17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Strateji 8 Eylül 2008 / 219 AVRUPA’NIN YÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK Avrupa’nın 50 yıl kutlamalarından... C S TRATEJİ 19 de AB’yi günah keçisi olarak kullanıp, yabancı düşmanlığı üzerinden politika yapmasının yolunu açarak var olan ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının daha da tırmanmasına sebep olacak gibi görünüyor. Avrupa’nın kendi değerleri ve kimliği konusunda yaşadığı en büyük çelişki ötekileştirdiği kültürlerdir. Son zamanlarda AB üyesi birçok ülkede söylemlerini yabancı düşmanlığına kadar vardıran muhafazakâr partilerin yükselişte olması Avrupa’da yaşanan ötekileştirmeyi gözler önüne seriyor. Ötekileştirilen kültürler arasında ilk sırada yer alan İslam, Avrupa kimliği inşasında "öteki" olarak belirlenmiş ve olumsuzlanmış, bunun sonucunda da İslam’ı güçlü bir düşman, sapkın bir yapı, modern çağa fanatik bir tepki olarak gösteren İslamofobi kavramı yaratılmıştır. İslamiyet korkusu ve düşmanlığını ifade eden "İslamofobi" Avrupa’nın farklı kültürleri dışlama suretiyle kendi kültürünü tekelleştirmesi anlamına gelerek Avrupa’nın kendi demokrasi ve insan hakları görüşü ile çelişmektedir. Son günlerde Avusturya’dan yapılan bir açıklama durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor. Buna göre, aşırı sağ görüşleriyle tanınan yabancı düşmanı politikacı Jörg Heider Avusturya’daki göçmenlerin ayaklarına elektronik pranga takılmasını önerdi. Uygulamayı bütün göçmenleri kapsayacak şekilde genişletilmiş bir şekilde tasavvur edebildiğini söylemekten çekinmeyen Heider, bu uygulamayla "ülkesine gelen misafirlerin misafir olarak kalmasını" (!) garanti altına almak istediğini söyledi. Farklı kültürlere karşı bu tip saldırgan ve dışlamacı davranışlar AB’nin temel aldığı demokrasi, insan hakları ve hoşgörü değerleriyle çatışarak, AB’nin meşruiyetini kendi eliyle yok etmesi anlamına gelmektedir. Avrupa’nın mevcut sınırlarında gün geçtikçe etkisini arttıran dışlayıcı politikalar Avrupa’nın genişleme sürecinde de kendisini gösteriyor. Birliğin üyelik için belirlediği üç temel şartın (Avrupa kimliği, demokratik statüler ve insan haklarına saygı) belirsiz ve soyut karakteri de onları siyasi emellerin oyuncakları haline getirerek çifte standart uygulamalarının yolunu açmıştır. Avrupa’daki bu çelişkiler, meşruiyet krizi ve yükselen milliyetçilik (ulusdevletlerin yükselen meşruiyeti) yeni işlevselciliğin öngördüğü yayılma etkisi olgusunun geriye dönmesi, yani bir anlamda Avrupa bütünleşmesinde ayrışma süreci olarak değerlendirilebilir. Avrupa’da milliyetçilik her geçen gün daha bariz hale gelmektedir. Bu durum Avrupa bütünleşmesinin giderek daha çok mağdur yarattığının bir göstergesidir. Ortak anayasa oluşturma girişiminin AB’nin iki kurucu üyesi olan Hollanda ve Fransa tarafından reddedilmesiyle başlayan kriz, ekonomik ve sosyal sorunların siyaset alanındaki bir ifadesi olarak bu mağduriyete işaret AB’NİN ÇELİŞKİLERİ Avrupa’da yükselen milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı AB’nin çelişkilerini ve ideoloji sorununu ortaya koyuyor. AB, bir yanda ulusdevlet benzeri bir çatı yapılanmasına doğru yol alarak halkı kazanmaya çalışan, diğer yandan seçkinlerin çıkarları doğrultusunda küreselleşmeyi destekleyen ve böylece ulusdevletin önemli bir parçası olan sosyal demokrasinin refah devleti olgusunu yozlaştıran çelişkili bir yapı olarak ortaya çıkıyor. Yani, AB dünya politikasında güçlü bir aktör olabilmek için küreselleşmenin ideolojisi neoliberalism doğrultusunda Avrupa’da refah devletini ortadan kaldırarak halkların ekonomik olarak bu durumdan zarar görmesini engelleyemiyor. Buna karşılık, refahı azalan halklar giderek AB bütünleşmesine ve istihdam hırsızı olarak gördükleri yabancılara tepkili hale geliyor. Bu da demokrasi, hoşgörü, insan hakları gibi değerleri temel aldığı iddia edilen Avrupalı kimliği ile pek de uyumlu gözükmüyor. Avrupa Birliği’ni en iyi anlatan sözler muhtemelen bu bütünleşmeye ömrünü adayan Jean Monnet’ye aittir: "Avrupa hiçbir zaman var olmadı… Birilerinin onu gerçekten yaratması gerekir." Gerçekten de Avrupa devletlerinin yüzyıllar boyunca birbirleriyle amansızca savaştığı düşünüldüğünde yarım yüzyılı aşan bütünleşme sürecinin Avrupa devletlerinin uluslararası arenada etkin bir güç olabilme arayışlarının ve dünyada olup biten ekonomik ve siyasi gelişmelere karşı bir savunma mekanizması ya da onlara adapte olma çabası olarak düşünülebilir. Ve bu açıkça pragmatist bir çabadır. Tam da bu sebeple yaratılmaya çalışılan Avrupa kimliği başarısız olmaktadır. Seçkinlerin eliyle yukarıdan aşağıya yürütülen AB projesi ekonomik ve teknik anlamda başarılı olmuşsa da, siyasi ve özellikle de kültürel boyutta ciddi sorun ve eksikler ortaya çıkmıştır. Avrupa insanı tarafından içselleştirilen bir Avrupa kimliği, oluşturulmak istenen siyasi düzenin devamlılığını sağlayacak önemli bir unsur olarak düşünülmüştür. Zira Avrupalıların bütünlük hissetmediği bir düzende politik kültüre sadakatten ya da aidiyetten bahsedilemeyecektir. Avrupa eğer demokrasi, insan hakları ve hoşgörü kavramlarını temel alan kültürel mirasına dayanarak siyasi birlik ve küresel bir güç olmayı iddia ediyorsa kendinden farklı olanı dışlamak suretiyle kültürlerarası etkileşimi engellemekten vazgeçmelidir. Bu AB’nin çelişkilerinden ve içinde bulunduğu kimlik krizinden kurtulmasının da yoludur. AB artık refahın odağındaki kurum olmadığı için ve bireylerin gerçek bağlılıkları temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yöneleceği için bütünleşme bir yana ayrışmaların meydana gelmesi muhtemel görünüyor. AB üyesi ülkelerin halklarının büyük bölümü de kendisini milliyetçi olarak tanımlıyor. etmekteydi. Fransız ve Hollanda halkı anayasanın içeriğine değil, yaşadıkları ekonomik ve sosyal sorunların kaynağı olarak gördükleri bütünleşmeye ‘hayır’ demişti. 1970’lerden sonra küreselleşmenin yarattığı refah devletinin dönüşümüne yönelik uygulamalar, ekonomik büyümenin zayıflaması ve bunların sonucunda ortaya çıkan istihdam açığı, ekonomik girdap ve sosyal rahatsızlıklar özellikle refah devleti konusunda önceliklerini koruyan Avrupalı halklar üzerinde AB mağduru oldukları hissini yaratmıştır. Yükselen milliyetçiliğin istihdam hırsızları olarak gördükleri yabancılara yönelmesi de tesadüf değil. Yabancı düşmanlığı ile işsizlik korkusu, yaşam şartlarından tatminsizlik ve gelecek hakkında duyulan ekonomik kaygılar başa baş gitmektedir. Nitekim yapılan anketler de bütünleşmenin sosyal ve siyasal alanlara genişlemesi konusundaki halk desteğinin özellikle gelişmiş refah devletlerinde giderek düşmeye başladığını gösteriyor. Tüm bu veriler ortak bir Avrupa kimliği yaratma projesinin önündeki aşılması güç engelleri de sergilemiş oluyor. Avrupa kimliğini giymesi beklenen bireylerin bir arada yaşama kültüründen gittikçe uzaklaşması ortak kimlik oluşturulması önünde en az üye devletlerin sınırlarını netleştirmesi kadar etkili. AB artık refahın odağındaki kurum olmadığı için ve bireylerin gerçek bağlılıkları temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yöneleceği için bütünleşme bir yana ayrışmaların meydana gelmesi muhtemeldir. Daha önce bütünleşme Avrupa’da toplumun geneline fayda sağlarken şimdi artık Avrupa’da milliyetçi hatta ırkçı oluşumların gün geçtikçe artmasına yol açmaktadır. Avrupa’da yapılan kamuoyu yoklamaları Avrupa’da halkın yüzde 33’ünün kendini "oldukça ırkçı" veya "çok ırkçı"; toplamda ise yüzde 66’sı gibi büyük bir oranın da kendini "ırkçı" olarak tanımladığını göstermiştir. Bu durum yerel radikal siyasetçilerin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle