Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
bilir bu kitap hazırlanırken belki de demokrasimizin emekleme yıllarından geleceğe, ‘Bakın o zamanlar ne kadar her şeyin başındaydık,’ diyen bir belge bırakılmak istenmişti. Oysa o belge geldi, ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ vecizesine dayandı…” Gerçekten de “Davamız ve Müdafaamız”daki belgeleri, iddianameleri ve savunmaları okuduğunuzda, kendinizi bir zaman sürçmesinin içinde buluyorsunuz. Bazı olguları, yerleri ve kişileri değiştirin, günümüzde pek çok gazeteci hakkında açılan davalarla buluşturabilirsiniz bu kitaptakileri. Ne ilginçtir ki Zekeriya Sertel de savunmasında, özgürlük ve demokrasi konusunda otuz beş yıldır bir adım bile ileri gidemediğimizden yakınıyor: “Utanıyorum: Çünkü otuz beş senedir hürriyet için çırpınan ve demokrasiye varmak için mücadele eden bu memlekette hâlâ bir fikrinden ve bir tenkidinden dolayı bir vatandaşın mahkemeye sevk edilmesi, bu sahada otuz beş senede bir adım bile ileri gidemediğimizi gösteren hazin bir vakıadır. Hâlâ fikre zincir vurma teşebbüsü, hâlâ zulüm ve istibdat sevdası. Bu memlekette hâlâ sabah olmadığını görmek insanı yeise düşürüyor ve utandırıyor…” Zekeriya Sertel, savunmasının bu noktasında, ünlü bir Osmanlı fıkrasına göndermede bulunmadan edememiş: “Nihayet memleket namına utanıyorum. Çünkü iddianameyi dinlerken insanın aklına gayriihtiyari şu meşhur hikâye geliyor: Bu ne koyundur ne keçi, bu Allah’ın bir belasıdır, cezamız ne ise verin gidelim!” Ümit Alan da savunmasındaki bu sözleri karşısında Zekeriya Sertel’in “cesur ve yer yer nüktedan dili”ne duyduğu hayranlığı gizlememiş ve Sertel’in tümünü anlatmadığı fıkranın tamamını hatırlatmadan edememiş: “Edirne’ye yeni atanan Osmanlı valisi, hem keseyi doldurmak hem de gözdağı vermek için bir kurnazlık düşünür. Makamının ortasına bir keçi bağlar ve ardından kendisini kutlamaya gelen topluluk temsilcilerini kabul eder. Her gelene keçiyi göstererek sorar: ‘Bu nedir?’ ‘Keçi.’ Bilemediniz. Beş yüz altın ceza vereceksiniz.’ Ermeni temsilci ve Rum temsilci böylece beşer yüz altın cezaya çarptırıldıktan sonra odaya Musevi temsilcisi girer. ‘Bu nedir haham efendi?’ Haham çaresiz cevaplar: ‘Paşa hazretleri, bu ne keçidir ne tekedir ne de koyun. Bu, Allah’ın bir belasıdır. Emir buyurun, ne uygun görürseniz verip gidelim.’” Ümit Alan, fıkranın tamamını hatırlatma gereğini duymakta haklı. Şimdilerde yargılanan bir gazeteci, Zekeriya Sertel’in o zaman yaptığı gibi fıkraya birkaç sözcükle değinip geçecek olsa karşısındaki savcı ya da yargıcın fıkranın tümünü bilebileceğini hiç sanmam… Böylesi iddianamelerin dayanaksızlığını, biricik dayanağının elinde tuttuğu güç ve yetkiden başka bir şey olmadığını bundan daha iyi anlatan bir fıkra olabilir mi? Mizah, kendimizi, dünyanın gülünçlüklerine karşı onları alaya alarak savunmanın en iyi yolu değil midir? n SANKİ BİR ZAMAN SÜRÇMESİ Sonsuz bir ‘şimdi’ hissi... “Sertel Ailesi” sergisi ile Sabiha ve Zekeriya Sertel’den üç kitap: Zekeriya Sertel’in “Hatırladıklarım”, bir anı kitabı. “Roman Gibi” Sabiha Sertel’in anıları. “Davamız ve Müdafaamız” ise Tan olayını içeriyor. B undan yetmiş yıl kadar önce, 4 Aralık 1945’te çok sayıda üniversite öğrencisi İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde toplanmıştı. Aralarında sonradan farklı kimliklerde tanıyacağımız kimler yoktu ki! Amaçları, hükümeti protesto etmek değildi; üniversite yönetimini eleştirmek de değildi. Tam tersine, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra hükümetin yeni uluslararası güç dengelerine göre yeniden düzenlediği dış politikayı sert bir dille eleştiren Tan gazetesinin yayın politikasını protesto etmekti amaçları. Topluluk, üniversite bahçesindeki protestoyla yetinmeyecek, “gösteri”yi Cağaloğlu’ndaki Tan gazetesinin önünde de sürdürecek, bir süre sonra da kışkırtılmış göstericiler gazete binasına saldıracaktı. Saldırıda gazetenin matbaası tahrip edilip yağmalanacaktı. Ancak saldırı Tan gazetesiyle sınırlı kalmadı. Genellikle sol yayınlar satan ABC ve Berrak kitabevleri de yağmalandı. Daha sonra Beyoğlu’na çıkan göstericiler burada da sol eğilimli olarak bilinen Görüşler degisi ile Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerini tahrip etti. Tan Olayı sırasında, İstanbul’da sıkıyönetim bulunmasına karşın göstericilerden yakalanan olmadı. Bununla birlikte Tan gazetesi yazarları Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel gözaltına alındı, haklarında daha önce yayımlanmış bazı yazılarından dolayı davalar açıldı. Bu koşullar ve baskılar karşısında gazete yayınına son vermek zorunda kaldı. Gerçi açılan davalar aklanma ile sonuçlandı ama Sertel’ler yoğunlaşan baskılar yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ve onlar için acılarla yüklü bir sürgün hayatı başlamış oldu. Geçen yıl, bir zamanlar Tan gazetesinin bulunduğu yerde, Cağaloğlu yokuşunun başındaki Halil Lütfi Dördüncü İşhanı’ndaki Tan Evi’nde, bütün bunları olanca görselliği, belgeleri ve metinleriyle gözler önüne seren bir sergi açılmıştı. 2015’in Aralık ayı başlarında da aynı yerde, var olan sergiyi bütünleyen “Sertel Ailesi: Selanik’ten Sıla’ya” başlıklı bir sergi açıldı. Bu sergi de Sertel’lerin yaşadıklarını levha yazıları ve fotoğraflarla belgeliyor. ACILARLA YÜKLÜ BİR SÜRGÜN Bu kadar da değil. Can Yayınları’ndan üç kitap çıktı. Zekeriya Sertel’in “Hatırladıklarım”ı, adı üstünde bir anı kitabı: Gazetecilik yaşamına Selanik’te, Türkiye’nin çalkantılı kuruluş yıllarında başlayan, Resimli Ay dergisinde Nâzım Hikmet’in gür ve “güneşi zaptetmeye” azimli sesiyle “putlar yıkan”, savaş karşıtı yazısından ötürü Halikarnas Balıkçısı’yla yargılanan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de yükselen faşist dalgaya Tan’daki yazılarıyla karşı koyan, uzun yıllar yurt dışında yaşamak zorunda kalan gazeteci Zekeriye Sertel’in tanıklıkları ve bugüne ışık tutan gözlemleri. “Roman Gibi” ise Sabiha Sertel’in anılarını taşıyor bize. 1895’te Selanik’te başlayan hayat yolculuğu 1968’de Sovyetler Birliği’nde, Bakü’de son bulan, cins ve sınıf bilincine sahip bir yazar ve gazetecinin, Sabiha Sertel’in anlattıkları, ülkemizde bir kadın olarak gazetecilik yapmaya çalışmanın, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmanın zorluklarını gözler önüne seriyor. Sabiha Sertel’in son sözleri, şu yaşadığımız günlerde belki daha da anlamlı: “Bu satırları yazarken 32 sene memleketime hizmet için yaptığım çalışmaları hatırlıyor, ödevini yapmış bir insanın rahatlığını duyuyorum. Bugün aynı davalar uğrunda savaşan kardeşlerime büyük başarılar dileyerek roman gibi olan bu hatıraları bitiriyorum…” ROMAN GİBİ BİR HAYAT MEŞHUR FIKRA SabihaZekeriya Sertel... Savunmalarında Zekeriya Sertel “Hâlâ fikre zincir vurma teşebbüsü, hâlâ zulüm ve istibdat sevdası” demişti. SELANİK’TEN SILA’YA Can Yayınları’nca yayımlanan üçüncü kitap, “Davamız ve Müdafaamız”, yazımın başında özetlemeye çalıştığım Tan Olayı ve davasının bütün yönlerini, savunmaları, iddianameleri ve “dava” konusu olan yazıları içeriyor. 1946’dan bu yana ilk kez yayımlanan bu kitap, yalnızca günümüzün bütün gazetecileri için değil, gazetecileri suçlayan, tutuklayan ve yargılayanlar için de belgesel bir “ders kitabı” niteliğinde. Ümit Alan’ın, Sertel’lerin “Davamız ve Müdafaamız” kitabının başındaki sunuş yazısı, yetmiş yıl önce ve yetmiş DERS KİTABI NİTELİĞİNDE yıl sonra yaşadıklarımızı bir çırpıda özetleyiveriyor: “Türkiye tarihinden belge okumak, insana sonsuz bir ‘şimdi’ içinde yaşıyormuş hissi veriyor. 2015 Türkiyesi’nde bu kitabı okuduktan sonra düşünülecek ilk şey bu olabilir. Kitaba ister istemez bugünün optiğiyle bakacak ve bazı şeylerin ne kadar tanıdık geldiğine şaşıracaksınız. Kim 6 7 Ocak 2016 KItap