23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Murat Gülsoy’un yeni romanı “yalnızlar için çok özel bir hizmet” ‘Olağanüstü karakterlere inanmıyorum’ Yaşam, yalnızlık, yazı ve ölümün iç içe geçtiği bir dünyada karşılıyor Murat Gülsoy, yeni romanı “Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet”te okurlarını. ERAY AK erayak@cumhuriyet.com.tr alnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’e bir bilimkurgu romanı diyebilir miyiz? Her ne kadar tam anlamıyla bir gelecek tasavvuru olmasa ve bambaşka konuların altını çizmek isteseniz de; romanda anlattıklarınız bilimkurgu temelinde şekilleniyor. Ne dersiniz? n Ben bilimkurgu romanı diyemem. Bilimkurgu kendine özgü bir tür. Bilimkurgunun ve fantastik edebiyatın insanın hayalini kışkırtan bir yönü var. Bunu seviyorum. Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet fantastik veya bilimkurgusal unsurlar içeriyor ama bir yandan da 2015 yılının yaz aylarında İstanbul’da gerçekçi bir atmosferde geçiyor. Metinlerarası ve türler arası geçişlerin günümüz ruh durumunu araştırmak için verimli bir yol olduğuna inanıyorum. Daha önce yazdıklarımda da var olan bu eğilim, Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet kitabımda bir adım daha ileri gidiyor. Aslında çok daha ötesine geçmeyi de arzu ediyorum. Çünkü yaratıcılığın bu tür sınır ihlallerinde kendini ortaya koyduğuna inanıyorum. n Murat Gülsoy için nasıldı böyle bir metni şekillendirmek? Ve bence daha da önemlisi böyle bir metin içinde yalnızlığı anlatmak... n Ben roman yazma sürecini bir yaratma ve kayıt altına alma deneyimi olarak yaşıyorum. Bir yandan var olmayan bir karakterin yaşamını ve içinde yaşadığı dünyayı kuruyorsunuz, bir yandan da yazarken, çevrenizde yaşam akıp gidiyor, birçok şey oluyor. Roman yazmak kapanmak, yoğunlaşmak, kendinizi o kurmaca dünyaya adamak anlamına geliyor. Ancak dış dünyada olup bitenler de üzerinizde bir baskı yaratıyor. Bu baskıya direnerek yazmak bir gerilim oluşturuyor. Sanırım bu gerilimle romanın yapısı parçalanıyor. Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet bu türden bir parçalanmayı içeriyor. Yalnızlık çok temel bir mesele, var oluşa dair birçok temel konuyla yüz yüze gelmemize neden oluyor. Romanımın kahramanı bu meseleyle başa çıkabilmek için ölüleri Y içine alıyor. Bu noktadan sonra yalnızlık daha karmaşık bir hal alıyor. “YALNIZLIK EN TEMEL KORKULARDAN BİRİ” n Kitap, Borges’e yazılmış bir mektupla açılıyor; içinden Tanpınar’ın geçtiği... Nedir Borges ve Tanpınar’ı sizde bu kadar özel kılan? Ya da bu roman için neden önemliler? Roman, temelinde zihinlerin birbirinde var olmasıyla ilgili. Zihinlerin birbiriyle konuşmasıyla... Borges ve Tanpınar’a da bu bağlamda mı yaklaşmak istediniz? Onların zihinlerinin birbiriyle konuştuğu noktalar neler? Merak ediyorum... n Borges de Tanpınar da etkilendiğim yazarlar. Onlarla hesaplaşarak başlıyor roman. Tabii bu bir önsöz metni, okur isterse bu bölümü atlayıp doğ rudan romana girebilir. Ama bu Borges’e mektup olarak yazılmış bölümü okuduktan sonra başka bir gözle okuyacaktır romanı. Neden Borges ve Tanpınar? Benim için ikisi de edebiyatın insanda bedenlenmiş halleri. İkisinin de edebiyatla, kurmacayla, kurmacanın metafiziğiyle, kültürel farkların gerilimi ile meseleleri var. Kitabın yazarı olan bir sesle yazılmış olan bu mektupta Borges’le Tanpınar karşı karşıya getiriliyor. Her iki yazarın da temalarıyla çok yoğun bağlantılar var romanda. Tüm bu bağlar, roman bittikten sonra sonsöz başlığı altında verilen öyküdeki ve eklerinde başka bir boyuta geçiyor. Nerval iki yazarı da birbirine bağlayan başka bir yazar bence. Tabii tüm bunların benimle ya da romanın “kurgusal yazarı” ile ne gibi bağlantıları olduğu da kitabın müstakbel okurları için araştırılması gereken bir muamma. n Kahramanımıza gelelim: Mirat Alsan. İsminden başlamak istiyorum. Anlamı; ayna. Ne yansıtmak istiyorsunuz onunla? Sadece bir isim sembolizasyonu olmasa gerek... n Doğrusunu isterseniz, bu tür söyleşilerde benim en çok zorlandığım böyle sorular oluyor. Yazarı, yazdığını analiz etmeye yönelten hatta zorlayan sorular... Romana bir unsurun girmesi, bu kahramanın ismindeki sembolizm de olabilir, konunun ya da olay örgüsünün kendisi ile de olabilir, dolayısıyla tek bir nedene bağlanamaz. Bazen insan yani yazar boş bulunup bir neden söylese de bu bir indirgeme olur. Mirat, evet ayna demek. Ama aynı zamanda benim adıma çok benziyor. Bir taraftan da daha önceki romanımda (Gölgeler ve Hayaller Şehrinde) değindiğim bir konu vardı; II. Abdülhamid döneminde Murat adının iktidar nezdinde şaibeli olması nedeniyle kimi insanların Murat yerine Mirat adını kullanması gibi. Adı Mirat Alsan, ama çoğu zaman insanlar yanlışlıkla Murat Aslan diye yazıyorlar, yanlış yazılan ismin sahibi olan kahramanım kimliğinin, kişiliğinin, varlığının belirsizleştiğini, sınırlarının eridiğini hissediyor. Ben var mıyım? Bu soruyu sormaktan kaçınan ama sorulmamış sorunun tüm ağırlığını hisseden bir karakter. n Mirat’tan devam edersek; nasıl bir sancı çekiyor bu hayatta? Nasıl bir sancı ki bu JANUS’a başvurarak ölüleri içinde yaşatmaya karar veriyor? Mirat’ın duyduğu yalnızlık hissi bu kararını açıklamaya yeter mi? Ya da aynı şekilde emekliliğin verdiği işe yaramazlık hissi... n Olağanüstü karakterlere inanmıyorum. Daha doğrusu, yakından baktığımızda herkes ve her şey olağanüstü görünür. Yeterince üzerinde çalıştığımızda her şey ilginç hale gelir. Mirat’ın yalnızlığı kendisinin üzerine çok düşünmüş olduğu, kronikleşmiş bir durum değil. Aniden ortaya çıkan sarsıcı bir olay. İnsan bazen yalnızlıktan öyle şeyler yapar ki... Çünkü yalnızlık en temel korkulardan biri. İnsana özgü bir hal. Hem sürünün sıcaklığını özler hem de sürüden ayrı, tek başına bir varlık olmayı ister. Bu nedenle yalnızlık insanın bir karakter haline gelebilmesinde kilit olgulardan biri. “KABUĞUMUZU KENDİ İSTEĞİMİZLE ÖRERİZ” n Mirat’ın yaşadıklarını anlatacak en iyi benzetme sizin de söylediğiniz gibi “kabuğunu kaybetmek” olur. Hemfikirim. Peki nasıl bir kabuktu Mirat’ın sahip olduğu? Renksiz miydi, sert miydi; Mirat’ı son derece yalnız hissettirmesine rağmen nasıl koruyordu? Bir çelişki yok mu? n Bizi saran kabuklar bizi hem korur hem de boğar. Hem hayatta kalmamızı sağlar hem de yalnızlığa mahkum eder. Güvenlikli sitelerin steril sahteliği gibi... Hayatın dışarıda bir yerde olduğunu bilir içinde yaşayanlar. Orada, tekinsiz olanın dünyasında hakiki bir şeyler yaşanmaktadır ve siz güvenli kabuğunuzun içinde onlardan uzak çürümektesinizdir. Kabuğu kendi isteğimizle öreriz. Koyduğumuz her tuğla bizi başkalarından korur ve uzaklaştırır. Başkaları tehlikelidir, bizi örselerler ama aynı zamanda başkaları çekicidir, baştan çıkarıcıdır, hayat onlardadır. Dolayısıyla kabuk sağlamsa bu gerilim insanı yiyip bitirir. Her geçen dakika hayatınızı çalar. Kabuğunuzun içinde öfkeyi biriktirirsiniz, arının bal yapması gibi doğal bir şekilde sizden sızan mutsuzluğun yavaş yavaş o kozanın içini doldurduğunu görürsünüz. Bir şeyler yapmak gerekir. Bazen hata yapmak tek seçenektir. Kabuğu kırmak, dışarı çıkmak gerekir. Genç yaşta emekli olmak Mirat’ın bu kabuğu kırmak için attığı ilk ve en önemli adım aslında. n Mirat’ın ülkesi olarak görürsek zihnini, neden topraklarının fethedilmesine izin veriyor? Dahası bunu neden istiyor? n Herkes aslında bir gün birileri tarafından fethedilmek ister. Tüm o gizli dünyamızın, en içimizde >> 16 7 Ocak 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle