16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Dr. Nejat TARAKÇI İzmir Ekonomi Üniversitesi UAİ Bölümü [email protected] C S TRATEJİ Demokrasi işledi mi? S eçimin ardından yapılan sıcak ve kısa vadeli değerlendirmeler, her kesimin kendi ideoloji, inanç, yaşama biçimi ve destek verdiği siyasi görüşlere göre şekillendi. Değerlendirmelerin ağırlığı, AKP’nin ekonomik başarısı, iç ve dış sermaye gruplarının ve halkın istikrar isteği üzerinde yoğunlaştı. Bu arada CHP'nin başarısız olarak değerlendirilen seçim stratejisi de bu eleştirilerden nasibini oldukça şiddetli bir dozda aldı. Ancak kanaatimce matematiksel gerçek ile ideolojik ve sosyolojik gerçekler birbirlerinden çok farklıdır. AKP’nin, Saadet Partisinin 2002’deki % 2. 49 luk oyu da eriterek aldığı aldığı % 46. 8’lik oy, temelde "Siyasal İslamı" temsil etmektedir. Bu nedenle Türk Milletinin yaklaşık, yarısının ideolojik ve/veya yaşam biçimi olarak "İslami İdeoloji"yi seçtiği, sempati ile baktığı veya dönüşümü onaylayabileceği kabul edilmelidir. Yani, AKP, ekonomik ve siyasi başarılarından dolayı değil, temsil ettiği ideolojik tabanın desteği ile seçilmiştir. Son 2025 yıldır oluşan toplumsal dinamikler muhafazakar yeni bir orta sınıf oluşturmuştur. AKP’nin de yeni orta sınıfı oluşturan bu muhafazakar kesimleri güçlendirdiği ve onlara yeni yaşam alanları açtığı bir gerçektir. Bu da aşağıdan yukarıya "İslamileşmeye" zemin hazırlandığını düşündürmektedir. Bu nedenle, kendi ideolojik tabanından çok emin olan AKP lideri, seçim meydanlarında; "Bizim zamanımızda kendi durumunun kötüye gittiğini düşünenler bize oy vermesin" diyebilmiştir. Cumhuriyet mitinglerini "Bindirilmiş Kıtalar" olarak niteleyen aynı lider; "İstesek bundan çok daha fazlasını toplarız" diyerek aslında tabanının gücünün ne kadar farkında olduğunu ifade etmiştir. Yani, AKP’nin seçim zaferinde, ekonomik ve siyasi başarılardan ziyade, temsil ettiği İslami İdeoloji asıl rolü oynamıştır. Seçim sonrası Avrupa’dan yapılan " Laik azınlığın haklarının da korunması " şeklindeki çağrılar, seçim sonuçlarının ideolojik olduğunu kanıtlamaktadır. Son seçimlerde, ekonomik şartların, bölgesel ve mahalli ölçekte, belirli bir seçmen kitlesi üzerinde etkili olduğu gerçeği yadsınamamakla birlikte, bu kabil oy kullanmaların, hiç bir zaman ideolojik yaklaşım ve tercihlerin önüne geçemediği değerlendirilmektedir. Asıl sorgulanması gereken bu noktaya nasıl gelindiğidir? 2002’deki, % 34. 6 lık oy oranı nasıl % 47’lere yükseltilmiştir? İşte asıl başarı ve tehlike kanaatimce burada yatmaktadır. AKP, iktidarda olmanın sağladığı politik ve ekonomik gücünü, her türlü resmi ve resmi olmayan vasıtalarla kendi ideolojisine yakın toplum kesimlerine Seçimlerin ardından Türkiye’de Avrupai anlamda bir demokrasi kurulamamıştır. Çünkü başta SOĞUK SAVAŞ JEOPOLİTİĞİNİN bireylerin eğitimi olmak üzere demokrasinin seçim dışındaki şartları hala ETKİLERİ Türkiye’yi 23 Temmuz 2007 siyasal panoramasına getiren siyaoluşturulamamıştır. Bu nedenle 22 si, sosyo kültürel, ekonomik iç ile dış politik ve ekoTemmuz 2007 günü sandıktan TBMM’ne dinamikler nomik etkenleri incelemeden, geleceğe yönelik sağlıklı projeksiyansıyan sonucun, millet iradesini yonlar ortaya koymak mümkün Soğuk Savaş sonrası, yansıtan demokratik bir sonuç olduğunu değildir. dünyada yükselen "Siyasal İsTürkiye’de Batı karşıtı İslasöylemek gerçekçi bir yaklaşım olamaz. lam", mi Milliyetçilik olarak ortaya çıkaktarmış ve ideolojik cephesini genişletmiştir. Bugün Türkiye’de İslami İdeolojiyi savunanlar, bundan 50 yıl önceki dar bir sınıfsal ve eğitimsel kalıp içinde bulunmamaktadırlar. Profesörden, mühendis ve avukata, yatırımcı ve iş adamından, esnafa, yüksek bürokrattan, milli sporcuya ve subaya, sanatkardan, çiftçiye, öğretmenden zanaatkara kadar uzanan çok geniş bir yelpazede yer alan ideolojik bir örgütlenme ile karşı karşıyayız. Amerika Birleşik Devletlerinde faaliyet gösteren Hudson Enstitüsü’nün son raporunda, Osmanlı Elitleri olarak adlandırılan bu kesimin hedeflerinde çok ciddi oldukları vurgulanmaktadır. Bu toplumu oluşturan farklı kesimlerdeki bireylerin büyük çoğunluğunun ortak noktası, subaylar hariç, başlangıç eğitimlerinin İmam Hatip Lisesi kaynaklı olmasıdır. Ortak temel ideolojileri ise, İslam dininin bir yaşam ve yönetim modeli olarak günümüzün dünyasında uygulanabilir olmasına olan inançlarıdır. Ülkemizdeki klasik sağ–sol kutuplaşmasından farklı olan bu olguyu, ünlü toplum bilimci Şerif Mardin şöyle açıklamaktadır: Türkiye’de Başbakan ‘Benim milletim’ diyor, aynı zamanda ulusalcılar da ‘Benim milletim’ diyor. Galiba aynı şeylerden bahsetmiyorlar. Başbakan benim milletim dediği zaman aynı hayatı yaşayan insanların birliği gibi bir şeyden bahsediyor. Ulusalcı benim milletim dediği zaman da bir nevi kamu haritasından bahsediyor. Bunlar tamamen birbirlerinden farklı olan şeyler ve bir takım zınni anlamalara bağlı oldukları için politikada ortaya çıkmıyor. Fakat Türkiye’de bu ikiliğin ki, bu ikiliğin olduğunun önemli olduğuna inanıyorum, altını çiziyorum, araştırılmasının gerektiğine inanıyorum. Şerif Mardin ayrıca İslami yaşam tarzını benimseyen grupların yaşadıkları çevrede, ister istemez, kendiliğinden bir " Mahalle Baskısı veya Dayanışması" da oluştuğunu belirtmektedir. Kanaatimce, bu seçim sonuçlarının ortaya koyduğu en önemli gerçek, AKP’nin ortaya koyduğu İslami ideolojinin Küresel Sistemin de yardımıyla başarıya ulaştığıdır. Sonuç olarak, son 50 yılda bir çok siyasi grupça dile getirilen dine dayalı slogan, sav ve teorilerin yaşama geçirildiği açıkça görülmekte ve çok tehlikeli bir dönüşüm içine girildiği değerlendirilmektedir. Hollandalı gazeteci Harold Doornbos seçimlerin sonuçlanmasından hemen sonra 24 Temmuz 2007 günü yayınlanan "Gelmiş Geçmiş En Büyük Türk’e Güle Güle" adlı makalesinde Türkiye’nin içine girdiği bu yeni dönemi çok çarpıcı saptamalarla değerlendirmektedir: Yani şu an resmen Türkler’in % 46’sı İslamcılara oy verdi. Bunu, gelmiş geçmiş en büyük Türk olan Mustafa Kemal Atatürk’e veda sayabiliriz. Laikliğin sonu. Sonun başlangıcı. tı. Necmettin Erbakan tarafından ortaya konulan ve Milli Görüş olarak adlandırılan doktrin, antiAmerikancı bir çizgideydi. 1974’de Milli Selamet Partisi vasıtasıyla siyasal İslam ilk defa iktidara geldi. Müdaheleye karşı çıkan ABD’ye rağmen, Kıbrıs’a müdahelede tereddüt etmeyen MSB, "Milli Görüş" doktrininin ilk başarısını elde etmişti. Kıbrıs Fatihi lakabı alan Erbakan, bu başarıyla oldukça prestij kazandı. Bu dönemde "Siyasal İslamcı" güçler gitgide palazlandı. Atatürkçü olduğunu iddia eden 12 Eylül döneminde ise "şeriatcı" güçler iyiden iyiye gemi azıya aldılar. Bunda askeri yönetimin öngörüsüzlükten kaynaklanan çok büyük hataları oldu. Anayasaya konulan din ve ahlak kültürü dersinin gerici bir iktidarın elinde, Laik okulun. . . bir medrese bozuntusu haline getirelebileceğini ve Laiklik ilkesinin din kurallarıyla savunulamayacağını göremediler. 1990’lı yıllar, AKP kadrolarının da içinden yetiştiği tarikat ve cemaatlerin iş dünyasında büyüdüğü, medyada söz sahibi olduğu, özel okul ve dershane sektöründe öne geçtiği, sağlık alanında büyük yatırımlar yağtığı, ama hepsinden önemlisi sosyal alanda etkinliğini artırdığı dönemdir. Bugün gelinen noktada, benzer kuruluş ve grupların mali yapıları, gelir sağlama mekanizmaları, iç ve dış parasal ilişkileri her biri ayrı bir araştırma konusu olacak kadar geniştir. Liberal demokrasi adına, 1990’da Türkiye’de din devleti kurulmasını önleme amacı güden Türk Ceza Kanununun 163 ncü maddesinin kaldırılmasıyla birlikte, antilaik propaganda, antilaik örgütlenme ve din duygularının, ya da dince kutsal tanınan şeylerin kişisel ya da siyasal çıkar sağlama amacıyla sömürülmesi ve kötüye kullanılması hızlandı. Böylece 12 Eylül Atatürkçülerinin gözü önünde laik Cumhuriyetin yıkılmasına davetiye çıkarıldı. TCK’daki 163 ncü maddenin kaldırılması devrim yasalarına karşı bir kırılma noktasıydı. Ama cebinde dolar gezdirmeye başlayan ve her türlü ithal malı alabilme olanağına kavuşan başı dönmüş toplum içinde, kimse bunun farkında olamadı. Bu yasal değişikliğin de etkisiyle daha organize hale gelen Refah Partisi, iktidara gelme başarısına kavuştu. Oyların % 20’sini alan Refah Partisi, kendini tek başına iktidarda sandı ve kelimenin tam anlamıyla deşifre oldular. Dış politikada, Erbakan’ın bu dönemdeki hükümet başkanlığı ABD’yi oldukça rahatsız etti. Erbakan’ın başarılı olması ve tabanını genişleterek Türkiye’nin de İran benzeri bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüşmesi halinde Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz’deki jeopolitik dengeler kökten değişebilirdi. Aksini iddia etselerde, kamu ve sivil kesimde tabanın isteklerine uygun uygulamalar yapıldı. Bu kaygı verici süreç 28 Şubat 1997’de gerçekleştirilen "dolaylı müdaheleye" kadar sürdü. Türban ve örtünme konusu en çok Refah Partisi döneminde cesaretlendirildi ve bugün tüm siyasi partilerce istismar konusu yapılacak bir konuma geti Başkana ölüm, çok yaşa Sultan ! Türkiye, İslam ülkelerinde baskı altındaki ilerici Müslümanlar’a bir örnek olacaktı, ama artık değil. . . . . AKP’nin doğu ve güney doğu Anadolu’daki oy artışlarını ise, seçim sürecindeki konjonktürel şartlar ile son dört yıldan bu yana halk üzerinde yürütülen marjinal politikalar ile açıklamak mümkündür. AKP’nin bu bölgede ve büyük kentlerin varoşlarında " Yoksulluk ve Eğitimsizlik" gerçeğini çok iyi kullandığı görülmektedir. Erdoğan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle