06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sharon Smith’ten ‘Kadınlar ve Sosyalizm’ Asırları delen çığlık Amerikalı sosyalist yazar Sharon Smith, Kadınlar ve Sosyalizm kitabında kadın sorununun sınıf, ideoloji ve dinle ilişkisini ele alıyor. Smith, kürtaj hakkı, kadın ve erkeklere eşit ücret, ev içinde iş bölümü gibi kadın hareketlerinin ilk filizlendiği dönemlerden bu yana kadın hareketinin temel gündemini oluşturan konuları Marksist bir yaklaşımla inceliyor. ? Meliha AKAY smanlı döneminde, yirminci yüzyılın başlarında ilk Türk kadın hareketini başlatan, öncül sayılabilecek Şefika Gaspıralı ve destekçileri o dönemde yabancı ülkelerdeki devrimleri, kendilerine model olabilecek kişilikleri örnek almışlardı elbette. Altmış sekiz kuşağını doğuran ebeveynler olarak kabul ettiğim kuşağın; insancıl, ön yargısız, değiştirebilmek için önce değişmek gerektiğinin ayırdında olan neslin çabaları yetersiz mi kaldı, bayrağı devralıp taşıyacak nesil mi gelemedi diye düşünürken rastladığım kitap, bütün hemcinslerimin bu ve benzeri sorularına yanıt olabilecek derinlikteydi… Sharon Smith’in kaleme aldığı Kadınlar ve Sosyalizm adındaki kitabında; siyaseti, ideolojileri, dinleri, dinler arası çatışmayı arka plana yerleştirerek, antikçağdan bugüne uzanan bir süreçte ‘kadın’ kimliğini sorguluyor; kazanımları, yitimleri, hak arama savaşımını eğrisiyle doğrusuyla okura sunuyor. Hem de tensel ve tinsel travmalar yaşayan kadınların çoğunlukta olduğu bir toplumun ne denli sağlıklı olabileceği sorusunu satır aralarında saklı tutarak… BASKININ KÖKENİ Amerikalı yazar Sharon Smith, kendi ülkesinden yola çıkarak, o güne değin hiç olamadığı kadar özgürlük getirdiği sanılan 1970’lerdeki kadın hareketlerinden bu yana kadınlara uygulanan baskının daha da ağırlaştığını örnekliyor. Ülkesindeki zengin ve fakir arasındaki uçurumun derinleştiğini, sisteme dahil olan azınlığın ilerlemesiyle sistemden yararlanamayan çoğunluğun paradoksal durumunun en çok kadınları sömürdüğünü belirterek girer konuya. Bu noktada siyasette asırlardır değişmeyen bir SAYFA 14 ? 24 OCAK O yarayı da hatırlatmış olur. Ücret artışlarından siyahi ve Latin Amerikalı kadınlar zerre kadar faydalanamamıştır. Ayrıca postfeminizm, kadın hakları mücadelesine karşı çıkanlar tarafından ortaya atılmış iki yüzlü bir kavramdır. Popüler kültürde kadın cinselliğinin kişilik bütünlüğü içinde ele alınması gerekirken bedenin belli kısımlarına indirgenmesi, kadın bedeninin erkek keyfi için var olduğuna dönük bir algıyı beraberinde getirmiştir. Bütün dünyada sıklığı her geçen gün artan tecavüz ve şiddet vakalarını artıran da bu algıdır! Ülkemin bir kadını olarak her gün, her akşam yazılı ve görsel medyada neredeyse kanıksanma sıklığında yer bulan kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerini de göz önüne alarak düşünmeden edemediğim bir konu var: Töre ya da başka bir gerekçeyle işlenmiş olsa da salt ülkemde değil bütün dünyada böyle bir aşağılanma ve yaşam hakkını elinden alma girişimi var ise dünyadaki erkeklerin güç birliği yaptığı ama adını ve sanını bilmediğimiz bir platform mu var?! Kitabın ilk bölümünde yazar, yaptığı araştırmalarla kadınlara uygulanan baskının kökenini bulmaya çalışır. Karl Marx ve Friedrich Engels’e göre, kadına uygulanan baskının kökeni sınıflı toplumların ortaya çıktığı döneme dayanmaktadır. Hem de sınıflı toplum analizlerine eklenmiş bir yan düşünce olarak değil, başlı başına sözü edilen konunun ayrılmaz bir parçası olarak yer almıştır. Kaldı ki bu, 1848’de kaleme alınan Komünist Manifesto’da, kadınların kurtuluşuna ilişkin fikirler sosyalist devrim teorisinin merkezinde yer almıştır. Sharon Smith’in, Kalahari Çölü’nde yaşayan Kung halkı hakkındaki çalışmalarının en belirgin bulgusu, kadın ve erkek arasındaki eşitlik, iki cinsiyetin nasıl tam bir eşitlik içinde yaşadığıdır. Kung halkında kadınların gıda stoklarının erkeklerden fazla olmasa da onlar kadar katkıda bulunduğunu ortaya koymuştur. Sınıflı toplumlarda toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü alt başlığı altında ele alınan bölümde; Engels’in kadınlara uygulanan baskıyla ilgili kuramının en önemli noktasını, sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla temel dönüşüme uğrayan, toplumsa cinsiyete dayalı iş bölümü ile üretim biçimi arasında kurduğu ilişkide yattığını kanıtlaması oluşturur. Eşzamanlı olarak okuduğum Halkların Dünya Tarihi’ni kaleme alan Chris Harman, kadınların toplumun sınıflar halinde kutuplaşması ve devletin ortaya çıkışıyla her yerde kaybettiklerini söylerken Engels’in yüz yıldan fazla bir süre önce yaptığı saptamayı ekler: “Kadın cinsinin dünya çapında yenilgisidir bu. Erkeklerle ortak karar veren olma konumun2013 dan bağımlı ve boyun eğen konumuna sürüklendiler.” FEMİNİZM SORGULAMASI Belli başlı bölümlerinde yazar karşıt düşünce söylemlerine de yer vermekten kaçınmıyor. Marksizm düşmanlarından biri olarak nitelediği Catherine Mac Kinnon’un; Feminist Devlet Kuramına Doğru kitabında Marx’ın kadınlara uygulanan baskıyla “sadece geçerken” ilgilendiğini söyler. Engels’i düpedüz cinsiyetçilikle suçlar. Paradoksal düşüncelerin örgüsüyle yol alan kitapta emperyalizm, sınıflı toplumların gelişimi ve kadına uygulanan baskı, evlilik kurumu ve daha da önemlisi dinlerin etkisi titiz bir gözlem ve analizlerle konuya dahil edilebilmiş. Hıristiyanlık, İslamiyet ve İslam karşıtlığı, Hıristiyanların kutsal topraklara karşı savaşa çağrılması altı çizilerek okunması gereken bölümler olarak görünmekte. Yazarın bu konuda objektif olabilme başarısı şu satırlarda örneklenebilir: Daha yakın tarihlere gidecek olursak, binlerce cadı’nın kazıklarda yakılması Avrupa’nın ve Birleşik Devletler’in en ahlakçı Hıristiyanlarınca dört yüz yıl kadar önce gerçekleştirilmiştir. Yukarıdaki satırları okurken bir yandan da Afgan Kadınların Devrimci Birliği’nden Mariam Rawi’nin söylemine yer verilmeli düşüncesindeyim. Rawi; “Birleşik Devletler kadın düşmanı köktenci bir rejimi, başka bir kadın düşmanı köktenci rejimle değiştirmiştir” der. Çünkü Taliban’ın Ahlaksızlık ve Erdem Bakanlığı, Din İşleri Bakanlığı adıyla yeniden kurulmuştur. 19921996 arasındaki toplu tecavüz ve cinayetleri de kapsayan terör döneminden sorumlu olan savaş kodamanları kırsal bölgelerde gücü hâlâ elinde tutmakta ve afyon üretimiyle zenginleşmektedir. Bu noktada, sadece ülkemizi değil, dünya konjonktürünü göz önüne alarak illegal örgütlerin amacına ulaşmak için neden afyon ticaretine yöneldiği ve bu eylemin önüne devletlerin nasıl ve neden geçemediğini de düşünmek, salt düşünmek değil bunun yanıtının neden verilemediğini de irdelemek olası mıdır, diye sormak isterim. Kadınlar ve Sosyalizm’de yazarın ruhunu ve kitabın yazılma amacını taşıyan bölümlerden biri de feminizmin sorgulandığı sayfalar olsa gerek. Feministler mi değişti yoksa modern feminizmin kurucu ilkelerine mi ihanet eder oldular, diye sorar Sharon Smith…Bu soru Sharon Smith’in kaleme aldığı Kadınlar ve Sosyalizm adındaki kitabında; siyaseti, ideolojileri, dinleri, dinler arası çatışmayı arka plana yerleştirerek, antikçağdan bugüne uzanan bir süreçte ‘kadın’ kimliğini sorguluyor Smith, kendi ülkesinden yola çıkarak, o güne değin hiç olamadığı kadar özgürlük getirdiği sanılan 1970’lerdeki kadın hareketlerinden bu yana kadınlara uygulanan baskının daha da ağırlaştığını örnekliyor. ları dillendiren yalnızca Sharon Smith değil elbette. Türk edebiyatında, öykü ve romanda olsun, araştırma ve inceleme yazılarında olsun elini taşın altına koyma yürekliliğini gösteren pek çok yazar bu soruların yanıtını aramakta. Eşitliğin yok denecek kadar azalmasına karşın ‘töre’ adı altında işlenen kadın cinayetlerinin zirveye(!) ulaştığı son dönemde yanıtı verebilmek pek de kolay olmayacak gibi gözüküyor. Gelenek – görenek, töre, namus dayatmalarıyla bütün namussuzlukların üstüne giydirilen kılıf, kadın adı olmamalı! Yüzyıllar boyu bütün isyanlara göğüs germiş bu topraklarda; asırlar öncesinden kopup gelen, kan kırmızı olarak suyun, toprağın üzerinde dalga dalga yayılan çığlığı duyan olmayacak mı? Elimden düşürmediğim Maksim Gorki’nin Edebi Portreleri’nden bir alıntıyla bitirmek isterim: “Yüreğim insanları benden daha güçlü olsalar da her şeyin çok sağlam olduğu eski zamanları düşünerek soğuk bir kederle doluyor. Hayatın sınırları içinden çıkıp her şeyin henüz akıl tarafından anlaşılamadığı bir alan, daha doğrusu akıl tarafından değil, yürek tarafından anlaşılacağı bir alana girme tutkusu.” Bu son satırda cinsiyet ayrımı yapmaksızın yinelemek istiyorum; akıl tarafından anlaşılamadıysa yürek tarafından da mı anlaşılamadı? Yürekler bu denli kör ve sağır ise uygarlıktan, kültürü henüz oturmamış olsa bile demokrasiden, evrensel değerlerden söz edilebilir mi?? Kadınlar ve Sosyalizm/ Sharon Smith/ Çeviren: Etkin Bilen Eratalay/ Yordam Kitap/ 192 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1197
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle