08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hakan Günday’dan “Daha” Yaşayacağı hayat tarafından yoğrulacak bir çamur Siz bu yazıyı okurken bir yerlerde birileri, savaştan sağ çıkabilmek ve içinde bulunduğu cehennemden bir an evvel kaçabilmek için yola koyulmaya hazırlanıyor. Belki de açlıktan ölecekleri bir başka cehenneme varacaklarından habersiz. Hakan Günday, “Az”dan sonra gelen yeni romanı “Daha”da kaçak göçmenlerin üzerinden büyük bir insanlık dramını anlatıyor. Ancak bu roman kaçak göçmenlerin değil; henüz 9 yaşındaki bir çocuğun, insan kaçakçısı bir babanın yanında yetişen Gazâ’nın öyküsü. Yazarının “insanlık denilen tarihte çıktıkları sokaklara bir devlet töreniyle diri diri gömülen hayatlara” adadığı… r Ezgi ATABİLEN se öz babasının eli olmuş. İnsan kaçakçılığı yapan babasının yanında çırak tutarak hayata yetiştirdiği Gazâ o yüzden diyor: “Babam bir katil olmasaydı, ben doğmayacaktım...” Daha, Gazâ’nın ruhundaki renk değişimlerini yansıtacak biçimde, ismini Rönesans resmindeki temel boyama tekniklerinden alan dört bölümden oluşuyor: Sfumato, Cangiante, Chiaroscure ve Unione. Rönesans resminde aydınlıktan karanlığa geçişlerde kullanılan ‘Sfumato’ bölümünde annesi onu doğururken ölmüş bir çocuk olarak hayatın karanlık yönleriyle ilk karşılaşmasını ve onları anlamlandırma çabasını anlatarak başlıyor Gazâ hikâyesine. Her şeyden nefret ediyor Gazâ. İnsanları öldürenin o değil bizzat insanların kendisi, onunsa sadece bir kelimeden ibaret olduğunu anladığı devletten; o devletle ‘ver gülüm al gülüm’ anlaşmaları yaparak evlerinin bahçesindeki kokuşmuş su deposunda çürüttükleri hayatlardan ve o hayatların sahibi, diri kalabilmek adına içlerindeki “dünyanın en güzel kızı”nı ona yem edebilen ya da bir diğerinin hayatını elinden alabilen kaçak göçmenlerden… Her şeyden ama her şeyden! En çok da garip şekilde onun tarafından önemsenmeyi de delice istediği babasından, yani bu b*ktan yaşamının sorumlusu Ahad’dan. Fakat yaşama dair çok temel bir şeyi de daha yolun başında, çocuk yaşında kavrıyor. Babasının da kendi babası yüzünden böyle olabileceğini. Onun da kendi babası yüzünden… İnsan denilen büyük hikâyenin çocukluğuna inmeyi arzu etmiş olmalı Günday. O yüzden Gazâ adında bir çocuk karakterle koyulmuş yola. Her şeyden evvel, insanlığın içinde durup dinlenmeksizin debelendiği o kokuşmuş bataklığı gözetleyen dev bir göz Gazâ. İçine doğduğu hayatın bir parçası olarak şahit olduklarından dehşete düşen, dehşete düştükçe dönüşen, ama 2 0 1 3 akan Günday romanlarının yaratım sürecinin ilk adımı, yazarının aklına düşen tek bir kelimeden ibarettir. Okuru da kitabın kapağında, birbirini doğurmuş o nice sözcükten yegâne olanı karşılar. İlk kitap Kinyas ve Kayra’yı bir kenara ayırırsak; Zargana, Piç, Malafa, Azil, Ziyan veya Az’da olduğu gibi. Bu kez “daha” olmuş Günday’ın kalemine çengelini takan: Daha… Neticesi olmayan. Son harfi havada kalan ve uzayıp giden... Aynı, romanın ana kahramanı Gazâ’dan sonra dünyaya gelecek ve Gazâ’nın “doğmakta olan bebeği çıktığı yere geri sokmak için karşı konulmaz bir istek duyabileceği”nden emin olduğu ölü doğan çocukların sonsuz sayıda uzayıp gitmesi gibi… Daha’nın ana kahramanı Gazâ, hayata ve insana dair öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta. Henüz 9 yaşında ve fena halde zeki bir çocuk. “Yaşayacağı hayat tarafından yoğrulacak bir çamur” olarak gelmiş dünyaya. Ve çok erken atılmak zorunda kalmış ‘hayat’a. Arkasından anlaşılması güç bir aceleyle itekleyenS A Y F A 1 0 n 1 2 H Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk… Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… ” n dönüşmeye de direnen bir tanık. O yüzdendir Gazâ’nın hikâyesinin Arthur Rimbaud’dan bir alıntıyla başlaması: “Dayanılmaz olan tek şey, hiçbir şeyin dayanılmaz olmamasıdır” SİVAS KATLİAMI’NDA BİR LİNÇÇİ Okuyucularının çok iyi bildiği üzere, Hakan Günday’ın kahramanları içine doğdukları hayatı kanıksayamanlardır. Kanıksayamadıkları için değişmeye ve hayata karşı müthiş bir öfke büyütmeye n “Doğu ile Batı arasındaki fark, KİTAPTAN: başlarlar ta içlerinde. Yazarın toplumla ve yaşamla kavgalı bu kahramanları son üç romana dek sınıfsal açıdan avantajlı bireylerdi. Ancak ‘Ziyan’, ‘Az’ ve ‘Daha’yla birlikte, hayatın içine zaten ölü doğan Gazâ’nın da olduğu gibi dezavantajlı karakterlerin hikâyelerini anlatmaya başladı Günday. Gazâ’da bu dezavantajlı olma durumu iyice tavan yapmış halde. Kahramanın içinde büyüttüğü öfke de bir o kadar dehşetengiz. Fakat Gazâ da, hiçbirimizin asla seçemediği üzere, nasıl bir ailede doğup, ne koşullarda büyüyeceğini kendi tercih etmemiş. Dolayısıyla kaçaklara yaptığı işkencelerin ve onca insana çektirdiği acı ve sebep olduğu ölümlere rağmen, örneğin ‘93’te Sivas Katliamı’nda yer almış olabilecek bir linççiye dönüştüğünde bile, okur tarafından anlaşılabilir ve affedilebilir. Zira Günday, Gazâ’nın 9 yaşından 24 yaşına dek süren hikâyesi üzerinden insanlığın tüm suçu, günahını okurun gözü önüne sererken, bir yandan da Gazâ’yı dizleri üzerine yatırıp başını okşuyor adeta. Gazâ’yla birlikte aynı zamanda bir linççi, tecavüzcü, katil ve kaçakçı olan azılı bir suçluyla tanışan okuruna, bir kimseyi lanetlemeden önce onun bir ‘insan’ olduğunu unutmamasının gerekliliğini hatırlatıyor. Her kim olursa olsun bir başkasına duyulacak öfkenin sadece bir saçmalıktan ibaret olacağını da hafızalara iyice bir kazıyor… Hakan Günday romanları genellikle, yazarının da çoğu kez söylediği üzere “çalakalem” yazıldığından ötürü olacak, hikâyenin gelişmesine nazaran daha güçsüz bir finalle noktalanır. Aynı durum yazarın bir önceki kitabı ‘Az’da da tekrarlanmıştı. Fakat ‘Daha’ bu özelliğiyle diğer Hakan Günday kitaplarından hiç kuşkusuz ki kendisini ayırıyor. Roman, kusursuz hikâye kurgusunun yanı sıra, çok kuvvetli bir finale sahip. Ayrıca Günday Gazâ ile, diğer kahramanlarından aşina olduğumuz üzere, yine yaşına nazaran büyük laflar sarf eden ve topluma aykırı bir karakter yaratmış olsa da, bu kez kahramanının oluşumu için gerekli tüm zemini daha sağlam kuruyor. Böylelikle daha gerçekçi bir baş kahraman yaratarak, inandırıcılığı da daha sıkı yakalıyor. Hem de Gazâ’nın 15 yılı üzerinden insanlık tarihindeki suçlara, acılara, öldürmelere, tecavüzlere, linçlere, hayatları diri diri toprağa gömen devlet eline… Kısacası her şeye lanet ederken, öyle yalın ve ‘iç’li cümleler kuruyor ki, her birinin altı çizilesi… Eleştirmenler tarafından kitapları “yeraltı edebiyatı”na dahil olarak değerlendirilse de yazarlar ile kitaplarına yönelik böyle bir sınıflandırmayı reddeden, her yazarın kendi edebiyatı olduğunu her defasında ısrarla savunan Hakan Günday, belki de bugüne kadarki en olgun eserini verdiği ‘Daha’ ile bir “Hakan Günday edebiyatı”nın varlığını resmen kanıtlamış bulunuyor… n Daha/ Hakan Günday/ Doğan Kitap/ 420 s. K İ T A P S A Y I 1243 A R A L I K C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle