14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ENERJİ 14 maliyetleri, tipe göre değişmekte. En yaygın tip olan “basınçlı su reaktörleri” (PWR) için, ortalama 350 dolar/kilovat düzeyinde olup, ilk sermaye yatırımının yüzde 915’i kadar. Ancak, bu maliyet unsuru proje ömrünün sonunda gerçekleştiğinden, bugüne indirgendiğinde, ilk yatırım maliyetinin yüzde 5 kadarını oluşturur. ABD’de 0.10.2 sent/kilovatsaat düzeyinde. Kullanılmış yakıtın veya atıkların depolanması ise, kilovatsaat başına maliyetin yaklaşık yüzde 10’u. ABD’de 0.1 sent/kilovatsaatlik bir vergiyle karşılanıyor. 5710 Sayılı “Nükleer Enerji Yasası”, bu iki kalem için oluşturulacak ulusal hesapların her birine, 0.15’er sent/kilovatsaat ödeme yapılmasını öngörmekte. SÖYLEŞİ Prof. Kılıç: Uluslararası Enerji Ajansı’nın en son verilerine göre; 1990 yılında küresel elektrik enerji üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payı sadece yüzde 1 idi. 2004 yılında bu oran yüzde 18 düzeyine çıktı. 1995 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan senelik yatırım 7 milyar dolar iken, bu miktar 2005 yılında 38 milyar dolara yükseldi. Aynı yıl nükleer santrallara yapılan yatırım 4.6 milyar dolardır. 2005 yılında (hidroelektrik hariç) yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektrik üretimindeki artış 22 gigavatsaat, aynı yıl nükleer santrallardan elde edilen elektrik miktarındaki artış sadece 3.3 gigavatsaattir. Enerji üreten kaynaklara 2030 yılına kadar yapılacak 18 trilyon dolarlık küresel yatırımlarda yenilenebilir enerji kaynakları için ayrılması öngörülen miktar 5 trilyon dolar. 2030 yılına kadar nükleer rönesans senaryolarının gerçekleşmesi halinde en az 150 gigavatlık yeni nükleer gücün küresel düzeyde devreye girmesi gerekiyor. Fakat aynı güç miktarında, yaklaşık 100 tane, yaşlı/eski nükleer reaktörlerin küresel elektrik sisteminden çıkması gerekiyor. Böylece 2007 yılında küresel elektrik üretiminde yüzde 16 payı olan nükleer santralların 2030’daki elektrik üretim oranları yüzde 9’un altına düşecektir. “Vazgeçtiler” bu yüzden. Ama artık bu santrallar eskidi, yenilenmeleri lazım. Yenilenebilir enerji kaynakları, düşük yoğunluklu ve dağınık olduklarından, “toplanıp” kullanılmaları, görece pahalı. Güneş kesintili, rüzgar ve hidro değişken. Gerçi hidro, bol olduğu zamanlarda depolanabiliyor. Çünkü yerçekimi gibi zayıf bir kuvvete bağlı. Fakat elektrik, yerçekiminin “yüz trilyon kere trilyon kere trilyon” katı şiddete sahip bir kuvvete dayalı; depolanmayı reddediyor. Dolayısıyla, güneş ve rüzgar santrallarının, her an emre amade olan “baz yükü santralları”yla desteklenmeleri lazım. İklim değişikliği endişeleri nedeniyle, fosil yakıtlardan uzaklaşma isteği var: Geriye nükleer kalıyor, “rönesans” bu yüzden. Ben şahsen bu sözcükten pek hoşlanmıyorum, çünkü teknik bir konuya duygu yüklüyor. Bazı teknolojilerde kırılma niteliğinde gelişmeler gerçekleşmediği sürece; yenilenebilir enerji kaynaklarının; gelişmiş ülkelerde halen hakim olan, diğerleri tarafından özenilen, imrenilen ve tüm dünyada giderek yayılan “tüketime dayalı” yaşam tarzını ayakta tutması mümkün görünmüyor. Görebildiğim kadarıyla, enerji konusunun teknik ayrıntılarına vakıf olan hiçbir çevreci bunun aksini iddia etmiyor. Dolayısıyla; kimyasal enerji kaynaklarının bir yandan yetmezliğinin ufukta göründüğü ve diğer yandan yol açtıkları çevre sorunlarının giderek ağırlaştığı bu dönemde, insanlık olarak; ya yaşam tarzımızı radikal biçimde değiştirip, doğadaki enerjilerin skalasında birkaç basamak aşağıya inerek yenilenebilir enerjilerle yetinmeyi öğrenmek, ya da mevcut yaşam tarzımızı korumaya çalışıp, skalada birkaç basamak yukarı tırmanarak, nükleer enerjiye yönelmek durumundayız. Aslında olacak olan, bu iki yaklaşımın bir karışımı. Olmayacak olan da şu: “Yaşam tarzımızı koruyalım, enerji tüketimimizi arttıralım, ama fosil veya nükleer yakıt kullanmayalım, çevreyi kirletmeyelim, iklimi değiştirmeyelim.” Böyle bir “cennet” yok, en azından dünyamızda yok. Çünkü diyalektik daima, “maliyet ve yararı” bir arada sunuyor, aynı paranın iki yüzü gibi. Dileklerle gerçekleri birbirine karıştırmaksızın, mümkün olan en iyi bileşimi hedeflemek lazım. Aksi halde, makul olan dileklerde de hayal kırıklıklığına uğranılıyor, hatta yıkıma... ? ‘İnşa süresi uzarsa muhasebenin rengi değişir’ Nükleer enerji yatırımlarının doğalgaz veya kömür santrallarından iki önemli farkı var: İlk yatırım maliyetinin yüksek, inşaat süresinin uzun olması. Sonuç olarak, nükleer enerji üretiminde, birim üretim maliyetinin yüzde 80 kadarı ilk yatırımlardan, kalanı yakıt ve işletme masraflarından oluşur. Doğalgaz veya kömür santralları için bu oranlar, yaklaşık olarak tam tersinedir. Doğalgaz santralları 12 yıl içinde kurulabilirken, bir nükleer santralın inşası asgari 45 yıl alır. Bir nükleer santral yatırımının getirisi, uzunca bir süreye yaygın büyük bir ilk yatırım sürecinin ardından başlar. Nükleer enerji bu yüzden, geçmişte daha ziyade sermaye zengini ülkelerin harcı olmuştur. İşletmenin ilk 5 yılında, amortisman bedelleri gelir akışından düşüldüğü için, birim üretim maliyeti yüksek görünür; sonra hızla düşer. Gerçekçi bir muhasebe için, projenin tüm ömrüne yönelik bir “yaşam döngüsü maliyeti” hesabının dikkate alınması gerekir. Bu hesap ise, paranın zaman değeri nedeniyle; inşaat süresine ve paraya biçilen yıllık asgari paha anlamına gelen “iskonto haddi”ne karşı çok duyarlıdır. Bu ikincisini piyasalar belirler, fakat birincisi kontrol edilebilir bir değişkendir. İnşaat öngörülen sürede tamamlandığı takdirde, proje umulanı verir. Aksi halde, evdeki hesap bozulur ve muhasebenin rengi kırmızıya kayabilir. Bu nedenle, nükleer santral projelerinin önceden en ince ayrıntısına kadar özenle planlanıp, ilk adımların kararlılıkla atılması ve inşaata bir kez başlandıktan sonra hızla tamamlanması, ondan sonra da reaktörün yüksek kapasite faktörüyle çalıştırılabilmesi gerekir. Cumhuriyet Enerji: Bir taraftan nükleer rönesanstan diğer taraftan ülkelerin nükleer santral kurulumundan vazgeçilmesinden söz ediliyor? Sizce dünyadaki eğilim nedir? Özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarındaki teknolojik gelişmeler dikkate alındığında enerji üretimi açısından nükleerin yeri nedir? Yenilenebilirler tüketim toplumunu ayakta tutamaz Prof. Altın: Batılı ülkeler II. Dünya Savaşı’ndan sonraki hızlı gelişme döneminde, gereksinim duydukları santralların çoğunu kurdular. Petrol şoklarının ardından tasarrufa yöneldiler ve nüfusları da hızlı artmadığından; sadece nükleer değil, diğer tip santrallardan da fazla sayıda kurmaksızın; var olan santral stoğuyla bugünlere kadar gelebildiler. Türkiye’nin nükleer enerjiye gereksinimi olduğunu savunan Prof. Dr. Vural Altın, "İnsanlık olarak, ya yaşam tarzımızı radikal biçimde değiştirip, doğadaki enerjilerin skalasında birkaç basamak aşağıya inerek yenilenebilir enerjilerle yetinmeyi öğrenmek ya da mevcut yaşam tarzımızı korumaya çalışıp, skalada birkaç basamak yukarıya tırmanarak, nükleer enerjiye yönelmek durumundayız" diye konuştu. Dünya nükleere değil yenilenebilire yöneldi ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle