Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tuğrul Tanyol ile ‘Öncesi ve Sonrası’ ‘Dili şiir biçimlendirilir...’ Eğer ortada egemen bir şiir anlayışı varsa herkesin o biçimde yazması beklenmiştir. 80’lerde olan da buydu. Dikkat edilirse “80 kuşağı” dendiğinde, 80’lerde yazan herkes değil belli bir şiir anlayışı ile yazanlar anlaşılıyor. Dönemi iyi bilmeyenler sepetin içine tüm şairleri atabilirler kuşkusuz, ama asıl anlaşılan “Üç Çiçek” ve “Poetika” çevresidir. Üç Çiçek çıkışının, Garip benzeri bir manifestosu yoktur, ama iyi incelenirse yazdığımız her yazının aslında birer manifesto niteliği taşıdığı görülebilir. Burada özellikle benim, Metin Celal’in ve Ali Günvar’ın yazılarını tüm 80’li yıllar boyunca yazdıklarımızı kastediyorum. Varlık dergisinin 1985 Ağustos tarihli sayısında Mehmet Müfit Bey’in hazır ettiği, soruşturmada verdiğiniz yanıtta bugün de aynı fikirde misiniz? Çünkü o zaman verdiğiniz yanıt birçok kişi tarafından üzerinde durulması gereken bir yanıt bana kalırsa. Orada II. Yeni’yle ne aynı görüştesiniz, ne o şiiri olumluyor ne de bir tepkide bulunuyorsunuz. Sanırım o günlerde sizlere yöneltilen eleştiriler, bu şiirle bağlantı kurup, belki de II. Yeni’ye yöneltilen saldırıları sizler üzerinden götürmekti. Biraz bu konu üzerinde duralım mı? Fotoğraf: Mustafa Özçalışkan Tuğrul Tanyol ile son kitabı “Öncesi ve Sonrası” üzerine bir söyleşi gerçekleştirelim derken birden kendimizi öncesinde bulup başladık söyleşmeye. Meğer konuşulacak ne kadar çok şey varmış. Öncesi ve sonrasıyla karşınızda Tanyol. ? Berna OLGAÇ 980 kuşağı şiiri denildiğinde, ki bu şiir zamanında çok konuşulmuş hatta arşivlere bakıldığında çok saldırıya maruz kalmış, bu kuşak içinde akla gelen ilk imzalardansınız. O günden bugüne değişen çok şeyler vardır muhakkak. Söyleşimize Öncesi’nden başlayalım istiyorum ne dersiniz? 1980 kuşağı adlandırmasından hoşlanmadığımı birçok kez dile getirdim. Burada 70 kuşağı şairlerinden sonra gelmek gibi bir durum söz konusu oluyor ki 70 kuşağı şairleri tanımlaması da 70’lerde şiir yazan şairlerin yalnızca bir bölümünü içeriyordu. 60’lar sonu ve 70’lere toplumcu şiir damgasını vurmuştur. Ne var ki bu dönemde de farklı damardan şiir yazan şairler vardı. Bir yandan da 60 ve 70’lerde Oktay Rifat’tan, Necatigil’den, İlhan Berk’ten Cemal Süreya’ya kadar birçok şair, yani önceki kuşak şairleri en güzel ürünlerini vermeyi sürdürüyorlardı. Bizde yanlış bir algı var. Buna biraz da Garip şiiri neden olmuş. Garip’in yazıldığı dönem bu anlamda tekildir. Ortada başka şiir anlayışı bırakmadan ortama egemen olmak yani. Oysa Yahya Kemal henüz hayattadır. Nâzım hapiste yazmayı sürdürmektedir. 40’lı yılların toplumcu şairlerini de unutmamak gerekir. Buna rağmen Garip ortama egemendir. Bu beklenti sonraki kuşaklarda yazılan şiirin algılanış biçimi üzerinde etkin olmuştur. SAYFA 10 ? 24 OCAK 1 II. YENİ ŞAİRLERİ Asım Bezirci bir keresinde kendisine yapılan saldırılardan rahatsızlık duyarak, “Tuğrul Tanyol da II. Yeni’yi eleştiriyor. Neden ona kimse saldırmıyor?” gibilerinden bir şeyler yazmıştı. Rahmetli Asım Abi’nin göremediği şey bana yapılan saldırıların aslında II. Yeni’yi savunduğum savıyla yapılmasıydı. Yani görüyor musun, ortada ciddi bir garabet var, birçok şeyde olduğu gibi ya bir taraftasın ya da öteki tarafta. Ben II. Yeni’nin tüm şairlerini, Sezai Karakoç’u da katarak söylüyorum bütü nüyle ya da kimi dönemleriyle sevmişimdir. Çünkü ender görülen bir şeydir bu, kısa bir dönem içinde çok sayıda iyi şair ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar benim II. Yeni’yi eleştirmemi engeller mi? Kuşkusuz hayır. Cemal ile yaptığım bir söyleşide, ki bana sorularımın bazıları nedeniyle fena halde sinirlenmişti, aynı konuya girmiştim. II. Yeni şairleri de tanımlamaya karşı çıkıp usulca yan ceplerine koymuşlardı. Kuşkusuz ortada farklı ve yeni bir şiir vardı, ama daha önce de yazdım ve söyledim, bir kez daha yineleyeyim, Attilâ İlhan’ı kaldırın, ortada ne II. Yeni ne de o günlerdeki yeni şiir kalır. O dönemin özellikle Cemal’in “Gül” şiiri ile başladığı düşünülür. İlk kitap “Üvercinka” bütünüyle okunsun. Şiirlerde belirgin bir Attilâ İlhan etkisi vardır. Zaten II. Yeni’ye şiddetle karşı çıkan Attilâ İlhan’ın Cemal Süreya’yı farklı bir yere koyması, ya da eleştirmemesi ilginçtir. Bilmem bu anlattıklarım sorunuzu karşıladı mı? Aslında sorun benden kaynaklanıyordu. Ben II. Yeni şairlerini çok geç fark ettim. Kimi şiirlerini okumuştum kuşkusuz ama önemlerinin farkında değildim. Neden? Biraz önce açıkladım, çünkü şiir gündemini oluşturmuyorlardı. Her genç şair öncelikle o günlerde yazılanlarla ilgilenir. İlk şiir yazmaya başladığım günlerde benim için önemli olan artık klasikleşmiş Türk şairleriydi. Beni II. Yeni okumaya yönlendiren Hilmi Yavuz oldu. Şiir okumamı zenginleştirdiği için ona borçlu olduğumu hissetmişimdir hep. 1992 yılının OcakŞubat sayısında İki Aylık Şiir Dergisi olan, Sombahar’da Metin Celâl’in çok ilginç bir saptaması var: “Ormana uzaktan bakmayı bırakıp, tek tek ağaçlara dikkatimizi yoğunlaştırırsak olay renklileşir. Çünkü 80’li yılların şiiri bir kuşakakım şiiri değildir, tek tek şairlerin kendine has şiirlerinden oluşur.” Buradan hareketle ben kuşak diyorum; ama sizi şahsen ben 80 kuşağı şiirinin, yükselen yeni şiirin baş mimarlarından görüyorum. Acaba böylesi bir şey söylersem haklılığıma ne düşer? Metin’in kuşkusuz haklı olduğu bir yer var. Bu aslında hep böyle değil midir? Sembolizmi alalım isterseniz. Verlaine ve Mallarmé şiiri arasında bir benzerlik var mı? Çünkü sembolizmin de bir başlangıç ilkesi yoktur. Onlar da daha sonra bir başkası tarafından gruplandırılmışlardır. Verlaine’in, “size sembolist diyorlar, ne dersiniz,” sorusuna, “ben şiir yazıyorum, bilemem” gibilerinden bir yanıt verdiği söylenir. Programlı bir akım sanırım ilk kez Sürrealizm ve Dada ile birlikte başladı. Bir de fütüristler var kuşkusuz. Ondan sonra da hep öyle olacağı sanıldı. Akım, anlayış, moda ne derseniz deyin, bu, eleştirmen ya da edebiyatsanat tarihçilerinin işidir. Adı konsun ya da konmasın mutlaka bir ya da birkaç öncü vardır. Aslında farklılığı o kişikişiler yaratır. Bir paradigma halini alırsa etrafında ve peşinde izleyiciler belirir ve neredeyse tekil bir anlayışa dönüşür. Zaten paradigmanın da tarifi bu değil midir. Sizin haklılığınıza pay verirsem bu kendimi çok büyük görmeyi gerektirir ki ben bunu hiç yapamadım. Kendimi beğenmediğimden değil, kuşkusuz kendi içimde bunu kendime söyleyebiliyorum ama yüksek sesle söylemek bana göre değil. GELENEĞE BAKIŞ Bir yazınızda şöyle demiştiniz: “Gelenekten yararlanma bir dil sorunu değildir. Yani ne denli eski Türkçe kullanıp, eski nazım biçimlerine bağlansanız da bir soru işaretidir. Gelenekten yararlanabilmek için bir çağın koşullarını, yaşamını, tarzın kısaca ruhunu bilmeniz gerekir.” Şimdi şiirimizde bir kanal olarak baktığımızda bugün gerçekten geleneğin içinden yazan, yazdığını sanan şairler var. Sizin bugün için geleneğe bakışınızı merak ediyorum. Geleneğe bakışımda bir farklılık yok. Kendi şiir geleneği içinden gelmeyen bir şiir olabilir mi? Bir kere dil bunu zorlar. Biz istesek de istemesek de dilin şiir tarafından biçimlendirildiği gerçeğinden hareketle, ben geleneğe boş veririm, diyen bir şair bile Türkçe yazdığı an geleneğe bağlanır. Kuşkusuz iş burada bitmez. Her ülke şiirinin, her coğrafyanın kendine has bir tematiği vardır. Kimileri gelenekten yararlanmayı divan şiirine kadar götürüyor. Divan şiirine bağlanma isteği aslında boşuna bir gelenek arayışıdır, çünkü divan şiirinin kendisi, kendi içinde geleneksizdir. Hafız İranlıdır, peki Baki nerelidir? Baki’yi Türk yapan bir özellik var mıdır? Yazdığı şiire Türk şiiri diyebilir miyiz? Ama Hafız için sapına kadar İranlı diyebiliriz, Hayyam için de, Sadi için de, Mevlana için de... İşte sorun burada. Çünkü dikkat edin dili şiir biçimlendirir dedim. Baki ya da Nef’i Türkçeyi ne kadar biçimlendirmiştir? Yaşayan o günkü Türkçeden ne kadar etkilenmişlerdir? Bakın Nedim’e geldiğinde iş birden değişiyor. Yahya Kemal boşuna mı hep öne çıkardı Nedim’i? Çünkü kendisini oraya bağlıyordu. Divan içinde İstanbul Türkçesini kullanan bir şaire. İstanbul Türkçesinin standart Türkçe haline gelmesinin mimarı Yahya Kemal’dir kuşkusuz, ama Nedim’in hakkını da vermeliyiz burada. Bugün şiir yazan bir genç artık bütün bunları düşünmek zorunda değil. Çünkü tüm bu süzülmüşlük kendini Cumhuriyet şiiri içinde var etmeyi bildi. Bugün ciddi bir modern şiir geleneğimiz oturdu. Şiirinizi Oktay Rifat’a bağladığınız zaman onun ardında yer alan tüm bir geleneğe de bağlıyorsunuz aslında ve bu Nedim’e, İstanbul Türkçesine ve ta Yu ? “Her genç şair öncelikle o günlerde yazılanlarla ilgilenir. İlk şiir yazmaya başladığım günlerde benim için önemli olan artık klasikleşmiş Türk şairleriydi” diyor Tuğrul Tanyol. Fotoğraflarda öğrencileri ve edebiyatçı dostlarıyla birlikte... 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1197