06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Jheni Osman; Dünyayı Değiştiren 100 Fikir‘de, dünyaca ünlü isimlere yöneltilen “Dünyayı kökten değiştiren en büyük buluş nedir?” sorusunun yanıtlarını okura aktarıyor. ? Hakan DERMAN ugün oğlum için bir kitap aldım. Henüz erken olduğunu biliyorum ama olur da baskısı tükenir, vakti geldiğinde bulamam diye şimdiden koydum kütüphaneye... Adı Dünyayı Değiştiren 100 Fikir. Kitapta, dünyanın en büyük bilim insanlarına, mühendislerine, girişimcilerine “Sizce dünyayı kökten değiştiren en büyük buluş nedir?” diye sormuşlar. Onlar da düşünüp taşınmış, onca keşiften bire indirdikleri fikirlerini söyleyip, neden onu seçtiklerini de bir güzel anlatmışlar. Bir arkadaşım, ne var bunda, diye dudak büktü. Buradaki bilgileri artık internette bulmak çok kolay. Haklı olabilir tabii, ama ben onunla aynı fikirde değilim. Özellikle de şu yüzden: İnternette nereye bakacağını bilmiyorsan, Ümraniye çöplüğünde inci aramaktan beter oluyorsun. Sonra dedim ya, bu kitap oğlum için, bilgilerin kitaplardan da öğrenilebileceğini hatırlatmak zorunda kalabilirim. Ama bütün bunlardan daha fazla önemsediğim bir şey var kitapta, o da “Neden bu keşif?” sorusuna verilen cevaplar! Bir örnekle anlatsam daha kolay olacak: Nobel ödüllü Paul Nurse dünyanın yuvarlak olduğunun keşfedilmesini seçmiş, “Dünya’nın yuvarlak olduğunun keşfedilmesi çok önemlidir, çünkü bu bize bildiğimizi düşündüğümüz şeylere kuşkuyla yaklaşmayı öğretir,” diyor. İşte ben de oğlum bunu öğrensin istiyorum. Teknoloji karşıtı değilim, hele çamaşır makinesini icat eden, her bir aşamasında emeği geçen herkese müte Jheni Osman’dan ‘Dünyayı Değiştiren 100 Fikir’ B Bildiğimizi sandıklarımıza kuşkuyla yaklaşmak... şekkirim ama teknolojik gelişmelerin insani ve sosyal gelişmelerden daha önemli sayılmasını içim almıyor. Einstein’ın sözü geliyor aklıma: “Dünyada tek bir çocuk bile mutsuz olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur.” Acaba ona sorulsa ne cevap verirdi? Kitabın adından da anlaşılacağı üzerine 100 fikir seçilmiş, inceden inceye de anlatılmış. İçindekilere şöyle bir göz gezdirirken, beni şaşırtan bazı maddelere denk gelmiş, biraz da dudak bükmüştüm ama hepsini geri alıyorum. İnsan yazıyı, kâğıdı ya da matbaayı görünce hiç sormuyor, kim neden seçmiş bunu diye. Parayı sevimsiz bile bulsanız, dünyayı değiştirmiş mi değiştirmemiş mi, ona bakacaksınız. “Antibiyotikler ya da aşı tartışmaya açık bir konu bence,” diyor çok bilmiş arkadaşım, ne yani çocuğunu kuduz köpek ısırsa ne yapacak, aşılatmayacak mı? Hiç sanmıyorum ama tartışacak da değilim. Okuyunca kitabı anlar nasılsa, ukala falandır ama cahillikten hiç hoşlanmaz. Üstelik ben de plastik diye bir madde görünce neredeyse içerledim, çocuklarımıza bir gelecek bırakamıyorsak, biraz da plastik yüzünden değil mi diye, ama okuyunca anladım ki sorun plastikte değil, onun içine yiyecek içecek dolduran da kabahat, tabii bu benim görüşüm. İşte ilginç gelen bazı fikirler, örneğin el baltası hakkında ne düşüneceğimi bilemedim. Vida dişlisinin bu kadar işe yaradığı ölsem aklıma gelmezdi. Sifonlu tuvalet ile mikropların hastalıklara neden olduğu keşfini seçenleri ise ayrı ayrı tebrik ettim içimden, bu arada kitabı bırakıp bir koşu banyoyu, dün temizlemiş olmama aldırmadan bir kere daha çamaşır suyuyla ovaladım. Ve olur da bir gün birileri gelir de bana dünyayı değiştiren en büyük buluş nedir diye soracak olurlarsa, çamaşır suyunu seçmeye karar verdim.? Dünyayı Değiştiren 100 Fikir/ Jheni Osman/ Çeviren: Orhan Düz/ Kolektif Kitap/ 400 s. Jheni Osman Atilla Keskin’den ‘Zorunlu Yalnızlık’ Mübadeleden ilticaya... Atilla Keskin, Zorunlu Yalnızlık‘ta kendi yaşanmışlıklarından yola çıkarak 1977’den beri çok yakından gözlemlediği bu iltica olgusunun çeşitli yönlerini doktor Ergun üzerinden okura aktarıyor. ? Hakan İŞCEN oktor Ergun bir hücre evinde yaralı olan bir illegal bir örgüt üyesine yardım etmeye çalışırken bir anda kendini zorunlu bir kaçak durumunda bulur. Bu her ilticacının yaşadığı zorunlu bir yalnızlığın başlangıcıdır. Bütün kurulu düzenini, ait olduğu içsel ve dışsal mekânı, alışkanlıklarını, mesleğini, ailesini, hatta sevdiği kadını geride bırakarak bir bilinmeze doğru yola çıkar. İsmini bile terk etmek zorunda kalır. Yazar, kullandığı akıcı ve içten diliyle okuru Ergun’un yaşadığı o sıkışmışlığın içine alır. Kullanılan dil, hikâyenin gerçekliğini en başından okura geçirir. Bu öyle bir yalnızlıktır ki insan kendine bile yabancılaşır. Doktor Ergun hiç bağlanmayacağı, hatta bir gece bile yanında kalmak isteSAYFA 18 ? 24 OCAK D meyeceği bir kadını gitgide sevmeye başladığını hisseder. Bu belki de zorunlu yalnızlığın bir panzehridir. Sevmek, belki de salt birine sığınmaktır. Geride bıraktığı kadına, terk ettiği semti gibi yabancılaşırken, yabancı bir ülkede başka bir kadına bir belki de bir memleket gibi sığınacaktır. Kuzguncuk, yazar tarafından şehrin betonlaşmış kaotik göbeğinde handiyse cennetten bir vaha olarak betimlenir. Bu mekân, din, dil, ırk farkı gözetmeyen insanların dostça yaşadığı, zaman zaman “eski zamanların” anılarıyla hüzünlenen capcanlı bir organizmadır adeta. Yazar, Kuzguncuk’un üzerinden mübadele dramını da mahallenin canlı nüfus kütüğü gibi ortalıkta gezinen Avram Efendinin retorik tekerlemeleriyle okura birebir yansıtır. Ergun, beş yıl yaşadığı zorunlu yalnızlıktan sonra cennetine ilişkin aidiyet duygusunu da yitirir. Başka pek çok şeyi yitirdiği gibi. Yazar, ilticanın bir insanı etkileyen psikolojik ve sosyolojik travmalarını baş karakterinin üzerinden başarıyla verir. Cennet bir mekân, içinde yaşayan insan ilişkilerinden, kültürel kodlardan ayıklanınca sihrini yitirip adeta bir cehenneme dönecek, yaşanılası bir yer, kaçılası bir mekâna dönüşecektir. İlticacı orada da kendini yalnız hissedecek ve artık orada barınamayacaktır. Romanın diğer başat karakteri Zöhre de iki toplum, iki sınıf arasında sıkışmış bir Anadolu kadının arketipidir. Yıllardır yaşadığı ülkede yabancılıktan bir türlü sıyrılamayan Zöhre, lekeli geçmişinden adeta Ergun’a iltica ederek kurtulmaya çalışır. Zöhre kâh gülen, kâh ağlayan, kendini yeri geldiğinde bir sustalıyla ifade ederken, aslında ruhunun derinliklerinde kırılgan, yaralı ve savunmasız bir kadını barındırmaktadır. Bir okur olarak, Ergun’un kendi cennetinde kalmak uğruna biraz daha çaba göstermesini bekliyoruz, ama iyi ki Ergun kaçıyor, aksi halde bir ilticacının nelerle savaştığından hiçbir zaman haberimiz olmayacaktı. Sonuç olarak, yazar kitabında az karakterle ilticadan, mübadeleye, aşktan yurtseverliğe çok şey anlatmayı başarıyor ve kolaya kaçmayıp zorunlu yalnızlığın çaresizliğine değil, umuda kucak açıyor. Zorunlu Yalnızlık, Atilla Keskin’in yazdığı yedi kitap arkasından gelen sekizinci bir roman olsa da diğerlerinden farklı. Diğerleri anıotobiyografi kurgusuyla kaleme alınmış, oysa bu son kitap tamamen bir kurmaca. Theo Angelopoulos, bilindiği gibi, mültecilerin hikâyelerini beyazperdede şiirsel bir dille anlatmayı becermiş ender yönetmenlerden biridir. Nâzım da bir ilticacının hasret dolu dizelerini okurun gözünde bir film gibi görsel olarak canlandıran dünyanın en büyük şairlerinden biridir. Zorunlu Yalnızlık’ı okurken hem Nâzım’ın memleket hasreti çeken dizelerini, hem de Angelopoulos’un bazı film karelerini anımsamaktan kendimi alıkoyamadım. Kim ne derse desin, nedeni ne olursa olsun doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan insanların yaşadığı asıl dram, ne geride bıraktıkları içindir, ne de gittikleri yerde ne yaparlarsa yapsınlar her zaman yabancı kalacakları için. Gerçek dramları bir gün başarıp geri dönseler bile, memleketlerine ve sevdiklerine gerçekte bir daha asla kavuşamayacakları içindir... ? Zorunlu Yalnızlık/ Atilla Keskin/ Tekin Yayınevi/ 296 s. 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1197 Atilla Keskin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle