Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y ir süre önce, Cumhuriyet gazetesinin Kültür sayfasında, İrlanda Cumhuriyeti’nde 1929’dan bu yana süregelen ağır sansür yasasının kalkacağını duyuran bir haber yayımlanmıştı. Haberde, İrlanda’nın Cumhuriyetçi Partisi Fianna Fáil’in meclise bu yönde bir yasa tasarısı önerisi getirdiği bildiriliyordu. İrlanda’nın Katolik değerlere sımsıkı bağlılığıyla bilinen Sansür Kurulu bugüne dek kimleri yasaklamamış ki! İlk yasaklanan kitapların arasında Aldous Huxley’nin “Ses Sese Karşı”sı da var. 1932’de yayımladığı “Cesur Yeni Dünya” adlı karşı ütopya klasiğinde, hiçbir bireyin bilimsel denetim ve koşullanmadan kaçamadığı gelecekteki bir dünyayı anlatırken, teknolojinin iktidarına karşı çarpıcı bir uyarı getiren Huxley, 1928 yılında yayımlanan “Ses Sese Karşı”nın kahramanını, İtalya’da dost olduğu D. H. Lawrence’tan esinlenerek yaratmıştı. Eh, İrlanda’daki Sansür Kurulu’nun yasaklılar listesinde, “Lady Chatterley’nin Sevgilisi”nin yazarı D. H. Lawrence’ın da bulunmasında kuşkusuz şaşılacak bir yan yok. Daha kimler yok ki o listede: John Steinbeck, Graham Greene, F. Scott Fitzgerald, Somerset Maugham, Brendan Behan, Edna O’Brien, Frank O’Connor ve daha binlercesi… Evet, yanlış okumadınız, binlercesi… Hemen hepsi de dinsel değerler ve önyargılardan yola çıkılarak “müstehcenlik” gerekçesiyle yasaklanmış. Steinbeck, ününü, 1930’larda yazdığı “Bitmeyen Kavga” ve “Gazap Üzümleri” gibi romanlara borçluydu. “Bitmeyen Kavga”da, tarım işçilerinin grevini ve greve önderlik eden iki Marksisti anlatıyor; Büyük Bunalım yıllarında geçen “Gazap Üzümleri”nde de göçmen tarım işçilerinin sefaletini ve onları sömüren acımasız tarım ekonomisini gözler önüne seriyordu. Anlaşılan, İrlanda’nın namlı sansürcüleri, emekçilerin haklarını savunmayı da “müstehcen” bulmuşlardı… Aslında haklıydılar da!.. Haksızlığa başkaldırı, asla, iman dolu bir tevekkülün yerini almamalıydı… Steinbeck’in, yayımladığı 1937 yılında hem sahneye hem de beyazperdeye uyarlanan “Fareler ve İnsanlar” adlı kısa romanı da nasibini almıştı bugün artık çöp sepetine atılmaya hazırlanılan İrlanda sansüründen. “Fareler ve İnsanlar” demişken, daha geçen yılın sonlarında toplanan İzmir İl Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu’nun, “Fareler ve İnsanlar”ı “ahlaki olmayan” bölümler S A Y F A 6 n 21 K A S I M eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Yüz çiçek açsa, yüz fikir yarışsa... B Graham Green Aldous Huxley D.H. Lawrence John Steinbeck içerdiği gerekçesiyle sakıncalı bulmasını ve Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurmasını anımsamamak mümkün mü? 1930’lar ve 1940’ların Katolik ahlakı ile 21. yüzyılın “İslam ahlakı”nın benzersiz bir buluşması deyip geçsek mi?.. Ailesinin bağlı bulunduğu Anglikan Kilisesi’nden ayrılarak evleneceği Vivien DayrellBrowning’in de etkisiyle Katolikliği benimseyen ama pek çok yapıtında Katolikliği hümanist bir yaklaşımla insani açılardan sorgulamaktan kaçınmayan Graham Grene ise İrlanda’nın bağnaz sansürcülerini Steinbeck’ten daha çok kızdırmış MÜREKKEBİ KURUMADAN “Sansür kuzgunu aklar, güvercini kovalar.” Iuvenalis “Sansürün yol açtığı kötülükleri soruyorsanız, bunu ölçmek olanaksızdır; çünkü sansürün nerede bittiğini bilmek mümkün değildir.” Jeremy Bentham “Bir kişi dışında tüm insanlar aynı fikirde olsa da, yalnızca bir kişi karşı fikirde bile olsa, tüm insanların o kişiyi susturmaya hakkı yoktur; tıpkı elinde güç olsa o kişinin tüm insanları susturmaya hakkı olmadığı gibi.” John Stuart Mill “Sansürcü: Belli yönetimlerin, dâhilerin yapıtlarını yasaklamakla görevli memuru. Romalılarda sansürcü kamu ahlakını denetlemekle görevliydi, ama modern ulusların kamu ahlakı denetlenmeyi kaldıramaz.” Ambrose Bierce olmalı… Edindiğim bilgilere göre, İrlanda’daki yabanıl sansür yasası gereğince, herhangi bir yurttaş “müstehcen” bulduğu bir kitabı Sansür Kurulu’na Apollinaire bildirebiliyor, Kurul da gereğini yerine getiriyor! Demek, İrlanda’da da kitaptan çabucak “tahrik olanlar”ın sayısı az değil. İnsanın aklına, ister istemez, bizim Muzır Kurulu geliyor. Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu’yla oluşturulup da yetişkinlerin okuyacağı kitaplarla uğraşan Muzır Kurulu. İrlanda, son yıllarda işlerliğini zaten yitirmiş bulunan o Yasa ve Kurul’dan artık kurtuluyor galiba. Bizde benzeri uygulamalar güçlenedursun… çevrilemeyecek bir hapis cezası tehdidi altında bulunmasının, uluslararası hukuk ve Anayasa’nın ifade özgürlüğüyle ilgili temel ilkelerine aykırı olduğunu vurguluyordu: “Bu davanın bir an önce beraat kararıyla son bulmasını, dünyanın en büyük yazar ve şairlerinin eserlerinin edebi niteliğinin yargı tarafından tartışmaya açıldığı, kitapların toplatıldığı, yazar, yayıncı ve çevirmenlerin hapis talepleriyle yargılandığı sayısız davaya yenilerinin eklenmemesini diliyoruz. Bunun için Meclis’i ve hükümeti, Türkiye’de ifade ve yayınlama özgürlüğünü engelleyen ve tarafı bulunduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı düşen, ahlakçı ve yasakçı zihniyetle alınan yargı kararlarını önleyecek somut adımlar atmaya çağırıyoruz.” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çoğunluğu ve onun hükümetince Türkiye toplumuna “muhafazakâr” bir yaşam tarzının hemen her alanında dayatıldığı şu günlerde, Türkiye Yayıncılar Birliği’nin bu çağrısı o Meclis ve hükümetten bir yanıt bulur mu, bilemem… Ama “Genç Bir Don Juan’ın Maceraları” adlı kitabın davasına bakan mahkemeden, aklamayı bozan Yargıtay’ın ceza verilmesi yönündeki istemine uymamasını beklemek hakkımız olsa gerek… BİZİM MUZIR... Geçenlerde, Fransız şair ve yazar Guillaume Apollinaire’in, Sel Yayıncılık’ın CinSel dizisinden çıkmış olan “Genç Bir Don Juan’ın Maceraları” adlı yapıtı hakkında, Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun raporuna dayanılarak “müstehcenlik” gerekçesiyle yayıncı İrfan Sancı ile çevirmen İsmail Yerguz’a açılan davanın duruşması 17 Aralık gününe ertelendi. Ertelemenin bir nedeni savunmanın verilmesi için süre tanınması ise, bir nedeni de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2010 yılında Türkiye’yi ifade özgürlüğünü ayaklar altına almaktan suçlu bulduğu Apollinaire’in “11 Bin Kırbaç” adlı kitabıyla ilgili karar metninin Türkçeye çevrilmesi istemiydi. Türkiye Yayıncılar Birliği, sözünü ettiğim duruşmanın ertelenmesinin ardından yaptığı açıklamada, “Genç Bir Juan’ın Maceraları” adlı kitap için verilmiş aklanma kararının, Yargıtay tarafından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve bilirkişi raporu göz ardı edilerek bozulmasının; çevirmen ve yayıncının para cezasına SİCİLİ EN BOZUKLARDAN İKİSİ Baştan söyleyeyim de yanlış anlaşılmasın. Sözüm, ne onca yıldır ülkemizin en saygın kitap fuarını gittikçe büyüyen, olgunlaşan, uluslararası olmaya evrilen bir yönde düzenleyen TÜYAP’a, ne bu fuarların düzenlenmesine katkıda bulunurken düşünce ve ifade özgürlüklerini savunmaya büyük özen gösteren Türkiye Yayıncılar Birliği’ne, ne de Çin Halk Cumhuriyeti’nden gelerek bu yılki fuara katılan Çinli yazarlar ve sanatçılara… Nitekim, 32. İstanbul Kitap Fuarı’nın etkinlikleri arasında düşünce ve ifade özgürlüklerini işleyen söyleşiler, oturumlar, toplantılar ağırlıktaydı. Kaldı ki, fuarın açılışında da bu konuya açık seçik vurgu yapıldı. Konuk ülke Çin Halk Cumhuriyeti’ne jest amacıyla olsa gerek, Mao Zedong’un ünlü sloganı bile anıldı. Ancak, benim bildiğim, Mao’nun 1950’lerin sonlarına doğru ortaya attığı bu slogan, fuarda dile getirildiği gibi “Yüz Çiçek Açsın, Bin Fikir Yarışsın” değil, “Yüz Çiçek Açsın, Yüz Fikir Akımı Yarışsın”dır ve bu sözle başlatılan hareket çok kısa sürmüştür. Gerçi bu da önemli değil. Keşke, gerçekten Türkiye’de de, Çin’de de yüz çiçek açsa, “bin fikir” yarışsa! Asıl dikkatimi çeken, bu yılki fuarda, ne ilginç bir rastlantıdır ki insan hakları, düşünce ve ifade özgürlükleri açısından sicili en bozuk ülkelerden birinin öbürünü ağırlıyor olmasıydı. Burada uzun uzun sıralamak gereksiz. Uluslararası Af Örgütü’nün (International Amnesty), Uluslararası PEN’in (International PEN) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Watch), Türkiye Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin insan hakları ve özgürlükleri konusundaki ihlallerine ilişkin raporlarına internetten bir göz atmak bile yeterli. Kaç çiçek açıyor bilmiyorum ama göründüğü kadarıyla, bu ülkelerin yönetimleri “yalnızca bir fikrin yarışmasından” yana… O da devletin fikri!.. n K İ T A P S A Y I 1240 2013 C U M H U R İ Y E T