24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 ENERJİ Kemal ULUSALER EMO Yönetim Kurulu Başkanı Mona Lisa’nın Kaşları... Yıllara göre kaynak değişimi doğalgaz kullanımı yoluyla yaratılan dışa bağımlılığa bugün elektrik üretiminde ithal kömür “parlayan yıldız” olarak eklenmek istenmektedir. Doğalgazla elektrik üretimi 3 yılda ikiye katlandı Özelleştirme sürecinin başlamasıyla birlikte 1980’lerin son yıllarından itibaren dışa bağımlı bir kaynak olan doğalgazın ağırlığının giderek arttığı görülmektedir. Doğalgazın elektrik üretimindeki payı 1985’te yüzde 0.2 düzeyinde bulunurken, 1990 yılında yüzde 17.7’ye, 1995’te yüzde 19.2’ye, 2000 yılında yüzde 37’ye yükselmiştir. 2005 yılında ise doğalgazla elektrik üretimi, yüzde 43.8 oranıyla toplam elektrik üretiminin yarısına yaklaşmıştır. Geçen yıl ise Türkiye 191.2 milyar kilovatsaatlik elektriğin 92.8 milyar kilovatsaat ile yüzde 48.5’ini ithal ettiği doğalgaz kaynağından üretmiştir. 2004 yılında elektrik üretiminde doğalgaz, 58.7 milyar kilovatsaat üretim miktarı ile yüzde 39.3 paya sahipti. Yani yalnızca 3 yıllık dönemde doğalgaza bağlı elektrik üretimi yüzde 58 artışla elektrik üretim miktarını ikiye katlamıştır. Yerli kaynak söylemiyle iktidara gelen ve 59. Hükümet dönemi boyunca da bu söylemi sürdüren AKP Hükümeti döneminde doğalgazla elektrik üretiminde bu denli artış olması derin bir çelişki oluşturmuştur. Doğalgazın elektrik üretimindeki payına, LPG, ithal kömür, motorin, fueloil gibi dış kaynaklar da eklendiğinde, yabancı kaynakların elektrik üretimindeki payı çok daha yukarılara çıkmaktadır. kaynaklarının elektrik üretimindeki payının giderek azaltıldığı ortaya çıkmaktadır. Su kaynaklarından elektrik üretimi 1980’de yüzde 48.8’lik payıyla en yüksek düzeyine ulaştıktan sonra gerilemeye başlamış, 1995 yılında yüzde 41.2’ye, 2000’de yüzde 24.7’ye ve 2005’te yüzde 24.5’e düşmüştür. Geçen yılın elektrik üretim verilerine bakıldığında ise su kaynaklarından yapılabilen elektrik üretimi yüzde 18.7’ye gerilemiştir. Kömürden elektrik üretimi ise 1985’te ulaştığı yüzde 41.8’lik en yüksek düzeyinden sonra giderek düşüş göstermiştir. Geçen yıl elektrik üretiminde kömürün payı ise yüzde 27.8 olmuştur ki bunun da yaklaşık yüzde 19’luk bölümü yerli kömür kaynaklarına dayanmaktadır. ? Yerli kaynak unutuldu Buna karşılık Türkiye’nin yerli kaynakları olan su ve kömür yatakları değerlendirilmemektedir. Yıllar itibariyle verilere bakıldığında, linyit ve su TEK çatısı altında 1970’lerden itibaren sürdürülen bütüncül yapı 1980’lerde yeniden yapılanma, özelleştirme ve serbestleştirme ile imtiyazlı şirketlere geri dönüşün başlamasıyla sona erer. Türkiye elektrik tarihinde yaşanan ilerleme bu yapılanma ile birlikte geri dönmüş, yeniden imtiyazlı şirketler dönemi başlatılmıştır. Türkiye brüt elektrik üretiminin birincil enerji kaynaklarına göre aylık dağılımı turup hesaplamışlar, bugünkü koşullarda ve bugünkü hızla arttığı takdirde dünya nüfusu 300 yıl sonra 60 trilyona ulaşacakmış. Yerkürede tüm okyanuslar, karalar, Everest’in tepesinden Sahra’ya kadar her metrekareye ortalama 100 kişi düşecek. Giderek artan nüfusun, refah içinde yaşam talebinin, gün be gün artacağı da açık. Dünyalı, barınacak bir konut, altına bir araba, bol ve sıcak su, giyimkuşam vs. talebi ve bu talebi karşılayacak sanayi ile o sanayi için ihtiyaç duyulan enerjiye ulaşım için daha fazla arayış içinde olacaktır şüphesiz. Fosil kaynaklardan petrol ve doğalgazın, bu hızlı tüketim ile yeni rezervlerin bulunmasına rağmen, yakın gelecekte tükenmesi kaçınılmazdır. Kömür ise çevre için bugünkü kullanım koşullarında bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Geriye, bazıları kabul etmese de, yenilenebilir kaynaklar içinde yer alan su kalıyor. Küresel ısınma söylemleri içerisinde suyun da geleceği soru işaretlerini barındırıyor bağrında. Güneş, geleceğin enerjisi olarak, önümüzde tek seçenek gibi görünüyor. Ve elbette ki güneş olduğu sürece var olacak olan rüzgar. Şubat ayı içinde İzmir ve Ankara’da Karadeniz derneklerinin düzenlediği “Doğa ve Hidroelektrik Santrallar” konulu paneller gerçekleştirildi. Fırtına Vadisi başta olmak üzere özellikle Doğu Karadeniz’de hidroelektrik santralların doğa tahribatına neden olduğu dile getiriliyor. “Bir avuç enerji için değer mi?” sorusu sık sık soruluyor. Munzur ve Hasankeyf ’in yanına kimi çevre inisiyatiflerinin “Rüzgar, güneş bize yeter” söyleminden yola çıkıp tüm kömüre dayalı termik santralları da koyarsak, bir avuç denen, Vatandaş Mustafa’nın binde 4 dediği miktar, toplam enerji miktarının yarısını geçiyor. Resmi rakamlarla yılda yüzde 6 ile yüzde 8 arasında değişen enerji talep artışını hangi kaynaklardan karşılayacağız sorusu, bu kez gündeme geliyor. Gerçekten rüzgar, güneş yeter mi? Elbette ki bu söylem bugün için gerçekçi değil. 2020’li yıllarda yaklaşık 100 bin megavat kurulu güç ihtiyacının, 48 bin megavat olarak tespit edilen rüzgar ile karşılanması söz konusu değil. Bugün için kurulu gücün 4’te 3’ünü bulan pik yükü karşılayacak, hemen sunuma açık hidroelektrik santrallarının 2020’de en az 4550 bin megavat kurulu güce ulaşması gerekiyor. Görüleceği gibi bugünkü koşullarda rüzgar, güneş bize yetmiyor. Peki, bu durumda ne yapılmalı? Tahrip edilenin bir daha yerine konulması yüzyıllar almakta. Doğa ile satrançta açmaza düşüyoruz. Üstelik bir kez bile olsa rok yapma şansımız da bulunmuyor. Her şeye rağmen Fırtına’yı, Munzur’u korumak zorundayız. Ve bu olanaklıdır. Her şeyden önce kökten piyasacı yaklaşımdan vazgeçmek, enerji yönetiminde kamu eliyle kısaorta ve uzun erimli planlama ile çözüm üretmek olanaklıdır. Fakat dediğimiz gibi bu bütünlüklü bir enerji politikası ile hatta sanayi, tarım politikaları ile iç içe olacak şekilde yapılmalıdır. Enerjiyi etkin ve verimli kullanma, doğru yer seçimleri, doğru projelendirme ile bu politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Yoksa yemeklik yağ için bile yağlı tohumların 3’te 2’sini ithal eden bir ülkede kürsülerden elinde etanol şişeleri ile “işte kurtulduk” söyleminde olan siyasi karar vericilerin sığ politikaları ile değil. Sorulduğunda enerjide tüm ayrıntıların düşünüldüğünden söz edilir. Karadeniz ve Karadenizlilerden söze girmişken; 1960’lı yıllarda Amerikalılar aya ayak basınca bizim Karadenizlilerin ulusal duyguları bir hayli gıdıklanmış. Oturup “Biz niye geride kaldık; bir şeyler yapmalıyız” demişler. Uzun tartışmalardan sonra planlarını Temel, medyaya anlatmış: “Onlar aya gitti ise biz de güneşe gideceğuz.” “Olur mu öyle bir şey; daha binlerce kilometre uzaktan erir, buhar olursunuz” demişler. Temel, “O ayrıntıyu da düşünduk, akşam serinluğunda gideceğuz” deyivermiş. Evet, ortada İtalyanların deyimiyle beyaz bir sinek gibi gelecek kurgusu ve hedef varken, ayrıntıları da düşündük söylemi ne kadar inandırıcı olabilir ki? “Gözünüzün üstünde kaşınız var” diyerek, bizlerin eleştirilerini “Siyaset yapıyorlar, bilmiyorlar” söylemleri ile geçiştirmekte iken diğer yandan da topluma ayni yardımlarla Mona Lisa gülücükleri dağıtıyorlar. Kimbilir Mona Lisa’nın gözünün üstünde kaşı yok diyedir belki de... O ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle