06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Cemal’in seçimi Gerçeğin birleştiremediğimiz parçaları Değerli düşünür, deneme yazarı, eğitmen, çevirmen Ahmet Cemal’in yazınımıza Aydınlanmacı düşünsel katkısı çok önemlidir; çalışmaları, öykünmelerin özgün olan karşısında tutunamayacağının söylemini oluştururlar. Yıllardır büyük emek vererek Türkçeye kazandırdığı yapıtları okudukça, onun çevirisini yaptığı bu kitapları, bir sanat tarihçisi özeniyle seçtiğine iyice inanıyor insan. ? Ziya GÜREL ünümüzün anlatımında gerçekliğin vurgulanması adına yapılan şey, olguların aynı anın daracık hücresi içinde üst üste yığılması marifetidir. Bu aldatmacaya girişmek için zamanın olmadığı bir boyutta geziniyormuş gibi davranmak çaresiz kalınınca göze alınan başlıca cambazlıklardan biridir. Çağdaş romanın öğelerinden, anakronizm, bilinçaltı akımı, iç sesle sürüp giden, önüne kattığını sürükleyen bir ırmağı anımsatan anlatım, bugün, yaşanılanı ya da kurgulananı dile dökmek yerine, yazınsallıktan koparılan bir gerçekliği, yoğunlaştırılmış katı parçacıklara bölmek için kullanılır olmuştur. Gündelik yaşantının bile böylesine fragmanlara bölünmesi, okuyucuyu, izleyiciyi ilk anda, gözden kaçırılan ayrıntıları yakaladığına inandırarak büyülese de, onu gittikçe bilinçsiz bir kolaycılığın içine sürükleyerek düşünme, kurgulama yetisinden yoksun bırakmaktadır. Okur, formüllere dayalı bir anlatım yapısına koşullandırıldığında, düş gücüyle adım atamayacağına; kendisinin herhangi bir kurgulama yeteneğinin; yorum yapma yetkisinin olmadığına inanmaya başlar. Oysa bir sanat biçimlendirmesinin sanatseverce paylaşılması, o yapıta çağrışımlarla, kışkırtılan yepyeni imgelerle olağanüstü bir evrensel varsıllık yaratır. Ne var ki, düşlemeyi yorucu ve boşuna bir gayret saymaya başlayan okur, artık olguolay örgüsünün dışına çıkamayıp, tüm düşsel, düşünsel etkinlikleri kendisinin yerine yeryüzü egemeni olan gücün masalcılarının yapmasını istiyor. Görme duyusu çok önem kazanınca, yazılı anlatımın ya sinemaya aktarılması, ya da internette görsel betimlemelerle özetlenmesi beklenmeye başlandı. Bireyin öne çıkarılması savları ise büyük bir aldatmaca değil midir? Bütün sanat, bilim, barış ödülleri, bu akçalı düzen içinde anlamlarını, amaçlarını yavaşça yitirirler. Güncel sıradanlığın ikonlarıyla bunların yan ürünleri, yatırımcı ve “destekleyici” için birer kazanç kaynağıdır artık.. Değerli düşünür, deneme yazarı, eğitmen, çevirmen Ahmet Cemal’in yazınımıza Aydınlanmacı düşünsel katkısı çok önemlidir; çalışmaları, öykünmelerin özgün olan karşısında tutunamayacağının söylemini oluştururlar. Yıllardır büyük emek vererek Türkçeye kazandırdığı yapıtları okudukça, onun çevirisini yaptığı bu kitapları, bir sanat tarihçisi özeniyle seçtiğine iyice inandım. George Lukàcs’ın SAYFA 16 ? 24 OCAK G “Marksist Estetik”, Schiller, Goethe, Nietzche, R. M. Rilke, İngeborg Bachman, Elias Canetti, Kafka, W. Benjamin ( Pasajlar), Ernst Fischer, Remarque, Zweig, Joseph Beuys, E.H. Gombrich, Mánes Sperber (Parçalanmış Gerçeklik), K. Hamsun, P. Celan, Robert Musil, Hermann Broch çevirileri, bu çalışmaların yayıldığı süre; çoğunun hiçbir yayıneviyle anlaşma yapmadan giriştiği zorlu işler olması, yazarın çevirmenliği nasıl da bir yaşam biçimi edindiğinin göstergesidir. Ahmet Cemal, Anadolu Üniversitesi’nde verdiği çevirmenlik derslerinin bir eylemli çalışmasıymışçasına, çevirilerinde hem yazara hem de okura duyduğu saygıyı her satırda öne çıkararak yazarın biçemini, yapıtın biçimini Türkçede yeniden canlandırmak için uğraşmış, böylece öğrencilerine de örnek olmuştur. ‘ELEŞTİREL AKLA’ ULAŞIRKEN Avusturyalı yazar, şair, felsefeci Hermann Broch’un (18861951) “Vergilius’un Ölümü” romanı, uluslararası yazın çevrelerinde ‘çevirisi yapılamaz”, diye anılan bir metin. Bugüne dek ancak yedi dile çevrilmiş. Romanın ilk tümcesinin neredeyse yarım sayfa tuttuğunu düşünürsek okunması da güçlüklerle dolu. Kitaba “Bir Çevirinin Hikâyesi” başlığıyla yazdığı önsözde Ahmet Cemal, “eleştirel akla” ulaşırken izlediği yolu içtenlikle anlatır. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra, geçimini sağlamak için bol gelir getirecek avukatlık mesleğinin yerine, en az ücrete değer bulunan yeminli çevirmenliği seçerek noterliklerin loş ar Broch’un ‘Vergilius’un Ölümü’ romanı, uluslararası yazın çevrelerinde ‘çevirisi yapılamaz”, diye anılan bir metin. ka odalarında, eski daktiloların başında bu işe başladığını dile getirir. Yetmişli yılların başında Goethe, Schiller çevirileri özgürlüğünün ilk adımları olur. ‘Vergilius’un Ölümü”nün çevirisini yapmaya 1972 yılında başlarken duygularını, tedirginliğini şöyle dile getirir: “Vergilius’un Ölümü” romanıyla o çevirmenlik yıllarımın hemen başında tanıştım. Romanın ilk bölümünde yer alan ve Latin şairi Vergilius’u tasvir eden şu pasajı okuduğumda o roman artık benim kaderim olmuştu: “..., yeryüzü hayatının huzurunu seven biriydi; toprağa bağlı bir toplumda geçecek, sade ve güven dolu bir ömre uygun bir insan; kökleri gereği yerleşip kalmasına izin verilmiş, dahası yerleşmeye zorlanmış biri; aynı zamanda da, daha yüce bir kader gereği, yurdundan ne kopabilmiş, ne de orada kalabilmiş biri; bu kader onu ötelere, toplumun dışına sürüklemiş, kalabalıklar içerisinde düşünülebilecek en çıplak, en kötü, en vahşi yalnızlığın içine atmıştı; onu kökeninin yalınlığından koparmış, uçsuz bucaksızlığa, gittikçe büyüyen bir çeşitliliğe doğru kovalamıştı; böylece büyüyen, sınırsızlığa açılan, sadece gerçek hayat ile arasındaki uzaklık olmuştu; evet gerçekten de yalnızca bu uzaklıktı büyüyen: Vergilius, hep kendi tarlalarının sınırlarında gezinmiş, kendi hayatının sınır boylarında kalmıştı; huzur nedir bilmeyen bir insan; ölümden kaçarken ölümü arayan, eser vermek isterken eserden kaçan biri; bir âşık, ama hep kovalanmaya yargılı, gerek iç gerekse dış dünyanın tutkuları arasında yolunu kaybetmiş, kendi hayatına sadece konuk olabilmiş biri...’ Ahmet Cemal bundan kırk yıl önce, bu düzeydeki bir dil anıtını çevirmeye yetecek denli birikime, Almanca ile Türkçeyi bir kültür dili olarak kullanma ustalığına ve bilgisine sahip olmadığını düşünmesine karşın, bu çalışmayı ertelemedi. Roma antik çağının en büyük şairi sayılan Publius Vergilius Maro’nun (M.Ö. 7019) bu romanda Hermann Broch’un kalemiyle dile getirilen, sanatla, sanatçılıkla, sanat eseriyle bir ömür boyu sürmüş hesaplaşması, ve savaşımı, çevirmenimizi deyişiyle, “bir direniş modeli” olarak onun yaşamının, örgüsüne yerleşir. Şair Atina’dan Augustus’un buyruğuyla ve onunla birlikte ayrılmaktan bin pişmandır. Brendisium limanına gemiler bağlanırken hastalığı iyice ağırlaşmış, yürüyemeyecek haldedir. Roman, bu andan başlayarak Vergilius’un, ertesi gün öğleden sonra Sezar Augustus’un sarayında ölümüne kadar, o on sekiz saati anlatır. Anlatımı üçüncü kişinin üstlenmesine karşın, Vergilius’un kendi kendine ko nuşan iç sesi okuyucuyla bağlantıyı beklenen sona kadar hiç kesmez. Bu ses, onları Brendisium’a taşıyan gemilerdeki forsalardan, kölelikten söz eder. Tahtırevanla saraya götürülürken kentli halkın yoksulluğunu ve imparator onuruna dağıtılan bedava şarap için birbirini çiğneyen durumunu izler. Yönetimi ele geçiren bundan önceki ve şimdiki Sezar için yazdığı mersiyeler, övgüler, artık ona birer yalakalık söylemi olarak görünmektedir. Yaşamın ahlak açısından doğruluğuna, sanatın yerindeliğine, şiirin yaşama katkısının ne olduğuna ilişkin acımasız bir sorgulamayla anlatım sürer. Onu limandan saraya değin izleyen, yeni imparatoru karşılayan esrik kalabalıktan korunması için yol gösteren küçük oğlan, kıvırcık saçlarıyla çocuk Vergilius’un ta kendisi değil midir? Son yapıtı ‘Aeneis Destanı’ yanından ayırmadığı çantasındadır; bu torbayı adı Lysanias olan bu çocuktan başkasına emanet edememiştir. Destan, Troya yakılıp yıkıldıktan sonra Aeneas’ın İtalya’ya dönüş yolculuğunu anlatmaktadır. Aeneis Destanı’ nın yetersizliğini; bir öykünmeden öteye geçemediğini düşünmeye başlayan Vergilius, elyazması ruloları yakmaya karar vermiştir. H. Broch şairi şöyle konuşturur: “ ...ah evet, o insan ki, gülümsemesinde her şeye rağmen tanrısal bir yan vardı ve bu sayede insan, o gülümseme aracılığıyla yanı başındaki ruhu, hemen yanı başındaki insanı tanrısal bir varlık olarak kavrayabiliyordu insandan insana iletişim denilen, gülümseme olgusundan insana özgü bir dilin doğması diye nitelendirilen, işte buydu. (Sayfa:314) (1) Ahmet Cemal’in uzun yıllara yaydığı bir başka çalışması da, Robert Musil’in “Niteliksiz Adam” ciltleridir. Romanın ikinci cildinden yıllar sonra üçüncü cildinin çevirisinin tamamlandığını duymak beni sevindirdi. İlk iki kitabı notlar alarak okuduğum için okuma serüvenimde bir kopukluk yaşamayacağımın düşünürken dördüncü cildin yayımlanmasını sabırsızlıkla beklediğimi; Lucáks’ın ‘Marksist Estetik’inin dördüncü cildine ne zaman kavuşacağımızı merak etmekteyim. GEÇİŞ DÖNEMİ... Robert Musil (18801942) Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılmasının yaklaştığı dönemleri konu alarak başlayan “Niteliksiz Adam” romanında anlatımını, bir çağın kapandığını, bir başka zaman diliminin kapısının aralandığını sezmenin tedirginliği ile gürüldeyen bir ırmak gibi sürdürür. Duyarlı bir okuyucu, Ahmet Cemal’in yapıtı, aslına uygun biçimde Türkçeye kazandırmasıyla gönenirken diğer yandan bu çeviriyle dilimizin ne denli görkemle daha da varsıllaştığını görerek kıvanç duyar. Romanda Ulrich, donandığı tüm niteliklere karşın, bir ayağıyla geçmişte kalarak monarşinin geleneklerine basarken diğer ayağıyla yeniçağda adımlar atmak isteyen biridir. Savaşlara sürüklenen Avrupalı aydını temsil eder. Bu iki arada kalma durumu, onu kararsız kılmaktan öte, verimsiz, güvensiz, eylemsiz bir duruma sokmuştur. Musil’in bu geçiş dönemini yaşayan kadınları, kötü evlilikler yapmış, mutsuz, cinsel baskı altında tatminsiz kişilerdir. Romanın kişileri, aynı bugünün insanları gibi çok saçma düzenleme ve kurgulara bel bağlar, bu saplantılarla aristokrat devleti ve geleceklerini kurtarabileceklerini umut eder. “Sonsuz Eylem Planı” adını verdikleri, bir tasarı çevresinde, ne amaçla bir araya gelindiği anlaşılmayan; askeri, politik, aristokrat çevreden birçok kişinin katıldığı toplantılarda yiyip içerler; buluşur, sevişirler. “Niteliksiz Adam”ın anlatımına tanrıların tanrısı Zeus’un ruhu sinmiştir. Zeus da onca gücüne karşın, engelleyemediği tutkularının, cinsel hazların peşinde savrulurken gittiği her yer bir sürgüne dönüşmüş, Olympos yamaçlarına uğrayamaz olmuştur. Bir kuğu olup Leda’yı kucaklaması; Miken kralı ? 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1197
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle