07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Hasan Özkılıç, yayımladığı öyküleriyle dikkati çekmiş, kendine özgü öykülemesiyle alanda kendine yer açmış, anlatısını farklı deneylerden geçirip serüvenlerden aşırırken bu bağlamda arayış çabalarıyla ilgiyi hak etmiş bir yazar. nun öykülerinde Sabahattin Ali, Orhan Kemal geleneğini sürdüren bir yaklaşım çerçevesinde Yaşar Kemal, Osman Şahin yoğrulmasıyla karşılaşmanın olanaklı olduğunu düşünmüşümdür hep. Evet, bir yandan kent, kır emekçilerinin, fabrikalarla imalathanelerde çalışanların yayıldığı öykü evrenlerine rastlanır onda, öte yandan toplumsal, sınıfsal dokusuyla, artalandan sızan göçler, varoş, gecekondu yaşamı, özetle can alıcı bir insan gerçekliği de serilir gözler önüne… Hasan Özkılıç’ın hemen bütün öykülerinde anlatılan olayların peşinden sürükleniyormuşsunuz gibi bir duygu da yaşarsınız elinizde olmadan. Oysa olay öykücülüğüyle hiç mi hiç ilgisi yoktur onun. Ne ki yazarın, öyküyü, olay aktarıcılığıyla kurduğunu düşünmekten alamazsınız kendinizi yine de. İşin gerçeği Özkılıç, olay aktarmaya aktarır ama, bunu masal, söylen geleneğinden süzerek, türkülere, deyişlere uğratarak, üstelik imge yaratmak amacıyla yapar… Bugüne dek yayımladığı öykü kitapları, öykücülüğünde özgün damar halinde beliren anlatı ustalığını olduğu gibi ele veriyor onun: Kuş Boranı (1998), Şerul’da Beklemek (2002), Orada Yollarda (2005), Gönlümün Şirazesi Bozuldu (2008), Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika (2010). Bu beş öykü kitabının ardından altıncı kitabıyla okur önüne geldi Hasan, ama bu kez bir ilk romanla: Zahit (2012). Can tarafından yayımlanan tüm öykü kitaplarında olduğu gibi romanında da, dıştan bakıldığında, yine olay aktarıcılığı yapıyormuş gibisinden izlenim bırakıyor yazar. Öykülerinde bunu imge yaratmaya dönük bir çabayla sürdürürken, bu yolla kavramlaştırmanın önünü açıyordu enikonu. Romanda ise sinemasal bir kurguyla hızlı anlatım öne çıkıyor daha çok. Nitekim bir film senaryosunun kesmeli ya da zincirleme geçişli, geri dönüşlü, ileri sarışlı yaklaşımından pek çok izle karşılaşılıyor yapıtta… ROMANDAKİ SENARYO… Roman türü kapsayıcı dille, mantıkla örüntülenerek kurulan yapıya sahip. Bu temel dayanağa bağlı kalmak üzere isterse S A Y F A 20 n 12 A R A L I K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] ROMANCILARIMIZ ARASINDA15 Öyküden romana yazarlığın değişim boyutu şiirle öyküden yararlanır romanın yazarı, isterse denemeyle eleştiriden, isterse tiyatroyla sinemadan… Yeter ki mantığını, dilini terk etmesin, süreğen biçimde roman türünün bir örneği olarak kalıp varlığını koruyabilsin söz konusu yapıt… Hasan Özkılıç da Zahit’te bir romancı konumuyla çıkıyor elbette okur karşısına; bir öykücü ya da senarist olarak değil… Ama biçemce, teknik anlamda senaryodan yoğun biçimde yararlandığı gözleniyor yine de onun. Bu tür koşut yaHasan Özkılıç rarlanmalara, dolayımlı anlatımlara, bakışımlı göndermelere inzibatlık yapan kimileri, diyelim öykü, roman Dört çocuk ise aradan geçen nice yıldan vb. verimler sanki denemeye, senaryoya, sonra askerlerle dağdakiler arasında sıkışıp öteki türlere kayıyormuş da bunu saptıyorkalma düşüncesine sırt dönerken işçi sınıfı muş havasında hamhalatlık yansıtabiliyor. ideolojisine uygun bir açılımın göstereni Roman kendi dilini, mantığını koruduğu doğrultusunda adım atmaya koyuluyor… sürece bunun ne sakıncası olabilir? Roman, ister istemez söz konusu aile bireylerinin, yanık köy ile yaşama güçlükleri Kaldı ki eylemin hep önde tutuluşu, çektikleri kentsel yaşam arasında gidip okuma edimi sürerken okurda bir seyir gelen “geçmiş zaman”, “şimdiki zaman” heyecanı, coşkusu yaratabiliyor. Bu nedöngüleriyle ilerleyip yol alıyor. Çünkü bu denle ben senaryodan yararlanmanın bir acılı insanların “[o]rada gölge(leri) kal(mıştır) sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Ancak dağ başında” (76). Ama hayat, dışarıda herhangi romanda, biçemce senaryodan sürmektedir yine olduğu gibi. yararlanmanın genelde iki sakıncasına deBu nedenle sınır köyünden sonra yerğinmek zorunlu görüyor bana: leşilen mahalle de “geçmiş zaman” kipi 1.Senaryo, karesel bir dile, mantığa içinde yer alacaktır başlangıçta. “Şimdiki yaslanıp bunları hıza koşut olarak gelişen zaman” ise bütün önceki acıları sırlarken kıskaç altında kurguladığı için ister istemez üzeri örtülmeye çalışılan zehir benzeri boya kavramsallaştırmayı güçleştiren tehlike bagibi hep gün yüzüne çıkmaya çalışacak, bu rındırıyor. Çünkü ideolojik düzlemde “hız”, durum söz konusu acıların yaşama, hayata bir “tüketim” ölçütüne dönerken alımlamakarşı yeniden kusmasına yol açacak, bu dan da enikonu uzaklaşılıyor. arada roman kişileri yeni bir örgütlenmeye 2.Hız olgusu, döngüsü içinde kişiler, de gereksinim duyacaktır. senaryolaşmış anlatıda yersiz yurtsuz Buna bakılarak yalın kurgulu roman izlekarakter konumunda kalarak romanın bu nimi bırakabilir yapıt, ama değil! bağlamda gereksindiği ağırlığa bir türlü kavuşamıyor. Bu da yine ciddi tehlike olarak TEK ÖYKÜ ÇEKİRDEĞİNDEN duruyor yazarın önünde. ROMANDAKİ ÖYKÜLERE… Tam bu noktada Zahit’e geçelim şimdi. Hasan Özkılıç, öykü kurmada, yinelemeÖykücülüğündeki genel karakteristiğini ler, ikilemelerle bunları zenginleştirmede, koruduğunu söyleyebiliriz Hasan Özkılıç’ın. kırık bir söylen, puslu bir masal havası Nitekim işçi sınıfı yazarlığını sürdürdüğü yayıp türkülerle süsleyerek örüntülemede apaçık görülüyor bu yapıtında da. Bunu başarılı bir yazar. kendine yakıştıran değil, kendisiyle, yazarAncak kimi yinelemelerin, gereklilik lığıyla, ötesinde anlatısıyla örtüştüren bir bağını aşarak yüke dönüşebildiği de görültutuma sahip Hasan. müyor değil. Anlaşılıyor ki, yazar sözden, Zahit’te de yine fabrikalar, ambarlar, dar ezgiden sakınmıyor hiçbir zaman. Bu sokaklarda atölyelerde karın tokluğuna yargıyı onun bütün öykülerinde gözlemek, çalışan işçiler, gecekondular, ağır yaşama paylaşmak olası çünkü. koşullarının gecelere savurduğu çocuk Ne ki ben, bir başka öykü sorunsalına kadınlar birer birer yeniden sahne alıyor da değineyim istiyorum şuracıkta. Bir öydiyebiliriz. künün, kapsanık dille, mantıkla örtülene Ancak yazar, bütün bu yaşamlarla gizlene verimlenişi ile söz konusu öykülerin yüzleştirirken bizi, iç dinamiğe değgin herhangi romana, onun kapsayıcı yapısına değişimleri, buna dönük olasılıkları da birer harç, gereç olarak verilip yerleştirilgösteriyor veya sezdiriyor. Kaldı ki yazar, meye girişilmesi apayrı işler. İlkinde öykü buralara, Doğuda yakılıp yıkılan köylerinin kendi başına dimdik duruş sergiliyor, oysa ardından, evlerini yurtlarını terk etmek zoromana, zorunluluk, gereksinirlik zincirlerunda bırakılan bir ailenin Batıya göç edip riyle bağlı öyküler, kendi başlarına var olaŞenlik Mahallesine yerleşmesiyle geçiyor. 2013 O mıyor hiçbir zaman, onlar ancak romanın bütünü içinde soluk alıp veriyor. Bu olguyu, romanda yer alan “Şimdiki zamanda bir akşam:/ Gözaltı günlerinde bir toplantı” (8086) bölümüyle yazarın “Rüzgârlı Sokak” (Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika, 7584) başlıklı öyküsünü karşılaştırarak değerlendirilebilirmişiz gibi geliyor bana. Hasan Özkılıç, andığım bölümceyi yer yer kişilerin adlarıyla, olaylar da aynı kalmak üzere, hatta sözcüklerle tümceler de yer yer aynı olmak üzere söz konusu öyküsünden alarak romanına yerleştiriyor. Daha öncesinde başka yazarlarda görülmemiş değil bu. Elbette farklı bir deneyim. Çünkü “Rüzgârlı Sokak” bütün gereksinirlikleri, zorunluluk bağları birebir karşılanmış bir öykü, oysa andığım bölümce, neredeyse olduğu gibi söz konusu öyküden taşındığı halde öykü değil, romana yapı harcı olarak katılmış bir öykücük yalnızca… Peki, bu nasıl oluyor? Nasıl oluyor da aşağı yukarı aynı kişilerle aynı olayın anlatıldığı “Rüzgârlı Sokak” öykü oluyor da “Gözaltı günlerinde bir toplantı”, salt roman bölümcesi halinde kalabiliyor? Bu soruyu, öyküyle romanı birbirinden ayıran niteliksel yanlarla yani dil, mantık örüntüsüyle yanıtlayabiliriz. Özetle denebilir ki ilkinde öykü bir çekirdek olarak işlenmiş, sonuçta bundan bir öykü çıkarılabilmiştir ortaya. Oysa ötekinde çekirdeğin genetiğiyle oynanmış, sonuçta öykü, iğdiş edilerek kendi başına bağımsız niteliğinden arındırılıp yani kendi özgün niteliğinden soyundurulup yalnızca bir roman gereci halinde öykücük veya öykü halkası yapılmıştır, o kadar. ÖYKÜYLE SENARYO BİLEŞKESİNDE BİR “ZAHİT”… Hiç kuşku yok ki Hasan Özkılıç’ın Zahit adlı romanı, öyküden romana yazarlıkta gözlenebilecek değişimlerin boyutunu da gösteriyor aynı zamanda. Söz konusu bu boyutta öykücü Hasan’ın önce geriye çekilerek ceplerini öyküyle doldurduğu, sonrasında bunları bir senaryo kalıbına uygun biçimde bir yerlere doğru fırlatıp oralara yerleştirerek yeni bir yazarlık portresi sergilediği öne sürülebilir kanımca. Öyküyle senaryonun bileşkesinde gözler önüne serilen romanın bir “müzikal” için de olanaklı olduğu düşünülebilir kanısındayız: “Şenlikli Müzikali”… Burada Gülriz Sururi’nin Suat Derviş’ten uyarladığı Fosforlu Cevriye müzikali anımsanabilir pekâlâ. Yapıtı yer yer Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları’yla ya da Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ıyla ilişkilendirmek de pek olanaklı görünüyor bana ayrıca. Bir yanlarıyla dik durmaya çalışırken öte yanlarıyla savrulmaktan kendilerini kurtaramayan bu insanlar daha başka nasıl anlatılabilir acaba? Romanın ilerleyen bölümlerinde önümüze serilen farklı açılımlar, bütün bunları destekleyen verilere dönüşüyor. Gerçekten birbirine ilmeklenmiş öyküleriyle Şenlikli’nin çözülen, dağılıp ufalanan ya da inadına bir arada durma direnci sergileyen bu kahramanları, bütün bunların göstereni olarak karşımıza geliyor. Zaten, roman kişilerinden biri olan Şair, bütün bunlara bakarak, “az bulunur renkliliğe sahip bir mahalle. Birçok halktan insan yaşıyor o mahallede”; “[k]im bilir ben bunlardan daha ne hikâyeler dinleyeceğim… Her biri bir öykü…” (147, 145) demekten alamayacaktır kendini. Hasan Özkılıç, bakalım bundan sonra bizleri ne tür serüvenlere uçuracak yeni anlatılarında? n K İ T A P S A Y I 1243 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle