Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YALNIZLIK DÜŞÜNCELERİ Remzi için en önemlisi dedim, çünkü o romanda diğer iki yan karakter kadar öne çıkmasa da onlardan çok daha işlevsel; okur, romanın tezlerinden birini onun sayesinde kavramaya başlıyor, yönlendiriliyor… Bu arada o kişiye “Remzi” adının boşuna verilmediğini düşünüyor, hatta onun ana karakterlerden olan genç kadından daha fazla işlenmesi gerektiği kanısına kapıldığımı Tek Kişilik Din/ Cem Selcen/ Sel Yada söylemeden geçmek istemiyorum. yıncılık/ 208 s. Çünkü genç kadın, cinsellik üzerinden yalnızlık düşüncelerinin gelişmesine katkı sağlıyor, ama derinleşemeyen öyküsü kimi zaman ritmi yavaşlatıyor; romanı yer yer doruktan düşürüyor. Diğer ana karakter olan Başkomiser’e gelince: Bu kişi arka kapakta da “bilge ve sinik” diye tanıtılmış. Ben “Remzi” gibi “sinik” sözcüğünün de bilinçle seçildiği düşünmek istiyor; bu sözcüğü, çıplak, yani sinmiş, yılmış gibi genel geçer sözlük anlamıyla değil; romanın tezine ruhuna uygun olarak giydirerek okumaya gayret ediyorum. Şöyle ki; antik Sinizm ya da Kinizm felsefesinin İslam düşüncesinde Melamilik ile ilişkilendirildiği bilinir. Hatta bazı yazarlar, en ünlü Sinik olan Diogenes’le Melami şeyhi Hamza Bali arasındaki benzerliğe dikkat çeker. Diogenos fıçı içinde yaşayarak, Hamza Bali ise köpeklere artık yemekleri yiyerek kendin aşağılatır. Hayır bu konuyu daha fazla uzatmayacak, komiserin ve yazarın sinik’liğini Melamilik ve rindane meşrep bağlamında kurcalamayı okura bırakacağım. Ancak şunu söylemeden geçmek istemiyorum: Romanın cinayete kurban giden bütün yan karakterlerinin özellikleri Muallim Naci’nin lügatindeki Selcen felsefeci değil, ama suç ve ceza kavramlarını rind sözcüğünün karşılığına tamı Cem ilk romanından itibaren tartışan, bu tutumunu son çalıştamına uymaktadır: “Bâtını irfan masına da taşıyan bir yazar. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1240 Ali Deniz’in ince dokundurmalarıyla bizi bindirmek istediği kayığın geleceği sağlam değil. “MASUMİYETİMİZİN KATİLLERİ” O yalan sarmalı her tarafımızı kuşattıkça azala çoğala yaşıyoruz; bilerek, bilmezden gelerek, dura kalka ilerliyoruz. Ali Deniz Uslu’nun yaptığı gibi girdaba olta da sallıyoruz onun içinde korkularla eğlenerek veya arada bir gölgemizden korkarak sağa sola da savruluyoruz. Yaşayabildiğimiz kadar yaşayacağımız için korkmaya ve korkudan korkmaya öyle geniş vakit yok, üstelik Ali Deniz’in dediği gibi “masumiyetimizin katilleri dünyayı yönetirken” bir şeylerin üstüne gitmek gerek. Dünya, annelerimizin ve babalarımızın, hatta bizim bile bildiğimiz gibi bir yer değil artık, bunu kabullenmemiz lazım. Ali Deniz’in baştan aşağı metafor ve ince dokundurmalarıyla bizi bindirmek istediği kayığın geleceği de aynı oranda sağlam değil. Çünkü su hızla akıp dalgalanıyor, soru sormaya kalkışınca tosladığımız bir gerçeği hatırlatıyor balıkçı: “Cevapsız sorularla dolu ömrümüz.” Balıkçının dediği gibi yanıt bulamadığımız her an deliliğe daha çok yaklaşıyoruz. Öbür taraftan, “korkunun krallığı” ensemizde boza pişirirken “evetle hayır demenin arasındaki kör kuyunun en dibine” iniveriyoruz. Girdaba tutulmuş ya da sanki tutunmuş balıkçıyla yola devam ederken sık sık gecenin karanlığına uğruyoruz. Kendisiyle ve kendimizle yüzleştiğimiz ve “aklımız değil ama hafızamız çok tehlikeli” sözünün tınladığı her an tekinsizlik yanı başımızda. O hafıza, zamanla sulara gömmeye pek meraklı olduğu Yunan destanlarını balıkçının yardımıyla hatırlıyor. Ama bir de tersi var bunun, o da bugün: “Evet, hepimiz birkaç cinayetten so2 1 rumluyuz. Maktul olduğumuz zamanlar da elbette çok. Öldürdüğümüz kadar öldürüleceğimiz de şüphe götürmez. Bunu bilerek yaşamamız gerekli. Çünkü artık gömülmemiz için tabuta ihtiyacımız yok.” “HAYATI NE ZAMAN YAŞAYACAĞINI BİLEMEZ İNSAN” Hızla geçip giden bir hayatı yaşıyoruz. Elinde oltasıyla kayıkçı denizin ortasında. Bir delinin atıp bilmem kaç akıllının çıkarmaya çalıştıklarıyla meşgul: Büyük bir hiçlik. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ya da belki hep oradayız; hayatımız illüzyon veya “illüzyon hayatımız”: “Hayatı ne zaman yaşayacağını bilemez insan. Hep bir zamansızlıkta şimdinin uzağına düşer. Ya takılır kalır geçmişin ağına; yükler sırtına pişmanlıkları, bir daha yaşayamayacağını düşündüğü güzel anıları. Bu olmazsa geleceği yaşamak için gününü yırtar, soluk almanın ne mucizevi bir şey olduğunu unutur. Bazen hatırlar, gözleri parlar ve kaybettiğini bulur bu şaşırmanın, farkındalığın verdiği keyifle! Ama o da kısa sürer, çünkü hayat önüne kattığını götürür. İşte belki biz bu ‘şaşırma’ ve ondan keyif alma halini sürdürülebilir yapmanın peşindeyiz.” Metafor denizinde boğulmak işten değil. Fakat o fırtına çıkış yolu da olabilir, netameli bir mesele. Girdap mı balıkçıyı kapmış, balıkçı mı girdaba sarılmış, bu da bazen açık değil. Ama belki böylesi daha iyi. Her şey yerli yerine otursaydı söyleyecek çok fazla şey kalır mıydı? n alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Girdap Balıkçısı/ Ali Deniz Uslu/ Yitik Ülke Yayınları/ 80 s. 2 0 1 3 n S A Y F A 1 9 Fotoğraf: Murat Şaka K A S I M Fotoğraf: Fethi Karaduman yazarın günlüğe de benzeyen metinleri, ki italikle dizilmiş bu bölümler, romanın hem birleştirici, hem de geçiş ve sağlamlaştırıcı olarak kullanılan yapı taşları… İkinci unsur, yukarıda sayılan isimlerden ve listedeki diğer düşünür, yazar ve şairlerden yapılan iktibaslar. Sonuncusu ise romanın ana gövdesi. Daha doğrusu işlenen bir dizi cinayetten dolayı Amerika’da yaşamak zorunda kalan yazarın günlükler ve yaptığı alıntılar dışında yazdıkları, kısacası romanın ta kendisi… Üç metin unsurlu bir roman olan Tek Kişilik Din, aynı zamanda üç ana, üç de yan karakter çevresinde gelişiyor. Birincisi yazar, ikincisi soruşturmayı yürüten Başkomiser, üçüncüsü öldürülen kişilerden biri olan profesörün yardımcısı olan genç kadın. Öldürülmüş oldukları için pasifleşen kişilerin yanı sıra, romanın üç de aktif yan karakteri var. Biri Başkomiserin yardımcısı, diğeri yazarın annesi ve en önemlisi cinayete kurban gidenlerden biri olan Melami marangozun yoldaşı Remzi… ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse.” Yani öldürülen o insanlar; filozof, derviş, hayatın ‘hiç’liğini derinden hissetmelerine karşın, buna melamet neşesiyle, riyazetle karşı koyan; hem dünyayı, hem ahireti inşa etmeye çalışan, meşreplerine uygun iktisat anlayışları olan; çalışan, üreten kişilerdi… Onların niye öldürüldüğüne gelince romanın üçüncü ve son bölümü bu konuya açıklık getiriyor. Ben ise Melamilik düşüncesinin çeşitli dönemlerde gerçekleşen şeyh idamlarıyla; iktisadi anlayışlarının ise kaçınılması mümkün olmayan ticari girişimlerle tasfiye edildiğini hatırlamakla yetiniyorum… Tek Kişilik Din, düşünen hesaplaşan bir roman. Meraklı okur tabii ki romandaki düşünür ve şair iktibaslarıyla yetinmeyecek, romandaki tartışmalara yan okumalarla katılacak, belki de öne sürülen tezi, iddiaları kritik edecektir. Ben bu tür okurlara, öncelilikle Yahya Kemal’in Maverada Söyleniş şiirini öneririm: Zira bu şiirde Atmeydanı’nında kellesi uçurulan Melami Şeyhi İsmail Maşuki’den ve ticaretle uğraşan, ama saklı yaşayan İdris Muhtefi’den söz edilir. Yahya Kemal’in Melamilik konusundaki çelişik düşüncelerine de göz atılsa; hatta Rindlerin Hayatı, Rindlerin Akşamı ve Rindlerin Ölümü okunsa iyi olur. Öte yandan, Melamiliğe iktisadi anlamda özel bir önem veren Sabri Ülgener’in Zihniyet ve Din’i de mutlaka masanın üstünde olmalı... n Ali Deniz Uslu’dan “Girdap Balıkçısı” Metafor denizi Ali Deniz Uslu ilk kitabı “Girdap Balıkçısı”yla okurla buluştu. Kimi zaman düzyazı kimi zaman şiirle yol alan kitapta Uslu, bugünün durgunluğuna da geçmişin ferahlığına da olta atıyor. r Ali BULUNMAZ öze nereden girmek gerek? Orası pek belli değil ama şöyle bir gerçek var. Birbirimize çılgınlar gibi yalan söylemeye başladığımız günden beri edecek çok laf ve okuyacak fazla satır kalmadı. Hal böyle olunca eski defterlere sığınıyor insan. Oralardan bir şeyler çıkarıp bir parça anlam arıyor. Deneye yanıla bir yerlere varmaya uğraşıyor; kimseyi dinleyesi gelmiyor, bazen sadece konuşuyor bazen de yalnızca susuyor. Artık o güne hangisi uygunsa. S