tam tersi, kadının vitrinde kullanıldığı, erkek egemen kültürün geçerli olduğu iktidar, çıkar savaşlarında, başta siyasi partiler, her tür örgütlenmenin gerçek ideolojisini, kimliğinin çirkin yüzünü kadınla kapatmayı seçtiği bir sonucu üretti. İngiltere’de, solun, İşçi Partisi ve sendikalarla feminist hareketin madenci grevleri ile keşfettikleri kadın gücü ve dinamizmi, yeni sol rüzgârları olarak meyvesini verdi. İşçi Partisi, Blair bu rüzgârlarla küreselleşme ideolojisinin, liberalizmin mimarlarından Thathcer iktidarını devirmeyi başardığında, aslında vitrinde kadını kullanarak, kendi kimlik, ideolojik satışını saklamayı başarmıştı. Blair liderliğinde İşçi Partisi’nin sağdan daha sağ, ABD’nin hep yanında en savaşçı emperyal politikaların başını çektiği, savaşta suç ortaklığı yoptığı, sol, sosyal devlet poltikalarının tümünden saptığı, yeni yeni sorgulanıyor. AB ülkelerinin tümünde siyasi partiler, 1980 sonrası süreçte kadın üzerinden siyaset yaparak, kadın vitrinde, iktidar savaşlarını yürüttüler. Aslında AB, ABD dahil tüm dünyada bu dönemde tüm siyasal partiler, siyasi, toplumsal, hortlayan ırk ve din eksenindeki inanç örgütlenmelerinin yaşamında kadınlar çok öne çıktılar. Günümüze kadar olan gelişmelerin karakteristiğini, ideolojilerin, görüşlerin kendilerini kadınla ifade ettikleri, kadın üzerinden siyaset, örgütlenme, çıkar savaşlarını yürüttükleri biçiminde de açıklayabiliriz. Demokrasilerde, liberalleşme adına sosyal devlet budanırken, örneğin Sosyalist Enternasyonal’in belgelerinden, paylaşıma yönelik eşitlik sözcüğü tüm metinlerden çıkarılırken, vitrinde bir tek kadınerkek eşitliği söylemi kaldı. Sonuçta işsizlikten, yoksullaşmadan, yoksunlaşmadan kadınlar daha büyük paylar aldılar. İstatistikler, dünya çapında akıl almaz boyutlarda bir kadın ve çocuk emeği sömürüsünü, sosyal dampingin, her tür yaşam, insan haklarında geriye çekilişi ortaya koyuyor. İran’da nükleer santrallar önünde nöbet tutan çarşaflı kadınlar, ABD karşıtı tüm eylemlerde başı çekiyorlar. Ancak kadın hakları boyutunda bu etkin siyasallaşma hak kazanımlarını getirmekten çok, kadının ikincil rolünün pekiş EKİM CUMA ’li yıllar kadın hakları savaşımında, yeni önemli bir dönemeç noktası oldu. Yeni 1980 dünya sömürü düzeni çarkları, küreselleşme ideolojisi, zengin kuzey, yoksul güney ülkelerinde farklı biçimler, dozlarda kazanılmış sosyal haklardan geriye gidişi, yoksullaşma ve yoksunlaşmayı getirdi. Tek ideoloji pompalanması sonucu ideolojilerini kaybeden siyasal partiler, tüm toplumsal örgütlenmelerde kimlik erozyonu ile birlikte, yeni kimlik, slogan arayışlarını getirdi. Kan kaybeden partiler, örgütlenmeler, toplumsal yaşamda var olmak üzere atağa geçen kadın kimliği, dinamizmi, gücüne sarılmayı seçtiler. Kadınlar, toplumsal örgütlenmelerde öne çıkarıldılar. Kadın gücünden yararlanma arayışları, bağımsız olarak düşünülmemiş nüfus gücünün yarısının keşfedilmesi boyutunda kalmadı. Kadın kimliği, örgütlere taze kan, farklı yaklaşımları, kendilerini anlatım dilinde büyük değişimleri getirdi. Kadınlar, tirilmesini, geriye gidişi sağladı. Sadece radikal İslami örgütlenmeler değil, tüm diğer dinlere, ırklara yönelik cepheleşmede, kadın hep vitrinde ama hak kayıplarında erkeklerden çok daha ağır bedel ödeyen konumda.. Günümüzde savaşlar bile kadın üzerinden yapılıyor. ABD, Afganistan, Irak işgallerinde kadınlara özgürleşmeyi vaat ederken, savaşın, yoksullaşmanın bedelini kadınlar daha ağır olarak ödemekle kalmadılar. Yeni savaş yöntemlerinde sivillerin savaşın odağında olmaları ile bağlantılı kadınlar ve çocukların kayıpları katlandı. Fanatik ırk, din, mezhep eksenli savaşların hedef tahtasına oturtuldular... Günümüzde toplumsal yaşamda, örgütlenmede, siyaset, savaş, çıkar çatışmaları...HER ŞEY KADIN ÜZERİNDEN... Şiddetin kıskacında kadın ZEYNEP ORAL M ardin’de Kızıltepe’deydi. Bir kadın tanımıştım. Saatlerce süren sohbetin ardından gözlerini gözlerime dikmiş şöyle demişti: ‘‘Kanı kan değil, ancak su temizler.’’ Ve kocaman bir iç çekişle eklemişti: ‘‘Ama gel gör ki, bütün su başlarını erkekler tutmuş, aman vermezler soluk almamıza...’’ Uganda’daydım. Tam iç savaş sonrasında. İdi Amin’den sonra, yıllarca bir başka diktatöre, Obote’ye karşı savaşmış bir gerilla kadını dinliyordum: ‘‘Yıllardır diktatörü devirmek için erkek kardeşlerimle birlikte çölde, ormanda, geçit vermeyen makilerde savaştım. Yemedim içmedim, ülkemi düze çıkarmak için çabaladım. Sandım ki diktatör ve adamlarını ülkeden kovunca, bir kadın olarak benim de sorunlarım çözülecek. Yanılmışım. Birlikte, omuz omuza çalıştığım erkekler şimdi bakan koltuklarında, ben yine çöplükte, yokluklarla boğuşuyorum...’’ ‘HER KESİM BİZİ KULLANDI’ Afganistan’daydım. Kâbil’de. Savaş çoktan bitti denilen bir dönemde. Kâbil Üniversitesi’nden bir kadın profesör, başından habire kayan örtüsünü çekiştirirken o ana dek kimsenin açık açık söylemediğini dillendiriyordu: ‘‘Hepimiz bütün kadınlar kullanıldık! Afgan yetkililer de, Amerikalılar da, uluslararası medya da bizi kullandı. Savaş bitti masalını yayarken, işte kadınlar ‘burka’yı attı, özgürleştiler savını pompaladılar. Oysa Taliban içimizde, Taliban kafalarda! Taliban zihniyeti kadına karşı şiddeti ve savaşı en ağır biçimde sürdürmekte!’’ Dünyanın o ucunda ya da bu ucunda, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından Asya’nın steplerine, nereye gidersem gideyim, kadınların sesi, Anadolu’da uzun bir yürüyüşe çıkmış, birbirlerine el vermeye, omuz vermeye, destek vermeye yola çıkmış kadınların sesiyle bütünleniyordu. Ve o ses, yüreğimden o gün bugün hiç çıkmayan bir ağıta dönüşüyordu: ‘‘Senin yazgın bana bağlı. Benim tutsaklığım seni kuşatıyor. Ben kocamdan dayak yediğimde, sen çığlık atıyorsun. Sen tecavüze uğradığında, benim de ruhum kanıyor... Ayşe’nin yoksulluğu, Mehtap’ın çaresizliği, Gülay’ın gördüğü baskılar, benim dilsizliğim, senin korkuların, tüm kadınları tutsak ediyor.’’ Bugün geldiğimiz yer ELİ SİLAHLI Kuralsız düzenin kuralsız savaşlarında, kadın üzerinden siyaset, savaş, kadının eline silahı yaygın biçimde vermeyi de başardı. Kadınlar sadece ülkelerinde asker olarak, ya da çok sınırlı sayılarda spor olsun diye ellerine silah almıyorlar. Kadınlar kuralsız savaşlarda sivillerin, kadın ve çocukların savaşın içine sokulması ile bağlantılı olarak hem ölen hem de öldürenler cephesinde giderek daha büyük sayılarla, kitlesel yer almaktalar. Hele de Ortadoğu’da... Radikal siyasal İslamcı örgütlenmelerin tümünün, terör örgütlerinin silahlandırılmış kadın güçleri var. Üstelik simgesel, propaganda amaçlı sınırlandırılmış da değil. Her gün dünya ajanslarına düşen fotoğraf kareleri arasında ölen sivil kadın, çocuk kadar çok savaşan, silahlı kadın görüntüleri de yer almakta. Kadınların silahlı eğitimlerinden çekilmiş fotoğraflarla örgütlenmeler güç gösterisi yapmaktalar.. K ‘‘Başında çarşafı yok diye, ya da çarşafı olsa bile saçı göründü diye, sokaktan topladıkları kadınları, hangar gibi bir yere tıktılar. Ben de arkalarındaydım. Yaklaşık 60 kadar vardık. Aramızda 1314 yaşında kız çocukları da vardı. Bir süre beklettikten sonra, bizi ikiye ayırdılar. Seçimi neye göre yaptıklarını hiçbir zaman anlayamadık. Kimimizi hangarın bir yanına, kimimizi öteki yanına aldılar. Benim ayrıldığım gruptakileri, teker teker yandaki bir başka bölmeye geçirdiler. Burada eli usturalı bir polis, sırayla hepimizin saçlarını sıfır numara tıraş etti. Sonra hepimize, üzerinde kocaman harflerle ‘Ben bir orospuyum’ yazılı örtüler dağıttılar. Bunları başımıza bağladıktan sonra sokağa saldılar.. Öteki grubun akıbetini ertesi gün öğrendik. Her birinin ellerini ayaklarını oturdukları taburelere bağlamışlar. Hayır onların saçlarını kesmemişler, ancak başlarına, içi fare, böcek ya da idrar dolu torbalar geçirip bağlamışlardı. İki saat bu durumda bıraktıktan sonra, tümünü salıvermişlerdi.. Bu arkadaşların büyük bir çoğunluğu bir süre sonra kaptıkları hastalıklardan, ya iyileşmeyen yaralardan ölecek ya da çıldıracak, intihar edecekti.’’ Bunları anlatan İran’lı bir kadındı. Zeynep Oral’ın ‘Kadın Olmak’ kitabından. BAŞI AÇIK DİYE adınların bu mücadelesi, yalnız kadın hakları, birey hakları, sivil hakları kazanımlarına değil, aynı zamanda demokrasi platformuna da katkıda bulunuyor, topluma çoğulculuğu katıyor, sivil hak ve özgürlüklerin alanını genişletiyor. Ancak madalyonun bir de arka yüzü var: Kadın gücünün ‘‘keşfedilmesiyle’’ birlikte, erkek egemen siyaset dünyasında, bu gücü kendi çıkarları doğrultusunda, kendi amaçları için kullanmak, fazlasıyla cazip hale geldi. Hem cazip hem de işe yarar... İştahlar fena halde kabardı Örneklemek için fazla uzağa gitmemize gerek yok: Son genel seçimde AKP için özellikle kadınların, ne çok kadının çalıştığını biliyoruz. Hani nerde bugün bütün o kadınlar? Neden TBMM’deki kadın temsil oranını utanç verici düzeyden kurtaramadık? Neden her seçimde kadın hâlâ vitrinde, sadece vitrinde, göstermelik olarak kullanılıyor? Örnekleri çoğaltmayacağım. Ancak bugün, moda deyişle ‘‘muhafazakâr cephe’’de ‘‘Kadın’’ sözcüğünün bile ayıp / çirkin / yanlış / günah/ aşağılamayı içeren bir sözcük olarak kabullenildiğini anımsatayım. Öyle bir koşullanma var ki, kadın değil, ‘‘bayan’’ ya da ‘‘hanım’’ sözcüklerinin ‘‘kadın’’ın yerini aldığını günbegün izliyoruz. Bugün dünyada ve Türkiye’de gelinen yeri özetlemem gerekirse, şu iki satırbaşında toparlayabilirim: 1. Dünyanın değişen ekonomikpolitik yapısında, kadınlar hızla yoksullaştı. Bugün dünyada bir buçuk milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor (Yıllık geliri 380 doların altında olan). Bunların yüzde 70’i kadınlardır. 2. Dünyada yaşanan, sürekli yaşanan savaş halinde, kadınlara karşı şiddette ve cinsel tacizde büyük artış oldu. Kadınlar, hiç bu denli şiddet sarmalının kurbanı olmamıştı. BURKA ÜZERİNDEN ABD Afganistan’ı işgal ederken, terörü yatağında yok etme gerekçesinin yanına, dünya kamuoyunun tepkisini en aza indirmek üzere, ‘‘Afgan kadınlarını burkadan kurtarmayı” koymuştu. İşgalin hemen ardından, sonraki yıllarda burkadan kurtarılmış kadın görüntüleri ile çok propaganda yapıldı. Oysa Afganlı kadınların kurtuluşu bir yana, bugün gelinen noktada ödedikleri bedeller, burkasını çıkarabilmiş çok az sayıda kadın da dahil, kazanımlarını katlıyor. Afganlı kadınlar kelimenin tek anlamı ile savaşın kıskacındalar. Yoksullaşma, yoksunlaşmanın tırmanışı en çok kadınları vuruyor. Üstelik Taliban yeniden toparlanıyor. ABD, işgal sonrası yönetimin teslim edildiği BM askeri gücü Afganlıların nasıl yaşayacaklarına seyirciler. Ekonomik anlamlı destek hak götüre.. dünyanın terk ettiği Afganistan’da insanların ölmemesi için tek gelir kaynağı uyuşturucu üretimi işgalci emperyal güç ittifakınca da destekleniyor. Afganistan’da kadınlar kirli çıkar savaşlarının odağında iki ateş arasında çırpınıp duruyorlar.. Dünyada sonrasında yalnız dünyada değil, 1980 Türkiye’de de kadınlara ilişkin çok şey değişti. Hem olumlu hem olumsuz anlamda... Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların, bunca geri bırakılmışlığı; eğitimden, sağlıktan, meslekten, eşit fırsatlardan yoksunluğu; ekonomik, politik, toplumsal yaşamdan dışlanmışlığı; özetle her tür insan haklarından eşit ölçüde yararlanamaması, 1980 sonrasında dünya gündeminin doruğuna oturdu. ‘‘Kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi’’ (CEDAW) sözleşmesini 1985’te BM’ye üye ülkelerin çoğu imzalamış, bu ayırımcılığı, bu sömürüyü, bu eşitsizliği geriletme çabasına girmişti. Türkiye bu sözleşmeyi, çeşitli çekinceler koyarak imzalayabilmişti. Çünkü bizim Medeni Kanunumuzun birçok maddesi, sözleşmeyle çelişiyordu. (Çekinceleri ancak 1999’da kaldırdık.) 1980’den sonra Türkiye’deki kadın hareketi, çok farklı kanallardan geniş bir yelpazeye ya sonrası çok şey değişti yılarak ilerledi. Daha öncekiler, genellikle erkek egemen politikalara bağımlıydı. 80’den sonra bu bağımlılık kalkacaktı. Birbirinden farklı ideolojilere sahip kadınlar, birey ve gruplar, bir yandan feminist bilinci yükseltmek için yayınlar yapıp ev toplantıları düzenlerken, bir yandan da ataerkil düzenden bağımsız olarak ortak amaçlar için ortak eylemlerde bir araya gelip güçbirliği yaptılar. 80 öncesinin ayrışmaları, 80 sonrasında kadın platformlarında buluşmalara dönüşmüştü. Ayrımcılığın önlenmesi çalışmaları, ev içi şiddete karşı çıkış, ‘‘Dayağa paydos’’, ‘‘Bağır, herkes duysun!’’ kampanyaları, sığınma evleri (Mor Çatı) , ‘‘Cinsel Tacize Hayır’’, ‘‘Siyah Protesto’’, ‘‘Mor İğne’’, ‘‘Feminist Kadın Kurultayı’’, ‘‘Bedenimiz Bizimdir’’, Türk Ceza Kanunu’nun 438. maddesine (devletin ‘‘iffetliiffetsiz’’ diye kadın ayrımı yapıp, tecavüze uğrayan kadın ‘‘fahişe’’yse , tecavüzcüye ceza indirimi yapmasına) protesto, ‘‘Kadınların Kurtuluş Bildirgesi’’ ve daha nice kampanya, protesto gösterileri birbirini izledi. Birçok sivil toplum kuruluşunun, ‘‘Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi’’, üniversiteler bünyesinde ‘‘Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri’’ ve daha nice kurumun temelleri bu yıllarda atıldı. 90’lı yıllarda ise kurumsallaşma ağır bastı. Üniversitelerde Kadın Araştırma Merkezleri çoğalırken, ‘‘Kadının İnsan Hakları Projesi’’ oluşturuldu. Diyarbakır’da kurulan ‘‘KA.MER’’ (Kadın Merkezi), İstanbul’da kurulan KA.DER (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) hızla Türkiye’nin her yerine dağıldı. Kadınlara ilişkin farklı amaçlara yönelik sayısız örgüt kuruldu. Örneğin laikliğin tehdit altında olduğunu gören Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olsun, Çağdaş Hukukçular Derneği olsun kadınların haklarını korumak için köktendinciliğe karşı düşünce ürettiler, eylemler düzenlediler, laikliğin bekçisi oldular... Daha nice sivil inisiyatif bir araya gelip Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’ndaki ayrımcı maddeleri ayıklamak için amansız bir mücadele verdi. Sonunda, ancak 2000 yılından sonra bu yasalar değiştirildi. Unutmayalım, AB adaylığının zorlamasıyla değiştirildi. Gerek yasaların değişmesinde ve hukuksal kazanımlarda, gerek eğitim, sağlık, nüfus planlaması vb. gibi konulardaki gelişmelerde kadınların payı çok büyük. Şu yukarıda birkaç cümlede anlatmaya çalıştığım her adım için günü gününe mücadele verdi kadınlar. Emek, zaman, güç verdiler. Birbirleriyle el ele dayanışma içinde hükümetlerden taleplerini ortaya koydular. Bu taleplerden hiç ama hiç ödün vermeden çalıştılar, didindiler. Kimi taleplerini söke söke aldılar, kimileri için mücadeleyi hâlâ sürdürüyorlar... Demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu olan eşitlik sağlanıncaya dek de bu mücadele sürecek. HAFTAYA: YOKSULLUK ŞİDDET İLİŞKİSİ