Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ENERJİ 12 Enerji arz güvenliği, aynı zamanda ulusal güvenlik ve ekonomik güvenlik sorunudur ABD politikalarının kıskacında Irak ve Türkiye’nin enerji denklemleri Gerek petrolde ve gerekse gazda, çok yüksek miktarlarda ithalata gereksinim duyan ABD, özellikle 1973 petrol krizinin ardından, bu kaynakları ne pahasına olursa olsun ele geçirmek, taşıma yollarını ve mümkün olduğunca ticaretini kontrol altında tutabilmek hedeflerine yönelik dış politika ve askeri strateji konseptleri geliştirmektedir. Necdet PAMİR Uluslarası Enerji Politikaları Uzmanı nerji arz güvenliği, ülkelerin gelişimlerini; ekonomik ve ulusal güvenliklerini temelden etkileyen bir olgudur. Bu nedenle; enerji kaynaklarını kesintisiz, güvenilir, ucuz, temiz ve çeşitlendirilmiş kaynaklardan sağlayabilmek ve verimli kullanmak, her ülkenin güvence altına alması gereken hususlardır. Enerji güvenliği, geniş kapsamlı bir kavramdır ve enerji altyapısına yönelik olası terörist saldırılardan, yatırım eksikliklerinin doğuracağı kesintilere, arz ya da talep tarafındaki ülkelerin uyguladıkları politikalardan, küresel ekonomik gelişmelere, kasırgaların doğuracağı engellerden, ambargolara, grevlerden lokavtlara, iç savaştan işgale kadar birçok olasılığı birlikte değerlendirmemizi ve tüm bu gelişmelerin olası etkilerine karşı tedbirler almamızı gerekli kılan yaşamsal bir konudur(1). engellenecektir” derken, adı geçen “Körfez”, Meksika Körfezi değil, halen dünya petrol ticaretinin yaklaşık yarısının (yüzde 43) yapıldığı Basra Körfezi’dir! ABD; Basra Körfezi’nde kendini dış güç değil, “ev sahibi” olarak görmektedir. Devletler, herhangi bir konuyu, “yaşamsal çıkar” olarak tanımladıklarında, bunun tamamlayıcı adımı “askeri güç dahil, söz konusu çıkarı korumak” olarak ortaya çıkmaktadır. Doktrinin yayınlanmasının ardından, Basra Körfezi’ndeki olası bir “krize” anında müdahale edecek ve binlerce askerden oluşan “Acil Müdahale Gücü” oluşturulmuştur(4). ABD’nin hedefi petrol kaynaklarının kontrolü Carter ile atılan ilk adımı, Reagan döneminde ABD’de yeni ve merkezi bir komutanlığın kurulması (CENTCOM) ve bu komutanlığın Basra Körfezi’nden Doğu Afrika’ya, oradan da Afganistan’a kadar sorumlu tutulması adımı izlemiştir. Bu dönemde ABD, antiSovyet bir ittifak oluşturma çabasına girmiş ve bu ittifakın en önemli ayaklarını Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan oluşturmuştur. Aynı yıllarda ABD yönetimi, Suudilere ve Körfez ülkelerine milyarlarca dolarlık silah satışı gerçekleştirmiştir. Sonraki yıllarda silah alımlarında ABD dışı kaynaklara da yönelen Suudi Arabistan’ın bu “çeşitlendirme” hamlesi, Birinci Körfez Savaşı ile sona ermiştir. Saddam’ın Kuveyt’e müdahalesine göz yummaktan da öte, adete “çanak tutan” ABD, 1. E ABD’nin petrole yönelik ‘küresel’ stratejisi ABD, halen dünyada tüketilen birincil enerjinin ve ham petrolün yüzde 25’ini, benzinin yüzde 45’ini bir başına tüketen bir ülkedir. Ham petrol tüketiminin yüzde 60’ını ithalatla karşılamaktadır. Enerji tüketiminin yüzde 40.4’ünü petrol, yüzde 24.4’ünü kömür, yüzde 24.4’ünü gaz, yüzde 8’ini nükleer ve yüzde 2.8’ini hidroelektrik ile karşılamaktadır(2). Hızla artan petrol ve gaz fiyatları ve ABD’de çok zengin kömür rezervleri olması gibi nedenlerle, 2007 yılında yapılan ve 2030’ları hedefleyen projeksiyonlarda, ABD enerji tüketim profilinde kömürün ve nükleerin önceki tahminlere kıyaslandığında, daha yüksek oranda yer alacağı öngörülmektedir. Bunun da en temel nedeni, son yıllarda çok ENERJİ ENERJİ ENERJİ yüksek seviyelerde seyreden petrol ve gaz fiyatlarıdır. Ancak, nereden bakılırsa bakılsın, ABD’nin enerji tüketim profilinde petrol ve doğalgazın ağırlığının sürmesi ve bu kaynaklarda ithalata bağımlılığının hem mutlak değer, hem de yüzde olarak artması kaçınılmaz görünmektedir. Richard Nixon ve Gerald Ford döneminin Savunma Bakanı James Schlesinger, 2005 yılında yazdığı kitabında (3), şu görüşleri dile getirmektedir: “Önümüzdeki on yıllarda, zengin kömür ve gaz kaynakları, kaynak çeşitliliği açısından önemli rol oynayacaklardır; ancak petrol, başlıca enerji kaynağı olma konumunu, yakın gelecekte de sürdürecektir. Gerçekçi olmalı ve görmeliyiz ki, rüzgar, güneş ve nükleer sınırlı alternatifler olarak kalacaklar; hidrojene dayalı bir ekonomi ise, en iyimser tahminle on yıllar ötesindedir.” Gerek petrolde ve gerekse gazda, çok yüksek miktarlarda ithalata gereksinim duyan ABD, özellikle 1973 petrol krizinin ardından, bu kaynakları ne pahasına olursa olsun ele geçirmek, taşıma yollarını ve mümkün olduğunca ticaretini kontrol altında tutabilmek hedeflerine yönelik dış politika ve askeri strateji konseptleri geliştirmektedir. 1973 Petrol Krizi’nin ardından ortaya konulan “Carter Doktrini” ile, bu stratejinin temel adımları atılmıştır. Carter Doktrini “Bir dış gücün Körfez’i kontrole kalkışması, ABD’nin yaşamsal çıkarlarına saldırıdır ve askeri güç dahil, her yolla ENERJİ ENERJİ ENERJİ Körfez Savaşı’nın ardından Saddam’ı iş başından uzaklaştırmayı, “nedense” gerekli görmeyen ABD, savaşı izleyen 10 yılda Suudi Arabistan’a 43, Körfez ülkelerine ise 16 milyar dolar tutarında silah satışı gerçekleştirmiştir. 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’a yapılan müdahale sonrasında ise, ABD Savunma Bütçesi 400 milyar dolara yükselirken, bunun 60 milyar doları “Körfez” bölgesine yönelik olarak ayrılmıştır. Yenilenen askeri stratejiler kapsamında kurulan yeni üsler; Körfez’den Hint Okyanusu’nda Diego Garcia’ya, Afrika’da Cibuti’ye, oradan da Özbekistan ve Kırgızistan’a kadar yayılmıştır. Önceki başkanlar döneminde yeterince etkin olamayan yeni muhafazakarların, Başkan (2.) Bush döneminde kontrolü ele geçirmeleriyle, petrol kaynaklarını ve taşıma yollarını kontrol altına alma savaşımının kapsama alanı ve şiddeti görülmemiş ölçüde artmıştır. Yakın döneme bakıldığında ise, ABD’nin devreye soktuğu yeni tez: Büyük Ortadoğu Projesi’dir (BOP). Daha önce 1990’lı yıllarda da dillendirilmeye çalışılan “Büyük Orta Doğu İnisiyatifi”, Bush döneminde hamasi söylemler ve benimsetilmesi kolay kavramlarla süslenerek, uluslararası kamuoyuna empoze edilmiştir. Başta Arap ülkeleri olmak üzere, “BOP”un kapsama alanındaki ülkelerde, bu kavramları ve ABD politikalarını hararetle savunan “entelektüeller” bulunmuş ve ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ