03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yekta Kopan’dan “Aile Çay Bahçesi” “MÜZEYYEN HEPİMİZ KADAR İYİ VE HEPİMİZ KADAR KÖTÜ” Evvel zaman içinde Çınaraltı Aile Çay Bahçesi’nde evlenmiş, saatçi Nejat Bey ile elleri çamaşır suyu kokulu ev hanımı Meral Hanım’ın aferinlik cici kızı, uslu kızı... Babasıyla, Çiğdem’le, çocukluğuyla, ergenliğiyle ve bugünüyle hesaplaşması ve bunlardan yola çıkarak bir “yarın” oluşturma çabasında bir evlat, kardeş, birey. Aile kurumunun tüm o ikiyüzlülüğü ve bunun kadınların üstüne bir yük gibi bindirilmiş kabullenişinden bitap, bütün davranışlarıyla, öfkesiyle, nefretiyle, sevgisiyle hesaplaşırken cevaplardan önce sorulara yoğunlaşan bir kadın, Müzeyyen; Yekta Kopan’ın, yeni romanı “Aile Çay Bahçesi”nin as kişisi. Kopan’la romanını konuştuk. r Gamze AKDEMİR “Az insan tanıyor ve kimseyi de sevmiyordum.” Vladimir Nabokov (“Göz” kitabından) üzeyyen ne zaman yeni bir hedef belirlese hayatında, karışıyor zaman. O hedefe ulaşıncaya kadar karmakarışıyor dünyası. Hayat kovalıyor, özellikle baba kızın ense takibinden kaçar gibi yaşıyor onlar da… Saatteki o “saniye kolu” ise durmadan koşuyor, o koştukça Müzeyyen nefes nefese ve evvel zaman içinde Çınaraltı Aile Çay Bahçesi’nde evlenmiş, saatçi Nejat Bey ile elleri çamaşır suyu kokulu evhanımı Meral Hanım’ın o cici kızı, uslu kızı, aferinlik Müzeyyen asıyor yüzünü.. Hatta biraz fazlaca.. En çok neden? Sonra kızdırıyor, geriyor çokça.. Hani genellikle ne olursa olsun bir şekilde roman başkişisinin tarafı tutulur ya, burada çok işlemiyor o duygu, işletmiyor mu yazarı? Açıkçası tarafını tuttuğum karakterlerin okuru olmayı hiçbir zaman sevmemişimdir. Bir okur olarak anlamak istediğim, beni yeni dünyalara ya da kendi dünyamdaki yeni koridorlara sürükleyecek karakterlerin peşinde koşmayı sevdim hep. Kitap okurken çıkmayı sevdiğim yolculuklar, yıllar içinde beni bir yazar olarak da aynı yolların yolcusu haline getirdi. Müzeyyen karakterinin oluşumunda da aynı bakış açısı var. Müzeyyen, bu romanın anlatıcısı olarak bizi insanın ruhundaki karanlığın ve aydınlığın, iyinin ve kötünün bahçesinde aynı anda gezdiriyor. Müzeyyen, bütün davranışlarıyla, öfkesiyle, nefretiyle, sevgisiyle hesaplaşırken cevaplardan önce sorulara yoğunlaşan bir kadın karakter olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle okurun Müzeyyen’in yanında olması, onun tarafını tutması hatta daha da ötesi, okurun romanda bir taraftara dönüşmesi zaten arzu ettiğim bir şey değildi. Bu benim kendi okuma disiplinimle de ilgili bir ruh hali. Müzeyyen’in babasıyla, Çiğdem’le, çocukluğuyla, ergenliğiyle ve bugünüyle hesaplaşması ve bunlardan yola çıkarak bir “yarın” oluşturma çabasıydı beni ilgilendiren. Sorduğu sorular, bulduğu M cevaplardan daha kıymetliydi benim için. Özellikle bir kadın olarak, bu kadar “erkek bir dünya”nın içinde dilin bile bu kadar erkek egemen olduğu bir dünyanın içinde kendini anlamaya çalışması, o soruları sormaya cesaret edebilmesiydi. Dolayısıyla romandaki hiçbir karakterin taraftarı değilim ve okurdan da böyle bir beklentim yok. “OKURU SORU SORMAYA TEŞVİK ETMEK İSTEDİM” Müzeyyen, kendi için koyduğu teşhisler nasıl? Sevmeyi bilmediği iddiasında mesela. Sonra “Noktalardan oluşan bir kadınım ben” derken ne demek istiyor? Müzeyyen’in kendisiyle ilgili düşünce ve yargılarında çok katı olduğunu düşünmüyorum. Şu anki durumunu açıklayacak bir resim çizmeye çalışırken bu resmin her rengini görmeye çalışıyor aynı zamanda... Belki de daha çok karanlık, ara renkler çıkıyor karşısına ama önemli olan tüm bu renklerden oluşan hayatı anlamaya çalışması. Bu da benim okuru soru sormaya teşvik etmek istememle ilintili... “Noktalardan oluşan bir kadınım ben” vurgusu, Müzeyyen’in hem resim sanatıyla hem de içinde barındırdığı duygularla ilişkisinde karşımıza çıkıyor. Aslında dünyayla olan ilişkisi üzerinden kurulmuş bir cümle. Romanda özellikle bir kadın anlatıcıyı tercih ettim. Çünkü aile kurumunun tüm o ikiyüzlülüğü ve bunun kabullenişi, kadınların üstüne bir yük gibi bindirilmiş bu coğrafyada. Kadınlar bu kabullenişin en değişmez aktörü olmak zorunda kalmış. Ne göğsünü gererek neşesini belli edebilir ne de hüznünü. Fazla gülerse ayıp olur, derdini paylaşırsa ayıp olur! Dolayısıyla aile ilişkilerindeki en örtük ve kirli alan, kadınlara layık görülmüştür. Figüranların rolleri, oyun bütününde önemsiz görünür belki ama aslında bazen en önemli aksiyon, onların ağzından çıkan tek bir cümle ile başlar. Kadınların sözünün ve sesinin de, en önemli replikler, duruşlar olduğuna inanıyorum. Elbette Müzeyyen de bu inancın temsili. Fotoğraf: Kaan Sağanak 'Hiçbir karakterin taraftarı değilim’ Neden “sevdi de sevmedi” babasını ve kızkardeşini ve bu nasıl bir sevmezlikti, artık çocuk da değildi üstelik, herkesin iyi olduğu dünyada kötü olma hakkını sonuna kadar kullanmaya karar veren bu abla, evlat, kadın, birey Müzeyyen? Müzeyyen, soruyor. Sorgulamaya başladığı ilk yer de kendi sıfır noktası, yani kendi ailesi. Çünkü bizler her ne kadar ailemizle yüzleşmeyi başaramasak da, ailede yaşanan şeyler en klişe tabiriyle ‘kutsal’ olarak tanımlansa da iyilik kötülük bahçesindeki tüm duygularla ilk yüzleşme yerimiz orası. Müzeyyen’in de romanın kendi zamanı içinde yaptığı, yapmaya çalıştığı bu. Dolayısıyla hayatla olan ilişkisini bir sevgi sevgisizlik ekseninde değerlendirmiyorum. Aynı şeyi kız kardeşi Çiğdem’le olan ilişkisi için de söyleyebilirim. Çiğdem’i neden sevmediğini o da düşünüyor. Eminim ki herkes hayatının bir dönemini, aileyle yüzleşerek geçirmiştir; ya müthiş bir sevgi seliyle ya büyük bir öfkeyle ve hatta giderek nefretle sonuçlanmıştır bu süreç. Müzeyyen’in tıpkı benim gibi tıpkı sizin gibi hepimiz kadar iyi ve hepimiz kadar kötü olduğunu düşünüyorum. “KADINA DA EZBERLETTİLEN ERKEK FİİLLERİYLE KONUŞUYORUZ” Güçsüz kadınlar değil okuduklarımız, kırılganlıklar var, dertleri var, olmuş, hayat yorgunular ama güçsüz değiller. Müzeyyen bu anlamda nasıl bir istisnadır veya değildir? Müzeyyen’i bir kadın olarak tanımlamanın öncesinde bir insan olarak tanımlamaya ve anlamaya çalıştım. Önemli olan Müzeyyen’i bir kadın olarak tanımak değil, ailesi ve kendisiyle yüzleşmeye cesaret edebilen, o karanlık kuyuya inme gücü olan bir kadın olarak tanıyabilmekti. Dolayısıyla roman karakterlerinin hayatla olan ilişkileri ve bu ilişkilerde Müzeyyen’le nasıl bir mesafe içinde olduğu önemliydi. Birbirlerine sarılacak kadar yakın mı yoksa hep bir kol boyu mesafeli duracak kadar temkinli mi? Ben sadece insanlar ve özellikle kadınlar arası ilişkinin tedirgin edici, sürekli gerilimli ruh halini Müzeyyen’in düşünceleri üzerinden okumaya çalıştım. Erkeklere nasıl bakıyor roman, kadınlarının gözünden? Açıkçası bir erkek yazar olarak, bu erkek egemen dilin kadınları nasıl yalnızlaştırdığını ve kadınları oyunun dışında bırakma niyetini yıllardır anlamaya çalışıyorum. Aile Çay Bahçesi’ne gelene kadar yazdığım kitaplardaki erkek karakterlerin de bu dile dahil olmasıyla hesaplaşmaya çalıştım. Gündelik hayatımızda, okuduğumuz gazetelerde, o gazetelerin manşetlerinde, televizyon haberlerinde, o haberlerin metinlerinde, okuduğumuz kitaplarda, vapurdayken yolda yürürken, bir seyyar satıcıyla konuşurken bütün bu dünyanın içinde o kadar erkek filleri ve kadına da ezberlettiği cümleleriyle konuşuyoruz ki... Böyle bir yapıda kadını ne kadar yalnızlaştırdığımızın hesabını K İ T A P S A Y I 1240 S A Y F A 1 6 n 2 1 K A S I M 2 0 1 3 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle