Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
50 C Cumhuriyetimizin 90. YILI 29 Ekim 2013 Salı o İSMET GÖRGÜLÜ Mustafa Kemal’i Milli Mücadele’ye götüren güç elimde, maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran, yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.” O halde yedi düvele karşı mücadeleye karar verirken var olan Bu kuvvet devlet değildir . Devlet, onu “Milli mücadele yap” diye göndermemiştir, “söndür” diye göndermiştir. Peki, birileri mi davet etmiştir, “Gel bizi kurtar” diye? Yoksa birileri mi göndermiştir, “Git kurtar” diye? Böyle bir durum da yok. Bunun yokluğunu o dönemi yaşayanların yazdıklarından, sonraki değerlendirmelerden kuşku duymaksızın anlıyoruz. Mondros Mütarekesi sonrasındaki o kara günleri İstanbul’da gözleyen İsmet İnönü bakınız neler anlatıyor: “Herkes Mütareke’yi bir başarı olarak kabul ediyor. Ve İtilaf devletlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı bir iyi niyet davranışı sayıyordu... Mütareke müspet karşılanmış ve herkese iyimser bir hava hâkim olmuştu...” Kamuoyunda genel hava böyle iken acaba askerlerde hava nasıldı? Bunu da İnönü’nün bir bakıma itiraf niteliğindeki açıklamasından görelim: “Memleket normal bir hayata girdikten sonra bize, yani bana ve pek çok arkadaşıma yapılacak muamele belki tamamıyla ordudan çekilmemize sebep olacaktı. O zaman hayatımızı herhangi bir köyde devam ettirmek de bizim için bir mesele olamazdı. Bu meseleleri bu tarzda, teklifsiz, arkadaşlarımla hiçbir maksat gütmeksizin sohbet halinde konuştuğum da çok olmuştur.” Bu konuşmalardan Kâzım Karabekir’le olanına bakalım: “Her şey mahvoldu... Benim hiç ümidim kalmadı. Ben kararımı sana söyleyeyim mi? Askerlikten istifa edelim. Köylü olalım Kâzım...” Kamuoyu ve ordu genelde bu durumda iken Padişah Vahidettin ve Sadrazam Damat Ferit, 30 Mart 1919’da İn giltere sömürgesi olmak için İngiltere’ye başvururlar. Görüldüğü gibi teslimiyetçilik, yaşanılan acı durumu kader kabul etmek, genel kanı halindedir. Mustafa Kemal ise; “...Bu elim manzara karşısında vicdanımın emirlerine aykırı hareket edemezdim...” “...Millet ve memlekete borçlu olduğumuz, vicdan görevini yerine getirmek...” diyerek silahlı mücadeleye karar veriyor. O anda bu silahlı mücadeleyi yapabilecek güç, kuvvet var mı? Yok. Yok olduğunu kendisi de ifade eder: “Ben 1919 senesinde Samsun’a çıktığım gün yor, bu kararın gerektirdikleri kendisi için vicdani bir görev oluyor. Bunun için hiç üstüne vazife olmadığı halde silahlı mücadeleye karar veriyor. Hem de devlete rağmen. Padişaha, halifeye, hükümete isyan ediyor. O dönemde çok gösterişli olan ordu müfettişliği görevini ve padişah yaverliği sıfatını terk ediyor, paşalığı ve maaşını bırakıyor. Canını ortaya koyuyor. Milli Mücadele’yi “vicdanının emrine uyarak yüklendiği bir görev” olarak görüyor. lı müleceğiz. Ondaki manevi kuvvet, onu bir karara götürüyor ve bu kararı uygulamaktan kendisini alıkoyamı şey Türk milletinin yapısı, milli karakteri ve Atatürk’ün içini dolduran manevi kuvvetidir. İşte bu manevi kuvveti açıklayabilirsek Mustafa Kemal’i, Samsun’a daha doğrusu silahcadeleye götüren kuvveti de anlayabi Ondaki vicdani görev anlayışını, yani üstüne vazife olmadığı halde doğru olduğuna inandığı bir şeyi kendiliğinden yapmayı doğuran, sahip olduğu manevi kuvvettir. Afet İnan, Atatürk’ü değerlendirirken manevi kuvvetini üç unsurun oluşturduğunu belirtir. Bilgi, millet sevgisi ve vatan sevgisi. Biz buna bir unsur daha ilave ediyoruz ve manevi kuvvet= bilgi (ilim ve bilim)+millet sevgisi+vatan sevgisi+sorumluluk duygusudur diyoruz. Atatürk de Milli Mücadele yapmayı bir vicdani görev olarak görme durumu böyle doğmuştur. Manevi kuvvetin yarattığı vicdani görev, kişinin kendisini silmesini, gerektiğinde hayatını ortaya koymasını, kişisel çıkarlarından vazgeçmesini, kendisi için değil gelecek kuşaklar için çalışmasını sağlar. Yüce Atatürk’ün hayat anlayışı da budur. Milli Mücadele’yi vicdanının emrine uyarak yüklendiği bir görev olarak gördükten sonra; “Bütün vatanın ve koskoca bir milletin ölüm kalım davası söz konusu olurken vatanseverim diyenlerin kendi sonlarını düşünmesinin yeri olur mu?” der. O halde Atatürk’ü Samsun’a götüren kuvvet ne devlettir, ne herhangi bir davettir, ne de kişisel çıkardır. Onu, Milli Mücadele yapmaya götüren kuvvet manevi kuvvettir. Manevi kuvvetinin doğurduğu vicdani görev anlayışıdır. Atatürkçünün yaşamına, iş yapmasına yön veren de vicdani görev anlayışı ve uygulamasıdır. MANEVİ KUVVETTEN DOĞAN VİCDANİ GÖREV SONUÇ