16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Beşlisi denilen bu mekanizmanın en temel işlevi sınır sorunlarını çözmek ve sınırlardaki ülkelerin birbirlerine karşı konuşlandırdıkları askeri kuvvetlerde indirime gidilmesi ve kriz halinde danışılması oluşturmaktaydı. Çin, amaçladığına ulaşmıştı. Bu mekanizmayla sorunlar aşıldı daha önemlisi Rusya kontrol altına alındı. Fakat Çin’in hesap edemediği bir durum ortaya çıkmıştı. Şanghay Beşlisi ile nispeten daha istikrarlı bir ortam sağlanması Rusya’nın yavaş yavaş kendisini toplamasını sağladı. Rusya’daki bu toparlanma Putin gibi güçlü bir liderin ortaya çıkmasına da uygun ortamı oluşturdu. Aslında bu mekanizma Rusya’nın da işine gelmişti. Şanghay Beşlisi ile Rusya, Çin’i gözleme ve izleme fırsatını yakaladı. Çin’in aslında o dönemde korkusu Rusya’nın ABD ile olası bir işbirliğiydi. Daha ilginç olan nokta Rusya’nın da aynı endişeyi Çin’e karşı besliyor olmasıydı. Soğuk Savaş Döneminde ABD, Çin’le Sovyetler Birliği’ne karşı birleşik bir cephe oluşturmuştu. Sonuçta Çin, küresel etkisi olan bir bölgesel güç olduğunu ilan etti. Yeni milenyumla birlikte Çin, bölgesel güçten küresel güce terfi etti. 2001 yılında Şanghay Beşlisini, Şanghay İşbirliği Örgütüne çevirdi. 2002 yılı Çin için esas atılım yılı oldu. Çin Komünist Partisi’nde (ÇKP) yönetimin değişmesi ile Çin’in dünyaya bakış açısı da büyük ölçüde değişti. Yeni yönetim ve özellikle genel sekreter Hu Jintao’nun milliyetçi yönünün daha ağır basması, giderek önemini kaybeden komünizmin tıpkı geçmişte olduğu gibi Çin milliyetçiliği ile desteklenmesi, Çin’in küresel güce giden yolunda yeni bir basamak oldu. ÇKP’nin daha zemine yayılması ve halkı hangi görüşten olursa olsun kucaklaması, Çin’in tek parti iktidarının olumsuzluklarının giderilmeye çalışıldığını göstermektedir. Çin’de 2002 yılında göreve gelen Hu Jintao liderliğindeki yeni iktidar, Çin’in dünya politikasına bakış açısını 180 derece değiştirdi. Denge politikasına ağırlık veren Çin, dünya politikasında daha fazla aktif olmaya başladı. 2001 yılına kadar uluslar arası politikaya ve uluslar arası sorunlara karşı pek fazla duyarlı olamayan, biraz da kendini izole etmiş olan Çin, 11 Eylül saldırıları ile birlikte bu tavrını değiştirdi. Çin’in bu yalnızcılık politikasının arkasında yatan en önemli etken Çin’in dış sorunlara karşı ilgisiz kalmasına karşılık dünyadan da aynı duyarsızlığı kendi iç sorunlara karşı göstermesi yönündeki beklentisi olmuştur. Kuşkusuz küreselleşmenin hız kesmeden devam ettiği günümüzde Çin gibi devasa bir ülkenin bir deve kuşu misali başını kumlara gömmesinde hiç bir stratejik fayda bulunmamaktadır. Bunun farkında olan yeni iktidar, tehdit ve sorunlardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmeyi seçmiştir. Bu bağlamda, 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütüne üye olarak ekonomisini dünya ekonomisine entegre eden Çin, 2002’den sonra da aynı hızda küresel ekonominin önemli bir aktörü haline gelmiştir. Gerçekte, büyüyen ekonomisi Çin’i uluslararası sorunlar hakkında daha duyarlı yapmıştır. Zira uluslararası sistemde meydana gelecek her hangi bir sorun Çin ekonomisini doğrudan etkileyebilecektir. Bu nedenle, Çin, uluslararası krizleri yakından takip etmekte ve hemen hemen her uluslar arası yapılanmada yer almaya çalışmaktadır. Sürecin bir parçası olduğu sürece krizlerin Çin sınırlarının dışında kalabileceğine inanan Pekin bu yönde diplomatik faaliyetlerini artırmıştır. Kalıcı düşmanlıklara son vermek için Japonya ve Güney Kore ile daha sıkı işbirliğine girmiştir. Çin, saldırgan bir dış politika izlemek yerine daha uzlaşmacı bir dış politika izlemiş; hatta kimi zaman bu politikaları yüzünden ÇKP içerisindeki muhafazakâr kanat tarafından MarksistLeninist Maocu düşüncenin altının oyulduğu suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu tartışmalar, Putin’in Munih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmadan sonra tekrar alevlenmiş ve ÇKP yönetiminin sessiz kalması eleştirilere neden olmuştur. Çin’in ABD ile ekonomik düzlem üzerinde kurduğu yakın ilişkiler, Çin’in dünya sorunlarına karşı kendi ideolojik penceresinden bakmasını engellediği yönünde güçlü eleştiriler bulunmakta. Ancak burada hemen belirtmek gerekir ki Çin’in en önemli stratejilerinden birisi kriz üreterek ekonomik büyümenin önüne belirsizlikler çıkarmamaktır. Çin’deki liderlik yapısı da oldukça dikkat çekicidir. Çin’deki rejim temel olarak halk üzerine dayanır. Devrim literatüründe Halkın Demokratik Diktatörlüğü olarak adlandırılan devlet tek bir lider sultası altında olmayıp aslında güçlü bir kadro tarafından idare edilmektedir. Sovyetler Birliği’nin aksine buradaki kadro asla bir yönetici seçkinler haline gelmemektedir. Güçlü bir karizmatik lider yerine daha çok güçlü bir ÇKP yönetimi tercih edilmiştir. Ancak bu tablo 2002’de Çin Komünist Partisi Kongresinde genç kuşak partililerin yönetim kadrosuna getirilmeleriyle değişmiştir. Hu Jintao, ÇKP genel sekreteri ve aynı zamanda Çin Devlet Başkanı olarak seçilmiştir. Hu’nun gerçekten önceki liderlere göre özellikle genç kuşak Çinliler arasında oldukça büyük bir karizması bulunuyor. Daha şimdiden üçüncü dünya ülkelerinde bile Hu hayranları oluşmaya başlamıştır. C S TRATEJİ 21 bulunmaktadır.(Çin’in bir önceki Ankara Büyükelçisi Ankara Üniversitesi mezunudur) Çin Dışişleri Bakanlığı son zamanlarda büyük bir değişime tanıklık etmiştir. Merkezi hükümet dışişleri bakanlığını daha etkin kılmak için bir takım düzenlemelere gitmiştir. Bunun ilk sonucu da yeni Çin Dışişleri Bakanında görülmüştür. Çin tarihinde ilk defa meslekten gelen yani Çin Dışişleri Bakanlığı bünyesinde görev yapan birisi Çin Dışişleri Bakanlığına atandı. 27 Nisan 2007’de Yang Jiechi, Çin’in yeni dışişleri bakanı oldu. İlginç bir özgeçmişi var. 1975 yılında London School of Economics’ten mezun olmuş ve o dönemden 2007 yılına kadar Çin Dışişleri Bakanlığında çeşitli kademelerde çalışmış ve Batı’yı oldukça iyi biliyor. Görüldüğü gibi Çin’in dünyaya bakışında ideolojinin ötesinde pragmatik faydalar ve ulusal çıkarlar rol oynamakta ve bu yönde Çin’de kendisini revize etmektedir. Yeni atanan dışişleri bakanının ÇKP geçmişi pek fazla yok, yani o bir siyasetçi değil, aksine bir teknokrat. Sonuç olarak, Çin, kendine has bir üslupla dünyayı okumaktadır. Bu okumadan çıkan sonuçlar ise belki de Yeni Dünya Düzenine alternatifi bir düzen olarak karşımıza çıkacak. Bu yeni düzen bir dayatma değil, aksine elbirliği ile gelişmeye açık bir ortak düzen olacaktır. ÇİN DIŞ POLİTİKASI Geleneksel Çin Dış Politikası şu ilkelerden oluşur: ? Herkesin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine karşı karşılıklı saygı, ? Karşılıklı olarak birbirlerine saldırmama, ? Birbirlerinin içişlerine karışmama, ? Eşit ve karşılıklı fayda, ? Barış içerisinde birlikte yaşama. Bu ilkeler ilk defa Çin Başbakanı Cov Enlay tarafından Hindistan ile Tibet üzerine görüşmeler yapılırken ortaya atılmış; ama bu ilkerler 1962 yılında Çin ile Hindistan arasında sınır savaşının patlak vermesine engel olamamıştır. Çin dış politikası bölgesel olmaktan çok küresel bir etkiye yönelik oluşturulmuştur. Bu bağlamda Çin Dışişleri Bakanlığı hemen hemen dünyanın her bölgesi ile ilgili uzmanlardan oluşan bölümlerden oluşmaktadır. Çin, dış temsilciliklerine genelde o ülkenin dilini bilen büyükelçiler atar. Eğer mevcut değilse mutlaka o ülkenin dilini iyi bir şekilde bilen diplomatları Büyükelçinin emrine verir. Genelde Çin Dışişleri Bakanlığı’nın her ülkede mutlaka o ülkenin üniversitelerinde eğitim almış personeli Çin’in dışpolitika geleneği herkesin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine karşı karşılıklı saygı, saldırmazlık, içişlerine karışmama, eşit ve karşılıklı fayda ve barış içerisinde birlikte yaşama unsurlarını temel alıyor. Jintao
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle