17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Strateji 8 Eylül 2008 / 219 Ali KÜLEBİ TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili [email protected] Dünya ticaret ve tarımının geleceği sıkıntılı C S TRATEJİ 5 başarısızlıkla neticelenmesinde anlaşmazlık yaratan konuların başında tarım ürünleri, endüstriyel ürünlerin gümrük tarifeleri ve ülkelerin sübvansiyon politikaları gelirken, hiç şüphesiz yine AB, ABD ve Japonya başta olmak üzere öteki gelişmiş ülkeler ve onların karşısındaki Hindistan, Brezilya, Çin ve Güney Afrika gibi gelişmekte olan ülkeler de anlaşmazlıkların karşıt taraflarıydı. Doha’dan sonra, 2003 Cancun, 2005 Hong Kong, 2004 ve 2006 Cenevre, 2005 Paris ve nihayet 2008 Cenevre görüşmelerdeki tıkanma, başta tarım ürünlerinin ithalatında yaşanan anlaşmazlıkla ortaya çıkarken belki de genelde fakir ülkelerin geleceğini daha çok etkileyebilecek bir hülyayı da 2009 sonrasına ötelemiştir. Bu hülyanın da, bugün giderek bir stagflasyon ekonomisinde bundan böyle gerçekleşmesinin olanaksızlığı özellikle fakir ülkelerin daha da fakirliklerine yol açabilecektir. Halbuki Doha’daki toplantı gündeminde ele alınmış olan tarım, hizmetler ve sanayi ürünlerindeki gümrük oranları ve engelleri yüzde 33 oranında bile azaltılmış olsa idi dünyada yaşayan insanlar için 574 milyar Dolarlık bir küresel refah artışının söz konusu olabileceği uzmanlarca ifade edilmiştir ki bu da hiç de küçümsenecek bir miktar değildir. eçtiğimiz ay içinde Cenevre’de 153 ülkenin katılımıyla yapılan, insanlığa "gümrük ve sınırları olmayan bir dünya" hazırlama arayışı, hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün amacı olan dünyada fakirliğin azaltılması ve ülkeler arası eşitlik sağlanması için ticaretin serbestleştirilmesi hedefi kolektif bir başarısızlık örneği ile nihayetlendi. Çünkü küçükbüyük, zenginfakir ülkeler arasındaki çelişkiler ve birine sağlanabilecek ayrıcalığın ötekisi için kabul edilemez bir zarara neden olması toplu anlaşma yolunu kapatırken yine ülkeler arası ikili anlaşmalarla yürütülecek bir dünya ticaretinin varlığının habercisi oldu. Anlaşmazlıkların nedeni kimi zaman temele tesir edebilecek konular kimi zaman da ayrıntılarla ilgili konular oldu. İki ülke belli bir tarım ürününün ithalatında temelde uzlaşsa da miktarda anlaşamaması gibi hususların bilahare ortaya çıkması kilitlenmeye neden olabiliyordu. Ancak ayrıntıların ötesinde zengin ülkelerin bile küreselleşmenin kendi çiftçisini vurabileceği endişesi taşıyor olması iyimser beklentilerin yerini karamsarlığa ve uzlaşmazlığa bırakabiliyordu. Yine egoizmin ve çıkarcılığın somut örneğinin AB üyeleri arasında bile uzlaşma sağlanamamasıyla ortaya çıkmış olması önemli ve umutsuzluk vesilesiydi. Çünkü her ne kadar çoğu ülke temelde ticaret engellerinin kaldırılmasından yana iseler de bu liberal yaklaşım genelde karşı taraflardan taviz alıp, kendilerinin hiçbir şey vermeme egoizmi şeklinde beliriyordu. G Egoizm gölgesinde dünya ticareti Cenevre’de 153 ülkenin katılımıyla yapılan, insanlığa "gümrük ve sınırları olmayan bir dünya" hazırlama arayışı, hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Zirvede AB üyesi EGOİZMİN ÖTEKİ BOYUTU ülkelerin bile birbirleriyle Gelişmiş ülkeler hür ticaret konusunda egoizmlerini bu şekilde ortaya koymuş iken, anlaşamaması dikkat çekti. başta Çin ve Hindistan gibi büyük nüfusa sahip ortaya çıkacaktır. Bu konuda, diplomasi becerisi ve organizasyonuna sahip olmayan belli örgütlerin dışında kalmış ülkelerin dezavantajları olacağı açıktır. Yani bundan böyle ülkelerin DTÖ’den fazla bir beklenti içinde olmadan kendi özel çabaları ile kendilerine her değişik kalem için yeni pazarlar bulma arayış ve çalışmaları yoğunluk kazanacaktır. Bu konuda ABD, Çin ve Japonya’nın özellikle gelişen Güneydoğu Asya’da avantajlı, AB ülkelerinin ise dezavantajlı olacakları dile getirilmektedir. Ancak yine bu durumda esasen fakir ve diplomatik ilişkileri, temsil yetenekleri zayıf olan gelişmekte olan ülkelerin yeni pazarlar bulmakta kaynak ve beceri eksikliği nedeniyle zorlanacakları açıktır. Sonuçta, DTÖ ile dünya ticaretini serbestleştirmeyi hedefleyenler bugün bizzat kendi elleriyle dünyada birçok sorunu çözebilecek söz konusu mekanizmayı yok etmişlerdir. ULUSAL EKONOMİLERİ KORUMA KAYGISI Bu bağlamda bütün ülkelerden kendi imalatı otomobillere serbestçe ithal izni isteyen Japonya, bunun karşılığında ülkesinin çiftçisini korumak amacıyla pirinç ithaline karşı çıkabiliyor veya dünya ticaretinin liberalleşmesinden yana gözüken AB kendi sömürgesi olmayan ülkelerden gelecek muz ithalatına ciddi bir ek vergi koyarak, öteki fakir muz üreticisi ülkeleri sıkıntıya sokabilecek tasarruflarda OHA’DA BAŞLAYAN ÇATIŞMALAR bulunabiliyordu. Ancak çıkar çatışmalarının çok BOŞA GİTTİ boyutluluğu o denli geniş boyutlarda etkili ve beklenmedik sonuçlar ortaya çıkarabiliyordu ki, 2001’de DTÖ tarafından, daha uyumlu ve barışçıl düzenlemelerde örneğin belli bir kalem tarım bir dünya yaratmak için Doha’da başlatılmış olan ürününün ithaline karşı çıkan ülke, öte taraftan görüşmelerin son raundunun bu şekilde Cenevre’de sonuçta kendine ait bir sanayi ürününün ihracının da DTO’da uzlaşma çabaları sonuçsuz kaldı. engellenebileceği ve kendi dış ticaretinin zarar görebileceği gibi bir ikilemle de karşılaşabiliyordu. Bu bağlamda da 2001 yılında fakir ülkelerde terörün alt yapısının oluşmasını engelleyecek ve fakirliği ortadan kaldırabilecek somut arayışlar ve kararlar oluşturan başta AB ve ABD gibi zenginlerin egoizmleri, fakir ülkelere gümrük kapılarını açmaktan kaçınmalarına neden oluyor ve bu egoizm sırf kendi üreticilerini koruma kaygısıyla her daim ağır basabiliyordu. DTÖ’nün toplu kararlarla bütün ülkeler için geçerli bir serbest ticaret ortamını yaratamamış olmasının sonucu ise bundan böyle özellikle zengin ve fakir ülkeler arasında özel ikili anlaşmaların çoğalacağı ve bu bağlamda da fakirlerin zenginlere siyasal anlamda hem taviz verip hem de daha bağımlı olacakları şeklinde D ve nüfuslarını ekonomik refahını sürdürülebilir bir kalkınma çizgisinde karşılamak isteyen ülkeler de başka bir egoizmle dünyanın geleceğini açık bir tehlikeye atmaktadırlar. Bu da bu ülkelerin ekonomik kalkınmaya karbon emisyonlarının azaltılmasından daha fazla önem vereceklerini açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır. ABD gibi Kyoto Protokolü’ne uymayı reddeden bir ülke bile artık öteki gelişmiş endüstri ülkeleri gibi karbon salınım oranını düşürmeyi kabul etmiş iken gelişmekte olan ülkelerin buna yanaşmamaları ise başka bir egoizmin daha da somut ve tehlikeli örneğidir. Bu çizgide gitmeye kararlı olan gelişmekte olan ülkeler bugün dünya karbon salınımının yüzde ellisinden sorumlu iseler de bu oranın 2050’de yüzde yetmiş beşlere çıkacağı gerçeği önemlidir. Özellikle iki gelişmekte olan ülke, Çin ve Hindistan’ın bunda yüzde 32’lik bir hisseye sahip olacakları dünyanın geleceği için tehlike çanlarının bu defa başka ellerde olduğunu söz konusu etmektedir. Yine Doha’da çatırdayan ve daha iyi, barışçı, refah içinde bir dünya düzeni ve dünya ticaretini öngören görüşmeler, özellikle Çin ve Hindistan gibi yıldızı hızla parlayan ülkelerin de ihtiraslarının sonunun olmadığını göstermiştir. Dünyayı ve geleceğini ilgilendiren hayati konularda ortak bir anlayış sergilemekte direnen egoist yaklaşımlı bu tür ülkelerle yaşadığımız yerkürenin enerji, çevre, güvenlik, gıda ve insan hakları gibi sorunlarına çare bulma olanağı yoktur. Halbuki egoizmin de sonu yoktur ve bu olgu neticede bizzat bunu yaratanları vurur. Nasıl ki ABD küresel ihtirasları uğruna bir küresel terör yaratmış ise aynı şekilde kalkınma uğruna iklim değişikliğini engelleyecek araç ve önlemlere sıcak bakmayan Çin ve Hindistan gibi ülkeler en büyük zararı yine iklim değişiklikleri ve bunun sonucunda oluşacak doğal afetler vasıtasıyla göreceklerdir. Zira her iki ülkenin de coğrafi konumları bu afetlere oldukça uygun şartlara sahiptir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle