06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mustafa Fırat, Tuğrul Tanyol ve Bâki Asiltürk... ? nus’a dek gidiyor. Öncesi ve Sonrası adlı kitabınızda yer alan, on yedi yaş şiirlerinizi okumak bize mutluluk verdi. Buradan şuna çıkmak istiyorum, demek ki sizin kuşağın hazır olma hali 70’li yılların başı hatta ortaları demek doğru olacak. Bir hazırlanış evresi. Bu bölümde okuduğumuz şiirlerin bir aynadan yansıyan samimiyetin ta kendisi olduğunun altını çizmem gerekir. Bizim kuşağımız derken gene kimi kastettiğinizi bilmiyorum. Ben kendi adıma konuşayım, aslında yaşça benim bir önceki dönemde belirmem gerekirdi. Belki olgunlaşmam gecikti, belki 70’lerde şiirden daha fazla önem verdiğim şeyler vardı, belki de yazdığım şiir için uygun bir ortam bulamadım. İlk kitabıma giren şiirlerin birçoğu aslında 70’lerde yazılmış şiirlerdir. Son kitabıma aldığım dört şiir ise bir kenara bırakılmış bir demet arasından çıktı geldi. Örneğin “Eleji” başlıklı şiir ilk kitabımdaki “Dere” başlıklı şiirle aynı günlerde yazıldı, ama birini dergilerde bile yayımlamamışım. “baktığın son resim / o resme bakar gibi geçti günlerin” dizeleriniz, “annemi son gördüğümde” adlı şiirinizden. Bu dizeleri okurken bir okur olarak kendi hayatımdan bir resmin düştüğünü belirtmem lazım. Çünkü ben de babamı henüz on yedi yaşında belki de ona en çok ihtiyacım olduğu bir dönemde kaybettim. Bu şiiri müthiş bir vefa örneği olarak not ettim. Cemal Süreya, “her ölüm erken ölümdür” demişti. Ne kadar doğru. Annemin ölmesine kendimi bir süredir alıştırmış olmama rağmen çok zor geldi. Onu son gördüğüm anın son olabileceğini düşünmemiştim, hâlâ zaman vardır diye düşünüyordum. Bununla birlikte annesine çok düşkün bir çocuk olmadım hiçbir zaman. Kalbini kırdığım zamanlar da olmuştur. Annemle ilgili muhteşem şiirler de yazmadım. “Annelerin genç kaldığı yer” diye bir şiirim vardır. Zayıf bir şiir olduğunu düşünürüm. Ama sözünü ettiğiniz o son şiir cenaze dönüşü bir anda çıktı geldi. Vefa değil bir zorunluluktu onu yazmak, çünkü yazılmak için orada bekliyordu. Şiirlerinizde su ve suya dayalı imgeleri kullanmayı çok seviyorsunuz eskiden beri. Aklıma ilk gelen şiirleriniz var mesela; “Yağmurla Çizilen”, “Yağmur Saatleri”, “Yağmur Sonrası”, Sudaki Ankâ ki benim en çok sevdiğim şiirlerinizden biridir “Köpüren Denize Doğru”, “Soğuk Irmaklar” “Su Kasidesi” vb. Su? Belki. Kimileri de rüzgâr olduğunu söylemişti. Bu ve benzer anahtar imgeler vardır herhalde... ama düşünerek yapılmıyor ki bu. Asıl bir başkasının bunu bana açıklaması gerek neden böyle olduğunu. Şiirlerimden yola çıkacak bir psikoanalitik çalışmayı görmek çok hoşuma giderdi herhalde. Kim bilir ne rahatsızlıklar bulurlar dı. Ben kendi rahatsızlıklarımı bildiğimden örtüşme ne kadar olurdu gerçekten görmek isterdim. Aslında doğa imgeleri epeyce ağır basıyor sanırım bende. Kenti bile bu imgelerle anlatmayı seviyorumdur belki. Metin Celâl’in yıllar önce yazdığı çok hoş bir yazı vardı bununla ilgili. Neredeyse pastoral bir şiir olmasına rağmen doğanın kendisinden hoşlanmayan bir adam portresi çiziyordu benimle ilgili. Şairlerin rengi olduğuna inananlardanım. Özdemir Asaf’ın “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, / Birinciliği beyaza verdiler” dizelerini bir kenara iğneliyorum. Tuğrul Bey, sizin resme ve müziğe ilgili olduğunuzu şiirlerinizden ve yazılarınızdan ki Oda Müzikleri’ni yazmış biri olarak biliyoruz. Bu belki de sizi, kuşak arkadaşlarınızdan ayıran en büyük özellik. Sizin renginizi sorsak ve elbette bu söylediklerimle ilgili görüşlerinizi alsak ne dersiniz? Asaf’ın akılda kalan birçok dizesinden biri de bu kuşkusuz. Benim de böyle akılda kalan dizelerim olsun isterdim. Belki de vardır. Var mıdır? Bilmem. Benim rengim ne? Mavi belki, yeşil... olabilir. Şiirlerimde hangi renkleri kullanmışım acaba. Hiç düşünmedim.Müzik başka bir şey... benim için esin kaynağı diyebilirim. Bir keresinde Oktay Rifat’a ustasının kim olduğunu sormuştum. “Pablo Picasso” demişti. Benimle dalga geçtiğini düşünmüştüm. Belki geçmişti de. Şairler böyle sorulardan hoşlanmazlar aslında. Gençlik budalalığı işte. Ama belki de doğruyu söylemiştir. Daha erken yıllarımda bana birisi böyle bir soru yöneltmiş olsa “Mahler, ya da Britten” diyebilirdim. Bugün tüm Batı müziği mirasının yazdığım şiir üzerinde çok etkin olduğunu düşünüyorum. Şiir dili açısından değil, bende yarattığı duyarlık ve kazandırdıkları işitsel imgeler açısından. Bir de dikkatimi çeken bir şey var okur olarak, “Van Gogh” adlı şiiriniz sizin bir önceki kitabınızda var olan ve ismi farklı olan bir şiir. Bunun nedeni nedir? Aslında sevdiğim, bende iz bırakan ressam ve bestecilerle ilgili tek bir kitap yapmak istedim. Birkaç tane yazdıktan sonra durdu. Bu son kitaba aldım onları ve bir önceki kitapta Van Gogh ile ilgili bir şiir vardı onu da buraya aldım. Bu şiirler sürerse, belki sevdiğim şairlerle ilgili olanlar da ki dört tanesi eski bir kitabımda var, ileride hepsini yerlerinden çıkarıp o kitaba da alabilirim. Ne de olsa sahibi benim bu şiirlerin ve onları istediğim biçimde kullanabilirim. Barok operada özellikle Vivaldi sevilen aryalarını bir başka operasına yamayıp durmuyor muydu? Yalnızca yapıştırma aryalarından oluşan operaları bile var ve ayrı bir yapıt muamelesi görüyor. Şair neden yapmasın? Son olarak, söyleşimizi teşekkür ederek bitirirken, “yazılmamış bir şiir için kadanslar” adlı bölümde yer alan kadanslar yani yarım bırakılmış bitirilmemiş şiirler; acaba gün gelir başka bir kitabınızda nihayetlenir mi? Sanmıyorum. Belki... şimdi bir önceki sorunu o biçimde yanıtladıktan sonra yapamam ya da yapmam demek abes kaçacak. Asıl o dizeleri bir başka şairin şiirinde görmek hoşuma giderdi. Böylece kadans olarak anlam bulurlardı. ? Öncesi ve Sonrası/ Tuğrul Tanyol/ YKY/ 86 s. 24 OCAK 2013 ? SAYFA 11 Fotoğraf: Mustafa Özçalışkan CUMHURİYET KİTAP SAYI 1197
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle